Uyanık olabilmek

 

 

Click to read english...

     Hani birilerine iltifat olsundan ziyade, herhangi bir ters olaya maruz kalmaması, önü açık olması anlamında kullanılan bir söz vardır:

     Ona içtenlikle “hayırlı günler” deriz.

     Ama “uyanık günler” temennisi çok daha kapsamlı olanı.

     Hayırlı günler kavramının üstünde, ileriye dönük olarak bakıldığında varlığın özünü daha iyi yansıttığını da söyleyebiliriz.

     Peki, neden tam bu sırada böyle bir açıklama geliyor insanın aklına?

     Acaba “hayırlı günler” dilemenin yetersizliğinden mi kaynaklanıyor?

     Herhalde beklentileri boşa çıkardığı için, böyle düşünülüyor olmalı.

     Oysa uyanık olabilmek, olmayana nispetle “pek çok şeyi fark edebilmek” anlamına geliyor.

     Aslında bu çok sık rastlanan bir durum değil.

     Bir kimseye meselâ “hayırlı günler” dilemek yerine, “uyanık günler” dilemek, biraz yadırgatıcı olabilir.

     Ama bu ilkeyi tercih edenler gittikçe artıyor.

     Çünkü “hayırlı” kelimesinde bir genelleme var.

     Dışa dönük bir temenni, daha ziyade kazasız belâsız günler, bol kazançlar… gibilerinden.

     Ama uyanık olma teşebbüsünde bir yön tayini, bir konu hakkında bilgi edinme, yaşama, farkında olma tarzıyla bir içsellik söz konusu.

     Ayrıca bu tür yaklaşımlar, genellemenin özünü de yansıtıyor.

     Uyanmış olabilmek, klişe anlamlardan, birimsellikten kurtulmanın, engin insanların manaya dönük yaşamının bir işareti.

     Doğrusu ben, bu kelimeyi kullanmakta zorlanmıyorum.

     Uyanık olmak, bireye ne için, neyi yapması gerektiğini, bu sürecin nasıl şekilleneceğini bildiren sihirli bir kavram.

     Bir kere “hayırlı günler” diyenler, niye “hayırlı” dediklerini bilmiyor.

     Benim kavrayamadığım “nokta” da burası.

     Kimse kalkıp “şu hayırda acaba ne var?” demiyor.

     Bu aşamada akla gelen soru şu:

     Eğer zihnimizde “hayırla ilgili” kuvvetli bir ilişki kurulamıyorsa, o zaman bu yaklaşım sadece zahiri bir dilekten ibaret kalmıyor mu?

     Her hayırlı günler ya da geceler dendiğinde, bizler o hayırlı olacak işin künhüne vakıf olamayacaksak, bu takdirde hayır kelimesi klişe bir anlam kazanmayacak mı?

     Bu takdirde inanç noktasında tartışmalar ortaya çıkmayacak, kabullendiğimiz esasları ret mi edeceğiz?

     Ne işe yaradı şimdi bu temenni?

     Bu hususlar düşünülmüyor değil tabi ki!

     Ama “uyanık günler” sözünü sarf edenler, maddeden ziyade manaya yönelik açıklık getiriyor, bir uyarıda bulunuyor.

     Fark edebilen, bunu hissediyor.

     İşin doğal gereği de budur.

     Bir cümlede ya da metinde ya da yaşadığımız bir süreçte karşılaştığımız değişik bir olayda, çok değişik boyutların varlığı bu sayede kolaylıkla sezinlenebiliyor.

     Bu konuya mistik örneklerle değinmek istiyorum. Bakın nasıl değişik anlamlar kazanıyor;

     Bilesin ki...

     “Allah-ü Teâlâ bu âlemi yarattı,  Âdem’i cennetten indirdi.

     Âdem, dünyaya inmeden önce bir veli idi...

     Dünyaya indikten sonra, Allah Ona nübüvvet verdi...

     Nübüvvet ise teşridir; tekliftir...

     Dünya dahi, ahiretin aksine teklif yeridir...

     Âdem orada veli idi... Çünkü orası, keramet, müşahede yeri idi... Bu ise... Velâyet halidir...

     Bundan sonra babamız Âdem, kendi özünde veli oldu... Ta zürriyeti zuhur edinceye kadar... Böyle olunca, onlara Rasul olarak gönderildi... Allah’ın emirlerini talim eder oldu.” [Bkz. İnsan-Kamil kitabı 2. cilt Sair dinler ve ibadetler bölümü]

     Biliyoruz ki, Âdem (a.s.) Cennetten kovulmadı, ‘Mülhime nefs’ basamağından, malûm uyarıya uymadığı için nefsi emmare basamağına indirildi. Önce buraya bir netlik kazandıralım.

     Bu işlev sırasında Abdülkerim Ceylî Hazretleri, Hz. Âdem’in bir veli olduğuna işaret ediyor.

     Bir veli zina yapsa dahi “derecesinden düşmeyeceğine göre”, bir olayda, Hz Âdem’in Risalet görevi almak için, bilerek bu boyuta düşüş yaptığını, ayrıca sistemin çalışma kurallarını, hevasına tabi olana, gaflet ve zulmet içinde bulunana ve dünya girdabına dalanlara bildirmek için bu tarzı seçtiği görülüyor.

     Bilinmesi gereken bir husus; risalet görevini üstlenenlerin, “dilediğini yapma” gibi bir yetisi olduğudur.

     O halde Hz Âdem’in işlediği bir olumsuzluk mevzubahis değildir.

     Buraya kadar yapılan açıklamalar size farklı gelebilir, ancak gerçek budur.

     Bir başka paradigma vermek istiyorum.

     “Her şey onu hamd ile tesbih eder...  Ama onların tesbihini anlayamazsınız” (17/44)

     Burada açıkça görülüyor ki, “anlayamazsınız” anlayışı ağır basıyor.

     Bu ise avama dönük olan bir yaklaşımdır.

     Özünü daha iyi değerlendiren Havasa göre ise, “anlayabilirsiniz” anlamı bulunuyor.

     Demek ki, uyanık olabilen, sistemi fark edip her şeyi yerli yerince mütalaa ettiğinde, bahsi geçen incelikleri yakalayabiliyor ve bu suretle daha derinlere dalmayı, meseleyi radikal biçimde değerlendirmeyi başarıyor.

     Ve sistemimiz böylece, “hayırlar dilemekten başka hiçbir şey yapmayan bir zümrenin” denetiminden kurtarılıyor.

     Ayrıca bu fırsatları bilinçsizce heba etmenin hiç de mantıklı bir durum olmadığı görülüyor.

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş

     
 
İstanbul - 03.05.2011
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com