5. Bölüm

Birleşik Alanları açıklamak için ortaya atılan ve Süpersicim (iplikçik) teorisi olarak isimlendirilen teoriye göre ise; doğada görülen ataomaltı parçacıkları,tıpkı bir keman telinin farklı şekillerde titreşip,farklı müzikal notalar çıkartması gibi,farklı rezonansta titreşen 10 üssü(-33) cm uzunluğunda(ya da çapında)süper-sicimlerden oluştuğunu öngörür. Öyle ki, yüklü parçacıklar arasındaki kuvvetler,bu sicimlerin armonileri ,evren ise bu titreşen sicimler,yaylı sazlar senfonisidir. Böylece,bir foton,bir kuark,ya da elektron gibi parçacıklar, hiçbiri diğerinden farklı olmayan ayrı titreşimlerde salınan sicimlerden ibaret olmaktadır.
Bu teoriyi daha iyi anlamak için, öncelikle temel nesnelerin uzayda tek bir noktayı kapsayan parçacıklar yerine sonsuz incelikte bir yay gibi uzunluktan başka boyut olmayan şeyler olarak düşünmemiz gerekir. Öyle ki, bu yaylar (sicimler) hem uzay zamanda her noktası ışık hızıyla hareket eden hem de uçları sonsuz uzunlukta olabilen bir eğriliği göstererek (uçları açık olan) “açık yaylar” ismiyle adlandırılırlar. Ya da uçların birleşmesiyle bir halka gibi kapanan “kapalı yaylar”olarak iki farklı şekildedir. Her iki halde de sicimin uzayda hareketi,uzay zamana gömülmüş iki boyutlu zamansal bir yüzey tanımlar.

Ayrı bir deyişle, daha önce klasik kuantum teorisindeki bir parçacığın uzayda her an tek bir noktayı kapsayarak geçmişi uzay zamanda “evren çizgisi “denilen bir çizgi ile gösterilebilmesine karşın,açık yay kuramında bu zamanın her an’ında uzayda bir çizgiyi kapsadığından,uzaydaki geçmişleri de “evren yüzeyi” denilen iki boyutlu bir yüzeyi oluşturacaktır. Eğer buna zumlama yapabilseydik,kenarları yayın uçlarının uzay zaman içindeki  yolunu çizen bir şerit gibi evren yüzeyinin kuantların yan yana gelmesiyle ortaya çıkan, bir kenar uzunluğu 10üssü(-33) cm.lik kareciklerden oluşan  bir zar tabakası gibi olduğunu görürdük (açık yay için).

Kapalı bir yayın evren yüzeyi ise,bir silindir ya da borudur. Borunun kesiti, yayın belli bir andaki konumunu gösteren bir daire olur. Açık yaylar yalnızca uç uca eklenerek, yani iki yay parçası birleşerek tek bir yay oluşturabilmesine karşın, kapalı yaylarda bu bir pantalonun bacaklarının birleşmesine benzemektedir. Birleşebildikleri gibi aynı şekilde de iki yay parçasına bölünebilirler.

Parçacık olarak düşündüğümüz şeylerin aslında iplikçik şeklinde titreşen ya da osilasyon hareketi yapan yapılar olduğunu söyleyen Scherk bunu şöyle ifade etmektedir: “Havada uçurttuğumuz bir uçurtmanın rüzgârla birlikte alçalıp yükselmesinin,uçurtma ipinin üzerinde yarattığı şiddet dalgalarının hareketi gibi sicimler de bu dalgaların işlevini görürler. Uçurtma, maddi parçacığı göstermekle birlikte,ipi uçurtmasız düşünürseniz,taneciğin aslında bu sicimlerin titreşimleri olduğunu görürsünüz.”

Bu kavramda bir parçacığın öbürü tarafından soğrulması ya da yayınlanması, sırasıyla yayların birleşmesi ve bölünmesine karşılık gelir. Buna örnek olarak, güneşin dünya üzerindeki kütlesel çekiminin tanecik kuramlarında olduğu gibi bir gravitasyonun,güneşteki bir parçacık tarafından soğrulmasını verebiliriz.

Aynı süreci sicim teorisinde H biçiminde bir boru şekline (açık yay kuramında ise bu H biçiminde iki boyutlu uzaydaki şeritlere) karşılık gelir. H’ nin iki kolu güneş ve dünyadaki parçacıklara ,yatay parçası ise (ikisini birleştiren orta hatta) ikisi arasında yol alan gravitona karşılık gelmektedir.
Nötron ve proton gibi parçacıklar yay üzerindeki dalgalar olarak görülebileceği gibi ,parçacıklar arasındaki kuvvetler de  aynı biçimde görülebilir. Bu yüzden güçlü nükleer kuvveti tıpkı bir örümcek ağındakine benzer şekilde,diğer yay parçaları arasındaki yaylar gibi düşünebiliriz. Bu durum için kuramın, yayların her birinin 10 tonluk gerilime dayanan lastik şeritler olmasını gerekli kılarken,gravitasyonel kuvvetler için bu 10 üssü(39) tonluk basınca dayanmasını öngörmektedir.

Bu teorinin ortaya koyduğu ayrı bir öngörü de ,evrenin  bilinen yapısının dört boyutlu olmayıp büyük patlama sırasında yedi boyutun kıvrılarak planck uzunluğu içinde (dairesel, soyut çapa, başka bir deyişle hibert uzayına) sığışıp,bildiğimiz dört boyutun ise planck uzayı üstünde bilinen maddi,somut uzay-zaman şeklinde açığa çıkmış toplam on bir boyutlu olmasıdır. Fakat bu boyutları fark edemeyiz. Nedeni de sadece gördüğümüz uzay zamanın büyük ölçüde düz olduğu, tek bir zaman ile üç uzay boyutu şeklinde var olmasıdır. Tıpkı bir tahta yüzeyine yakından baktığımız taktirde pütürlü ve karışık, fakat uzaktan baktığımızda bize düzgün görünmesi gibi.

Bu konuda Frenk Close “Bizim bildiğimiz evren,bu sicimlerin yalnızca küçük bir parçasından oluşmuştur. Bizimkiyle aynı yerde bulunan daha ayrı bir evren,süper sicimlerden daha ağır bölümlerinden yapılmış olabilir. Sicimlerin diğer bölümlerinde ,belki de başka evrenler veya başka boyutlar vardır.”
Fermion ve bozonların birbirlerine dönüşebilmesi olan süper simetriyi ve dolayısıyla çekim kuvvetini kapsayarak normal uzunluklarda genel göreceliğin öngörüleriyle aynılaşmasını, uyuşmasını (ki bu planck mesafesinde farklı olacaktır) gösterse de bir teoriden çok, önseziye dayanan modelden öteye gidememektedir. Örneğin, bir karadeliğin hayatına astronomik bir karadelik olarak başlamış olmasını ve ömrünü patlayarak bitirmesini açıklayamadığı gibi, karadelikler hakkında da net bir şey söyleyememektedir. Bununla birlikte sicim teorisinin üstesinden gelinemeyecek matematiksel güçlüklere sahip olması ve yakın zamanda da çözülebileceği gibi bir görüşe  açık olmaması, birleşik alanlar teorisini tam açıklayabilecek nitelikte olmadığını bize göstermektedir. Aynı görüşe katılan  ünlü fizikçi Hawking de Her şeyin Teorisine en büyük destek veren kuramın kurtdelikleri ve buna dayalı teoriler olduğunu düşünmektedir.

Birleşik Alanları açıklamak için ortaya atılan bir diğer görüş de,Abhay Ashtekar tarafından uzay-zamanın temel öğelerinin noktalar yerine birbirlerine düğümlerle tutturulmuş kapalı ilmikler olduğunu söylediği teoridir ki bunda önemli olan şey, ilmikleri bağlayan düğümlerin cinsi ve sayısıdır.) Düğümlerin dışında ayrı olarak uzay ve zamanın olmadığını belirten bu teori her ne kadar sicimlere benzese de,yaklaşımı tamamıyla ondan farklı ve matematiksel ifade bakımından da zordur. Dolayısıyla, geçerliliği bakımından sicim ve benzerleriyle aynı kaderi paylaşmaktadır.

Makroskobik boyutta maddesel nesnelerin birbirlerinden ayrı ayrı varlıklar olamayıp,çevreleriyle ayrılmaz bir ilişki içinde olduğunu gösteren görüş mach ilkesi olarak geçer. Bu ilke maddesel bir nesnenin ataleti (yani nesnenin hareketlendirmeye karşı gösterdiği direnci) maddenin sahip olduğu içsel bir nitelik değil, yalnızca maddenin evrenin geri kalan diğer bölümleri ile  girdiği etkileşmenin bir ölçüsü olduğunu söyler. Dolayısıyla, madde evrende madde bulunduğu sürece atalet gösterecektir. Mesela, bir cisim döndürüldüğünde onun ataleti merkezkaç kuvvetlerinin oluşmasına neden olur ve bu kuvvetler de ancak  sabit yıldızlara izafi olarak döndürüldüğü için meydana gelirler. Eğer bu yıldızlar birden bire ortadan kaldırılsaydı,dönen cismin ataleti ve merkezkaç kuvvetleri de yok olurdu.

(Dolayısıyla genel görecelik kuramının oluşmasının en büyük nedeni olarak görülen Mach ilkesinin,bu teori tarafından içerilmesi gerekmektedir.).Yani, bir cismin eylemsizliği ,evrendeki bütün cisimlerin fonksiyonu olarak belirir. Bu nedenledir ki; .belirlerken, evrendeki diğer maddeler ile giriştikleri etkileşimleri yani Bütünün bilgisini göz önünde bulundurmak suretiyle algılayabiliriz. Mutlak uzay ve zaman fikrinin mevcut olmadığı görüşünü ortaya koyan bu ilke ışığında Astronom Fred Hoyle düşüncelerini şöyle ifade etmektedir: “Günümüzde kozmoloji dalında meydana gelen gelişmeler,günlük kural ve şartların evrenin uzak bölgeleri olmadan geçerli olamayacağını  ve evrenin söz konusu uzak bölgelerinin ortadan kalkması halinde uzay ve geometri hakkında sahip olduğumuz bütün fikirlerin geçersiz olacağını hızla ortaya çıkarmışlardır. Günlük tecrübelerimiz,en küçük detaylarına kadar evrenin büyük ölçekli nitelikleri ile okadar içli dışlıdır ki, onların ikisini birbirinden ayrı olarak düşünmek bile imkânsız bir hale gelmiştir”

Makroskopik uzayda,bir nesnenin kendi başına bir anlam ifade etmeyip bütünün bir fonksiyonu olarak anlam kazanmasının mikroskobik boyutlarda da karşılığı vardır (Kuantum Alanlar Kuramında). Buna benzer bir kavram evreni tanımlamak için geliştirilen bir teori Geoffrey Chew tarafından, Ayakkabı Bağı Felsefesi ya da Potin Bağları (Bootsstrop) ismiyle ortaya atılmıştır. Evreni karşılıklı olarak ilişkilendirilmiş bir Bütün olarak ele alan bu teori;doğanın maddenin temel yapı taşları gibi,temel varlıklara indirgenemeyeceğini ama bütünüyle kendi içinde tutarlılık yoluyla anlaşılması gerektiğini belirtir.Benzer ifadeyle, maddenin temel yapı taşlarından oluştuğu fikrini reddederek ,hiçbir temel varlığını kabul etmez. Buna karşın evreni birbirleriyle ilişkili bir olaylar ağı olarak görür ve sonucunda da madde ile ilgili görüşlerin  tamamen “uzay-zaman görüşü niteliğinde olup  nesnelerin olaylar olarak algılanmasıyla birlikte,bunların karşılıklı geçişlerinin uzay ve zamanın karşılıklı olarak geçişmelerine benzer olduğunu söyler. Öyle ki, bu olaylar ağında  bölümlerin hiçbiri temel özelliklere sahip olmayıp bunların hepsi diğerlerinin özelliklerine bağlı ve birbirlerinin arasındaki etkileşimlerin toplamı olarak ağın bütünsel yapısını belirlemektedir. Dolayısıyla herhangi bir bölümün yapısı, diğer bütün bölümlerin yapıları tarafından belirlenmektedir. Bu konuda bir mistik “Akıl (beş duyu) üstü algıdan hiçbir şey gerçekten de sonlu değildir. Bu algı biçimi her şeyin her bir şeyden her bir şeyin de her şeyden kaynaklandığı görüşüne dayanmaktadır” derken,Tek bir taneciğin diğer bütün parçacıkları içermesi şeklindeki görüşünü şair William Blake dizelerinde şöyle ifade etmektedir :
“Dünyayı görmek için bir kum tanesinde ve cenneti bir yaban çiçeğinde yakala sonsuzluğu avucunun içinde ve bir saatin içinde Ebediyyeti”
Bu görüşlere paralel olarak Einstein ve Carl Sagan da sırasıyla “Eğer bir kum tanesini anlayabilseydik,tüm evreni anlamış olurduk”, “Kainat bizim içimizde yaşıyor ve bizler kainatın eseriyiz. Bu yüzden kendimizi tanıyarak kainatın sırlarını anlayabiliriz.” düşüncelerini dile getirmişlerdir.
Ünlü matematikçi ve Felsefeci olan  Leibniz de (onun da diğerleri gibi doğu mistisizminden etkilendiği bilinmektedir) Chew teorisinin temel varlıkları ya da özleri reddetmesine karşın,buna paralel bir görüş olarak,evreni maddenin temel yapı taşlarının, uzay ve zaman içinde yer almayan ve de sonsuz sayıda ve sonsuz küçük maddesel bir yapıda olmayıp Ruhsal yapıdaki temel özlerden(öyle ki monadlara herhangi bir şeyin girip çıkmadığı büyük bir uyum halinde, birlikte hareket etmektedirler) yani Monadlardan meydana geldiğini ve her bir Monadın  da evrenin bütününü yansıtabildiğini belirterek şunları söylemiştir: “Maddenin her bir bölümü, bitkilerle dolu bir bahçeye ya da balıklarla dolu bir göle benzemektedir.Burada bitkinin tek bir dalı ya da hayvanların her biri,eğer genel yaratışlarını bir kenara itersek,adeta bir bahçe ya da bir göl gibidir”
Leibniz’in Monadlar görüşünü daha kapsamlı olarak irdeleyen ve Saf Aklın Eleştirisi adlı eseri yazarak modern filozofların en büyüğü olarak kabul edilmesini sağlayan İmmanuel Kant da, Leibniz’den farklı olarak ortaya koyduğu görüşün doğu fesefesi ve modern bilimle büyük bir uyuşum halinde olduğunu bize göstermiştir. Ona göre uzayı tamamıyla dolduran monadların,maddenin cisimliliğini ve katı yapısını belirleyen tüm  özelliklerinin, bir kuvvet olduğunu, doğada cisim ya da öz diye bir şey’in varlığını kabul etmeksizin,evrendeki her şeyin sadece kuvvet (enerji) olarak mevcut olduğunu söyler. Bu da günümüzde kuantum fiziği ve izafiyet teorisinin  ortaya koyduğu,maddenin,enerjinin bir hali,biçimi olarak birbirlerine serbestçe dönüşebildikleri düşüncesi ile tamamıyle paralellik arz etmektedir.
Potin bağları açısından Hadronlar göz önüne alındığında ise,Hadronlar arası iletişimi sağlayan kuvvetlerin tanecik değiş tokuşunu sağlayan parçacıkların yine hadronların kendisi olduğunu belirtir.(Bu kavram aynı zamanda, şu an için türetilemeyen, fakat uç anlamda diğer taneciklerin,çekirdeklerin,atom ve moleküllerin yani tüm sistemin de kapsam içinde değerlendirilmesi gerekliliğini de öngörmektedir.)

Dolayısıyla, kendi boyutlarında Hadronlar üç değişik rolde karşımıza çıkarlar. Yani birleşik yapıya sahiptirler,ayrı bir hadronun öğesi olabilmektedirler ve birleşik yapıyı tutan kuvvetin öğeleri olmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, bir tanecik diğer taneciklerin oluşmasını sağladığı (meydana getirdiği) gibi  O bütünün bir yansıması şeklinde görünür ve aynı zamanda o bütün arasındaki birleştirici olan kuvvet parçacığının kendisi olmaktadır. Bundan dolayı Hadron grubunun tümü,bu şekilde ya da çizme bağlarını kullanıp kendilerini yukarıya çekmesiyle oluşmaktadır. Yani, karmaşık çizme bağı mekanizması,kendi kendini belirlemektedir. Bu kendiliğinden bağlı ilmeğin,yapının,kendi kendini oluşturan tanecik sistemini,bataklığa düşen ve kendi ayak bağlarını üstüne çekmesiyle kendini dışarıya sürükleyen bir çocuğun hikayesine benzetilir.

Böylece,bu konu üzerinde çalışan bilim adamları insanın,fiziki ve doğal etkileşimlerine göre bütünüyle kendi açıklamasını da içine alan bir Potin Bağı evrenini şuurlarında yaşayabileceklerine (yaşanacağına) inanmaktadırlar.

Şu an için,tanecik ailesinin çok büyük bir sistem olmasından dolayı  onu daha temel alt birimlere ayırmaya çalışmanın anlamsız olduğunu savunan Potin bağları kuramı parçacık fiziğinde Hadronların ya da kuvvetli etkileşim içindeki parçacıkların tanımlanmasında kullanılmasına karşın, aynı sicimlerde olduğu gibi tam anlamıyla ortaya konulamamıştır. Her ne kadar temelinde Holistik bir yapıyı gösterse  (ya da doğruları barındırsa) da,şuur ve madde arasındaki ilişkiyi açıklamada David Bohm’un Hologram Teorisinin çok çok gerisindedir.
O halde,gerek sicim teorisi, gerekse potin bağlarının tamamlanmamış olmalarının yanı sıra matematiksel zorluklarını da göz önünde bulundurduğumuz taktirde, David Bohm’un Hologram teorisini nasıl görmemiz gerekir sorusuna verilecek cevap,bu teorinin çok güçlü işaretlerinin fiziğin kendisinde olduğu gibi, tıp,  psikoloji, biyoloji, sosyoloji, tarih, spor, teoloji, mistisizm ...vb) alanlarında da (ki bunların çoğunun akademik düzeydeki profesörler ve araştırmacılar tarafından incelenmiş olan) kanıtlarının mevcut olmasıdır.

İstanbul - 22.02.2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail