Dikkâtinizi
çekmiştir; son zamanlarda, kısa aralıklarla tanrısallık
kavramına değiniyorum. Onun var olduğu düşüncesinin toplumda
ayan beyan biçimlenişi, beni bu arayışlara itiyor diyebilirim.
İstisnaları dışında insanlık âlemi, tarihin bütün
dönemlerinde kendisi ile ilgisi olmayan bu öte varlığa takılıp
kalmış ve onun kurduğu bir işleyiş sistemine dayalı bir şekilde
yaşantısını sürdürmüştür.
Dostlarım !..
“Tanrı” hakkındaki tüm oluşları analiz etmek zorundayız. Yoksa
bu iş, kısır döngü halinde uzayıp sürer gider.
Bizler farkına varmadan tanrı kavramını yüceltmiş ve geliştirmiş
bir toplumuz. Paralel düşünceler de buna katkıda bulunmuştur.
Aramızda, onu yok saymakla var saymak arasında bilinç farkı pek
yok gibi.
Bu değer taşımaz beraberliklerin, tefekkürle değil,
alışılagelmiş bilgilerin ardında kalmamak için yapılmış olması
önemli. Böylece Tanrı, sistem içine tam yerleştirilemeyen bir
yapıyla ortaya çıkmış ve gerçek kimliğine kavuşması da kolay
olmamıştır.
İnsan-Tanrı arasındaki ilişki, aşırı iyimserlikle aşırı
kötümserlik arasında gel-git ler nedeniyle yoğunlaştı,
kronikleşecek duruma geldi.
Toplum yaşamında ona yönleniş, gösterilen hassasiyet, nedense
orijin olana karşı uygulanmıyor.
Mutlak Yaratıcı; bir ilme, somut bir delile dayanmaksızın
yukarılarda, ötelerde bir tanrı mesabesinde algılanıyor, öyle
olması gerektiği düşünülüyor. İnsanın bu nokta itibariyle
duyarsız kalması, gerçekten çok acıdır...
Yineliyorum: Tanrının olmadığı, dikkâtle değerlendirilmesi
gereken bir husus. Bu çok önemli faktör, duygusallık yerine
mantık süzgecinin devreye girmesi ile algılanabilecek hale
gelir. Gerçeğe attığımız adım, varlıkla aramızda belirgin
mesafe açma istemini yok eder. Bu bakımdan onun var olduğu
düşüncesinin bir an durması, tersine çevrilmesi, adeta bir
zorunluluk gibi kabul edilmeli.
En geniş anlamda dünya ve insan yaşamını belirleyen bu önemli
hastalığı kafadan silmek için önce ‘kafayı değiştirmek’
gerekiyor...
Çünkü, Tanrı hiçbir zaman varolmamış, insanlar onu yaratmıştır.
Ondan vazgeçme eğiliminde olanlar, gerçekleri yakalama şansına
sahiptir. Çünkü o, Allah değildir.
Klasik çizgiden ayrılarak farklı bir düzeyi benimseyenler, bu
yüzden bir hayli rahat ve kendilerinden emin olurlar.
Bu tür beyinlerde ‘İyi’ ya da ‘Kötü’, ‘Güzel’,
‘Çirkin’, ‘Etik’ veya’ Etik olmayan’ gibi
sözcüklerin yer tutması, işler hale gelebilmesi mümkün değil.
Tanrıya inanıp sisteme uymaya çalışanlar ise, ortak bir geleceği
asla inşa edemedikleri gibi ne yazık ki, kendi aralarında
diyaloğu bile tesis edemiyor. Tanrı bazı kez ötelerden sıyrılıp,
beyinlerde rol almaya başlıyor
Bu durumda insan kendine, kendi ürettiğine, hayaline tapınır
hale gelmiyor mu?..
Allah’a inanıp O’nu yaşayanların ise hem hali hem de sistemleri
çok farklı. Onlar birtakım bahanelerin arkasına saklanarak
gerçekleri farklılaştırma ihtiyacını duymuyorlar.
Belki zor olanı seçiyorlar, ama daha gerçekçi oluyorlar.
Londra- 06.11.2003
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
3.11.2003 Akşam gazetesi
|