Yadırgamak

 

 

Click to read english...

     Bireylerin olduğu gibi, toplumun da ortak bir şuuraltı boyutundan bahsedilmesi mümkündür.

     Şuuraltı değerler arasında, okulu bitirmek, askerlik görevini ifa etmek, iş kurmak, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak, tatile gitmek, spor yapmak, doğum gününü kutlamak, misafir ağırlamak, arkadaş olmak… gibi etkinlikleri sıralayabiliriz…

     Bunlara ilâveten, özellikle başörtüsü ve inanç dünyasının bir simgesi olan minareyi de yerleşik etkinlikler arasında sayabilmek mümkün.

     İnsanların şuuraltları bu saydığım ortak değerlerle süslüdür.

     Bir de bunu dile getiriyorsa, durup “ne diyor” diye bakmanız gerekir.

     Meselâ el sıkışma, dahası kucaklaşma da insanî bir özellik olup, şuuraltına yerleşmiş bir öğedir. Birey bu eylemi son derece medenî bir şekilde yapar.

     Şayet tokalaşma anında bireylerden biri, elini uzatmayıp karşısındakinin elini sıkmayı reddediyor, yani onu refüze ediyorsa muhatabını bir hayli üzer. O kişi, eli boşta kalmış gibi hisseder kendini. İçini tarif edilemeyecek bir acı kaplar. Bunu dindirebilmesi zaman alır.

     Toplum içinde de bu tip bir hareket hiç hoş karşılanmaz. Yapan, birden şaşırtıcı sertliğe savrulur. Kolay affedilebilecek, unutulabilecek bir tavır değildir bu.

     Spor alanında da benzer eylemlere şahit oluyoruz. Gol sevinci, ortak takım şuuraltı ile yaşanır. Gol atanın kendi başına sevinmesine izin verilmez. Sarmaş dolaş olunur. Seyirciler de buna dâhildir. Onlar tanıdık olsun olmasın, birbirleriyle kaynaşırlar.

     Gerçekten görülecek bir sahne yaratılır. Sevinç gösterilerini abartanlara ise hakemlerin ceza verdiği görülür.

     Meselâ düşünebiliyor musunuz, bu sevinç yasaklanmış olsa; kesinlikle çok tuhaf karşılanacak, yadırganacak bir durum yaratılırdı.

     Oyuncularda ne şevk kalır, ne de müsabakanın heyecanı. Birliktelik, yani şuuraltı dayanışma kalmadığı gibi, artık sporcuların müsabakaya asılmaları, canla başla çalışmaları da beklenemezdi.

     Yukarıda bahsedildiği gibi benzer, yadırgayıcı durumlar, Mistik alanlarda da görülür.

     Bir Müslüman’ın her gün beş vakit camiye gittiğini düşünün.

     Minarenin yıkılmış olduğunu, yerinde yeller estiğini görse, onun şuuraltındaki kodlanışındaki mevcudiyeti nedeniyle, bir boşluğa düşecek, âdeta konsantrasyonu kaybolacaktır.

     Benzer konum, tesettürde de vardır.

     Bir kimse yaşamını tesettürlü bir şekilde geçirirken, baskı sonucu başını açması, hem kendisi hem de onu tanıyanlar açısından hayli şaşırtıcı ve yadırgayıcı bir konum yaratacaktır.

     İnsan, ister istemez merak ediyor; böyle bir densizliğe ne gerek var?

     Bu iş, insanların sabrını aşarsa sonucu ne olur?

     Akıldan çıkarılmamalı, mevcut toplum, şiddete tevessül ederse, bu kez bambaşka bir gerçekle karşılaşılır.

     Toplumun ortak şuuraltı yukarıda bahsini ettiğimiz ciddî ve gerçekçi değerlerle doludur. Olmaması veya kaybının beyin yapısını olumsuz şekilde etkileyeceğini, hatta kilitleyeceğini söyleyebiliriz.

     Bilindiği gibi insanlar çeşitli kategorilere ayrılmış durumdadır.

     Bunlara istinaden farkında olmadan ya da bilerek yapılan engellemeler, sağlıklı giden hayatı tersine döndürmekten başka hiçbir şeye yaramaz.

     Zorla başını örtenle, şiddet kullanarak tesettürü elinden alınan veya camilerdeki minarelerin gereksiz olduğuna karar verip, yıkılmasını isteyen zihniyet, asla insanın değerini anlamamış, onun karşılaşacağı patolojik koşullardan haberi olmamış, ona saygısızlıkta bulunurken, hayatına köstek olmayı hüner saymıştır.

     Evet, tesettür İlâhî bir emirdir. Ancak başı açık bir İslâm hanımı da en azından onun kadar dinin vecibelerini yerine getirmektedir.

     Ama anlamsız bir şekilde, tesettürü tercih edene kayıt koymak, gerçekten makul sayılabilecek bir davranış olamaz. Çünkü bu tarz bir yaklaşım, belki sizin için hiçbir şey ifade etmeyebilir, ne ki onun yaşam gayesi çiğnenmiş olunur.

     Son günlerde İsviçre’de uygulanan minare yıkım kararına gelince; Allah’ın evini sırf keyfi olarak değiştirmek hiç doğru bir yaklaşım olamaz. Bir minare, Din’de kutsal bir yer ediyorsa ki bu çok doğrudur, o takdirde bu yapıya saygılı olmak gerektiğini, bilmek şarttır.

     İnsanların inançları ile oynamak yakışık alan bir hareket olamaz.

     Aynı düşünceleri kiliseler için de söylemek mümkün.

     Sözün kısası, insanların hayatını tedirgin edecek, yadırgatıcı koşullara girmemek, kutsal saydığı değerlere dokunmamak, özetle, densizlik etmemek gerekir diye düşünüyorum.

     Aksi takdirde, “Her insan, yaptığının karşılığını alır!” uyarısınca hiç beklemediği, tahmin dahi etmediği bir sürede, bir yerden benzer tedirginliği yaşaması kaçınılmaz hale dönüşür…

     Ayrıca aklınızda olsun, zararı tahmin ettiğinizden fazla olur. Çünkü sistem, vasıtalı ya da vasıtasız, bu şekilde çalışmaktadır.

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş

     
 
İstanbul - 14.06.2011
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com