| 
                  
				İş 
				hayatında emek veren ve değer üreten işçi çalışanlarının çalışma 
				yaşamlarında gereksinim duydukları en önemli ve öncelikli 
				ihtiyaçları, şüphesiz ki motivasyondur. 
				Söz 
				konusu motivasyon türlerinin en başta geleni ise ücretlendirme 
				ve sosyal güvence gereksiniminin karşılanmasıdır. Ayrıca, 
				çalışanlara istirahat, tatil ve birtakım sosyal aktivitelere 
				katılım imkânlarının sağlanması da moral açıdan motive edici 
				faktörlerdir. Bununla birlikte, geçmişte olduğu gibi günümüzde 
				de sermaye gücünü temsil eden işveren kesimi tarafından yapılan 
				en büyük istismar ise maalesef ücretlendirme ve sosyal güvence 
				noktasında yapılmaktadır. Bu tarz suistimalleri, kamu 
				sektörlerinden ziyade özel sektörlerde müşahede etmekteyiz. 
				Özellikle, genç potansiyellerimiz çalışma gereksinimlerinin 
				fazlalığına karşılık, iş ve kariyer imkânlarının sınırlılığı 
				nedeniyle bu tarz sektörlerin tuzağına kolaylıkla 
				düşebilmektedirler.Bu önemli sorunun giderilmesi açısından 
				özellikle Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın da bu gibi 
				sektörleri sıkı denetim altında tutması noktasındaki çalışma ve 
				gayretlerinin artması, inanıyoruz ki bu istismarı büyük ölçüde 
				engelleyecektir.Bu denetimin ihmal edilmesi ise, genç 
				potansiyelin toplum ve ülke bazında harcanmasına ve bu 
				potansiyel gücün kaybına sebep teşkil edecektir. 
				
				Örgütsel Davranış Biliminde, 
				meseleyle alakalı olarak “Psikolojik Sözleşme” olgusu göze 
				çarpmaktadır.Ünlü Fransız Sosyolog J.J.Rousseau, psikolojik 
				sözleşmeyi bireyin bir ilişkide kendisiyle karşısındaki arasında 
				oluşan geleceğe dönük alışveriş anlaşmasının koşullarına ilişkin 
				algısı olarak tanımlar.Bu tanımlamada, işçi ve işveren 
				arasındaki karşılıklı beklentilerin ve sorumlulukların kağıttan 
				ziyade zihinlere yazıldığı vurgulanmak istenir. İşçiyle işveren 
				arasında bir tür zihinsel sözleşme yapılmaktadır. Tarafların her 
				biri bu ilişkide kendi beklentilerinin ve sunmayı vaat 
				ettiklerinin karşı tarafça da aynı biçimde algılandığına 
				inanırlar. Böylece, karşılıklı beklentilerin ruhsal ve 
				psikolojik alt yapısı oluşturulmuş olur. Bu ilişkide şayet bir 
				taraf, diğerinin vaat ettiği yükümlülükleri yerine getirmediğini 
				 algılıyorsa, psikolojik sözleşme ihlal edilmiş demektir. 
				İşverenin, aralarındaki 
				psikolojik sözleşmeyi ihlal ettiğini algılayan işçi, aynı 
				sözleşme gereği, kendisine düşen katkıları sunma yükümlülüğünü 
				de pek fazla hissetmez. Psikolojik sözleşmenin ihlali, her 
				şeyden önce iş ilişkisinin temelini oluşturan güven duygusunu 
				sarsar ve işçinin işe ilişkin tutum ve davranışları üzerinde 
				olumsuz etkiler yapar. İşçi, kendi iş rolünün kapsamına giren 
				görevleri ihmal etme, işletmeyi destekleyici gönüllü 
				faaliyetlerden kendini çekme, hatta işinden tamamen ayrılma 
				eğilimi bile gösterebilir. İş tatmini ve örgüte bağlılık azalır. 
				Özellikle açığa almalar, küçültmeler gibi işletme yararı için iş 
				gücünü feda etme şeklindeki değişiklikler, iş ilişkilerinin 
				temel ilkesi olan işin yapılandırılmasında hem işletme hem de 
				birey yararının gözetilmesinin çiğnendiği anlamına gelir. 
				
				Bir işveren 
				için, işyerinde çalışan işgücünün tüm enerji ve yeteneğinden 
				yararlanmak, beklenmedik bir durumdur. İşçiler, genellikle 
				kapasitelerinin yarısını ya da daha azını işlerinde kullanırlar. 
				Aslında işçiler tüm kapasitelerini kullanmak isterler ancak bunu 
				yapmaları, tatmin edilmemiş beklentilerinin bilinçaltı etkisiyle 
				engellenir. İşiyle bütünleşmek,tüm birikimini kullanmak isteyen 
				çalışanı bundan alı koyan, bu alışveriş ilişkisinde kendi 
				katkıları karşılığında sunulacağı vaat edilmiş olarak algıladığı 
				değerlerin kendisine verilmemesidir. 
				
				Diğer bir motivasyon yöntemi de çalışanların kariyer 
				gelişimlerine fırsat tanımaktır. Kariyer konusu da çalışanların 
				iş tatminlerinde önemli rol oynamaktadır. 
				
				Kısaca meseleyi özetleyecek olursak, işçinin çalışma azmini 
				artıran en önemli motivasyon gücü olan ücret ve sosyal 
				güvencenin istismar edilmesi, çalışan ve üreten bir toplumda, 
				insanlık için en kutsal değerlerden biri olan emeğin sömürülmesi 
				ile eş değerdir. Topluma karşı olan sadakatsizliğin, nankörlüğün 
				ve kötü niyetin açık belirtisidir. Manevi değerleri yitirmenin, 
				her şeyi madde planında ele almanın katı yolu ve felaket 
				getirici tutumudur. Sosyal patlamaya zemin hazırlamaktır. 
				Servetin verdiği sahte bir gururla zayıf unsurları küçük görmek, 
				alın teriyle geçinmek isteyenlere fırsat tanımamaktır. Bu da 
				fırsat eşitliğini zedelemektedir. Fertlerin birbirlerine karşı 
				güvenini sarsmakta ve toplumda güvensizliği oluşturmaktadır. 
				Bunun için de İslam Dini, işçinin hakkı olan ücretinin 
				verilmemesini ya da geciktirilmesini büyük günah ve veballerden 
				saymıştır. Bu noktada dinimiz, ne Kapitalizme ve ne de Marksizme 
				yer verir. Ne sınıf kapısına kapı açar ne de insanları sınıflara 
				ayırır. İşçiyi işverenle kardeş sayar. İşçiyle işvereni, 
				hakkaniyet prensipleri ölçüsüne göre bir araya getirip kardeş 
				yapar. Bu birlikteliği, kurtla kuzunun birlikteliği şeklinde 
				değerlendirmek son derece yanlıştır. Çünki iki kesim de 
				birbirlerinin vazgeçilmezi ve tamamlayıcısıdır. Bu kardeşliğin 
				tesis edilmesi de güçlünün gücünü kötüye kullanmasını da 
				önleyecektir. Ne mutlu emeğin değer ve saygınlığını idrak 
				edebilenlere… ahad103@hotmail.com17.07.2006
 http://sufizmveinsan.com
  
               |