Birleşik Alanları
açıklamak için ortaya atılan ve Süpersicim (iplikçik)
teorisi olarak isimlendirilen teoriye göre ise; doğada görülen
ataomaltı parçacıkları,tıpkı bir keman telinin farklı şekillerde
titreşip,farklı müzikal notalar çıkartması gibi,farklı
rezonansta titreşen 10 üssü(-33) cm uzunluğunda(ya da çapında)süper-sicimlerden
oluştuğunu öngörür. Öyle ki, yüklü parçacıklar arasındaki
kuvvetler,bu sicimlerin armonileri ,evren ise bu titreşen
sicimler,yaylı sazlar senfonisidir. Böylece,bir foton,bir
kuark,ya da elektron gibi parçacıklar, hiçbiri diğerinden
farklı olmayan ayrı titreşimlerde salınan sicimlerden ibaret
olmaktadır.
Bu teoriyi daha iyi anlamak için, öncelikle temel nesnelerin
uzayda tek bir noktayı kapsayan parçacıklar yerine sonsuz
incelikte bir yay gibi uzunluktan başka boyut olmayan şeyler
olarak düşünmemiz gerekir. Öyle ki, bu yaylar (sicimler) hem
uzay zamanda her noktası ışık hızıyla hareket eden hem de
uçları sonsuz uzunlukta olabilen bir eğriliği göstererek (uçları
açık olan) “açık yaylar” ismiyle adlandırılırlar. Ya
da uçların birleşmesiyle bir halka gibi kapanan “kapalı
yaylar”olarak iki farklı şekildedir. Her iki halde de
sicimin uzayda hareketi,uzay zamana gömülmüş iki boyutlu
zamansal bir yüzey tanımlar.
Ayrı bir deyişle,
daha önce klasik kuantum teorisindeki bir parçacığın uzayda
her an tek bir noktayı kapsayarak geçmişi uzay zamanda
“evren çizgisi “denilen bir çizgi ile gösterilebilmesine
karşın,açık yay kuramında bu zamanın her an’ında uzayda
bir çizgiyi kapsadığından,uzaydaki geçmişleri de “evren
yüzeyi” denilen iki boyutlu bir yüzeyi oluşturacaktır. Eğer
buna zumlama yapabilseydik,kenarları yayın uçlarının uzay
zaman içindeki yolunu
çizen bir şerit gibi evren yüzeyinin kuantların yan yana
gelmesiyle ortaya çıkan, bir kenar uzunluğu 10üssü(-33)
cm.lik kareciklerden oluşan
bir zar tabakası gibi olduğunu görürdük (açık yay
için).
Kapalı bir yayın
evren yüzeyi ise,bir silindir ya da borudur. Borunun kesiti,
yayın belli bir andaki konumunu gösteren bir daire olur. Açık
yaylar yalnızca uç uca eklenerek, yani iki yay parçası birleşerek
tek bir yay oluşturabilmesine karşın, kapalı yaylarda bu bir
pantalonun bacaklarının birleşmesine benzemektedir. Birleşebildikleri
gibi aynı şekilde de iki yay parçasına bölünebilirler.
Parçacık olarak
düşündüğümüz şeylerin aslında iplikçik şeklinde titreşen
ya da osilasyon hareketi yapan yapılar olduğunu söyleyen
Scherk bunu şöyle ifade etmektedir: “Havada uçurttuğumuz
bir uçurtmanın rüzgârla birlikte alçalıp yükselmesinin,uçurtma
ipinin üzerinde yarattığı şiddet dalgalarının hareketi
gibi sicimler de bu dalgaların işlevini görürler. Uçurtma,
maddi parçacığı göstermekle birlikte,ipi uçurtmasız düşünürseniz,taneciğin
aslında bu sicimlerin titreşimleri olduğunu görürsünüz.”
Bu kavramda bir
parçacığın öbürü tarafından soğrulması ya da yayınlanması,
sırasıyla yayların birleşmesi ve bölünmesine karşılık
gelir. Buna örnek olarak, güneşin dünya üzerindeki kütlesel
çekiminin tanecik kuramlarında olduğu gibi bir
gravitasyonun,güneşteki bir parçacık tarafından soğrulmasını
verebiliriz.
Aynı süreci
sicim teorisinde H biçiminde bir boru şekline (açık yay
kuramında ise bu H biçiminde iki boyutlu uzaydaki şeritlere)
karşılık gelir. H’ nin iki kolu güneş ve dünyadaki parçacıklara
,yatay parçası ise (ikisini birleştiren orta hatta) ikisi
arasında yol alan gravitona karşılık gelmektedir.
Nötron ve proton gibi parçacıklar yay üzerindeki dalgalar
olarak görülebileceği gibi ,parçacıklar arasındaki
kuvvetler de aynı
biçimde görülebilir. Bu yüzden güçlü nükleer kuvveti tıpkı
bir örümcek ağındakine benzer şekilde,diğer yay parçaları
arasındaki yaylar gibi düşünebiliriz. Bu durum için kuramın,
yayların her birinin 10 tonluk gerilime dayanan lastik şeritler
olmasını gerekli kılarken,gravitasyonel kuvvetler için bu 10
üssü(39) tonluk basınca dayanmasını öngörmektedir.
Bu teorinin
ortaya koyduğu ayrı bir öngörü de ,evrenin
bilinen yapısının dört boyutlu olmayıp büyük
patlama sırasında yedi boyutun kıvrılarak planck uzunluğu içinde
(dairesel, soyut çapa, başka bir deyişle hibert uzayına) sığışıp,bildiğimiz
dört boyutun ise planck uzayı üstünde bilinen maddi,somut
uzay-zaman şeklinde açığa çıkmış toplam on bir boyutlu
olmasıdır. Fakat bu boyutları fark edemeyiz. Nedeni de sadece
gördüğümüz uzay zamanın büyük ölçüde düz olduğu,
tek bir zaman ile üç uzay boyutu şeklinde var olmasıdır. Tıpkı
bir tahta yüzeyine yakından baktığımız taktirde pütürlü
ve karışık, fakat uzaktan baktığımızda bize düzgün görünmesi
gibi.
Bu konuda Frenk
Close “Bizim bildiğimiz evren,bu sicimlerin yalnızca küçük
bir parçasından oluşmuştur. Bizimkiyle aynı yerde bulunan
daha ayrı bir evren,süper sicimlerden daha ağır bölümlerinden
yapılmış olabilir. Sicimlerin diğer bölümlerinde ,belki de
başka evrenler veya başka boyutlar vardır.”
Fermion ve bozonların birbirlerine dönüşebilmesi olan süper
simetriyi ve dolayısıyla çekim kuvvetini kapsayarak normal
uzunluklarda genel göreceliğin öngörüleriyle aynılaşmasını,
uyuşmasını (ki bu planck mesafesinde farklı olacaktır) gösterse
de bir teoriden çok, önseziye dayanan modelden öteye
gidememektedir. Örneğin, bir karadeliğin hayatına astronomik
bir karadelik olarak başlamış olmasını ve ömrünü
patlayarak bitirmesini açıklayamadığı gibi, karadelikler
hakkında da net bir şey söyleyememektedir. Bununla birlikte
sicim teorisinin üstesinden gelinemeyecek matematiksel güçlüklere
sahip olması ve yakın zamanda da çözülebileceği gibi bir görüşe
açık olmaması, birleşik alanlar teorisini tam açıklayabilecek
nitelikte olmadığını bize göstermektedir. Aynı görüşe
katılan ünlü
fizikçi Hawking de Her şeyin Teorisine en büyük destek veren
kuramın kurtdelikleri ve buna dayalı teoriler olduğunu düşünmektedir.
Birleşik Alanları
açıklamak için ortaya atılan bir diğer görüş de,Abhay
Ashtekar tarafından uzay-zamanın temel öğelerinin noktalar
yerine birbirlerine düğümlerle tutturulmuş kapalı ilmikler
olduğunu söylediği teoridir ki bunda önemli olan şey,
ilmikleri bağlayan düğümlerin cinsi ve sayısıdır.) Düğümlerin
dışında ayrı olarak uzay ve zamanın olmadığını belirten
bu teori her ne kadar sicimlere benzese de,yaklaşımı tamamıyla
ondan farklı ve matematiksel ifade bakımından da zordur.
Dolayısıyla, geçerliliği bakımından sicim ve benzerleriyle
aynı kaderi paylaşmaktadır.
Makroskobik
boyutta maddesel nesnelerin birbirlerinden ayrı ayrı varlıklar
olamayıp,çevreleriyle ayrılmaz bir ilişki içinde olduğunu
gösteren görüş mach
ilkesi olarak geçer. Bu ilke maddesel bir nesnenin ataleti
(yani nesnenin hareketlendirmeye karşı gösterdiği direnci)
maddenin sahip olduğu içsel bir nitelik değil, yalnızca
maddenin evrenin geri kalan diğer bölümleri ile
girdiği etkileşmenin bir ölçüsü olduğunu söyler.
Dolayısıyla, madde evrende madde bulunduğu sürece atalet gösterecektir.
Mesela, bir cisim döndürüldüğünde onun ataleti merkezkaç
kuvvetlerinin oluşmasına neden olur ve bu kuvvetler de ancak
sabit yıldızlara izafi olarak döndürüldüğü için
meydana gelirler. Eğer bu yıldızlar birden bire ortadan kaldırılsaydı,dönen
cismin ataleti ve merkezkaç kuvvetleri de yok olurdu.
(Dolayısıyla
genel görecelik kuramının oluşmasının en büyük nedeni
olarak görülen Mach ilkesinin,bu teori tarafından içerilmesi
gerekmektedir.).Yani, bir cismin eylemsizliği ,evrendeki bütün
cisimlerin fonksiyonu olarak belirir. Bu nedenledir ki;
.belirlerken, evrendeki diğer maddeler ile giriştikleri etkileşimleri yani Bütünün
bilgisini göz önünde bulundurmak
suretiyle algılayabiliriz. Mutlak uzay ve zaman fikrinin mevcut
olmadığı görüşünü ortaya koyan bu ilke ışığında
Astronom Fred Hoyle düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:
“Günümüzde kozmoloji dalında meydana gelen gelişmeler,günlük
kural ve şartların evrenin uzak bölgeleri olmadan geçerli
olamayacağını ve
evrenin söz konusu uzak bölgelerinin ortadan kalkması halinde
uzay ve geometri hakkında sahip olduğumuz bütün fikirlerin
geçersiz olacağını hızla ortaya çıkarmışlardır. Günlük
tecrübelerimiz,en küçük detaylarına kadar evrenin büyük
ölçekli nitelikleri ile okadar içli dışlıdır ki, onların
ikisini birbirinden ayrı olarak düşünmek bile imkânsız bir
hale gelmiştir”
Makroskopik
uzayda,bir nesnenin kendi başına bir anlam ifade etmeyip bütünün
bir fonksiyonu olarak anlam kazanmasının mikroskobik
boyutlarda da karşılığı vardır (Kuantum Alanlar Kuramında).
Buna benzer bir kavram evreni tanımlamak için geliştirilen
bir teori Geoffrey Chew tarafından, Ayakkabı Bağı Felsefesi
ya da Potin Bağları (Bootsstrop) ismiyle ortaya atılmıştır.
Evreni karşılıklı olarak ilişkilendirilmiş bir Bütün
olarak ele alan bu teori;doğanın maddenin temel yapı taşları
gibi,temel varlıklara indirgenemeyeceğini ama bütünüyle
kendi içinde tutarlılık yoluyla anlaşılması gerektiğini
belirtir.Benzer ifadeyle, maddenin temel yapı taşlarından oluştuğu
fikrini reddederek ,hiçbir temel varlığını kabul etmez.
Buna karşın evreni birbirleriyle ilişkili bir olaylar ağı
olarak görür ve sonucunda da madde ile ilgili görüşlerin
tamamen “uzay-zaman görüşü niteliğinde olup
nesnelerin olaylar olarak algılanmasıyla
birlikte,bunların karşılıklı geçişlerinin uzay ve zamanın
karşılıklı olarak geçişmelerine benzer olduğunu söyler.
Öyle ki, bu olaylar ağında
bölümlerin hiçbiri temel özelliklere sahip olmayıp
bunların hepsi diğerlerinin özelliklerine bağlı ve
birbirlerinin arasındaki etkileşimlerin toplamı olarak ağın
bütünsel yapısını belirlemektedir. Dolayısıyla herhangi
bir bölümün yapısı, diğer bütün bölümlerin yapıları
tarafından belirlenmektedir. Bu konuda bir mistik “Akıl (beş
duyu) üstü algıdan hiçbir şey gerçekten de sonlu değildir.
Bu algı biçimi her şeyin her bir şeyden her bir şeyin de
her şeyden kaynaklandığı görüşüne dayanmaktadır”
derken,Tek bir taneciğin diğer bütün parçacıkları içermesi
şeklindeki görüşünü şair William Blake dizelerinde şöyle
ifade etmektedir :
“Dünyayı görmek için bir kum tanesinde ve cenneti bir
yaban çiçeğinde yakala sonsuzluğu avucunun içinde ve bir
saatin içinde Ebediyyeti”
Bu görüşlere paralel olarak Einstein ve Carl Sagan da sırasıyla
“Eğer bir kum tanesini anlayabilseydik,tüm evreni anlamış
olurduk”, “Kainat bizim içimizde yaşıyor ve bizler kainatın
eseriyiz. Bu yüzden kendimizi tanıyarak kainatın sırlarını
anlayabiliriz.” düşüncelerini dile getirmişlerdir.
Ünlü matematikçi ve Felsefeci olan Leibniz de (onun da diğerleri gibi doğu mistisizminden
etkilendiği bilinmektedir) Chew teorisinin temel varlıkları
ya da özleri reddetmesine karşın,buna paralel bir görüş
olarak,evreni maddenin temel yapı taşlarının, uzay ve zaman
içinde yer almayan ve de sonsuz sayıda ve sonsuz küçük
maddesel bir yapıda olmayıp Ruhsal yapıdaki temel özlerden(öyle
ki monadlara herhangi bir şeyin girip çıkmadığı büyük
bir uyum halinde, birlikte hareket etmektedirler) yani
Monadlardan meydana geldiğini ve her bir Monadın da
evrenin bütününü yansıtabildiğini belirterek şunları söylemiştir:
“Maddenin her bir bölümü, bitkilerle dolu bir bahçeye ya
da balıklarla dolu bir göle benzemektedir.Burada bitkinin tek
bir dalı ya da hayvanların her biri,eğer genel yaratışlarını
bir kenara itersek,adeta bir bahçe ya da bir göl gibidir”
Leibniz’in Monadlar görüşünü daha kapsamlı olarak
irdeleyen ve Saf Aklın Eleştirisi adlı eseri yazarak modern
filozofların en büyüğü olarak kabul edilmesini sağlayan İmmanuel
Kant da, Leibniz’den farklı olarak ortaya koyduğu görüşün
doğu fesefesi ve modern bilimle büyük bir uyuşum halinde
olduğunu bize göstermiştir. Ona göre uzayı tamamıyla
dolduran monadların,maddenin cisimliliğini ve katı yapısını
belirleyen tüm özelliklerinin,
bir kuvvet olduğunu, doğada cisim ya da öz diye bir şey’in
varlığını kabul etmeksizin,evrendeki her şeyin sadece
kuvvet (enerji) olarak mevcut olduğunu söyler. Bu da günümüzde
kuantum fiziği ve izafiyet teorisinin
ortaya koyduğu,maddenin,enerjinin bir hali,biçimi
olarak birbirlerine serbestçe dönüşebildikleri düşüncesi
ile tamamıyle paralellik arz etmektedir.
Potin bağları açısından Hadronlar göz önüne alındığında
ise,Hadronlar arası iletişimi sağlayan kuvvetlerin tanecik değiş
tokuşunu sağlayan parçacıkların yine hadronların kendisi
olduğunu belirtir.(Bu kavram aynı zamanda, şu an için türetilemeyen,
fakat uç anlamda diğer taneciklerin,çekirdeklerin,atom ve
moleküllerin yani tüm sistemin de kapsam içinde değerlendirilmesi
gerekliliğini de öngörmektedir.)
Dolayısıyla,
kendi boyutlarında Hadronlar üç değişik rolde karşımıza
çıkarlar. Yani birleşik yapıya sahiptirler,ayrı bir
hadronun öğesi olabilmektedirler ve birleşik yapıyı tutan
kuvvetin öğeleri olmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, bir
tanecik diğer taneciklerin oluşmasını sağladığı (meydana
getirdiği) gibi O
bütünün bir yansıması şeklinde görünür ve aynı zamanda
o bütün arasındaki birleştirici olan kuvvet parçacığının
kendisi olmaktadır. Bundan dolayı Hadron grubunun tümü,bu şekilde
ya da çizme bağlarını kullanıp kendilerini yukarıya çekmesiyle
oluşmaktadır. Yani, karmaşık çizme bağı mekanizması,kendi
kendini belirlemektedir. Bu kendiliğinden bağlı ilmeğin,yapının,kendi
kendini oluşturan tanecik sistemini,bataklığa düşen ve
kendi ayak bağlarını üstüne çekmesiyle kendini dışarıya
sürükleyen bir çocuğun hikayesine benzetilir.
Böylece,bu konu
üzerinde çalışan bilim adamları insanın,fiziki ve doğal
etkileşimlerine göre bütünüyle kendi açıklamasını da içine
alan bir Potin Bağı evrenini şuurlarında yaşayabileceklerine
(yaşanacağına) inanmaktadırlar.
Şu an için,tanecik
ailesinin çok büyük bir sistem olmasından dolayı
onu daha temel alt birimlere ayırmaya çalışmanın
anlamsız olduğunu savunan Potin bağları kuramı parçacık
fiziğinde Hadronların ya da kuvvetli etkileşim içindeki parçacıkların
tanımlanmasında kullanılmasına karşın, aynı sicimlerde
olduğu gibi tam anlamıyla ortaya konulamamıştır. Her ne
kadar temelinde Holistik bir yapıyı gösterse
(ya da doğruları barındırsa) da,şuur ve madde arasındaki
ilişkiyi açıklamada David Bohm’un Hologram Teorisinin çok
çok gerisindedir.
O
halde,gerek sicim teorisi, gerekse potin bağlarının
tamamlanmamış olmalarının yanı sıra matematiksel zorluklarını
da göz önünde bulundurduğumuz taktirde, David Bohm’un
Hologram teorisini nasıl görmemiz gerekir sorusuna verilecek
cevap,bu teorinin çok güçlü işaretlerinin fiziğin
kendisinde olduğu gibi, tıp,
psikoloji, biyoloji, sosyoloji, tarih, spor, teoloji,
mistisizm ...vb) alanlarında da (ki bunların çoğunun
akademik düzeydeki profesörler ve araştırmacılar tarafından
incelenmiş olan) kanıtlarının mevcut olmasıdır.
İstanbul
- 22.02.2001
http://sufizmveinsan.com
|