Zamanla değişik gruplardan, farklı perspektiflerden olumlu veya olumsuz
fikirler çıkar. Bu anlayış yakın tarihe kadar böyleydi, uzak arada da
değişmeyecektir. Bu birimlerin anlayışına göre kişisel görüşler mutlak kabul
edilmelidir. Tüm mesele, sağduyu ve mantığı yitirmemektir.
İslam’ı kabul eden, irdeleyen iman ehli
için de bu kural geçerlidir. Birileri sadece Kuran’ı kabul eder, onlar için
hadis’lerin hükmü yoktur. Bazılarına Kütüb-ü sitte uygundur, bunun
dışında kalan hadisler geçersizdir.
Kendine olan güveni sağladığını
düşünen hadis’i kabul etmez, sağduyu blokajı içinde reddeder. Beri taraftakiler
için sadece mezhep vardır. Rasulullah efendimiz’in zamanında mezhep varlığı
tartışılmaz iken koyu bir taasupla bu “ilke” Kuran ve Hadisin önünde kabul
edilir.
“Gerçek mürşid Kuran ve
Resulullah” varken, mezhep anlayışını özellikle Efendimize yakıştıranlarda
vardır. Karşılıklı olarak birbirlerine şu soruyu sorarlar;
-Acaba Hz.Muhammed (s.a.v) hangi
mezheptendi?..
Bir başka anlayışı benimseyenler daha nefs
ve ruh ayrımını dahi yapamaz, Keşif ve Fetih denen bir takım olağanüstü
özelliklerden bihaber yaşarken Ruh hakkındaki görüşleri inkar eder,
somutlaştıranı basiretsizce suçlar kariyerinin şemsiyesi altında… Onlar için din
ve bilim birleşemez, evren şablonuna oturtulamaz. Yaratıcı güç ise köşesine
çekilmiş olanları seyretmektedir… Bulutların üstünde!…
Gerçekte bu yazdıklarımı oluşturan
düşünce sahipleri haklıdır, onlar katiyyen yanlış bir iş yapmazlar kendilerince..
Zira kime sorarsanız sorun o haklıdır. Çöpçü yaptığı işin bütün
inceliklerini, sanatını size dökecektir öz benliği ile!… Cumhurbaşkanı, memuru,
sanatçısı ve sporcusu dahi böyledir. Rabbani hükümlerin tabii sonucudur bu yaşam
türü.. Ve herkes yaratılış gayesine uygun hareket edecektir.
Bakın, “El İnsan-ı Kamil”
isimli eserin yazarı Rasulullah Efendimizin (s.a.v)
neslinden seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin torunu Abdulkerim Ceyli
şöyle diyor;
“Sen her hangi bir nesneyi, böyle bir
Hadis ve Ayet yoktur diye inkar edebilirsin, ancak her hangi bir ayetin sırrına erememen
veya her hangi bir hadisi duymamış olman seni öyle bir hüküm vermeye
sürükleyebilir. Öyleyse bu kitabı okuyup ta her hangi bir yerini inkar ediyorsan, iyi
düşün, bütün ayetleri, bütün hadislerin manalarının bildiğine dair hüküm ver
ondan sonra bu kitabı inkar et.” (Kendisine ait olan İnsan-ı Kamil kitabından
bahsediyor.)
Sayıları 300.000 adet ve sahih olarak
tesbit edilen hadislerin tamamını, ayetlerin tümünü, zahir ve batın bütün
manalarını biliyorsan ve reddedebilecek gücü kendinde buluyorsan o zaman edebilirsin
diyerek görüşlerini aktarıp netice itibariyle bizi eni konu ihtiyatlı olmaya davet
etmektedir.
Resulullah efendimiz;
“Okunmakta olan hadisimi koltuğuna
yaslanmış olarak her hangi birinizin dinlemesini ve sonra da okuyana -sen hadisi bırak
onun doğru veya yalan olduğunun anlaşılması için kuran’dan bir şeyler oku-
dediğini katiyyen bilmeyeyim!… söylenen o sözü ben söyledim” (İbn-i Mace) demektedir.
Bir hadis de şöyle;
“İyi bilin ki bana Kur’an verildi,
O’nun bir mislide bende var.” (Ahmed İbni Hambel)
Bir başka hadis-i şerif ise şunları
söylüyor;
“Kur’an’ın bir zahiri, bir
batını, bir haddi ve bir matla’ı vardır” (Deylemi)
Anlaşılacağı gibi Kur’an’ın
zahir manası açıktır. Umuma mahsus hükümler zahir manaya dayanır. Batıni mananın
algılanması ise Ruhi kemalatı gerektirir. Allah İlahi manadaki bu ilmi
Resullere, Nebilere ve Evliyaullaha nasib etmiştir. Resul ve Nebi olduğu ifade edilen
Hızır aleyhisselam dahi batın yönlü bilgileri belirli bir süre için Musa
Nebiye söylememiştir.
Tüm bunlardan anlatmak istediğim husus
İlahi kitapların ve Kuran’ın maliyetinin çok ucuz olmadığıdır. Pek tabidir ki zahir
ve batın anlamlar, Allah ile kul arasındaki kavramları
Kur’an ölçüsünde deşifre edebilecek Resul bulunacaktır.
Ve Hz.Muhammed (s.a.v) son Nebi
olarak dünya üzerinde ve sonsuza değin insanları irşad edecektir. Ölüm ile beraber
diğer Nebilerin görevleri (tebliğ, irşad gibi) sona ererken Hz.Muhammed (s.a.v)
ayrıcalıklıdır. “Resulullah”lık vasfında oluşu bu farkın açık bir
delilidir. Ancak, onun dahi bu özelliği ölümünü müteakip Nebi’lik değil,
velayeti cihetiyle olmaktadır.
Anlatılan hususların yanında
“Hz.Muhammed’e ait hadisler geçerli değildir, uydurmadır veya günümüz için
uygulanması mümkün değildir” diyen ise dini reddetme noktasına ulaşmıştır.
Hal böyle iken “Müslüman Din
Adamlarına 19 Soru” isimli bir kitapçığın yazarı Edip Yüksel’in
televizyon ekranında Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Ceviz Kabuğu isimli
programında söylediği sözler, haklı bulunduğu cihetler olsa bile bir hayli
manidardır. Dilerseniz bu kitapçığın televizyon programına yansıyan konu ve
sorularına geçelim kısa olarak.
Edip Yüksel diyor ki;
Dini kaynak olarak Kuran’ı kabul
etmeyen, Hadis ve sünneti Allah kelamına eş koşan 19 soru, Allahın dini ile
İnsanların uydurduğu (hadislerin uydurulduğunu ve Muhammedin sözlerine gerek
olmadığını açıkça beyan etmekte) din arasındaki binlerce çelişkinin sadece bir
kaç örneğidir.
Edip Yüksel’in Kur’an ayetleri ile
çelişki içinde bulduğu, din adamlarına soru olarak yönelttiği bazı hadislerin
dökümü ise şöyledir;
“Namaz kılan bir adamın önünden
eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozulur” (Buhari 8/102)
“Efendimiz hiç bir zaman ayak üzerinde
işemedi.” (Hanbel 4/196)
“Efendimizi ayak üzerinde işerken
gördüm.” (Buhari 4/60-62)
“Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup
Medineye gelerek Müslüman oldular. Medinenin havası onlara dokununca Resulu Ekrem
(S.A.V) onlara deve sidiği içmelerini öğütledi. Adamlar develeri dağıttılar ve
çobanı da öldürdüler. Efendimiz onları yakalattı ellerini ve ayaklarını kesti,
gözlerini oydu, çölde susuz ölüme terketti. Biz onlara su vermek isteyince Efendimiz
bizi engelledi. (Buhari 56/152)
“Musa ölüm meleğinden çok korkuyordu,
bir gün ölüm meleği canını almaya gelince meleğin yüzüne bir tokat atıp bir
gözünü çıkardı.” (Buhari 64/4-5)
“Dünya balığın sırtındadır, balık
başını sallayınca dünyada depremler olur.” (İbni Kesir 2/29)
Asla iddialı olmadığımı beyan
ederek şahısları değil, fikirleri eleştirmek kaydı ile Cenabı Hakk’ın bize
lütfettiği anlayış, istidat ve kabiliyetim nisbetinde bu hadisleri ve sözleri
yorumlamak ve akabinde bir kaç sual sormak istiyorum sırası ile;
Namazı bozma unsuru olarak kabul edilen eşek
(hımar) ve kara köpek menfi radyasyon yayınlayan hayvandır. Muhiddin
Arabi’nin bu konuda velayet keşfine dayanan görüşleri bulunmaktadır.
Şöyle ki; “Bu dünyada insana hangi
sıfat galip ise, Alem-i Berzah’ta o sıfata münasip bir suret peyda olur. Örneğin;
İnsana kibir galip gelirse kaplan, gazap ve hased meydana gelirse kurt, kadınların
na-mahremlerine karışma ve seks yapma galip gelirse eşek suretleri peyda olur.”
(Fususül Hikem cilt 2 s.221-222)
Köpek konusunda Kütübi Sitte de
sayılamayacak kadar menfi yönlü hadis bulunmaktadır. Bu sebeble Rasulullah efendimiz
evde kedi beslemeyi sağlık vermiş, köpeğe ise karşı çıkmıştır. Bir kedinin
evinizde rahatlıkla dolaştığı ve uyuduğu yer sizin için en ideal, yatağınızı
serebileceğiniz uyku ortamıdır.
Hz.Süleyman’ın çok meşhur hud hud
kuşunu ve ona yaptırdığı işleri okumuşsunuzdur. Deve yer altından geçen müsbet
akım kanallarını (ley hatları) en sağlıklı olarak tesbit edebilen hayvanların
başında gelmektedir. Keza bir afet olmazdan evvel bazı hayvanların huysuz hareketleri
ile insanları uyarması halk arasında bilinen bir gerçektir. Bir hayvanın
algılamasında, biolojik yapısının pozitif veya negatif oluşu önemlidir.
“Horoz öttüğü zaman, Allah’a dua
edin, O bir melek görmüştür.”
“Eşek anırdığı zaman, şeytan
görmüştür, Allah’a sığının” şeklinde açıklanan Hadisler, sanırım
konuyu anlamada yardımcı olacaktır.
Kadın ise mutlaka bir erkeği, cazibesiyle
kendine çekebilir ve aklını karıştırabilir.
Namaz kılmanın, en alt düzeyde de olsa
(ihsan hali) bir adabı bulunmaktadır. Namazı kılmak bir anlamda dünyadan soyutlanma
ve ruha pozitif yani sevab kazandırma işlemidir. Bu işlemde beynin konsantrasyonunu
bozabilecek menfi üç şey bize bildirilmiştir.
“Bir sahabi, Efendimizi ayak
üzerinde işerken gördüğünü söylerken, diğeri görmediğini söylemektedir. İkisi
de doğrudur, çömelip işemek sıhhate uygundur ve aynı zamanda etrafa idrar
sıçramasını önleyecektir. Kabir azabının büyük bir kısmı üzerine idrar
bulaştıranlara aittir. Zira posada mevcut negatif yönlü enerji aynen Ruh bedene ve
aynı yere negatif yani günah olarak işlenmektedir. Burada tenakuzu oluşturacak hangi
bir fiil söz konusu olamaz. Ve bunun doğruluk derecesinin ise Kuran’dan tetkik
edilmesi mantıklı bir anlayışı gerektirmemektedir.”
“Medineye gelen iki kişinin müslüman
olması, Medinenin havası bozulunca Efendimizin onlara deve sidiği tavsiye etmesi
sağlıkları ile ilgilidir: Evliyaullahtan Hallacı Mansur’un kendi sidiğini
hastalarına şifa olarak içirmesi, onların da afiyet ve şifa bulmaları halk arasında
bilinen bir husustur.”
“Rasulullah Efendimizin çobanın
katillerini öldürmesi ise tamamen “kısas” hareketidir. Hz.Muhammed (s.a.v)
ile Hz.İsa (a.s) arasında bir tür farkı ortaya koymaktadır. Allah’ın Kahhar
ismi hayal birimlerinde değil yerine ve şartlarına uygun bir şekilde Hz.Muhammedin
varlığında kuvveden fiile çıkmaktadır.
Hz.Musa’nın ölüm meleğinden korkması
ve meleğin suretli bir varlık olması mevzubahis değildir. Kur’an melaike için “nur
yapılı varlıklar” tabirini kullanmaktadır. (Bugün bu varlıklar enerji-kuant
adları ile tanımlanabilmektedir.)
Amentünün 2.şartına, yani olan
“Meleklere İman” edebilmek için “Melekler ve Ruh” hakkında geniş bir
bilgiye sahib olmak gerekir. İlerki aylarda “Sana Ruh’dan soruyorlar, Onlara de
ki” başlıklı yazıda bu konuya değineceğiz. Meleğin gözünün çıkması
mecazidir. Araplar arasında olagelen bir münakaşada taraflardan biri muhatabına
üstün gelir ve daha güçlü deliller ortaya koyarsa, filanca filancanın gözünü
çıkardı denilir. Konu tamamen mesaj niteliğindedir. Ölümün Nebiye dahi olsa,
geleceğini vurgulamaktadır. Zira Musa alehisselama kendisinin isteği sorulmadan
öldürülmeyeceği bildirilmişti. İkinci defa geldiğinde “şimdi öldür”
diye söyledi. Meleği ters yüz etmesi bu sebebe dayanmaktadır.”
“Dünyanın, balığın sırtında
oluşu, dünyanın balık burcu etkisinde olduğunu gösterir. Balık burcunun tipik
özelliği hayalci oluşudur. Bu vasıf beşeriyet yönlü olarak düşünüldüğünde,
İnsanların kurduğu hayallerin yıkılması anlamına gelir. Depremlerin olması
hayallerin çöküşüdür, ifade mecazidir. Bildiğimiz zahiri deprem olayları Uranüs
ve Pluto gezegenlerinin özellikle toprak grubunda 90’ ve 180’ lik açı
yapmaları ile alakalıdır.”
Bir başka soru da şu şekilde Edip
Yüksel’den;
“İsa Nebinin dünyaya ikinci
gelişi” başlığı ile özetle şu sorunun cevaplanması istenilmektedir.”
“Son Nebi Hz.Muhammed’ den sonra
İsa Nebi gelemez, zira gelirse son Nebi Muhammed değil İsa olur. Şayet gelirse
İsa’nın Nebi olamayacağını iddia etmek ayetleri inkar etmektir” demektedir.
Ali İmran suresinin 55.ayeti mealen
şöyledir;
“Allah İsa’ya Ey
İsa ben seni vefat ettirip kendime yükseltip kaldıracağım. Seni küfür ve
günahlardan temizleyeceğim.”
Nisa suresinin 157.ayeti de mealen
şöyledir;
“Ve biz Allah’ın Nebisi; Meryem
oğlu İsa Mesih’i öldürdük.” Demeleri ile de azaba istihkak kesbettiler.
İsa’yı öldürmediler ve asmadılar. Lakin onlara İsa gibi gösterildi. (öldürülen
kişi için)
Bu konuyla ilgilenenler, (özellikle
Hrıstiyan alemi) İsa’nın ölmediğini göğe çıkarıldığını benimsiyor.
Ancak Ali İmran suresindeki ayet kesin olarak İsa’nın vefat ettiğini belirtiyor. Bir
başka hususta İsa’nın asılarak ölmediğidir. Bunu da ayeti kerime teyid ediyor.
“Meleklerin Hz.İsa’ya benzettikleri asıldı. O’nu O sandılar.”
Bütün bunlardan sonra konuya
açıklık getirelim. Hz.İsa dünya üzerine dönecek mi? Evet, fevkalade yeteneklere
sahip bir Nebi olan Hz.İsa Feth’in 6.özelliğini ortaya koyup, ruh bedenini
yoğunlaştırarak dünyaya gelecektir.
Hz.İsa kendisi için verilen görevi ifa
edecek ve İmam-ı Mehdi’nin arkasında yerini alacaktır. Kendisinde mevcut olan “Kudret”
sıfatının varlığı ile Deccal’I öldürecek olan Hz.İsa’nın bir başka
özelliği de Muhammedi ümmeti olmasıdır. Dönüşü Nübüvvet sıfatı
ile değil velayet yönüyledir, yanlış burada yatmaktadır. Zira bir Nebi veya Resul,
ölümü ile bu vasfını yitirir, batıni ciheti yani velayeti ile sonsuza dek yaşar.
Reenkarnasyonu her türlü anlayışa
kapalı tutan İslam verilerine rağmen, konuyu muallakta bırakarak halkın yanlış
yollara girmesine sebep olan bazı islam alimlerinin her nedense Hz.İsa’nın
tekrar dünyaya gelişine pek sıcak bakmamaları, inatla fikirlerine devam etmeleri
anlaşılacak gibi değildir. Temennimiz yoğunlaştırdıkları anlayışlarını, daha
deruni bir biçimde incelemeleridir.
Hz.İsa dönüyor, gümbür gümbür
geliyor.
Merak ettiğim bir husus Hz.İsa dünya
üzerinde olduğu vakit bu ulemaların nasıl bir anlayış içinde olacaklarıdır. Rasulu
Ekrem (s.a.v) bir hadisinde “Mehdi ortaya çıktığında ilk önce O’na
hocalar ve alimler itiraz edecekler” demektedir.
Hz.Mehdi, Hz.İsa ve Deccal
üçgenine bu vesile ile değinmiş olduk.
Edip Yüksel’e göre Kur’an vahiy
kanalı ile Hz.Muhammed (s.a.v) e bildirilmiştir. Bu veriler kabul edilmelidir. Ancak
Hz.Muhammed’in ağzından çıkan kelam vahiy olmadıkça reddedilmeli vahiy ile
yetinilmelidir.
Bilinmesi gerekir ki toplu olarak vahiy ile
gelen Kur’an Hz.Muhammed tarafından sadece hıfz edilmemiştir. Ayrıca yaşanmış ve
hissedilmiştir. Tafsili yani yorumu Hadis adını almıştır. Tüm konuşmalar vahiy
adını alsaydı, o vakit Rububiyet hükümlerinin bir değeri olmayacaktı. Bu anlayış
Allah’ı tanımamaktan kaynaklanmaktadır.
Bütün bunlar Edip Yüksel’in hatası
olmakla beraber, kesin olarak belirtmek gerekirse, genelde “kelime-i tevhid” in
yanlış olarak algılanması ile alakalıdır.
Kelime-i Tevhid bize;
“Allahtan başka ilahın
olmadığını” değil,
“İlahlar’ın yok, ancak Allah'ın
var” olduğunu bildirmektedir.
İhlas suresi İlahların olmadığına
delildir.
“O Ehad olan Allah’tır, yani
bölünmesi parçalanması mümkün olmayan, doğmamış, doğurmamış, eşi benzeri
misli olmayan varlıktır” demektedir.
Bu sure’ye göre Allah’ı bir İlah
anlayışı ile kabul etmenin neticesi, yanlış algılamalara sebebiyet vermektedir.
Bir başka hadis-i şerifi konuya anahtar
alarak çözmeye çalışalım. “Allah var, O’nunla beraber birşey yok”
diyor. Allah’ın varlığının dışında bir şey yoksa, yaşadığımız boyutta
hangi isimle anarsak analım, Allah’ın varlığı ile kaim olan bir varlıktan
bahsetmekteyiz.
Allah isminin manası anlaşılmadan
Allah-Nebi-Kur’an üçlüsünün işaret ettiği kavramlar anlaşılamaz.
Bu açıdan bakıldığında problem, Allah-Vahiy-Nebi-Hadis
konusu olmaktan çıkar, soyut kavramlarda ve somut kavramlarda mutlak isim
farklılıkları oluşur. Bunun neticesinde Hz.Muhammed (s.a.v) ın vahy’i dışarda
bir tanrı’dan değil Öz’ünden aldığı anlaşılır. Küll varsa Cüz yoktur,ancak
cüz ismini alır, bunun tefrikini yapabilmek oldukça önemlidir.
Hadis ve Sünneti saçma ve gereksiz
bulan Edip Yüksel’e acizane cevaplar bunlar.
Şimdi ben bir iki sual sorma arzusundayım
kendilerine;
1) Kuran’da Hac farz kılınmıştır.
Hacc’ın şekillerini anlatan bir ayet gösterir misiniz.
3) Keza Namaz da farz ibadetlerindendir.
Namazın nasıl kılındığına dair bir ayeti kerimeyi gösterirmisiniz.
3) Televizyonda bu soruyu soran bir
Profesöre Namaz Hz. Muhammed’ den önce de vardı deyip kestirip attınız, şimdi;
a) Yahudilerde ve Hristiyanlarda Namaz
aynen Müslümanların kıldığı şekilde miydi?
b) Eğer değişik usullerde ise bunu
nasıl izah edebilirsiniz.
4) El-Maun suresinin 4-5. Ayetlerinde “vay
haline!.. O namaz kılanların ki, Onlar namazlarından gafildirler.” demektedir,
a) Yani bir müslüman olarak
kıldığımız namazlardan gafil, anlamını bilmiyor isek, bize bir yararı var mı?
b) Kuran’da geçen orta namaz ne
demektir? Nasıl kılınır.
c) Selatı-Daim, daimi namaz ne anlama
gelir?
5) Mirac konusu Kuran’da İsra suresinin
1.ayetinde ve Necm suresinin 8-9. Ayetlerinde belirtilmektedir.
Hadislere dayanmadan bize Mirac’ın ne
olduğu, nasıl ve ne şekilde cereyan ettiği hususlarını anlatırmısınız?..
Sadece Kuran’ı esas alarak bu paralelde
bize ne diyebilirsiniz. Bizim de cevapları alabilmek en tabi hakkımızdır.
Aslında Edip Yüksel’e ait fikirlerin
Kuran aşkı ile yanıp tutuşan bir tutum içinde olduğu ve bundan ötürü
sarfettiğini düşünmek bir hayli saflık olur. Esasen biz onu değil fikirlerini
eleştiriyoruz, yargılamak da bizim haddimiz değildir.
Beşiktaş ile Ortaköy
arasında Çırağan sarayının hemen arka tarafında kalan sahada dik bir yokuş ile
çıkılan yerde Yahya efendi olarak bilinen bir cami var. Bu mütevazi mescidin
girişinde, başınızı kaldırdığınızda Arapça “Edep
ya Hu” yazısı ile göz göze gelirsiniz. Çok şey ifade eder bize, olgunluğun,
kemalatın simgesini anlatır, belki de hazmın bir sembolüdür
“ EDEP YA HU.”.
Allah hepimize bu özelliği ve anlamını
idrak ettirsin ve onun elçisini anlamayı, her şeyden önce O’nu sevebilmeyi, bu
dünyada kendi deyimiyle bir misafir olarak yaşayan, Kainatı ve Sistemi, O’nun
varedicisini tüm özelliği ile bize bildiren, sadece ama sadece İnsanlık için
çırpınan Resulallah Efendimize ümmet olabilmeyi, Ahiret yaşamında yüzüne
bakabilmeyi bizlere nasip etsin.
Kalın sağlıcakla..
Allah Muin’iniz olsun…
Ahmet F. Yüksel
(Bu yazı
aylık Yeni Dünya Dergisinde yayınlanmıştır.)
|