Yalan


Uygarlığın henüz çözemediği temel sorunlarından biri de hiç kuşkusuz yalan’ söyleme hastalığıdır. Bu durum, daha ziyade kaygı/korku ve belirsizlik ifade edilen yerlerde ortaya çıkar. Çevreyle olan uyumsuzluk giderek tartışmaya döndüğünde insanlar, durumu idare etmek maksadıyla ona başvurabilir. Kişi yalanla birlikte öz benliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ayrıca yalanla örülen düşünce dünyasında huzur ve mutluluk duyamaz.

Yalan sanal bir dünyanın/yaşamın içine gizlenir. Yeri geldiğinde yüzünü göstermekten hiç çekinmez. O halde, yalandan kötüsü yoktur denebilir.

Bazı insanlar kullandıkları çirkin, tuhaf ve yalan sözlerle bekledikleri saygıyı, maalesef göremezler.

Yalanla birlikte, Nazım Hikmet’in “akrebe” benzettiği halkın yüreği ve beyni, umut ile umutsuzluk arasında bir saat sarkacı gibi salınır.

Ayrıca, gaflete düşmenin gereği yoktur. Kendimizi akıllı, haklı başkasını ise aptal yerine koymanın da bir anlamı olmamalı derim.

Zira halk ne melektir ne de şeytan; ama varlığında ikisini de barındırır. Halkın saklı duran kini ve öfkesi  vardır. Bir gün tokat vurursunuz, size öteki yanağını çevirir. Sesini çıkartmaz. Ama buna güvenip kulağına bir fiske vurursunuz, ağzınızı burnunuzu dağıtır. Yani bu, söylenebilecek bir yalanla ‘umulmayacak tepkiler/dersler alınabilir’ anlamına gelir.

Allah Rasulü Hz. Muhammed, yalan hususunda şöyle buyurmuştur:

”Sana kuşku vereni bırak, kuşku vermeyene sarıl; doğruluk kalp huzuru, yalan ise şüphedir”
Bir diğer hadisinde ise: ‘Alıcı ve satıcı doğru konuşup her şeyi açık söylerlerse alışverişlerinde bereket hâsıl olur. Yok eğer onlar yalan konuşup bazı şeyleri inkár ederlerse, belki muvakkat bir zaman için kár edebilirler. Fakat sonunda alışverişlerinin bereketi gider. Bereket ve kârları mahvolur. Yalan yemin, malı satmak için yardımcı olabilir; fakat tüm kazancı mahveder.’

Yaşamlarına yalanı katık yapmış bireyler kendilerini nasıl dışlanmış olarak bulursa, hayatına, sosyal düzenine, alışverişine bu illeti karıştırmış bir toplumun akıbeti de aynı olur.

Çok önemli olan bir konu da yalanı yeminle pekiştirmek ve şahitlik yapmaktır. İşte bu, en büyük aldatmadır. İnsanları Allah’ın adıyla aldatanlar, yalan yere yemin ederek rotayı saptıranlar ve yaptıkları işlere hile karıştıranlar hem dünyada hem de ahiret yaşamında varacakları boyutu inşa etmiş olurlar.

Satacağı malın değerini yükseltmek için yalan söyleyen ve yalanını yeminle pekiştiren satıcının hali ne acıdır! İşte ‘Yalan yere yemin edenlerin vay haline!’ uyarısı onlar içindir.

Değerli Dostlarım!

Bugünkü yazımı Kur’an’ ın bizlere ibret olabilecek şu hükmü ile bitirmek istiyorum:
‘Ey müminler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hâkimler ve Allah için doğruyu söyleyen şahitler olun. Velev ki şahitliğiniz nefsinizin yahut ana ve babanızla yakın akrabanızın aleyhinde olsun. İster üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun. Çünkü, Allah ikisine de, zengin ve fakire sizden daha yakındır. Onun için siz, haktan yüz çevirip nefis arzusuna uymayın. Eğer adalet üzerine hüküm vermekten, şahitlik ederken doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya yüz çevirirseniz, şüphe yok ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’ (En-Nisa: 135)

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

Londra - 16.05.2006
sufizmveinsan@gmail.com
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail