Bizler
yaşadığımız boyuttaki zamanı, geçmiş,
şimdi,gelecek diye üç kısma ayırır ve evreni de bu bakış
açısına göre değerlendiririz. Halbuki, gökyüzüne baktığımız
zaman,ışığın (ona bakan gözlemcilerin hızından bağımsız
olarak )sabit bir hızla ilerlerlediğini söyleyen Rölativite
teorisi uyarınca, yıldızların ve galaksilerin şu andaki
hallerini değil, uzaklıklarıyla doğru orantılı olarak geçmiş
zamandaki durumlarını görürüz.
Yani
biz güneşin 8 dakika,güneş sistemimize en yakın yıldız
olan alfa centuri’nin 4.3 yıl,Andromeda galaksisinin 2.3
milyon yıl ..vb) öncesini görmekteyiz. Aynı
olaya farklı bir açıdan yani, şu anda dünyadan 10
ışık yılı uzaklıktaki bir noktadan gezegenimize baktığımızı
düşünürsek; körfez savaşını, 65 ışık yılı uzaklıktan
Japonya’ya atılan atom bombasını, 212 ışık yılı uzaklıktan
Fransız İhtilalini,2000 ışık yılı uzaklığından da Roma
imparatorluğu dönemini gözlemlerdik.
Mutlak
uzay-zaman, dolayısıyla maddesel algılamaya dayalı anlayışımıza
en büyük darbeyi indiren bu görüş bizim geçmişte yaşadığımıza
,zamanın göresel olduğuna ,evrenimizin maddesel bir yapıya
sahip olmayıp bir enerji yumağı halinde dalgasal yapıda olduğuna
ve Lavaziyer’ in “yoktan bir şey var olmaz,var olan bir şey
de yok olmaz”prensibinin dalgasal formdaki ifadesine götürür.Bundan
binlerce yıl önce Pisagor ve takipçileri de fiziksel dünyada
oluşan her eylem ve düşüncenin gökyüzüne kaydedilmekte olduğunu söyleyerek buna “Doğanın
Belleği” ya da “Akaşa” adını vermişlerdir.
O
halde bu eylem ve düşünceler Akaşalara nasıl
kaydedilmektedir?Şimdi onu görelim.
Bilinen
fizik kanunlarına göre, bir cisme ışık gönderildiğinde
gelen ışık,cisme çarpar ve oradan yansıyarak cismin görüntüsünü
ışık hızıyla tüm uzaya (evrene) yayar*.İnsanın bir
maddesel cismi olduğu gibi, bir de sahip olduğu şartlanmaları,
duyguları,değer yargıları,fikirleri…vb.
beynin yaydığı belli frekanstaki dalgalar vasıtasıyla
aynı şekilde uzaya yayımlanır.**
Fakat dünyanın mıknatıs gibi olan
manyetik alanı, bu dalgaların bir kısmının uzaya yayımlanmasına
izin verirken diğer bir kısmını da atmosfer içinde
bulutumsu bir dalga yumağı halinde muhafaza eder. (Bir kısmının
uzaya yayımlanması, bilginin de eksilmesi anlamında değildir;
çünkü yayımlanan dalgalar da holografiktir.)Dolayısıyla,geçmiş
ve günümüze ait olan tüm eylem ile düşünceler bu boyutta
kayıtlanarak saklanır.Şayet bu dalgaları kulağımıza
adapte edecek güçte bir radyo veya gözümüze gösterebilecek
yapıda bir TV olsa idi, bütün geçmişi yaşıyormuşçasına
aynen görebilirdik.(Bkz. Elektromanyetik Alanlar Ve
Biz-Sufizm Ve İnsan /Fizik)
Kızıl
dev haline gelecek olan Güneşimiz de küllerini uzaya yayarak
bir yüzüksü halinde yeni yaşamların hammaddesi konumuna
gelmeden önce,Mars’a kadar tüm gezegenleri yutarken, Jüpiter’den
Pluton’a kadar olan tüm gezegenleri büyük ölçüde
etkileyip Jüpiter’i uyduları boyutlarına,Satürn’ü de
halka özelliğini kaybettirerek iyice küçültecektir.Bu
durumda Mars’ın buzulları eriyip çöle dönüşürken,dünyamız
da, Güneş’in yakıcı sıcaklığına fazla dayanamayarak
maddesel yapısı dolayısıyla sahip olduğu manyetik alanı
ortadan kalkıp içindeki tüm enerji dalgalarıyla
birlikte güneşin manyetik plartformuna çekilecek bu
nedenle de bu kayıtlar o boyuta taşınmış olacaktır.Bununla
ilgili olarak,herkesin yapmış oldukları düşünce ve
eylemlerin kayıtlı olduğu Akaşaların kıyametten sonra ,Ruh
bedenlerinin sahip olduğu Bilinç tarafından değerlendirilmesi
de, mistik kaynaklarda ,en ince ayrıntısına kadar yazılmış
olan kitapların havada uçuşarak herkesin eline geleceği şeklinde
sembolik olarak belirtilmektedir.
Burada
önemli olan bir nokta da,dünyanın, daha da genişletirsek yıldızların
ve galaksilerin yok olmaları,onların bizim algılayıcılarımız tarafından
madde olarak var kabul edilen yönlerinin,dalgasal dönüşümlerden
kaynaklanan biçimde yok olması şeklinde algılanmasıdır.Tıpkı
ölen bir insanın bir
boyuttan ,ayrı bir boyuta geçmesi gibi.(bkz. Cehennemin Gölgesi-Sufizm
ve İnsan /fizik)
Ayrıca,
yine görecelik kuramına göre, zamanın algılayan gözlemciye
bağlı bir nitelik olması dolayısıyla ,gelecek zaman da ,geçmiş
ve şimdiki zaman ile birlikte Tek bir An’da mevcuttur. Bunu
daha iyi anlamak için ,farklı zamanlarda uçsuz bucaksız bir
çölde start alan üç birimin birbirlerine göre bakış açılarını
örnek olarak verebiliriz.Bunlardan,önce start alan birime göre
diğerleri,onun geçmişinde kalırken,ikinci start alana göre,
ilkinin geçmişinde ,üçüncü olanın ise geleceğinde
bulunur.Üçüncü birime göre ise,diğer ikisi onun geleceğindedir.Eğer
bunlardan ayrı olarak farklı bir birimin balon ya da
helikopterle bu çöl üzerinde gittiğini düşünürsek, o
zaman,bu birim her üç bakışın da gerçekte
Tek bir An’dan ibaret olduğunu algılayacaktır. Böylece,
gelecek zamanın,şu an bizim için potansiyel olarak mevcut
olduğunu söyleyebiliriz.
Akaşalardaki
bilginin kaybolmamasının ayrı bir nedeni de,fotonların
ışık hızıyla hareket etmeleri dolayısıyla zamanlarının
olmaması yani,algıladığımız zamanın onlar üzerinde
etkisinin bulunmamasıdır.Bu nedenle tekrar uygun şartların
ortaya çıkmasıyla sahip olduğu manâlar değerlendirilebilmektedir.
Akaşalar ile ilgili ilginç bir olaya örnek de,1940 lı yıllardaki
II.Dünya savaşında ünlü yolcu gemisi Queen Mary e gönderilen
GBTT yani, “Gaf Bravo Tango Tango” şeklindeki mesajın
yaklaşık kırk yıl sonra 1978 in şubat ayında Quenn
Elizabeth II tarafından da tekrar alınması olayıdır.Bunu
hemen Judy Foster ın başrollerinde oynadığı ünlü Contact
filminden de(ki bu Ünlü Astronom Carl Sagan’ın aynı adlı
eserinden uyarlanmıştır) anımsayacağımız gibi dünya dışı
yaşama ait bir mesaj olduğu şeklinde yorumlandı.Ama bu gerçekte
ne dünya dışı bir uygarlıktan geliyordu ne de tanımlanamayan
uçan cisimler olan ufo’larla bir ilgisi vardı.Bu, tamamen
Akaşalarla ilgili idi.Yani 1938 yılında Queen Mary e gönderilmek
üzere yayımlanan anlam yüklü Elektromanyetik
dalgalar(mesajlar) yukarıda ifade ettiğimiz nedenlerden dolayı
atmosferde kaybolmayarak kırk yıl sonra yine kendisi gibi bir
İngiliz transatlantik tarafından deşifre edilmiştir.(Discovery
Channel-Allien İnvasion Week)
Quantum
fiziğinin gelişmesiyle, alışılmış dünyamızın değer
yargılarını yıkan fiziğin öncü teorilerinden olan
holografik modeli, beynin çalışma prensibi olarak gören
Stanford Üniversitesi Profesörlerinden Karl
Pribram,uzay-zamandan bağımsız,holografik olarak kaydedilmiş
girişim desenleri gibi, frekansal alanlardan meydana gelen
makrogerçekliğin,aslında(bir tür mercek görevi gören)
beyinlerimiz tarafından saklı düzendeki yine bu frekansları
biçimlendirip nesnel görünümler dünyasına dönüştürmesiyle
oluşturulduğunu belirterek şunları ifade etmektedir.“Beyin
çevresi hakkındaki bilgileri ,sınıflandırılmamış bir
kapalı-düzen biçiminde alır ve bu bilgileri de hologramik biçimde
kaydeder. Daha sonra dıştan gelen frekanslara göre,bunları
üç boyutlu uzay-zaman biçiminde düzenleyip bilinen algı dünyasını
oluşturur.” Ve pribram devam ediyor: “Frekanslar alanında,uzay-zaman
aşılmıştır. Her şey olayların yoğunluğuyla ilişkilidir.Görüntüler
ve nesneler alanında dönüşüme uğrayan uzay-zamanın sınırları
da yok olmuştur. Böylece birçok bilimsel görüşün temel
aldığı nedensellik de,uzay-zaman koordinatlarının yoğunluğu
nedeniyle ortadan kalkmıştır.Olayların yoğunluğu derken,yoğunluğun
da uzayın bir özelliği olduğu sorusu akla gelebilir.Ama eğer
uzay yoksa,onun özellikleri de olmaz.” (Ayr.bil.için.bkz.
Boyutsal Yansımalar-Sufizm ve İnsan /Fizik)
Zaten
daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi,Evrende algıladığımız
tüm fiziksel gerçeklik,gerçekte birer dalga deseninden başka
bir şey değildi. Çünkü Saklı Enerji Denizini bir kenara bıraksak
dahi,bilinen uzayın sahip olduğu ışık ve diğer
elektromanyetik enerjilerin birbirleriyle kesişerek girişim
desenleri oluşturması dolayısıyla,çeşitli düzeydeki
enerji salınımlarının kesişmeleri de (ki tanecikler
de,sahip oldukları dalga/parçacık ikilemi nedeniyle
aynı zamanda birer dalgadır) parçacıkları ve
nesneleri meydana getirmektedir.Bu da bize,fiziksel olayların
uzay-zaman içinde meydana gelen bir gerçeklik değil,uzay-zamanın
kendisinin dahi beynin Holografik yapısı sebebiyle oluşturulmuş
bir gerçeklik olduğunu göstermektedir.(Ayr.bil.iç.bkz Birleşik
alanlar Teorisi-7/Sufizm Ve İnsan-fizik)
Tüm
bunları göz önünde bulundurarak,beynimizi disipline ederek
yani,konsantrasyon teknikleri ile,Zikir,namaz,oruç...vb ibadet
adı altındaki çalışmalar yardımıyla beynin üst alıcı işlevleri
devreye sokulabilir ve sisteme yönelik Akaşaların okunmasıyla
geçmişe ait ses,görüntü...vs aynen yaşanıp deşifre
edilerek deneyimlenebilmektedir.Bu
tür çalışmalar,eski Yunandaki Öklid,Eflatun,Sokrates gibi
bilgeler tarafından da (ki en yaygını oruç) uygulanmaktaydı.Bunlardan
Sokrates “Biz bedenimizle uğraştıkça ve Ruhumuzu bu
kusursuzlukla kirletmeye devam ettikçe ,hakikâtin yolunu asla
bulamayız” diyerek kendi adına zehiri içmiş ve ölümsüz
ruhunun artık önemli olanla uğraşacağı boyutu dört gözle
beklemişti.
Sokrat’ın
fiziksel ölümle ulaştığı boyutu,(Zen Budizmde de ifade
edilen) “ölmeden önce ölürsen,ölünce ölmezsin” düşüncesini
fiziksel boyutta yaşarken yakalayan bir bilinç ise, yalnız,geçmişe
ait değil, aynı zamanda evrensel öze yani gizli örtük düzene
dönük olarak da bunu deneyimleyebilmektedir.Çünkü dünyanın
gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin de,uzayın boyutsal
derinliğinde Akaşaları mevcuttur.Daha doğrusu,Evren ,Quantum
Potansiyelinde ne kendi içinde ne de dışında mevcut olmayan
dev bir Akaşadır ki buna biz “Evrenin belleği” de
diyebiliriz. Böylece “madde” dediğimiz şey,tüm varlığın
kaynağı ve cevheri olan Akaşalardaki titreşimlerin
birbirleriyle ilişkili (holografik) biçimde düzenlenmiş bir
yapı olarak karşımıza çıkar ki bu da Wheleer’in kuantum
köpükleriyle aynı anlama gelir.Bununla birlikte,Doğanın
Evrensel Belleği,Hayat Kitabı ve Levhi Mahfuz da denilen Akaşalar
hakkında bir İslam Mistiği şunları söylemektedir: “Levhi
Mahfuz,kesreti yani çokluk kavramını meydana getiren Esma terkiplerinin ,kaza ve hüküm,bilgi ve bilinç
boyutudur.Allah ilmindeki hüküm ve takdirin
fiiller alemine yansımasıdır.Bu platformda her şey
bilgi olarak,tasarım olarak tüm var oluş gerekçesiyle
mevcuttur.Burada zaman ve mekân kaydı olmaksızın, ezelden
–ebede kadar her şey bilgi olarak mevcuttur.İşte bu Levhi
Mahfuz alemlerin aynasıdır ve evrenin Geni hükmündedir.Evrende
ve onun boyutsal tüm katmanlarında meydana gelmiş tüm varlıklar
bu Levhi Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle meydana
gelmiştir.”(Bkz.Ahmet F.Yüksel-Bilim Dini Etkiliyor-Sufizm
ve İnsan.)
Bununla
birlikte,birimsel ya da toplumsal eylem ve düşüncelerin
meydana getirdiği Akaşalardaki enerji,belli bir yoğunluğa
ulaşmasıyla birlikte yine (insanların)toplumların bir
sonraki aşamada ortaya konacak fiillerin şekillenmesini sağlar.
Bunun oluşum şekli ise,(ki Astrolojik tesirler vasıtasıyla
da ) Akaşalarda bulunan geçmişe ait holografik kayıtların
,kozmik hava dalgalarında kayıtlı bulunduğu boyuttan insan
şuurları tarafından yakalanarak beyinlerin ilgili hücrelerini
irrite etmeleri sonucu Radyasyon bulutundaki bilgiler
istikametinde biçimlenmesiyle ,dışımızda ,bizlere göre
zorlayıcı ,acı verici fiziksel
etkilerin ortaya çıkması şeklinde meydana gelir.Bu durum
negatif özellikli algılandığı taktirde Akaşalar,
Karabulutlar ismiyle adlandırılırlar. Tıpkı geçmiş
kavimlerde,kendi içlerinden çıkan Nebi ve Resullerin
bulundukları toplumu uyararak,yaşamlarında oluşturacakları
menfi hareketlerin başlarına yakın gelecekte bela şeklinde
tekrar kendilerine yansıyacaklarını bildirmeleri ve akabinde
bunun gerçekleşmesi gibi.
Beynimiz
ister farkında olsun isterse olmasın bu dalgaların her zaman
etkisi altındadır. Fakat, Reenkarnasyon Ve Hologram başlıklı
yazımızda da belirttiğimiz, aynı sebeplerden dolayı bu
kavramda da yanılgıların açığa çıkması kaçınılmazdır.Bu
görüşü destekler mahiyette,küçük bir örnek olarak,görücü
medyum denilen bazı
kişilerin,bu titreşimlerle rezonansa girerek, kayıtları
okuyup gerekli bilgileri aktarmasını verebiliriz.Öyle ki, bu
konu ile ilgili fenomenlerde de objektif,ciddi ve somut
diyebileceğimiz deliller belgelenmiş olup bunlardan en ilginç
birkaç örnek sırasıyla şöyledir:
İlk
fenomen ,10 ağustos 1901 yılında iki Oxfordlu profesörün
(ki,biri Oxford’a bağlı St. Hughs Koleji Müdürü Anne
Moberly diğeri de müdür yardımcısı Eleanor Jourdian’dır)
Versailles’deki Petit Trianon’un bahçesinde yürüyüşe çıktıklarında
meydana geldi.Bu yürüyüş sırasında tıpkı bir film
sahnesinden diğerine geçişte olduğu gibi,önlerindeki görüntü,
üzerlerinden parıltılı bir gölge geçermişçesine değişir.
Bu parıltı geçtikten sonra görüntünün değişmiş olduğunu
ve akabinde çevrelerinde
18.yy giysileri içinde
peruklu, heyecanlı insanların belirdiğini fark
ederler.Bu sırada bir uşak bunları görüp,heyecandan küçük
dilini yutmuş kadınlara yaklaşarak yönlerini değiştirmek için
kendisini takip etmelerini işaret eder. Onlar da bunun üzerine
adamı izleyerek iki yanı ağaçla sıralanmış bir yoldan geçip
bir bahçeye girerler. Ve bu sırada da
havada müzik sesleri eşliğinde ,soylu bir hanımefendinin
sulu boya resim yaptığını görürler. Sonra bu görüş
giderek kaybolur ve eski hallerine geri dönerler. Bu değişim
o kadar etkileyicidir ki,kadınlar arkalarına döndüklerinde,az
önce gelmiş oldukları ağaçlı yolun şimdi,eski bir taş
duvarla kesildiğini görürler. İngiltere’ye döner dönmez
hemen tarihsel kayıtları araştırmaya başlarlar ve sonuçta
Trianon’un yağmalanmış ve İsviçreli nöbetçilerin
katledildikleri gecenin gündüzüne geri döndüklerini, bahçedeki
kadının da Maria Antoinette olduğunu anlarlar.Yaşadıkları
bu deneyimi başından sonuna kadar, tüm ayrıntılarıyla tek
ciltlik kitap kalınlığında bir rapor
halinde hazırlayarak İngiliz psişik Araştırmalar
derneğine sunarlar.Fakat bu olay, dünyanın en önde gelen ve
saygın üniversitesinde öğretim görevlisi olmalarından
dolayı Akademik kariyerlerini tehlikeye atmamak için,takma
isimler altında yayınlanır. Daha sonra ise, içeriden sızan
bilgi yüzünden kimliklerini açıklamak zorunda kalırlar.Bu
iki profesörün,yalnızca geçmişi canlandıran bir görüntü
algılamayıp doğrudan geçmişin içine dalarak, 1789 yılındaki
Trianon Bahçesinde insanlarla
karşılaşmaları olayına
bir de,bu sırada onlara eşlik eden bayıltıcı
depresyon ve ağırlık duygusu eklenince, Psikologlar ve fizikçilerin
ilgi odağı haline gelirler. Bu konuda bayan Moberey şunları
söylemekte: “ Her şey aniden doğa dışı göründü, dolayısıyla
da nahoş. Binalar ardındaki ağaçlar bile bir goblene işlenmiş
ağaç gibi cansız ve düz göründü.Işık ve gölge etkileri
yoktu ve her şey yoğun biçimde durağandı.” (Bkz.
A.Moberly,E.F.jourdian,An Adventure ,syf 45-6)
Zaman
kaymaları ve çok boyutlu farkındalığı yaşayanların
hepsinde,bu tür olaylarla birlikte depresyon ve üzgünlük
duyguları tecrübe edilmekte ve dönüşümlerde de ışık parıldamaları
görülmektedir.Tıpkı bu parlaklığın Reenkarnasyon olayında
bir bedenden diğer bir bedene geçişteki ara bölgede
ya da B.D.D ve Ö.Y.D ***olaylarında hem boyutsal,hem de
Ontolojik varlıklar olarak görülmesi gibi...(Bu konu ayrı
bir yazıda daha detaylı ele alınacaktır).
Hayalci
bir yapıya sahip olmayan bu kadınların en ince noktasına
kadar anlattıkları olaylar,giyim kuşamlar,bahçelerin planı
ve diğer fiziksel olarak gözlenebilen fenomenlerin tarihsel
olarak bütün ayrıntılarıyla doğru olduğu yapılan araştırmalarla
ortaya konmuştur.Ayrıca bu olay onlara açık bir çıkar sağlamadığı
gibi,akademik kariyerlerini de tehlikeye sokmuştur.
Konuyla
ilgili olaylar, bununla sınırlı olmadığı,1955 yılının
Mayıs ayında Londralı bir avukat
ve karısının aynı bahçelerde 18.yy giyimli birkaç
kişiyle karşılaşması ile elçilikte çalışan bir görevlinin
Versailles’e bakan bürosundan Bahçenin tarihinin daha
eski bir dönemine dönüştüğünün gözlenerek aynı derneğe
bildirilmesiyle anlaşıldı.(Bu ve buna benzer birçok örnek,akademik
düzeyde uzman araştırmacıların ciddi ve objektif çalışmaları
sonucu yayımlanmaktadır)
Varlığı
akaşalara dayanak olarak gösterilen bir başka örnek de
Londra Ruhsal Araştırmalar
derneği tarafından yayımlanmış bulunan,Canlıların
Hayaletleri adlı iki ciltlik kitapta yer alan yeterince
belgelenmiş hayalet olaylarıdır.Öyle ki, en son Mart 2001’
de İngiliz Kraliçesinin gittiği şatoda bu tür fenomenlere
tanık olunca,ilgili kişileri bu olayı durdurmaları için şatoya
çağırdığı, dünya ve Türkiye basınında da yer almıştı.
Şatolarla
ilgili olayların genelinde deneyimlenen fenomenler sırasıyla
(ki bunlar geçmişte aynen yaşanmış,konuyla bağlantılı
olup rasgele olaylar değildir; ayrıca tüm fenomenler net ve
neredeyse fiziksel gerçekliğe yakın olarak deneyimlenmiştir),garip,
açıklanmayan sesler,kokular,ağlama sesleri,çocuk sesleri,kapı
tokmağına vurumlar,ayak sesleri,kapı gıcırtıları,geçmiş
yaşamda o şatoda ya da evde yaşamış ve hayatları trajik
bir sonla noktalanmış kişilerin vizyonları...vb.karşılaşmalardır.
Böyle
bir vaka ile karşılaşan ev görevlileri, durumu konuyla
ilgilenen psişik araştırmalar kurumuna bildirirler.Hassas
cihazlarla donatılmış ekip (ki aralarında fizikçi,mühendis,psikolog...
bulunan deneyimli bir ekiptir) olayı duyar duymaz şatoya gelir
ve cihazları uygun yerlere yerleştirerek beklemeye başlarlar.Uzun
bir süre bir şey yakalayamazlar, ama güneş çekilip ortalık
kararınca (fenomenin en çok geçtiği odadadırlar) birden,ısı
olması gerekenden fark edilir derecede düşmeye başlar,
bununla birlikte,kapı ve tokmağın hareket etmesiyle oda içindeki
vazolar,avizeler ve bazı eşyalar sallanmaya başlar. Öyle ki,
kapının arkasından birinin dolaştığı ve ayak sesleri bile
duyulur.Bu durum karşısında şaşkınlık geçiren araştırmacılar,hiçbir
hayalet görüntüsü yakalayamamalarına karşın (hem aletler,
hem de araştırmacılar)olay sırasında çok güçlü bir
Elektromanyetik alanın varlığını tespit ederler. Ayrıca bu
tür fenomenlerin ortak bir yönü de,şatolarda duyulan
seslerin ya da kişiliklerin tarihte gerçekten yaşamış ve
orada korkunç bir şekilde ölmüş insanların belirtisinin
olmasıdır.Bununla ilgili de kısa bir örnek olarak,bir kralın,kızının
fakir bir marangoz ile girdiği aşkı önlemek için kızın
sevgilisini ortadan kaldırtması sonucunda meydana gelen
olayları verebiliriz.Bu iş için,genç marangoz kralın soytarısı
tarafından şatoya çağrılarak sarhoş edilir ve yine soytarı
tarafından testereyle başı kesilir.Kırala göstermek için
de bir elinde kesik baş,diğer elinde de bedenini sürükleyerek
merdivenlerden çıkar. Kimileri (bu konu hakkında bilgisi
olsun ya da olmasın) sadece merdivenden çıkarken soytarının
bıraktığı sesleri,kimileri de bu merdivenden çıkarken tanımlayamadıkları,
ama net duyumsadıkları bir enerjinin kendilerini takip etmekte
olduğunu, kimileri ise testere sesini duymaktadırlar (bu
vizyon direkt olarak görülebilir de).Kızın vizyonu ise,bahçede
sevgilisini arayan bir
aşık olarak görülmektedir.Bununla ilgili diğer olaylar hep
benzer şekilde deneyimlenmektedir. (Bkz.Discovery Channel-İskoçya’nın,İngiltere’nin
Hayaletli Şatoları)
Bu
konuyla ilgili görüntü ve sesler de bulunmaktadır.
Bunlardan,% 30’ u çok ince teknikler yardımıyla hemen
elenirken,% 40’ lık bir kısmı olabilirlik sınırları içerisinde
olmasına karşın,ihmal edilebilecek düzeydeki şüphelerin
varlığı nedeniyle bir kenara bırakılmaktadır.Ama,en ufak
ihtimali bile barındırmayacak ölçüde testten geçen diğer
% 30’ luk kısım ise tamamen doğrulanmasına rağmen,tarafsız
ve objektif olması gereken bilimin,önyargı ve şartlanmalar
doğrultusunda yönlendirilmesi sonucu, göz ardı edilmektedir.
Halbuki Bilimin çürütemediğini yok saymak da bilimselliğe,akılcılığa
ters düşmek değil midir? Ama her alanda olduğu gibi, bu
konuda da,algılayamadığını reddetme basitliği,işin kolay
yolu olsa gerek.
Başka
bir örnekte,gösterişli bir at arabasının,bir İngiliz subayı
ve ailesinin bakışları altında kendi avlularına girip durduğundan
söz edilmektedir.Bu hayaletsi araba o denli gerçektir ki,subayın
oğlu, içinde bir kadın biçiminin bulunduğu belli olan
arabaya doğru gider,ancak çocuk, ona daha doğru dürüst
bakmadan araba ortadan yok olur ve orada hiçbir tekerlek ya da
at nalı izi de bırakmaz.Bu tür vizyonlarda canlı nesneler
olduğu gibi cansız nesneler de gözlemlenmiştir.
Ayrı
bir olay da,1951 yılının 4 Ağustos sabahı saat 4 civarı,iki
İngiliz kadının tatile geldikleri Fransız kıyılarındaki
Pusy kasabasında silah sesleriyle uyanmaları idi.Bu silah
seslerinin nereden geldiğini anlamak için pencereye doğru
geldiklerinde ise,sadece gördükleri,önlerinde uzanan denizin
son derece sakin görüntüsüydü.Öyle ki,duydukları sesleri
çağrıştıran herhangi bir eylem izi bile yokdu.İngiliz
Ruhsal araştırma kurumu,bu konuyu incelediklerinde,kadınların
bildirdikleri tarihte sözünü etmiş oldukları olayın,müttefiklerin
19 ağustos 1942 ‘de Pusy’de Almanlara karşı yapmış olduğu
saldırıdan söz eden savaş kayıtlarına aynen uyduğunu görmüşlerdir.Yani
bu kadınlar,9 yıl önce orada yer alan bir saldırının
seslerini aynen duymuşlardı.Bu tür tarihi olayların yeniden
yaşanmakta olduğuna ilişkin deneyimlerin bazı tarihçiler
tarafından da yaşandıkları belgelenmiştir.
Amerikan
hava kuvvetlerine (ki diğer ülkeler için de mevcuttur) ait
olan hatırı sayılır belgelerde de ,kutuplarda ya da yakın bölgelerde
uçuşları sırasında ,mesela Antarktika’da olanlar,buzla
kaplı olması gereken kıta yerine ,sık ormanlarla kaplı ve
eski çağlara ait mamut ve dinazorların görüntülerinin
telsiz konuşmalarında ya da uçuşları sırasında rapor
edildikleri mevcuttur.Dünyanın başka bölgelerinde farklı
tarihlere ait görünümler de aynı şekilde rapor edilmişlerdir.
Akaşalara
delil olarak gösterilen bu tür olayların kaynağı gerçekte,dünyanın
belli bölgelerinde mevcut olan çok güçlü Elektromanyetik
alanların Beyin dolayısıyla maddesel cisimler üzerine olan
etkileridir ki, bu durum beyin ile mikrodalga varlıklar arasındaki,etkileşimi
açığa çıkartmakta,sonucunda da İnsanlarda bu tür
fenomenlerin görülmesine neden olmaktadır.
Geçmişe
ait kayıtların holografik üç boyutlu görüntüler şeklinde
gözlemleme ile ilgili bir başka çalışma da,UCLA ‘dan
Antropolog ve Din bilgini olan W.Y.Evans-Wentz ‘in 1907 yılında
İrlanda,İskoçya Galler,Cornwall ve İngiltereye iki yıllık
bir gezi planlayarak bu tür olayları belgelemesidir.Bunu
yaparken de belli teknikler uygulamış ve genellikle orta yaş
üzerindeki güvenilir kişilerin tanıklığına başvurmuştur.Bu
görüşmelerde özetle,(eski devirlere ait)Elizabeth dönemi
giysileri içinde avlanmakta olan adamlar,eski yıkık
harabelere hayaletsi askeri birliklerin girmesi ile o civarlarda
yürümeleri,eski kiliselerde çan çalan insanlar,ay ışığıyla
aydınlanmış çayırlarda toplanan ve orta çağ elbiseleri
ile zırhlarıyla donanmış insanların birbirleriyle savaşmaları
ve renkli üniformalar içindeki askerlerle kaplanmış ıssız
bataklıkların görülmüş olduklarını...vb kaydetmiştir.
Öyle ki bu savaşlar,ürperti verici bir sessizlik içinde
meydana geldikleri gibi, gürültülü,patırtılı biçimlerde
de gözlemlenmişlerdir. Bunlar aynı zamanda şatolarda olan
olaylara benzer biçimde,görüntü olmaksızın, sadece ses
olarak da deneyimlenmiştir.
Bu
tür olayları kasaba kasaba dolaşarak iki yıl boyunca
toplayan Evans-Wentz ,tanıkların karşılaştıkları
olayların en azından bazılarının,geçmişte bu yerlerde gerçekten
var olduklarını tespit ederek kabul etmiştir.Bu fenomenler sadece Kelt ülkelerine
has olmayıp Hindistan,Hawaii (yani dünyanın pek çok yerinde
) ve hatta Asya metinlerinde
dahi mevcuttur.(Bunlar da ayrı çalışma gruplarınca
belgelenmiş durumdadır). Üçünün ortak yönü, o bölgeye
ait eski geleneklere bağlı ve o dönemin kıyafetleri ile
bezenmiş hayalet askerlerin savaş tamtamları,yürüyüşleri
ya da savaşlarının algılanmasıdır ki, bunların bazılarında
direkt onlarla konuşan ve aralarına katılarak olayı
deneyimleyenler de mevcuttur.
Sözün
kısası, cinayet işlenen yerlerde, savaş alanlarında ya da
Elektromanyetik alanların çok yüksek olduğu bölgelerde
ortaya çıkan bu fenomenlerin nedeni, ne mutsuz ve yaşamla bağını
kopartmayarak öbür dünya ile bu dünya arasında kalmış
ruhların intikam almak veya birtakım mesajlar vermek ya da
lanetlenmeleri yüzünden huzur bulmak için gelmeleri, ne
de bu tür olayların bazı ürkütücü şiddet
eylemlerinin ya da diğer olağanüstü güçlü duygusal
olayların yer aldığı alanlarda ortaya çıkma eyleminin,bazı
olayların holografik kayıtlarda daha güçlü izler bırakmasıyla
sıradan bireylerin geçmişin holografik kayıtlarına kaza ile
göz atmasının sağladığı biçimindedir.
Bu
sadece,varlıklarına inansak da inanmasak da mahiyetlerini
bilemediğimiz yani,kendi beyinsel işlevlerimizin bütünden
kopuk çalışması yüzünden yine bizim maddeye dönük yansımalarımız
olan Elektromanyetik yapılı varlıkların beyinlerimiz üzerindeki
hakimiyetlerinden kaynaklanan yanılgılardır.
Her
toplumun kendi örf,adet ve anlayışlarına göre,kendilerini
fark ettirmeden ya da açıkça farklı isimler adı altında göstererek
kandırma yoluna giden cinler hakkında, Ayette
şöyle ifade bir geçmektedir . “Cannı da (mikrodalga
yapılı varlığı)dumansız ateşten (ışından ) yarattı”(55-15)
“Cannı
da mesamata –yani gözeneklere,maddeye-Nüfuz edici ve
zehirleyici ateşten (radyasyondan) yarattık” (15-27)
“Ey
cin topluluğu,insanların ekseriyatını hükmünüz altına
almak (kendinize tabi kılmak) kaydına düştünüz ha!...”
(6-128)
İstanbul
- 16.5.2001
http://sufizmveinsan.com
*Elektromanyetik
alanlar uzayın her zaman,her yerinde aynen
mevcuttur.Dolayısıyla gündüz ve gece kavramı geçersizdir.
**Moskova’daki,Popov
radyo elektronik ve muhabere çalışmaları enstitüsü profesörlerinden
M.Kogan, 1966-67 yılları arasında yaptığı çalışmalarla,insan
beyninin,dalga boyları 25-1000 km. olan elektromanyetik
dalgalar yayımladığını ve böylece insanın düşüncelerini
çok uzak mesafelere taşıyabileceğini ve hatta bunun için
normalden 4-5 misli daha fazla üretebilecek kapasiteye de sahip
olduğunu söylemiştir. Kogan’ın çalışmaları bir
rapor halinde L.A’ daki Kaliforniya Üniversitesindeki
bir sempozyumda okunmuş ve yine aynı üniversite tıbbi
psikoloji profesörlerinden Dr. Thelma Moss tarafından da bu çalışmaya
yakın sonuçların, yapılan ayrı denemeler sonucunda ulaşıldığı
bildirilmiştir.
***
Beden dışı deneyim,Ölüme yakın deneyim.
Kaynakça;
AHMED
HULUSİ-RUH İNSAN CİN
AHMED FEVZİ YÜKSEL-BİLİM DİNİ ETKİLİYOR
DİSCOVERY CHANNEL-DÜNYA DIŞI ZEKİ YAŞAMLAR
DİSCOVERY CHANNEL-İSKOÇYA’NIN,İNGİLTERE’NİN HAYALETLİ
ŞATOLARI
MICHAEL TALBOT-HOLOGRAFİK EVREN
|