Kayıt için burayı tıklayın


4. Bölüm

İlk bakışta bu dört temel kuvvetin birbirleriyle hiçbir ilişkisi yok gibi görünse de maddenin yapısında daha derin düzeylere indikçe bu kuvvetler arasındaki ayrımın biçimsel görülmesinden dolayı, bu kuvvetlerden yola çıkarak birleşik alanlara doğru yol almaya çalışabiliriz.

Bildiğimiz kadarıyla hareketli elektrik yükleri manyetik alanlar ürettiği gibi,değişik manyetik alanları da elektriksel gerilim (alan) meydana getirirler. Maxwell de bu iki alanın aslında ayrı olmayıp tek bir alanın farklı iki görünümü olduğu gerçeğini Elektromanyetik alan şekliyle birleştirmiştir. Ve bu iki alan birbirlerine dik olarak hareket ederek belli noktalarda düğüm oluştururlar. İki düğüm arasında birbirlerine dik düzlemlerde bulunan dalgasal Elektrik ve Manyetik alanlar,aynı zamanda parçacık özelliği ile fotonlar şeklinde açığa çıkarlar. Yani daha önce de belirttiğimiz gibi, parçacık özelliği ile  bir foton aynı zamanda dalgasal özelliği ile Elektromanyetik alandır. Ve bunu da bir mini karadelik olarak düşünebiliriz.

Elektromanyetik alanlarda olduğu gibi,düşük enerji düzeylerinde birbirinden tamamen farklıymış gibi görünen Zayıf Nükleer kuvvetin parçacıkları olan (+w,-w,nötr z) bozonları da,yüksek enerji düzeylerindeki aynı tek bir taneciğin (yüksüz bozonun) farklı görünümlerindeki tanecikleridir. Bu kuramı ortaya atan Winberg ve Abdussalam, 100 Gev (1 gev= 1milyar elektronvolt) gibi yüksek sıcaklık ve enerji düzeyinde bu bozonların,Elektromanyetik alanın kuantlaşmış parçacığı olan fotonlarla aynı biçimde davranıp tek bir kuvvet alanı altında birleşmesine “elektro-zayıf” kuvvet adını verdiler. Öyle ki bu “Elektro-zayıf” kuvvet düşük enerji seviyelerindeyken, bakışımın bozulmasıyla zayıf kuvvetin parçacıkları kütle kazanarak fotonlardan ayrılıp 3 farklı tanecik biçiminde davranırlar. Fakat “elektro-zayıf” kuvveti taşıyan parçacıkların gözlemlenmesi için gerekli olan enerjinin yüksek olması nedeniyle bugün dahi laboratuvarlarda gözlemlenememelerine karşın, düşük enerji düzeylerindeki kestirimlere dayalı deneylerle tam olarak uyuşmaları sonucu kanıtlanmıştır.

Aynı şekilde,elektro-zayıf kuvvet ile güçlü nükleer kuvvetin birleşmesi için deneysel olarak mümkün olmayan 10 üssü (15)gev.’ lik enerjiye ihtiyaç vardır. Teorik hesaplamalar ışığında bu enerji seviyesinde büyük birleşim kuvveti olarak adlandırılan (GUT) elektro-zayıf kuvvetle,güçlü nükleer kuvvetin ayrı bir deyişle elektro-zayıf kuvveti taşıyan parçacık ile güçlü nükleer kuvveti taşıyan gulonların tek bir kuvvet dolayısıyla da onu taşıyan parçacık olarak birleşir.

Benzer biçimde Her Şeyin Teorisi (TOE) ya da standart model olarak adlandırılan, ama şu an için bilinmeyen evrensel tek kuvvet veya Tek alan için gerekli olan enerji ise 10 üssü (19)gev.’ dir. Bu enerji düzeyine gelmek için bugün var olanlardan 10 trilyon daha güçlü parçacık hızlandırıcılara ihtiyaç vardır ki, bu da hiçbir zaman gözlemlenmeyecek anlamına gelir. Başka bir deyişle; kuantum boyutlarında geçerli olan 3 kuvvet ile makroplanda geçerli olan gravitasyon kuvvetin birleşerek aynı anda geçerli olması beklenen bu nokta çok küçük bir uzunluk ve zaman aralığı olan planck boyutudur (ki bundan daha yüksek bir enerji o parçacığı karadelik haline getirir.)Yani,birleşik alanlar bize,dört temel kuvveti taşıyan (0,1,2…) dönmeli parçacıklarla (1/2,3/2,…) gibi kesirli dönmeli parçacıkların süper parçacığın değişik görünümleri olarak birleşimi olduğunu söyler.

Rölativite ile kuantum fiziğinin birleşmesindeki zorluk, kütle çekimi kuvvetinin diğer üç kuvvetten farklı olarak uzay ve zamanın bizzat kendisinin bir özelliği olmasından ileri geliyordu. Bu yüzden de ıslandıktan sonra düz bir kağıt parçasına ne oluyorsa, uzay-zaman eğriliğine de aynısı olmaktadır. Böylece, kütle çekim kuvveti uzay-zamanın bu tür kırışıklıklarından meydana geldiğini söyleyebiliriz.

Bununla birlikte; çekim kuvveti parçacıkların kütlesi üzerine etki ettiği halde, bütün diğer kuvvetler Yük dediğimiz şey üzerine etki etmektedir. Bir fark da yük dediğimiz şeyin mikroskobun büyütme gücüne fazla bağlı değilken, kütlenin buna bağlı olmasıdır. Çünkü, kütle enerjiye bağlıdır ve bir parçacığı daha küçük bir hacme sıkıştırmaya çalışırsak,kuantum mekaniği kurallarına göre daha çok hareketli olacak dolayısıyla kinetik enerjisi artacaktır.(Ayrıntılı bilgi için bkz. sıfır nokta enerjisi-sufizm ve insan/fizik) Bunun içindir ki,kısa mesafeler daha yüksek enerjilere, dolayısıyla daha büyük kütlelere karşılık gelir ve mesafeler ışık hızına yakın değerlerdeki uzaklıklar boyutuna azaldığı zaman,kütle çekim kuvvetinin etkisi diğer kuvvetlere oranla yavaş yavaş artmaya başlar. Bu kütleler (ya da enerjiler),planck mesafesi olan 10 üssü (-33)cm boyutlarına indirildiği takdirde,yaklaşık 10 üssü (19) proton kütlesi olan 22 mikrogramlık (ya da yaklaşık 10 üssü(-5))gram planck kütlesine eşdeğer olurlar (1 proton kütlesi =1,67x10 üssü (-27)kg ,1 gr=10 üssü (-6) mikrogram). Bu mesafeye sıkıştırılan parçacığı tekrar göz önüne aldığımızda (üstte ifade ettiğimiz)kuantum düzensizlik etkisi bu parçacığa öyle bir enerji sağlar ki,    kütlesi  planck kütlesi kadar olur ve bunun sonucunda bu tip parçacıklar arasındaki kütle çekim kuvvetinin etkileri,diğer tüm kuvvetlerin etkilerini geçip bu parçacıklar için kütle çekimini güçlü hale getirir. Böylece planck mesafesine ne kadar çok yaklaşmaya çalışırsak, bununla doğru orantılı olarak uzay ve zaman kırışıklıkları da o denli artacaktır. Bu noktada kırışıklıklar çok fazla olmadığı sürece, kuantum mekaniği uygulanabilir hale gelerek,kütle çekimini kuantize eden teorinin oluşmasını sağlar ki bu, kütlesi sıfır, spini (2) ve graviton denilen temel bir parçacığın varlığını gösterir. Aynı şekilde bu durum,tüm kütlesini kaybederek planck boyutlarına inen bir karadelik de öngörür. Çünkü bir karadelik parçacık yayınladıkça,kütlesi azalmakta,büyüklüğü azaldıkça da ışınım şiddeti çok hızlı şekilde artmakta idi. (Bkz. karadelikler 4-sufizm ve insan/fizik) Bunun sonucu olarak da planck mesafesiyle karşılaştırılabilir bir duruma gelerek, hem karadeliğin kütlesi hem de yayılan parçacıkların enerjileri planck kütlesine hemen hemen eşit olur.

Bu kavram,bir temel parçacığın mesela bir protonu karadelik olma sınırına gelecek ölçüde sıkıştırılmasında alacağı en son biçim için de geçerlidir. Ve bu halde bir taneciğin sahip olduğu compton dalga boyu,schwarshıld yarıçapına eşit olur. Eğer böyle bir parçacık teorik olarak yapılabilseydi evrenin en yüksek yoğunluğuna sahip olduğu,madde varlığının en eski durumunu elde ederdik. Yani,kısaca söylemek istediğimiz,böyle bir parçacığı oluşturabilmek için,kuantum teorisinden bildiğimiz en küçük uzunluk ölçeği olan Compton dalga boyunu,kütle çekim teorisinde tanımlanan belirli bir kütlenin en küçük uzunluk ölçeği olan schwarshıld yarıçapına eşitlersek, yani karşılaştırırsak,10 üssü (-5) gr.’ lık planck kütlesini elde ederiz. Klasik kütle çekim teorisinin uygulanabildiği en küçük ölçek ve en yüksek yoğunluğa sahip parçacığın eşdeğeri olan planck kütlesi,aynı zamanda kozmolojide de evrenin ilk somut yaratılmasıyla başlayan 10 üssü(19) gev.’lik enerjiye, 10üssü(-33) cm uzunluğa,10üssü (-43) sn.’ lik bir zaman dilimine  ve 10 üssü(94) gr/cmx3 ‘lük yoğunluğuna eşdeğerdir ki, bu noktada dört temel kuvvetini yani kuantum-kütle çekimini elde etmiş oluruz.

Bu da bize; planck boyutları denen bu mesafeye ve zaman dilimine inmenin,aynı zamanda zamanın başlangıcı olan durumu gösterir. Bundan dolayı mini karadeliklerin maddenin ilk tekillik sırasındaki durumunu temsil etmekte olduğunu söyleyebiliriz.

Bundan çıkan bir sonuç da;bu noktaya çöken evrenin,tüm kütlesinin evrensel enerjiye dönüşmesinin,evrenin ilk anında patlayan Big--Banglere eşdeğer olmasını gerekli kılarak,evrenin tek bir Big-bang değil,sonsuz Big-Banglerin patlamasıyla meydana geldiğini gösterir.

İşin ilginç yanı ,fotonlar gibi,bozonların da (graviton ,gulon ve zayıf üç kuvvetin birleşik parçacığı) yükleri yoktur ve tam sayılı spinlere sahiptirler. Böylece biz fotona ,kütlesiz bir bozon ya da bozona,kütleli bir fotondur diyebiliriz. Benzer bir düşünüşle, bozonlardan ayrık gibi görünen özkütlesi sıfır bir fotonu bir bozon kütlesine eşdeğer bir enerji düzeyine gelirse foton, kütleli bir bozon olarak görünür ki, sonucunda dört temel kuvvetin ve taneciklerin (dolayısıyla madde olarak algıladığımız her şeyin)Tek alan olan Elektromanyetik alanların değişik dalga boyu ve frekanslarından başka bir şey olmadığını görürüz.

Böylece evren bir temel alan gibi görünerek,evren içinde bulunan her yıldız,her atom ve galaksi temelde bulunan uzay-zaman birliğinin içindeki bir dalgacık ya da kabarcık gibidir. Bu konuda fizikçi Charles Muses ve Arthur Young “Bilinç ve gerçek” adlı eserinde “ bir ağaç,bir masa,bir bulut,bir kaya hepsi 20.yy bilimi tarafından benzer bir şekilde teşekkül etmiş Tek bir şeye ayrıştırılmıştır: Quantum fiziği kanunlarına uyan,fırıl fırıl dönen parçacık/dalga topağına...
Yani gözlemleyebildiğimiz bütün nesneler Elektromanyetik ve nükleer süreçlerle duran ve hareket eden dalgalardan oluşmuş üç boyutlu görüntülerdir. Demek ki dünyamızın bütün nesneleri Elektromanyetik olarak oluşmuş üç boyutlu görüntülerdir,dilerseniz hologram üstü görüntüler.”
Tıpkı uçsuz bucaksız Tek bir okyanus içinde oluşturulmuş buzdan heykelcikler ki, bunlardan bir kısmı insan,bir kısmı hayvan,bitki,eşya…vb) gibi,Tek birleşik Alanda,evreni aynı biçimde meydana getirmiştir.

Aynı zamanda bu bakış açısı,Kur’an’da ifade edilen “Her ne yana dönerseniz,Allah’ın Vechi oradadır”, “Dikkat edin; O gerçekten şeyin kendisi olarak ihatadadır”, “O’dur Evvel,Ahir,Zahir;Batın” “Nefislerinizde! Hâlâ görmüyor musunuz?” “Attığında sen atmadın,atan Allah’tı” “Semaları ve Arzı ve aralarındakileri  yalnızca Hakk olarak halk ettik”, “Biz insana şah damarından daha yakınız” (Bize bizden yakın olanın yanında varlığımız  nasıl söz konusu olabilir ki ?) “sizler Tek bir Fert olarak karşımıza geleceksiniz” “Allah’ın eli sizin elinizin üzerindedir” “Ey insanlar,sizi bir Tek Nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden sakının”  ayetleri ile Mevlana Celalettin-i Rumi Hazretlerinin “Allah’ım, hanende varmış gibi gösteren,yalnız senden ibarettir” sözüne işaret etmektedir.
Evrendeki bozonların ve fermionların Holografik olarak Elektromanyetik alanların değişik görünümleri (ya da elektromanyetik dalgaların hologram plakasındaki girişiminin neden olduğu gibi Beyinde tüm tanecikleri,kuvvet alanlarını, Big-bangleri… vb dışta,hariçte var kabul edişi şeklinde)olması,bu kuvvet ve parçacıklar aralarındaki etkileşimlerinin etki-tepki prensibi biçiminde var olmayıp,sistemin bir bilgiden ibaret olduğunu gösterir. Tıpkı bir fotonun, bir elektrona etki etmesine karşın, elektronun ona karşı tepki olarak davranışını değiştirmeyip,elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla uzaktan kumanda ile uçurulan bir uçağın bir sonraki aşamada yapması gerekeni bilgilendirmesi gibi (ki uçak da uçağı kumanda eden birim de ayrı frekanstaki bir elektromanyetik alanın titreşimidir) eyleminin belirlenmesi şeklindedir.

Bu da bize paranormal fonksiyonların,bilginin başka türlü değerlendirilmesinden başka bir şey olmadığı gerçeğine götürerek aynı zamanda bilginin,Tek olan Alanın uzay ve zamandan bağımsız bir biçimde evrenin her yerinde var olması gibi mevcut olduğunu söyler.
Evrensel bilginin birimsel boyuttaki belirişi olan cüzi bilgi arasındaki ilişkiyi çok iyi açıklayan Fransız düşünürü  Pearce, “insan, insan aklının yansıdığı evrenin bir yansımasıdır” derken başka bir düşünür de buna paralel olarak “Bir hayalin boyutluluğu,hayal edenin dışında bir mevcudiyete sahip değildir. Başka deyişle, hayali kuranın Bilinci,hayalin uzay-zamanını hasıl eder”şeklinde ifade ederek,  bir yanılsamadan ibaret olan evren varlığının,aynı zamanda yokluğun ta kendisi olduğunu vurgular. Aynı anlama işaret eden  bir mistik de; boşluk ve biçim arasındaki ilişkinin birbirlerini reddeden karşıtlıklar olarak değil ,yalnızca var olan ve karşılıklı olarak çalışan bir gerçekliğin iki farklı belirişi şeklinde düşünülmesi gerektiğini belirtmektedir.

İslam Sufizmi içersinde (ki tüm mistik görüşleri kapsamaktadır), İslamın cenin hali olarak görünen Budist Sutrası ise “Biçim Boşluktur ve Boşluk da gerçekten Biçimdir. Boşluk Biçimden farklı değildir. Biçim de Boşluktan. Biçim ne ise Boşluk da o dur. Boşluk ne ise,Biçim de o dur.” der.

Göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta da, bilimin tavanda eriştiği Hiçlik gerçeğini taban kabul eden mistisizm düşüncesi, bu kavramın beş duyu gerçekliğine dayalı olarak elde edilenin yanı sıra, Boyutsal göresellik açısından,   her boyutun, kendi boyutunun algılamasına göre mevcut olduğunu söyler.

Bu yüzden aynı kavramlar üzerinde anlatılan farklı ifadelere eşit anlamlar yüklenerek algılanmaya çalışılsa da (ya da aynı şeylerin söylendiği görülse de) bu durum Boyutsallık kavramı açısından farklılık arz etmektedir ki, İslam mistisizmi bu noktada ,Allah ismiyle işaret edilenin Hiçliğinin,Boyutsal olarak varlığa nispetle,Esmasına (özelliklerine) nispetle,sıfatlarına (vasıflarına) nispetle ve zatına nispetle (ki her boyut tüm boyutlara ait olanı yine kendi bakış açısına göre değerlendirmekte) var olduğunu söyleyerek bu farklılığı ifade etmiştir.

İstanbul - 22.02.2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail