Yaşamla ilgili akla gelen ilk soru şöyle: Allah İlmi konusunda
herhangi bir eksikliği olmayan, aklı başında, makul düşünen,
liderini (Allah Rasulü s.a.v.) sıkı bir teslimiyet içinde takip
eden birinin zirveye biraz daha sokulabilecek iken,
çok basit hatalar yaparak kesret âlemine dalması, yakalamaya
çalıştığı olumlu havayı birden terk etmesi doğru mudur, değil
midir?
Bana göre verilecek yanıt
“hayır”
olacaktır. Tahminim, siz de aynı şeyi düşünüyorsunuzdur.
Örneğin, tasavvufun özel konularını kendi aramızda
konuşsak/paylaşsak ya da sadece onda birini bu köşeye
aktarsak, hani derler ya ‘sen seyreyle gümbürtüyü’ gibi
bir durum olacak ortada...
Sonra ne o ilim, ne de tatlı sohbetler kalacak akıllarda.
Peki, bunu niçin yapamıyor, samimi olamıyoruz dersiniz?
Kuşkusuz en önemli faktör, insanoğlunun kolay kolay itimat
telkin etmemesi. Konuşulacak gibi göründüğü halde hiç de öyle
olmaması.
Evet, bize aktarılan bilgilere göre, önce onlara güveniyoruz.
Zaman içinde doğruluğu ortaya çıkmayınca da, bir hayli zor
duruma düşüyor, ikilem yaşıyoruz. Bu halde neye inanacağımızı da
şaşırıyoruz!
Benim bu hususta hâlâ yanıtını bulamadığım ve kendimle
çeliştiğim bir-iki husus var!
İnsan nasıl olurda bu hayli güç konuya talip olur. Beklentisi
nedir? Niçin bunu ister? Neden bazı kimselerin peşinden koşar?
Önce onu baş tacı eder, sonrasında ayakları altına alır?
Sadece kendisi bu işi üstlenmez, başkalarının da özene bezene
duygularına iştirak etmesini ister.
İşte kesinlikle bu fantezileri/tavırları anlayabilmiş
değilim.
Şimdi gelin de bu denklemi çözün bakalım! Hem talip olacaksın,
sonra da ortada hiçbir şey yokken, köşe bucak kaçıp arkadan
eleştiri üzerine eleştiri yapacaksın. Hatta, daha da ileri gidip
kana kan, göze göz hale geleceksin. Olacak şey değil bu, ama
oluyor.
Boşuna dememiş Ebu Hureyre (r.a): ‘Ben Rasulûllah
Efendimizden iki kap ilim aldım. Birini size açtım, diğerini
açsaydım benim gırtlağımı keserdiniz’ diye...
Sorunu irdelediğimizde şu ilginç durumlarla karşı karşıya
kalabiliyoruz:
Mesela, ilmin dışından gelip yanınıza yerleşen kişi, artık
sizinle beraber olduğu için kendini tasavvuf ehli sayar. Ne var
ki beraber oturmakla ‘Allah ehli ya da mana insanı’ olmak
aynı şey değildir. Gerçi zahire bakarsak onun için “tasavvuf
ehli” denmesi ve az çok bilgi sahibi olduğunun düşünülmesi
doğrudur. Ama acaba ‘o’, ‘tam anlamıyla’ olmuş
mudur? Söz konusu vasfa erişebilmiş, istenen hale gelebilmiş,
eksiğini, yaşam noktalarını bulmuş, ruhsal gelişimi ve davranış
değişimini tamamlamış mıdır? Ön yargılı tavırlarını
değiştirebilmiş midir?
Herhalde öyle olmadığı için olumsuzluklar yaşanıyor.
Talip ise ilk etapta bunları düşünmemekte, verilecek işin
üstesinden gelirim edasıyla her noktaya balıklama dalmakta ve
kimseciklerin elde edemediği sırlara(!) sahip olmayı arzu
ederken, beğenmediği bir şey olunca yüz seksen derece dönüş
yaparak anlatılanları yetersiz bulup büyük bir hüsrana
uğradığına işaretle, başladığı noktaya bu kez büyük bir
özenle/özveriyle dönmektedir.
İşin hayret verici yanı ise bu kez seçtiği yolun çok doğru ve
mantıklı olduğunu düşünmesidir.
Değerli dostlarım!
Benim yaşama dair düşüncelerim bunlar. Aksini iddia eden varsa
FİKRİNİ söylesin.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.
İstanbul -
07.02.2006
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
|