Sıcak
bir ilkbahar sabahı, Avrupa'nın batı kıyısındaki bir limanda,
üstü başı perişan bir adam balıkçı kayığında yatmış,
kestirmektedir. Bu manzarayı kaçırmak istemeyen hevesli bir
turist, aceleyle çantasından çıkardığı fotoğraf makinesiyle art
arda resim çekmeye koyulur.
Deklanşörden çıkan sevimsiz,
neredeyse düşmanca ses, balıkçıyı uyandırır. Uykulu uykulu
yerinden doğrularak, el yordamıyla sigara paketini bulmaya
çalışır. Kendisini meraklı bakışlarla süzen turist, vakit
kaybetmeden sohbete başlar:
"Sanırım bugün çok balık tutacaksınız."
Balıkçı, hayır dercesine başını
sallar.
"Ama bana havanın çok uygun
olduğunu söylediler."
"Evet"
"Yani balığa çıkmayacak mısınız?"
"Hayır"
"Yoksa kendinizi iyi hissetmiyor
musunuz?"
Adamın yersiz sorularına
sinirlenmeye başlayan balıkçı:
"Kendimi çok iyi hissediyorum,"
cevabını yapıştırır.
Yüzü asılan turist, yine de
sormaktan kendini alıkoyamaz:
"O zaman niye balığa
çıkmıyorsunuz?"
"Bu sabah çıktım da ondan."
"İyi miydi bari?"
"Birkaç gün balığa çıkmamı
gerektirmeyecek kadar iyiydi. Dört ıstakoz, iki düzine de
uskumru tuttum."
Yabancı, tasalı bir ifadeyle:
"Özel işlerinize burnumu sokmak
istemem; ama bir düşünsenize, bugün ikinci bir kez balığa
çıksaydınız mutlaka birkaç düzine daha uskumru tutardınız."
Kendisine hayretle bakan balıkçıya
aldırmayarak, heyecanla devam eder:
"Yalnız bugün değil, her gün böyle
yapsanız ne olurdu biliyor musunuz?"
Balıkçı gene hayır dercesine
başını sallar.
"
En geç bir yıl içinde kayığınıza
bir motor alabilirdiniz. İki yıl içinde ikinci bir kayığınız,
birkaç yıl içinde de bir tekneniz olurdu. Ve tabii, daha çok
balık tutardınız. Hatta ilk önce küçük bir soğuk hava deposu
yapıp, ileride de deniz ürünleri tesisi kurardınız. Kendinize
ait bir helikopterle uçarak balık sürülerinin yerlerini
saptayabilir, telsizle teknenize bilgi verebilirdiniz. Sonra
da..."
"Sonra ne?" diye yavaşça sorar
balıkçı.
"Sonra," der yabancı, özlem
dolu bir coşkuyla, "para
derdi olmadan limanda oturur, güneşin altında kestirebilir ve
muhteşem denizi huzurla seyredebilirdiniz."
"Ama, ben bunu zaten yapıyorum,"
der balıkçı, "keyfimi kaçıran tek şey, fotoğraf makinenizin
sesi!.."
Bu söz üzerine söyleyecek bir şey
bulamayan turist, düşünceli bir halde oradan uzaklaşır.
Balıkçıya duyduğu acıma hissi, yerini kendine izah etmekten
korktuğu bir kıskançlığa bırakmıştır...
Değerli Okurlarım, hikâyeden anlaşılacağı üzere, evrende varolan
her şey zenginlik ve para değildir. Para, düşünce ve hareketin
maddeye dönüştürdüğü ve ona verilen değer doğrultusunda anlam
kazandığı bir semboldür.Her zaman diyemeyeceğim, ama yerinde
kullanılmadığı takdirde, " bütün kötülüklerin temelinde para
yatar" sözü geçerlilik kazanır. Maddi anlamda üst seviyelere
ulaşabilme, para ile elde edilebilir; ancak, ruh zenginliği
sağlanamaz. Halk dilinde ‘beş parasız olmak’ belki
fakirliğe işarettir; ancak gerçek fakirlik bu değildir. Ruhu
zedeleyen, karartan, hırs, ihtiras ve harisliğin maddi koşullar
ile ne hale gelebileceğini hele iyi bir düşünün !
Fakirlik, bir anlamda bilgi ve
kültürden yoksun bulunmaktır. Dolayısıyla, zenginlik/fakirlik
olgusu insandan insana değişir. Zenginlik ile fakirlik arasında
birey, özgür olmaya çabalarken, nelerden ve kimlerden nasıl ve
ne şekilde ödün vermesi gerektiğini iyi düşünmesi lâzımdır.
Önemli olan, huzurun nerede bitip, nerede başlayabileceğini
hissedebilmektir.
Gözlerini hırs bürüyen, madde için
manayı terkederek kasım kasım kasılan insanlar, kendilerini
kapana kıstırmış, çıkmaz bir sokağın içine düşmüşlerdir.
Halk dilindeki anlamıyla fakirlik, onur kırıcı bir durum
yaratmaz. Yeter ki, insanlıktan uzaklaşılmasın.
Tüm zamanların Gavsı
Abdülkadir GEYLÂNİ Hazretleri, Gavsiye açıklamasında;
-Yemem fakirin yemesidir, içmem
de fakirin içmesidir!.. diyor.
İlahî perspektiften bakıldığında “fakirlik”
sözü, maddi imkânları kısıtlı olma hali için
kullanılmaz. Yani bu anlamlı sözlerin beşeri fakirlikle asla
bir ilgisi yoktur. Fakr hali, mutlak yokluk halidir. Fakir de
bu niteliği yaşayan kişidir..
Her şeyin moda olup sonra demode
olduğu bu boyutta aklı olanın maddeden uzak durması gerekiyor.
İstanbul-
07.08.2003
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
29.10.2003 Akşam gazetesi
|