Çok az insan mucizelere kulak asmaz, hikmetini aramaz.“Doğa olayı” der, geçer gider. Kimileri de birbirinden çok farklı versiyonlara yönlenir, mucize arar, keramet gösterecek üstün vasıflı insanların peşinden koşar.
Bunun nedenlerinde biri, din anlayışlarının sisteme değil, “temel taşlarının tamamlanmamış bir zemine” oturmasıdır.
Polemik oluşturmadan, geniş kitlelere ulaşmak gayesi ile yapılan, çelişkilerden uzak bir harekettir demek mümkün, mucizenin tarifi için.
Sadece Nebi-Rasuller’den açığa çıkar. Örneğin, Hz. Musa'ya gelen Tevrat onun, Vahiy ise Hz Muhammed'in (s.a.v) mucizesidir.
Esasen, Nebilik ve Rasullük sona erdiği içindir ki mucize de bitmiştir.
Mucize sayılmayan keramet türü haller ise velilerin kapsamındadır. Ne ki velâyet derecesi yükseldikçe, keramet görünmez olur. Allah’a kurbiyet (yakınlık) sağlamış olan bu sınıfa göre, en büyük keramet ilmî olanıdır.
Diğer yandan, illâki mucize aranıyorsa, varlığı insanın yaratılışında mevcut diyebiliriz.
Baksanıza; bütün canlılar kendilerinde nasıl bir program taşıyorlar. Talamus ve Epifiz ayrımlı. Tüm olanlar, “Allah’ın ilminde”, bilgi paketçiklerinin birbirini dekode etmesi ve açığa çıkmasıyla gerçekleşiyor.
Nitekim Kur’anı- Kerîm bu noktaya;
De ki: "Herkes yaratılış programı (fıtratı-şâkılesi) doğrultusunda fiiller ortaya koyar! İşte bu yüzden (Fâtır'ınız olan) Rabbiniz, yol itibarıyla kimin hakikât yolunda olduğunu en iyi bilendir!" (İsra suresi 84/ Ahmed Hulûsi-Kur’an-ı Kerim Çözümü) şeklinde yaklaşıyor.
Önce erkek spermi, dişi yumurtasıyla buluşuyor, bütünleşiyor. Sperm ve yumurtanın birleşmesi ile oluşan 46 kromozomlu hücre, insanın ilk hücresi. Tüm vücudun oluşum plânını içinde barındıran bu ilk ve tek hücreye "zigot" adı veriliyor. İlk hücrenin bölünmesi, spermle yumurtanın birleşmesinden 24 saat sonra gerçekleşiyor. Yeni oluşan bu hücre birbirinin aynı. Daha sonra bu bölünme artarak, katlanarak devam ediyor. Zigotun büyümüş haline embriyo deniliyor.
Sonra beyni, kalbi, midesi, pankreası, dalağı, kan damarları, elleri, ayakları şekilleniyor.
Cenin 120. günde beyin kendi ruhunu üretiyor. Bugünde kişinin “rızkı, ameli, eceli, cennete veya cehenneme gideceği” belli oluyor.
Dikkat ettiyseniz sperm ve yumurtadan oluşan cevherle, bir canlı inşa ediliyor.
Bu bir mucize değil de nedir?
Damarlarda dolaşan kanın miktarını, yapısını herkeste aynı ölçüde oluşturuyor.
Ve bu yapıya anne-babasında veya ninesinde-dedesinde mevcut olan DNA ve RNA’daki bilgileri de yüklüyor.
Beynin, karaciğerinin, midenin, barsak yapısının dokusu, karakter ve şuuru farklı olabiliyor. Ancak, beden azalarının tümü senkronize bir şekilde çalışıyor.
Ceninin, 7-9. ay arasında aldığı tesirlerle istidadı, doğduğu anda aldığı tesirlerle kaabiliyeti meydana gelir.
Bedensel faaliyetlerindeki ortak noktaları aynı, ama duyguları farklı milyarlarca insan çıkıyor ortaya.
Mucize, bütün bunlarla da yetinmiyor!
Gezegenimiz üzerinde yaşayan insanlara birbirinden farklı parmak izleri veriyor.
Değişik göz şifreleri oluşturuyor.
Her beyin kendi şifresi ile “kendi ruhunu” üretirken “reenkarnasyon” denilen illetin/masalın gerçek olmadığı anlaşılıyor. Böylece toplum birbirine saygılı, onuruna yaraşır sağlıklı bir yaşam kalitesine, aslı ile bağlantı kurma, orijin değerlerini zenginleştiren bir kültüre, bütünlüğe ulaşıyor.
Şimdi siz bunları bir düşünün, mucizenin ne demek olduğunu daha iyi anlarsınız.
Yaratılmanın kaynağını ve gelişimini, nasıl bir uyum içinde ve evrensel bir şuurla var olduğunu hissedebilirsiniz.
Bu mucize ilk insandan itibaren tekrarlanıyor; “Kuantum potansiyelin her an yeni bir şanda olanın açığa çıkışı” ile.
Ama biz hâlâ anlamsız bir şekilde farklı, göz boyutuna gelebilecek “mucizeler” peşinde koşup duruyoruz.
Şurası muhakkak ki bir boşluğun getirisi içindeyiz.
Çünkü yaratılışımızdaki mucizenin farkında bile değiliz, kıymetini bilmiyoruz.
Ve biz büyük bir nankörlükle o mucizeleri yok sayıyoruz.
Allah, evren, evren içre evrenleri, gelişmişliği, beceri ve beceriksizliği bu mucizede barındırıyor.
Kuşkusuz bütün bu oluşlar onun ilminden, büyük Üstad Ahmed Hulûsi’nin deyişi ile Kuantum Potansiyel'den kaynaklanıyor.
Varoluşun sırrına eren, niçin yaratıldığını düşünen, aslını ve gerçekleri bulan, ONUN! Kıymetini biliyor, değerlendiriyor.
Kabukta kalan ise, bu mükemmeliyetin değerini anlamıyor ve etrafına hoyratça davranmakla gösteriyor kendini.
Ama sistem kozasından çıkmayı, yeniden yapılanmayı, değişimi içselleştirmek isteyenleri kolluyor. Onlar için önemli fırsatlar sunuluyor.
Temel sağlıksız olduğunda, üstüne çıkılan her kat, bu yapıyı-anlayışı biraz daha çarpıtıyor, değerlendirmeden uzaklaştırıyor.
Kuşkusuz, insan kırmızıyı fark edemiyor, âdeta bir renk körü gibi hareket ediyor.
Böylece gözünün önündeki mucize de kaybolup gidiyor.
|