Samimiyet

Click to read english...

    

     Maddeye bağımlı bir şekilde yaşadığımız için “geçen günlerin” kıymetini bilmediğimizi düşünüyorum.

     Olması gereken sevgi, saygı, güven bağını, samimiyet duygusunu bulamıyoruz. Bunu yakın planda kabul ettiklerimizde dahi yaşayamıyoruz, oturtamıyoruz.

     Manevî değerlere pek yatkın olmadığımız, dünyevi değerlere ait beklentilerimizde aşırılık olduğu için de bir türlü filizlenip büyüyemiyor.

     Bazı değerleri yok saymaya bayılıyoruz. Toplum, tüm bu olumsuzluklara seyirci kalıyor. Etrafımıza kalın duvarlar örülüyor. Hâlbuki insani ilişkiler, sanıldığından daha önemli olabiliyor.

     Hepimiz her şeyi bilir oldukça, kimseye önem vermemeye başladık.

     Meziyetlerimizle, zaaflarımızla-sorunlarımızla, yaşayışımızın negatif-pozitif halleri ile ve çizdiğimiz zikzaklarla, anılarımızla, geçmişimizin renklerini-çizgilerini hafızalarımızdaki fotoğraflarını, en önemlisi vefalı olma denen şeyi unutuyor muyuz?

     Herhâlde unutmadık.

     Ama unutmuş gibi davranıyoruz. Bu arada kendinden menkul kişiler ortaya çıkıp şov yapmak maksadıyla konuşuyorlar, samimiyetten bahsediyorlar.

     Ne var ki taklidî olmalarından ötürü, kanayan yaraya merhem olamıyorlar. Ancak, gerçekler ister istemez ortaya çıkıyor.

     Bu husus, bahsini ettiğimiz duygunun üzerinde biraz daha düşünülmesini gerektirmiyor mu?

     Bir bakıma, geldiğimiz noktada, ak saçlıların ortamı başıboş bırakmasının etkisi büyük. Zira onların yüklendiği misyon, birçok dönemde ortaya çıkmış, üzerinde durulmuş, çok düşünülmüş, benimsenmiş ve özellikle de tam algılanması için çaba harcanmıştır.

     Böyle olmayınca sorunlar uzayıp gidiyor.

     Çok enteresandır, iyi şeyleri, dilekleri görmezlikten geliyoruz. Bazı şeyleri hatırlamak bile istemiyor, başka ilkeyi tercih ediyoruz. “Fazla ince düşünmek iyi değildir” gibi bahanelere sarılıyoruz.

     Özetlemek gerekirse, adeta ölü gibiyiz!

     Aslında dirilmenin yolunu açmak için, bu “pasif, donuk hallerin nedenlerini iyi bilmek” gerekiyor.

     İnsanî ilişkileri ayakta tutmaya karşı olan düşüncelerin her birini olanca içtenlikle göğüslemek, düzeltme çarelerini düşünerek ortaya koymak, pozitif yaklaşımlara, düşüncelere saygılı olmak, bizlerin yerine getirmesi beklenen bir görev.

     Ne var ki bugünün insanı, özlenen bu davranışları ortaya koyamamış, gelişmesini tamamlayamamış, paylaşımlarını çağın gelişimine uygun şekilde düzenleyen insanlarla denkleştirememiştir.

     Samimiyeti önleyen en büyük etmen de bence bu.

     Bahsini ettiğimiz sınıf, farklı “içten, gönülden” yapısı ile varlığını hissettiriyor.

     Bu niteliklerden yoksun olanlar ise, birbirine karşı yabancı dururken, samimiyeti olsa dahi, bu duygusunu ortaya koyabilecek fırsatı bir türlü yakalayamıyor.

     Oysa değerlerine bağlı olan bir insan, her ne suretle olursa olsun, bütünlük içinde bu meziyetini ortaya koyabilmeli, onları ayakta tutabilmesine ön ayak olabilmelidir.

     Paylaşımda etkili olmanın yöntemi budur.

     Aksine ketum davranışlar-yapmacık hareketler kendini belli eder ve bu hal, hemen herkesi şaşırtır. Bu nokta itibarîyle değerlerin varlığından bahsedebilmek olanaksızlaşır.

     Unutulmamalı ki bir insanı “bedbin bir halden kurtarmak, diriltmek, yani canlılığa kavuşturmak, ya da doğru olan bir düşünceyi dillendirmek, üretileni anlaşılabilir bir hale getirmek” ancak samimi olma duygusu ile başarılabilir.

     Bunu gerçekleştirebilmek hepimizin görevidir.

     Candan duygularla size yaklaşan bir insanı bilerek çökertmek insanlığa yakışmaz.

     Tabi bahsettiğim bu husus, “sosyal yaşam” için de geçerlidir.

     İnsanlar önüne çıkan bütün engelleri, zorlukları yenmeyi başarmışsa birbirine olan itimatları, yani samimiyetleri sayesinde olmuştur.

     Bazı küçük sürprizler, yanlış anlamalar, özellikle duygusal yaklaşımlar, bu havanın-duygunun değiştiği, değişebileceği anlamına gelmez.

     Çünkü bir insan ya samimidir ya da değildir. Bu, belli bir süre sonra anlaşılır.

     Aksi tutumlar aldatmacadır. Bir menfaatin neticesinde öyleymiş gibi görünür.     

    Ayrıca ne kimliğiniz kalır, ne yetiştirici unvanınız olur.

     Unutulmasın ki sosyal ağlar “samimiyetsiz kişiliği” ele verir.

    Toplumun şartlanmaları, örf ve adetlerden kaynaklanan hiçbir değeri olmayan yasakları, tabuları, saçmalıkları ve bunların sürüyor olması gerçeği değişmeyebilir, ama samimiyet bu saydıklarımızın üstesinden gelerek kişiyi kendine-hürriyetine kavuşturabilir.

    Yani negatif düşünceler-eylemler, samimiyet ile bir anda değişerek pozitif hale gelir.

    Çok geçmez, eskiye ait ne varsa silinir gider.

    Bu geçiş günlerinden sonra, insan doğru ve gerçekçi olana alışır, uygun biçimde düşünüp, uygun biçimde davranmaya başlar.

     Samimiyet de esasen budur.

 

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş