İlk bakışta bu
dört temel kuvvetin birbirleriyle hiçbir ilişkisi yok gibi görünse
de maddenin yapısında daha derin düzeylere indikçe bu
kuvvetler arasındaki ayrımın biçimsel görülmesinden dolayı,
bu kuvvetlerden yola çıkarak birleşik alanlara doğru yol
almaya çalışabiliriz.
Bildiğimiz
kadarıyla hareketli elektrik yükleri manyetik alanlar ürettiği
gibi,değişik manyetik alanları da elektriksel gerilim (alan)
meydana getirirler. Maxwell de bu iki alanın aslında ayrı
olmayıp tek bir alanın farklı iki görünümü olduğu gerçeğini
Elektromanyetik alan şekliyle birleştirmiştir. Ve bu iki alan
birbirlerine dik olarak hareket ederek belli noktalarda düğüm
oluştururlar. İki düğüm arasında birbirlerine dik düzlemlerde
bulunan dalgasal Elektrik ve Manyetik alanlar,aynı zamanda parçacık
özelliği ile fotonlar şeklinde açığa çıkarlar. Yani daha
önce de belirttiğimiz gibi, parçacık özelliği ile
bir foton aynı zamanda dalgasal özelliği ile
Elektromanyetik alandır. Ve bunu da bir mini karadelik olarak düşünebiliriz.
Elektromanyetik
alanlarda olduğu gibi,düşük enerji düzeylerinde birbirinden
tamamen farklıymış gibi görünen Zayıf Nükleer kuvvetin
parçacıkları olan (+w,-w,nötr z) bozonları da,yüksek
enerji düzeylerindeki aynı tek bir taneciğin (yüksüz
bozonun) farklı görünümlerindeki tanecikleridir. Bu kuramı
ortaya atan Winberg ve Abdussalam, 100 Gev (1 gev= 1milyar
elektronvolt) gibi yüksek sıcaklık ve enerji düzeyinde bu
bozonların,Elektromanyetik alanın kuantlaşmış parçacığı
olan fotonlarla aynı biçimde davranıp tek bir kuvvet alanı
altında birleşmesine “elektro-zayıf” kuvvet adını
verdiler. Öyle ki bu “Elektro-zayıf” kuvvet düşük
enerji seviyelerindeyken, bakışımın bozulmasıyla zayıf
kuvvetin parçacıkları kütle kazanarak fotonlardan ayrılıp
3 farklı tanecik biçiminde davranırlar. Fakat “elektro-zayıf”
kuvveti taşıyan parçacıkların gözlemlenmesi için gerekli
olan enerjinin yüksek olması nedeniyle bugün dahi
laboratuvarlarda gözlemlenememelerine karşın, düşük enerji
düzeylerindeki kestirimlere dayalı deneylerle tam olarak uyuşmaları
sonucu kanıtlanmıştır.
Aynı
şekilde,elektro-zayıf kuvvet ile güçlü nükleer kuvvetin
birleşmesi için deneysel olarak mümkün olmayan 10 üssü
(15)gev.’ lik enerjiye ihtiyaç vardır. Teorik hesaplamalar
ışığında bu enerji seviyesinde büyük birleşim kuvveti
olarak adlandırılan (GUT) elektro-zayıf kuvvetle,güçlü nükleer
kuvvetin ayrı bir deyişle elektro-zayıf kuvveti taşıyan parçacık
ile güçlü nükleer kuvveti taşıyan gulonların tek bir
kuvvet dolayısıyla da onu taşıyan parçacık olarak birleşir.
Benzer
biçimde Her Şeyin Teorisi (TOE) ya da standart model olarak
adlandırılan, ama şu an için bilinmeyen evrensel tek kuvvet
veya Tek alan için gerekli olan enerji ise 10 üssü
(19)gev.’ dir. Bu enerji düzeyine gelmek için bugün var
olanlardan 10 trilyon daha güçlü parçacık hızlandırıcılara
ihtiyaç vardır ki, bu da hiçbir zaman gözlemlenmeyecek anlamına
gelir. Başka bir deyişle; kuantum boyutlarında geçerli olan
3 kuvvet ile makroplanda geçerli olan gravitasyon kuvvetin
birleşerek aynı anda geçerli olması beklenen bu nokta çok küçük
bir uzunluk ve zaman aralığı olan planck boyutudur (ki bundan
daha yüksek bir enerji o parçacığı karadelik haline
getirir.)Yani,birleşik alanlar bize,dört temel kuvveti taşıyan
(0,1,2…) dönmeli parçacıklarla (1/2,3/2,…) gibi kesirli dönmeli
parçacıkların süper parçacığın değişik görünümleri
olarak birleşimi olduğunu söyler.
Rölativite
ile kuantum fiziğinin birleşmesindeki zorluk, kütle çekimi
kuvvetinin diğer üç kuvvetten farklı olarak uzay ve zamanın
bizzat kendisinin bir özelliği olmasından ileri geliyordu. Bu
yüzden de ıslandıktan sonra düz bir kağıt parçasına ne
oluyorsa, uzay-zaman eğriliğine de aynısı olmaktadır. Böylece,
kütle çekim kuvveti uzay-zamanın bu tür kırışıklıklarından
meydana geldiğini söyleyebiliriz.
Bununla birlikte;
çekim kuvveti parçacıkların kütlesi üzerine etki ettiği
halde, bütün diğer kuvvetler Yük dediğimiz şey üzerine
etki etmektedir. Bir fark da yük dediğimiz şeyin mikroskobun
büyütme gücüne fazla bağlı değilken, kütlenin buna bağlı
olmasıdır. Çünkü, kütle enerjiye bağlıdır ve bir parçacığı
daha küçük bir hacme sıkıştırmaya çalışırsak,kuantum
mekaniği kurallarına göre daha çok hareketli olacak dolayısıyla
kinetik enerjisi artacaktır.(Ayrıntılı bilgi için bkz. sıfır
nokta enerjisi-sufizm ve insan/fizik) Bunun içindir ki,kısa
mesafeler daha yüksek enerjilere, dolayısıyla daha büyük kütlelere
karşılık gelir ve mesafeler ışık hızına yakın değerlerdeki
uzaklıklar boyutuna azaldığı zaman,kütle çekim kuvvetinin
etkisi diğer kuvvetlere oranla yavaş yavaş artmaya başlar.
Bu kütleler (ya da enerjiler),planck mesafesi olan 10 üssü
(-33)cm
boyutlarına indirildiği takdirde,yaklaşık 10 üssü (19)
proton kütlesi olan 22 mikrogramlık (ya da yaklaşık 10 üssü(-5))gram
planck kütlesine eşdeğer olurlar (1 proton kütlesi =1,67x10
üssü (-27)kg ,1 gr=10 üssü (-6) mikrogram). Bu mesafeye sıkıştırılan
parçacığı tekrar göz önüne aldığımızda (üstte ifade
ettiğimiz)kuantum düzensizlik etkisi bu parçacığa öyle bir
enerji sağlar ki, kütlesi planck kütlesi
kadar olur ve bunun sonucunda bu tip parçacıklar arasındaki kütle
çekim kuvvetinin etkileri,diğer tüm kuvvetlerin etkilerini geçip
bu parçacıklar için kütle çekimini güçlü hale getirir. Böylece
planck mesafesine ne kadar çok yaklaşmaya çalışırsak,
bununla doğru orantılı olarak uzay ve zaman kırışıklıkları
da o denli artacaktır. Bu noktada kırışıklıklar çok fazla
olmadığı sürece, kuantum mekaniği uygulanabilir hale
gelerek,kütle çekimini kuantize eden teorinin oluşmasını sağlar
ki bu, kütlesi sıfır, spini (2) ve graviton denilen temel bir
parçacığın varlığını gösterir. Aynı şekilde bu
durum,tüm kütlesini kaybederek planck boyutlarına inen bir
karadelik de öngörür. Çünkü bir karadelik parçacık yayınladıkça,kütlesi
azalmakta,büyüklüğü azaldıkça da ışınım şiddeti çok
hızlı şekilde artmakta idi. (Bkz. karadelikler 4-sufizm ve
insan/fizik) Bunun sonucu olarak da planck mesafesiyle karşılaştırılabilir
bir duruma gelerek, hem karadeliğin kütlesi hem de yayılan
parçacıkların enerjileri planck kütlesine hemen hemen eşit
olur.
Bu
kavram,bir temel parçacığın mesela bir protonu karadelik
olma sınırına gelecek ölçüde sıkıştırılmasında alacağı
en son biçim için de geçerlidir. Ve bu halde bir taneciğin
sahip olduğu compton dalga boyu,schwarshıld yarıçapına eşit
olur. Eğer böyle bir parçacık teorik olarak yapılabilseydi
evrenin en yüksek yoğunluğuna sahip olduğu,madde varlığının
en eski durumunu elde ederdik. Yani,kısaca söylemek istediğimiz,böyle
bir parçacığı oluşturabilmek için,kuantum teorisinden
bildiğimiz en küçük uzunluk ölçeği olan Compton dalga
boyunu,kütle çekim teorisinde tanımlanan belirli bir kütlenin
en küçük uzunluk ölçeği olan schwarshıld yarıçapına eşitlersek,
yani karşılaştırırsak,10 üssü (-5) gr.’ lık planck kütlesini
elde ederiz. Klasik kütle çekim teorisinin uygulanabildiği en
küçük ölçek ve en yüksek yoğunluğa sahip parçacığın
eşdeğeri olan planck kütlesi,aynı zamanda kozmolojide de
evrenin ilk somut yaratılmasıyla başlayan 10 üssü(19)
gev.’lik enerjiye, 10üssü(-33) cm uzunluğa,10üssü (-43)
sn.’ lik bir zaman dilimine
ve 10 üssü(94) gr/cmx3 ‘lük yoğunluğuna eşdeğerdir
ki, bu noktada dört temel kuvvetini yani kuantum-kütle çekimini
elde etmiş oluruz.
Bu
da bize; planck boyutları denen bu mesafeye ve zaman dilimine
inmenin,aynı zamanda zamanın başlangıcı olan durumu gösterir.
Bundan dolayı mini karadeliklerin maddenin ilk tekillik sırasındaki
durumunu temsil etmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Bundan
çıkan bir sonuç da;bu noktaya çöken evrenin,tüm kütlesinin
evrensel enerjiye dönüşmesinin,evrenin ilk anında patlayan
Big--Banglere eşdeğer olmasını gerekli kılarak,evrenin tek
bir Big-bang değil,sonsuz Big-Banglerin patlamasıyla meydana
geldiğini gösterir.
İşin
ilginç yanı ,fotonlar gibi,bozonların da (graviton ,gulon ve
zayıf üç kuvvetin birleşik parçacığı) yükleri yoktur ve
tam sayılı spinlere sahiptirler. Böylece biz fotona ,kütlesiz
bir bozon ya da bozona,kütleli bir fotondur diyebiliriz. Benzer
bir düşünüşle, bozonlardan ayrık gibi görünen özkütlesi
sıfır bir fotonu bir bozon kütlesine eşdeğer bir enerji düzeyine
gelirse foton, kütleli bir bozon olarak görünür ki,
sonucunda dört temel kuvvetin ve taneciklerin (dolayısıyla
madde olarak algıladığımız her şeyin)Tek alan olan
Elektromanyetik alanların değişik dalga boyu ve frekanslarından
başka bir şey olmadığını görürüz.
Böylece
evren bir temel alan gibi görünerek,evren içinde bulunan her
yıldız,her atom ve galaksi temelde bulunan uzay-zaman birliğinin
içindeki bir dalgacık ya da kabarcık gibidir. Bu konuda fizikçi
Charles Muses ve Arthur Young “Bilinç ve gerçek” adlı
eserinde “ bir ağaç,bir masa,bir bulut,bir kaya hepsi 20.yy
bilimi tarafından benzer bir şekilde teşekkül etmiş Tek bir
şeye ayrıştırılmıştır: Quantum fiziği kanunlarına
uyan,fırıl fırıl dönen parçacık/dalga topağına...
Yani gözlemleyebildiğimiz bütün nesneler Elektromanyetik ve
nükleer süreçlerle duran ve hareket eden dalgalardan oluşmuş
üç boyutlu görüntülerdir. Demek ki dünyamızın bütün
nesneleri Elektromanyetik olarak oluşmuş üç boyutlu görüntülerdir,dilerseniz
hologram üstü görüntüler.”
Tıpkı uçsuz bucaksız Tek bir okyanus içinde oluşturulmuş
buzdan heykelcikler ki, bunlardan bir kısmı insan,bir kısmı
hayvan,bitki,eşya…vb) gibi,Tek birleşik Alanda,evreni aynı
biçimde meydana getirmiştir.
Aynı
zamanda bu bakış açısı,Kur’an’da ifade edilen “Her ne
yana dönerseniz,Allah’ın Vechi oradadır”, “Dikkat edin;
O gerçekten şeyin kendisi olarak ihatadadır”, “O’dur
Evvel,Ahir,Zahir;Batın” “Nefislerinizde! Hâlâ görmüyor
musunuz?” “Attığında sen atmadın,atan Allah’tı”
“Semaları ve Arzı ve aralarındakileri
yalnızca Hakk olarak halk ettik”, “Biz insana şah
damarından daha yakınız” (Bize bizden yakın olanın yanında
varlığımız nasıl
söz konusu olabilir ki ?) “sizler Tek bir Fert olarak karşımıza
geleceksiniz” “Allah’ın eli sizin elinizin üzerindedir”
“Ey insanlar,sizi bir Tek Nefisten yaratan ve ondan da eşini
yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten
Rabbinizden sakının” ayetleri
ile Mevlana Celalettin-i Rumi Hazretlerinin “Allah’ım,
hanende varmış gibi gösteren,yalnız senden ibarettir” sözüne
işaret etmektedir.
Evrendeki bozonların ve fermionların Holografik olarak
Elektromanyetik alanların değişik görünümleri (ya da
elektromanyetik dalgaların hologram plakasındaki girişiminin
neden olduğu gibi Beyinde tüm tanecikleri,kuvvet alanlarını,
Big-bangleri… vb dışta,hariçte var kabul edişi şeklinde)olması,bu
kuvvet ve parçacıklar aralarındaki etkileşimlerinin
etki-tepki prensibi biçiminde var olmayıp,sistemin bir
bilgiden ibaret olduğunu gösterir. Tıpkı bir fotonun, bir
elektrona etki etmesine karşın, elektronun ona karşı tepki
olarak davranışını değiştirmeyip,elektromanyetik dalgalar
vasıtasıyla uzaktan kumanda ile uçurulan bir uçağın bir
sonraki aşamada yapması gerekeni bilgilendirmesi gibi (ki uçak
da uçağı kumanda eden birim de ayrı frekanstaki bir
elektromanyetik alanın titreşimidir) eyleminin belirlenmesi şeklindedir.
Bu
da bize paranormal fonksiyonların,bilginin başka türlü değerlendirilmesinden
başka bir şey olmadığı gerçeğine götürerek aynı
zamanda bilginin,Tek olan Alanın uzay ve zamandan bağımsız
bir biçimde evrenin her yerinde var olması gibi mevcut olduğunu
söyler.
Evrensel bilginin birimsel boyuttaki belirişi olan cüzi bilgi
arasındaki ilişkiyi çok iyi açıklayan Fransız düşünürü
Pearce, “insan, insan aklının yansıdığı evrenin
bir yansımasıdır” derken başka bir düşünür de buna
paralel olarak “Bir hayalin boyutluluğu,hayal edenin dışında
bir mevcudiyete sahip değildir. Başka deyişle, hayali kuranın
Bilinci,hayalin uzay-zamanını hasıl eder”şeklinde ifade
ederek, bir yanılsamadan
ibaret olan evren varlığının,aynı zamanda yokluğun ta
kendisi olduğunu vurgular. Aynı anlama işaret eden bir mistik de; boşluk ve biçim arasındaki ilişkinin
birbirlerini reddeden karşıtlıklar olarak değil ,yalnızca
var olan ve karşılıklı olarak çalışan bir gerçekliğin
iki farklı belirişi şeklinde düşünülmesi gerektiğini
belirtmektedir.
İslam
Sufizmi içersinde (ki tüm mistik görüşleri kapsamaktadır),
İslamın cenin hali olarak görünen Budist Sutrası ise “Biçim
Boşluktur ve Boşluk da gerçekten Biçimdir. Boşluk Biçimden
farklı değildir. Biçim de Boşluktan. Biçim ne ise Boşluk
da o dur. Boşluk ne ise,Biçim de o dur.” der.
Göz
ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta da, bilimin tavanda
eriştiği Hiçlik gerçeğini taban kabul eden mistisizm düşüncesi,
bu kavramın beş duyu gerçekliğine dayalı olarak elde
edilenin yanı sıra, Boyutsal göresellik açısından,
her boyutun, kendi boyutunun algılamasına göre mevcut
olduğunu söyler.
Bu
yüzden aynı kavramlar üzerinde anlatılan farklı ifadelere eşit
anlamlar yüklenerek algılanmaya çalışılsa da (ya da aynı
şeylerin söylendiği görülse de) bu durum Boyutsallık
kavramı açısından farklılık arz etmektedir ki, İslam
mistisizmi bu noktada ,Allah ismiyle işaret edilenin Hiçliğinin,Boyutsal
olarak varlığa nispetle,Esmasına (özelliklerine) nispetle,sıfatlarına
(vasıflarına) nispetle ve zatına nispetle (ki her boyut tüm
boyutlara ait olanı yine kendi bakış açısına göre değerlendirmekte)
var olduğunu söyleyerek bu farklılığı ifade etmiştir.
İstanbul
- 22.02.2001
http://sufizmveinsan.com
|