İyi
not tutarım. Bu özelliğim, liseli yıllardan kalmıştır. O
nedenle, güzel kalemlere, not defterlerine düşkün
olduğumu bilirler.
Yazı
yazma hevesim ise ta ilkokuldan başlar. Makale türünde
yazdığım karalamalar, okul tahtalarında günlerce
asılırdı. Ben de karşısına geçip kimi zaman büyük bir
beğeni içinde kimi zaman ise dudak bükerek onları okur,
pardon seyrederdim.
Bu isteğim,
uzun bir aradan sonra görevli olarak gittiğim
Elazığ’da iyice depreşti. Öyle ki, bir kitabı
sırf yazıya dökerek bu yöndeki kapasitemi geliştirmek
istiyordum. Maksadım, anlamları zihnime kazımaktı.
Bu süre içinde hazırladığım ‘İslam’da 600 Soru ve
Cevap’ adlı kitapçığı -herhalde yetersiz oluşundan
ötürü- yayımlamak bir tarafa, dostlarım arasında bile
doğru dürüst paylaşamadım.
Güzel
yazıların oldukça emek ve uğraşlar sonucu ortaya
çıkabileceğine, hissetmeden hiçbir şeyin kâğıt üzerine
dökülemeyeceğine, anlamsız yazıların kimseye bir şey
veremeyeceğine inanırım.
Ben
tarz olarak düşüncelerimi önce bilgisayara döker
enine boyuna işlemlerin nihayetinde yazı başlığı ile
kaydedip klasörlerim.
Önemli ve rahatsız eden konulara değinirken tepki
vermemek ve kinayeli konuşmamak büyük bir ustalık
ister. Yazılarımda azami şartlarda buna riayet etmeye
çaba gösteriyorum. Pek çok kişinin ‘jetonu geç düşer’
derler. Şayet bu zaafı göstermişsem (tepki ve
kinaye hususunda demek istedim) yayımlandığı halde
onları geri çeker ya bir daha hiç yayına sokmaz ya
da düzeltme yoluna giderim.
Yazdıklarımı bir değil, birkaç kez değerlendirmeye /
düzeltmeye tabi tutuyorum. Sonra bunları editörler
okuyor, en sonunda bir okutman tarafından kontrol
ediliyor. Yayımlanana kadar zihnim onlarla meşguldür.
İnsanlık hali bu; sadece benim gibi amatörlerde
değil, değme yazarlarda bile yanlışlıklar, gözden
kaçanlar olabiliyor. O nedenle de yararlı oluyor.
Yazılarımın büyük bölümü basında yer alıyor. ( Reklâm
etmek istemiyorum, ama siz biliyorsunuz) Hatayı göze
almamak için, sitede yayımlanmasını müteakip tekrar
okuyorum ve beğenmediğim yerleri onca uğraş
vermeme rağmen değiştirmeyi yine de göze alıyorum.
Takip edenler için hiç de hoş değil tabi bu durum.
Bir bahanem yok. Ama en azından, doğrusu çıkıyor. Yerel
bir gazetedeki yazılarımdan sonra, basındaki ilk makalem
Yeni Dünya dergisinde ‘İbn-i
Arabiyi Sevmek’ başlığı ile yayımlandı
ve çok beğenildi. Misafir yazar olarak girdiğim dergide
bu makaleden ötürü devamlı yazar konumuna geldim.
Burada, bana özel olarak açılan bir olayı gözler
önüne serdiğim için oldukça kızıldı. Bir daha böyle
kritik bir hatayı yapmamaya dikkat etmişimdir. O gün
bugün, hiç kimse, ‘söylenmeyen bir şeyi’ benden
duymamıştır.
Son
yazdığım basın kuruluşu ise Akşam gazetesidir.
Profesyonel olarak bu gazetede köşe yazısı yazacaktım,
ne var ki yönetim değişikliği buna izin vermedi. ( zahir
anlamda
söylüyorum)
Şimdi gelelim asıl konuya;
Makalelerimi şimdiye kadar tenkit eden olmadı, ama pek
fazla takdir eden de çıkmadı dersem pek yalan olmaz.
Bundan şu sonucu çıkarıyorum; Demek ki çok iyi değilim.
Belki de ‘ben’ hiçbir şey yazamıyorum. Kendimi
avutuyorum.