Bundan
binlerce yıl önce Lau Tzu, boşluk yada hiçlik hakkında şöyle
demişti “Otuz çubuğu birleştirir ve buna tekerlek
deriz;oysa tekerleği yararlı kılan, içindeki hiçbir şey
olmayan boşluklardır.Kili yoğurur,bir çanak yaparız;oysa çanağın
kıymeti,içinde hiçbir şey olmayan boşluktan gelir.Ev yapmak
için kapılar ve pencereler açarız;oysa evin yararlılığı,içinde
hiçbir şey olmayan boşluklardadır.O halde var olandan
yararlandığımız gibi,var olmayanın yararını da kabul
etmeliyiz.”
Lau
Tzu gibi düşünebildiği kadar görebilen bilgeler,bilgilerini
uzay ve zamanın ötesindeki canlı okyanustan direkt almalarına
karşın,görebildiği kadar düşünen beyinler için ise bu,
uzay ve zamana bağlı olarak uzun süreler içinde elde edilmiştir.
İlk
çağda,boşluk kavramı üzerinde Democrite(ve onun gibi
atomcular) gerçeğin temellerinin,boşluktan ve onu dolduran bölünmez
ve parçalanmaz atomlardan meydana geldiğini söylüyor ve
ekliyorlardı: “Bir elmayı kestiğimizde, bıçak atomlar
arası boşluklardan geçmelidir.Eğer bu boşluklar olmasa bıçak
içine giremez,atomlara rastlar ve elma kesilmezdi”.Böylece,
her şeyin hammadesi,iç içe yerleşmiş bu zerrecikler
idi.Buna karşın Aristo ise, kesinlikle boşluğun boş olmadığına
inanıyordu.16 yy.’a gelindiğinde ise Galileo’nun öğrencisi
olan Toriçelli, termometreyi bulmasıyla birlikte, boşluk hakkındaki
bilgiyi biraz daha fazla somutlaştırmıştı.Toriçelli, önce
ucu kapalı bir cam boru aldı ve bunu cıva ile
doldurarak,boruyu ters çevirdi ve yine cıva ile dolu olan bir
kaba boşalttı.Borudaki cıva düzeyi alçalmaya başlarken,borunun
üst kısmında içinde madde bulunmayan boşluk, yani başka
bir uzay bölgesi oluştu.Bu durum karşısında Blaise Pascal,
kendine şu soruyu sordu “bu boş olan bölgede duyu organlarımla
algılayamadığım bir tür madde mi içeriyordu”Fakat o da
cevabı net olarak veremedi.
Daha
sonra Otto de Gueriche,lastik pompasını bulmasıyla
birlikte,bir kürenin iki yarısını birbirleri üzerine kapatıp,kürenin
içinde bir boşluk meydana getirdi. Öyle ki, bu boşluğun oluşturduğu
etki yüzünden küreyi karşılıklı iki yanından çeken 16
at,onu açmayı başaramadı. Bu da boşluğun var olduğunu gösteriyordu
Boşluk
ile ilgili çalışmalar 19 yy sonlarına doğru,alternatif görüşler
ışığında tekrar canlandı.Bilindiği gibi boşluk elde
etmenin tek yolu o bölgedeki tüm madde,enerji ,gaz...vb) tüm
etmenleri ortadan kaldırmak idi. Dolayısıyla, şimdi bunu
kafamızda daha iyi canlandırmamız için öncelikle,tam olarak
ayarlanmış, içinde bir pistonun rahatlıkla kayabildiği
ideal bir silindir olduğunu düşünelim. Başlangıçta,
piston silindirin dibine dayanır vaziyetteyken, yavaş yavaş
çekilmeye başlanınca ,silindirin dibinde boşluk oluşturmaya
başlar.Bu boşluğun da mutlak boşluk olması beklenir.Bu yüzden
de tekrar pistonu geri ittiğimiz taktirde, yeniden silindirin
dibine inmesi düşünülecektir.Fakat gerçekten bu beklenildiği
gibi oluşmamaktadır. Nedeni de Max Planck’ın bilimde devrim
yapan Kara Cisim Işıması Teorisidir ki, buna göre,piston,silindiri
ne kadar boşaltırsa boşaltsın,boş sanılan ortamın,silindir
çeperlerinin sıcaklığında termal radyasyona sahip olacaktır.Gerçekten
de silindirin içine hava sızmamasına rağmen ,silindir içinde
bir şeyler üretildiği ve bunun da pistonun ilk konumuna
gelmesini engellediği görülmüştür.Çünkü piston çekildiği
sırada çeperleri meydana getiren atomların elektronlarının
ısıl hareketlerinden ısıl ışıma yayınlanarak boşluğu
doldurur ve piston tekrar geri itilmek istenince bu ısıl
ışıma(elektromanyetik alan) bir gazın meydana getirdiği basınç
gibi kuvvet uygular.Dolayısıyla, ışımanın sıcaklığını
(basıncını)yok edip pistonun ilk konumuna gelmesini sağlamanın
tek yolu, bu ışımanın soğutularak çeperlere geri döndürülmesidir.Buradaki
ısıl ışımanın kaynağı elektromanyetik dalgalanmalar olduğu
için, onu mutlak Sıfır noktası olan(-273.16)dereceye kadar
soğutmak gerekecektir ki, Mutlak Boşluk sağlanmış olsun.
Fakat, bu durumda dahi kuantum fiziğin yasaları,boşlukta yine
bir kalıntı enerjinin var olduğunu göstermiştir.Dolayısıyla
boş olarak düşündüğümüz uzay, gerçekte boş olmayıp
titreşmekte olan elektromanyetik alanın (enerjinin)
dalgalanmalarından oluşmaktadır. Bu noktada var olan
Radyasyonun bir özelliği de saf bir durumda,sonsuza dek sınırsız
bir halde olmasıdır ve sıcaklığı gibi entropisi de sıfırdır.
Bununla
birlikte fizikçi Unruh da ivmesiz (sabit hızla hareket eden ya
da duran)bir gözlemcinin boşluk olarak gördüğü,algıladığı
bir halin yani gerçek parçacıkların olmadığı bir
durumdan, sabit bir ivme ile hareket eden bir gözlemci tarafından
tıpkı ısıtılmış fırın içindeki belli bir sıcaklık değerindeki
ışıma olarak algılanabileceğini göstermiştir.Değişen
ivmeli bir hareketin oluşturacağı algılama düşüncesinin,
boşluğun kuantumlaşması ile, genel görecelik arasındaki
ilişkinin varlığını gösteren ayrı bir deneyde Ünlü
Fizikçi Paul Davies ve Stephen Fulling tarafından,boşluktaki
bir ayna titreştirilip foton ışıması oluşturularak gösterilmiştir.
Mutlak
Sıfır enerjisinin var olabileceğini, Haisenberg’in ünlü
belirsizlik ilkesinin de öngördüğüne değinmiştik (Sıfır
Nokta Enerjisi-Sufizm ve İnsan/fizik). Şimdi, yine aynı
kavramı farklı
bir açıdan görmeye çalışalım.
Bu
ilke bize bir parçacığın pozisyonunu ve hızını aynı anda
tanımlayamayacağımızı söyler. Bu da bir alan değerinin (çekimsel
ya da elektromanyetik) alanın zaman içindeki değişim hızı
ile aynı anda ölçümleyemeyeceğimizi gösterir. Dolayısıyla,
bir alanın değerini ne kadar doğru ölçümlemeye çalışırsak,değişim
hızını da o kadar çok hatalı ölçeriz.Aynı şekilde bu
ifadenin tam tersi de doğrudur. Bunun sonucu olarak
bir alan asla sıfır olarak ölçülemez.Aksi taktirde,
bunun zıt anlamı, belirsizlik ilkesinin geçersiz olmasını
zorunlu kılar.Bu yüzden de tüm alanlar sıfır olmayacağından,sıfır
uzay,boş olamaz. Böylece evrenin her zaman ve her yerinde olan
bu uzay(vakum) daimi olarak fermion ve bozon çiftleri oluşturacaktır..
Bozon
olarak düşünürsek ,bu foton ya da graviton çiftleri sürekli
olarak ortaya çıkar ve bir çiftin iki parçası aynı yolu
takip ederlerken ,birden ayrılırlar fakat bu çok çok kısa
bir zaman sürdüğü için tekrar birleşerek birbirlerini yok
ederler.Eğer bu çiftler fermion iseler,bu sefer de fermion çiftlerinin
yarısı anti-fermion teneciklerinden oluşur ve aynı şekilde
yaratılmalarından çok kısa bir sürede birleşerek yine yok
olurlar(bozonların antileri yoktur). Bu noktada şöyle bir
soru sorulabilir:Evrenin toplam enerjisinin sabit olduğu göz
önünde bulundurulursa,bu durum evrende enerji dengesizliğine
neden oluşturmaz mı?Buna verilecek cevap “hayır” olur.
Çünkü tanecik çiftlerinin oluşması için vakumdan alınan
ödünç enerji,çiftlerin birbirlerini yok edip vakuma dönmeleri
ile birlikte geri ödenir.Alınan ödünç enerji ne kadar yüksek
ise tanecik çiftlerinin vakuma dönüş süreleri de ters orantılı
olarak o kadar kısa olur.Böylece bu denge evrenin toplam
enerjisine hiçbir şey ekleyip çıkartmaz. Zaten
madde-antimadde durumunda dahi pozitif enerjiye karşılık,negatif
enerji olması yine denge halinde olduğunu gösterir.
Vakumun
hakkında ilginç bir benzetme yapan fizikçi Sidney Coleman
bunu şöyle açıklamaktadır: “Sıfır şüpheli bir sayıdır.On
yıl boyunca,maaşınızı göz önüne almadan para harcadığınızı,sonunda
harcamalarınızla kazandığınızı karşılaştırdığınızda,ikisinin
kuruşu kuruşuna denk çıktığını düşünün,kozmolojik değişmezin
sıfır çıkması bundan daha da az bir olasılıktır”.Burada
ifade edilen kozmolojik sabit,Einstein ın ilk olarak durağan
ve genişlemeyen bir evren modeli için genel görecelik
denklemlerinde,kütle çekimine karşı itme gücü olarak,yerleştirdiği
bir sabittir.Fakat evrenin genişlemesi ortaya çıkınca Einstein bu durumu “hayatımın en büyük hatası”şeklinde
dile getirdi.Fakat günümüzde bu sabite,boşluğun hiçbir
maddesel yanı olmayan enerji yoğunluğu olarak yeniden
yorumlanarak evrenin enerji yoğunluğuna eklenir.Bunun nedeni
de,evrenin bugünkü genişlemesinin,vakumdaki bu yoğunluk
etkisinin,evreni şişirdiğini göstermesidir.
J.Wheleer
de,“boşlukta yer değiştiren bir elektronu,her türden
edimsiz parçacığın oluşturduğu bir çorba içinde yüzüyor
ve onların sürekli saldırısına uğruyor olarak düşünebiliriz”
demişti.Bu görüş ışığında,vakumun bir diğer ilginç özelliğini
gösterebiliriz.Bilindiği üzere,dört temel kuvvetten
elektromanyetik kuvvet ile gravitasyonel kuvvetin mesafelerin kısalmasıyla
etkinliklerinin artmasına karşın,diğer iki nükleer kuvvette
bu, uzaklıkların artmasıyla kendini göstermekte ayrı bir
deyimle mesafe kısaldıkça etkinliği azalmakta idi.Dolayısıyla
bir kuark çifti birbirlerinden ayrıldıkça daha büyük
kuvvetlerle birbirlerine doğru çekilecekleri için doğada
serbest olarak bulunamazlar.Bunu göz önüne aldığımızda,boşlukta
bulunan yüklü bir parçacık,vakumdaki sanal tanecik
çiftleri tarafından,sarılır. Fakat parçacığın
sahip olduğu yük nedeniyle bu çiftler birbirlerinden ayrılır
ve zıt yüklü olan sanal tanecikler, yüklü taneciği
sarmalar. Diyelim ki, bu yüklü parçacık proton olsun,o zaman
bu sanal tanecikler elektron olacaklardır.Eğer yüksek
enerjilerde herhangi
bir yüklü parçacık yakınından
geçerse bu bulutun içine dalabilir ve protonla düşük
enerjide olduğundan çok daha kuvvetli bir şekilde etkileşmeye
girebilirler.
Kuarklarda
ise,yukarıdaki nedenden dolayı tam tersi olacaktır.Bu yüzden
kuarklar,aynı renkteki sanal kuark ve gulonlar ile çevrelenecektir.
Dolayısıyla, yine yüksek enerji ortamında geçen bir kuarkın
daha derine girerek daha
az renk görecek ve daha zayıf bir kuvvet hissedecektir(Kuantum
renk dinamiği,güçlü nükleer etkileşimleri açıklayan alan
kuramıdır.)
Daha
önceden de bildiğimiz gibi, karadelikler enerji ve parçacık
yayımlamakta idiler.Bunun nedeni de uzay boşluğundaki alanların
pozitif ve negatif yöndeki dalgalanmalarının oluşturduğu
parçacık çiftleri idi (bkz. Karadelikler IV-Sufizm ve İnsan).Çünkü,
karadeliğin yüzeyi olan olay ufku için her ne kadar,fiziksel
ya da algılanabilecek somut bir şeyden bahsedilse de, gerçekte
burada var olan sadece mutlak boşluktur, yani vakum. Dolayısıyla,karadeliklerin
olay ufku limitinde uzay-zaman kıvrımlarının maksimum değerlere
ulaştığı ve vakuma indirgendiği bölgelerdir.
Şimdi
biz bu parçacık çiftlerini,Hawking radyasyonunda,bir ortaya
çıkıp ve çok kısa bir zaman içinde yok olan planck
mesafesindeki 10 üssü
(-33)cm yarıçaplı mini karadelikler olarak düşünebiliriz.Böylece
makroskopik dünyamızda düz olarak gördüğümüz,algıladığımız,
şişmekte olan balon yüzeyine benzer evrenimizi,mikroskopik
boyutlara inilmesiyle birlikte,kuantum fiziğinin (belirsizlik
prensibinin) neden olduğu bulanıklığın ve dalga/parçacık
ikileminde öngördüğü biçimde taneciklerin,mikroskopik
titreşimle titreştiğini ve titreşen bu enerji alanlarının
da mini karadelik çiftlerini meydana getiren
köpüğümsü yapıyı oluşturduğunu
görürüz.
Sınırsız
sayıdaki evrenlerden biri olan evrenimizin çok yüksek sıcaklıkta
ve belirli yoğunluklu bir sıvı içinde kabarcıklar şeklinde
meydana getirildiğini (ki ;bu kabarcıkları boşlukta balonların
şişmesine benzetebiliriz)söyleyen Fizikçi J.Richard Gott
Hawking, radyasyonunu zamanın başlangıcındaki erken
evren modeline uygulayarak,olay ufuklarının sürekli olarak ısıl
ışıma üretmelerinden faydalanıp zemin radyasyonun*neden tüm
evren boyunca düzgün bir biçimde dağılmış olduğunu açıklamaya
çalışmıştır.Ona göre De Sitter (vakum) uzayı homojen bir
biçimde,tıpkı akışkana benzer Hawking radyasyonu ve olay
ufukları ile doludur.Bu olay ufukları da negatif bir basınca
neden olarak (artı basınç büzülmeyi temsil etmektedir) bu
uzayı genişletir,şişirir. Bu genişlemenin sistemi;yeteri
derecede birbirinden uzak iki nokta arasındaki mesafe ,ışığın
birinden diğerine ulaşmasını engelleyecek bir biçimde ayrılması
durumunda bir olay ufkunun oluşmasıyla meydana
gelmektedir.Benzer deyişle, Hawking radyasyonu olay ufukları
üretir,üretilen olay ufukları da aynı şekilde radyasyon.Böylece
bu radyasyon,kabararak evrenin genişlemesine neden olan akışkan
olur ve bu da De Sitter uzayının şişmesini meydana
getirir.Bu döngüsel tez plank mertebesinde gerçekleşmesiyle
bilinen madde ve enerjiyi oluşturur.Gott, bundan önceki dönem
olan 10 üssü (-44) sn ve öncesindeki evrenin ise tıpkı bir
koka kola köpüğündeki kabarcıklar biçiminde mevcut olduğunu
söyler.Zaten Planck enerjisi olan 10 üssü (19)Gev.’lik
enerji üzerinde(planck enerji duvarı)uzay zamanın düzgün süreklilik
davranışını terk ederek,köpüğe benzer bir yapı kazanacağı
beklenmekte idi.
Evrenin
Kısa tarihi adlı eserin yazarı olan Fizikçi Joseph Silk’de
bu mini karadeliklerin,maddenin ilk tekillik sırasındaki
veya ondan hemen sonraki durumu temsil etmelerinden dolayı,
bunlardan meydana gelen köpüğün oluşturduğu dalgalanmaların
büyük Patlamanın ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza
çıktığını söyleyerek,evrenin kozmik saatinin ilk tik
taklarına başladığı bu an öncesindeki,belirsiz bir zaman
boyunca, sürekli olarak yaratılan ve yok olan planck kütleli
karadeliklerden oluşan bir kuantum köpüğünün,er geç
ortaya çıkması kaçınılmaz olan bir dalgalanma ile büyük
patlamaya yol açan genişlemeyi tetiklediğine inanmaktadır.
S.
Hawking ise, bizim evrenimizin başka bir evrenden doğabileceğini
belirterek bu durumu şöyle ifade etmektedir
“Evrenimiz,birbirine eklenmiş,uçsuz bucaksız bir petek gibi
uzanan,bebek ve yetişkin evrenlerden oluşan bir labirentin parçası
olabilir ve birden daha fazla noktada solucan delikleriyle bağlanabilir.Solucan
delikleri de,evrenimizi kendi parçalarıyla
diğer zamanlarla birleştiriyor olabilir.
Yine
kuantum fiziğine göre,evrende mevcut olan her şey, aslında
değişik frekanstaki kendine has bir enerjiye sahip çeşitli dalgalardan meydana gelmekte idi. Eğer bu dalgalardan
birinin taşıyabileceği en az miktardaki enerji hesaplanırsa,
uzay boşluğunun her bir cm. küpünün evrenin bütününe ait
olan toplam enerjiden çok daha büyük enerjiye sahip olduğu
ortaya çıkar.Bu yüzden de David Bohm tüm bilim adamlarını
bu sonsuz enerji okyanusuna odaklanmalarını, aksi taktirde,içinde
yüzmekte oldukları okyanustan haberdar olamayan balıkların
konuma düşeceklerini belirterek şunları söylemektedir “
Bir kristal, Mutlak sıfır noktasına dek dondurulacak
olursa,kristalin içindeki elektron akışı dışarıya
elektron saçmadan sürüp gidecektir.Eğer ısı yükseltilecek
olursa,kristalin içindeki çeşitli çatlaklardan saydamlıklarını
yitirdiği görülecek,başka bir deyişle bu çatlaklar dışarıya
elektron saçmaya başlayacaklardır.Elektron açısından bakılacak
olursa ,kristalin içindeki bu gibi çatlakların hiçlik
denizinde yüzen “madde” parçaları gibi görünmesi
gerekir,ama durum böyle değildir.Bu yüzden Hiçlik ve madde
parçaları birbirlerinden bağımsız olarak var olamazlar.Her
ikiside aynı kumaşın ,kristaldeki daha derin düzenin yansımalarıdır.”
Böylece
madde ve enerjiye,boşluktan ayrı bir yapıya sahip olmaksızın,uzay
–zamandan bağımsız sonsuz enerji okyanusun (yani Wheleerin
de öne sürdüğü boş vakum uzayı)farklı iki belirişidir
diyebiliriz.Ayrıca vakumun uzay ve zamandan bağımsız olması
,onun bir anlamda ölümsüzlüğü demektir.Bu yüzden tüm
varlığın nedeni olan fermion ve bosonların bütün temel özellikleri
(kütle,yük,enerji,dönme...vb) bu varlık kuyusunda aynen
muhafaza edilir.Dolayısıyla bu kuyudan meydana gelen
evrenimiz,bir gün kendi üzerine çökerek bir karadeliğe dönüşse
bile,vakum varlığın devam ettirecektir. Bu konuda “Kuantum
Benlik” kitabının yazarı fizikçi Danah Zohar şunları söylemekte
“Tanecikler tek tek vakumdan dışarı yükselip kısa bir süre
var olurlar,daha sonra diğer parçacıklarla birleşip ya yeni
bir şeyler oluşturur ya da çıktıkları kaynağa geri dönerler.Fakat
bu kısa ömürleri boşuna değildir.Eğer iki temel parçacık
buluşup tek bir vücut olurlarsa,her biri kendi başına var
olmaya son verirler,fakat oluşturdukları yeni parçacık,
onların kütlelerinin özüne sahip olacaktır. Eğer bir nötron
dağılırsa, onun kütlesi,yükü ve dönmesi,elektron,proton
ve sonuçta oluşan anti nötrino içinde olduğu gibi
korunur.Dolayısıyla meydana gelen her kuantum olayı,izini,ayak
izlerini,zamanın kumları üzerine bırakır”
Bu
durum,aynı zamanda sonsuz enerji okyanusunun holografik özellik
göstermesiyle birlikte,bilinç özelliğine de sahip olduğunu
gösterir.Fizikçi Walker,gizli değişkenlerin bu boyutta
bilince eşitlerken ,diğer bir fizikçi Muses da bilinci
kuantum vakum potansiyeline sıkıştırarak “durum vektörünü
çökerten bilincin kendisidir”der.Görünen maddenin,olağanüstü
bir büyüklük ve potansiyeldeki bir örtük fiziksel enerji
denizine dayalı olduğu ve denklemlerin de bu örtük düzeni
betimlediğini söyleyen Bohm, yine “madde bu devasa vakum
potansiyelinde küçük bir dalgacık gibidir... Bu örtük düzen
bizim madde dediğimiz şeyin çok ötesindeki bir gerçekliği
içerir.Maddenin kendisi bu arka planda salt bir dalgacıktır”
diyerek kuantum potansiyelini (elektromıknatıssal alan olan)
bu enerji okyanusu olduğunu belirtir.
Bu
alanlar hiçbir parçacık içermediği, ancak tüm parçacıklar
bu alandaki gerilimlerinden meydana geldikleri için bu alana Büyük
Birleşik Alanlar olarak bakılmaktadır.Amerikalı fizikçi
David Finkelstein şöyle söylemekte “vakum kuramı,her şeyin
teorisi olarak görülmektedir”.Varlığın bu alandaki yerini
kafamızda daha iyi canlandırmamız için,her şeyin seslerden
meydana gelmiş,ses dünyasında var olduğunu düşünelim, bu
taktirde vakum bir davul derisi ve çıkardığı sesleri de o
derinin titreşimleri olarak görülecektir.
Aşkın
bir yaratıcıyı,içkin bir kavrama taşıyan tüm bu ifadeler
(panteizm ile bir ilgisi yoktur) Piskopos Berkeley tarafından,
dualist anlayıştan farklı olarak var olmanın (mutlak bilinç
açısından)algılanmak olduğu görüşü şeklinde açığa
çıkar.Ona göre varlık ve algı, Mutlak Bilinç içinde Bir
ve Tektir.Dolayısıyla varlıklar (dışımızda var olan)
bilinç tarafından algılandıkları için değil, Bilinç
onların var oluşu olduğu için vardırlar.Yani,varlıkların
ayrı bir Mutlak Bilinç tarafından görülmesiyle değil,varlıklar
bu Bilincin yansıtıcıları olarak mevcuttur.Ve Berkeley
ekliyor “Bilinç o şeye bakarak bir şey yaratmaz,çünkü
basitçe o şeydir.Bu nedenle özgül algılar fikri geçersizdir.”
Fritjof
Kapra ise
“Evrenin temel tekliği atomik düzeyde apaçık hale
gelir ve insan atom-altı
parçacıklar alanına daha derinden nüfuz ederken bu Teklik,
kendini daha çok görünür kılar.”Dolayısıyla bu gerçek
bizlerin çevremiz ve evrenden ayrı,bağımsız bir yapıya
sahip olmadığımızı gösterir.Eğer dalga/parçacık
ikilemini de göz önünde bulundurursak, iç zaman içinde
beyinlerimiz parçacık
yanımızı temsil ederken ,dış zaman içinde şuursal yanımız,yerel
olmayan (ışık hızı ile sınırlanmayan) dalgasal özellikli
yanımızı gösterir ve iç zaman içinde ortaya koyduğumuz tüm
eylem ve fiillerimiz,bireysel şuurumuzun heyecanlanmaları ,düşünceleri
sonucu ortaya çıkarken,dış zaman yönümüzle de,evrensel şuurdaki
tüm hayat biçimlerinin dalgasal yanları ile irtibatlı
olarak,kozmik bilincin düşüncelerini deneyimleyip Quantum Ölümsüzlüğünü
yaşar.Tıpkı her şeyin vakum potansiyel alanının düşsel
tekilliği içinde varlık kazanmaları gibi.
Bu
noktada A.Huxley “normal daraltıcı algısal modumuzu bir
yana bırakırsak,gerçekliğin kaynağı ya da matrisi ile uyum
içine girebiliriz”derken buna paralel olarak J.A.Wheleer de
“evrenin ne kadar acayip olduğunu,onun ne kadar basit
olduğunu kavradığımızda anlayacağız”der.
Evrensel
şuurun kendini bilimsel
yolla açıklamayacak şekilde davrandığını, bu yüzden de
bu sınırın bilim kısmında kalmayı yeğleyen S.Hawking de eğer
her şeyin kuramını keşfedebilirsek,kozmik şuura ait olan
zihni tabanda da olsa öğrenme durumuna ulaşabileceğimizi söylemektedir.
Buna
yakın görüş olarak Danah Zohar da “eğer evrimleşen
bilimcimiz,evrendeki yerini gerçekten anlarsa ,kendimizi mutlak
şuurun zihnindeki düşünceler olarak görebileceğiz”demektedir.
Din
kavramının evrensel bir sistem olduğunu ve bu sistemin de beş
duyu ve ona dayalı kavramlar açısından tam olarak algılanamayacağını
(ki bu kavrama kâğıt üzerinde anlamak da denir) dolayısıyla,
bunu değerlendirmek,hissetmek ve yaşamak için,Kozmik Bilinci
en geniş skalada yansıtan Resullerin ortaya koydukları gerçeklere
kulak verilmesi gerektiğini söyleyen bir islam mistiği de görüşlerini
şöyle dile getirmektedir:
“
Hava,
yoktur uzayda!…Su da, yoktur!.Yerçekimi de!Karanlıktır
uzay!… Soğuk!… Duygusuz!.“Can”lıdır uzay!…“Şuur”lu…“Dalga”lı!.Kuşatmıştır
Cehennemi; hiç kalır indinde Cennet!…Kucaklamıştır
Cennet'i, sütüyle besler, hünerlerini seyreder!.Uzay kapsamlıdır…
Varlığıyla var etmiştir insi cinni, melâikeyi… Seyreyler
onlarda kendini… Havada, ateşte, toprakta suda!. Bunlardan
meydana gelen tüm varlıklarda…Varlığıyla “can”lı kılar
hepsini!…Havayla yaşarız biz; suyla yaşarız; toprakla, ateşle
yaşarız biz!. Beşinci elementimiz, uzaydır bizim!.Uzaydan
geldik; uzaya gideriz, varabilirsek!.“Esmâ”dır uzay!…
Mazharı sıfattır uzay!.. Hayâldir uzay!.Sükûndur; barıştır;
hoşgörüdür uzay!.Kozasız yaşayamazsın uzayda!. İçinde
yok olup kozasız kalamazsın uzayda!. Gerçeğiyle yüz yüze
gelemezsin uzayın… Çünkü sen, insanısın dünyanın!..Çamurdan
yaratıldın; toprakla gıdâlandın, suyla beslendin, ateşle
yaşıyorsun!.Yiyorsun, yeniliyorsun, bir fasid daire içinde yaşamını
sürdürüyorsun!.Sen ey beşinci element… Bilir misin
kendini?.. Sudan, topraktan, havadan, ateşten öte benliğini?
Uzay kökenliliğini!.Uzayın bölünmez parçalanmaz tekilliğini!.Sanırsın
ki uzay bir havasız boşluktur… Karanlıktır… Cansız, şuursuz
bir varlıktır!Oysa uzay, nefesi Rahman; saltanatı Subhan’dır!.Onunla
vardır, boyutlar; onunla kâimdir dünyalar… Onunla dâimdir
bitmez tükenmez yaşamlar!.Cennetin onunladır; kozan
onunla!… Yemeğin onunladır, suyun onunla… Nefretin onadır,
sevgin onunla!.Kurtarırsan beşinci elementini dördünün kaydından;
algılarsın ki, her şeyindir uzay!.. Dalgalarıyla kâim her
şey… Dalgalarıyla açığa çıkmada… Dalgalarıyla
seyretmede… Dalgalarıyla “ben” olup yaşamada yine
kendinde!....Tenezzül etti hava oldu; tenezzül ateş oldu;
tenezzül etti toprak oldu, su oldu; tenezzül etti “sen”
oldu; ya sen nereye gideceksin beşinci element?Toprağı mı
mekân tutacaksın, suyu mu; havayı mı mekân tutacaksın ateşi
mi?Yoksa uzay mı mekânın olacak, mekânsızlıktır mekânım,
diyerek!.Sen ey beşinci element… Sen ey maddeden doğma, beşinci
boyut varı!…Bil ki, vatan sevgisi îmândandır.. Gel dön
vatanına!… Mekânsızlık otağına; DOST katına!…
“Can”la canlanmış olarak… “Rûh”la, ruhlanmış
olarak… Tanı kendini, aş bedenini; seviyorsan özün olan
“Ben”ini..Uzayı tanı, uzayı bil!.Uzaydır, Rahim; uzaydır
Halîm; uzaydır Kerîm, uzaydır Azîm!.
Yansıdı
aynaya, uzay koydu, adını;
yarattı mahlûkatı, “adı”yla ayrı koydu varlığını…Hep,
gönüller BİR olası…Uzay bağı, HAK bahçesi!…Erenleri,
gül goncası!.Sanma uzay gayrıdır!… Hak ayrıdır, Uzay
gayrıdır!… Sen seni bilmezsen, HAK, zannında ayrıdır!.Bil
ki sözün amacı…TEK’liği bilmeyen; RASÛL’e kulak
vermeyen; Kur’ân'a yönelmeyen, “uzay” nedir bilesi değil!.”
İstanbul
- 18.04.2001
http://sufizmveinsan.com
*Zemin
radyasyonu,arka fon ışıması olarak da isimlendirilen bu
radyasyon, evrenin ilk oluşumunda açığa çıkan büyük
enerjiden arta kalan radyasyondur ki (uzayın her noktasında
aynı değere sahiptir), evren genişledikçe sıcaklığı düşerek,günümüzde
bu 5,7 cm dalga boyunda ve (- 270) derecede olduğu tespit
edilmiştir.
İç
zaman; lineer zamandır. Yani saatlerimizle ölçümlediğimiz
zaman.
Dış
zaman;bizim beş duyumuzla algıladığımız evrenimizi aşan bölümünde
bulunan, zamansızlık boyutunu
da kapsayan, lineer olmayan zamandır.
Birleşik
Alanlar teorisi II’ ye ek:Tanecik fiziğinde,C,P,T olarak
adlandırılan simetri özelliklerinden,C;bir parçacığın
antisi ile,P;bir parçacığın aynadaki görüntüsü(yani sağ
ile sola dönüşünün yerini değiştirilmesinde),T;bütün
taneciklerin hareketinin geriye doğru götürülmesi ile yer değiştiğinde,
taneciklerin özelliklerinin değişmeyip aynı kalması
demektir.Örneğin,C,P simetrisinde maddeden yapılmış bir yıldız,anti
maddeden yapılmış yıldız ile aynı görünür. Bu duruma
T’yi eklersek nedensellik ilkesi ters çevrileceğinden,zamanın
simetrisi bozulacaktır. Günümüzde bazı atom altı etkileşimlerinde
bile P,C simetrisinin korunmadığı görülmüştür. Mesela
tanecikler C simetrisine uymuyorlarsa, bunun anlamı,karşı
taneciklerden yapılmış olan evrenin bizim evrenle aynı
yasalara uymayacak olmasıdır.
Kaynakça:
Ahmed
Hulusi-Sistemin Seslenişi/Uzay
Kuantum
Benlik:Danah Zohar
Maddenin
Son Yapı taşları:Gerard,t Hooft
Evrenin
kısa Tarihi:Joseph Silk
Holografik
Evren I,II:Ken Wilber
Uzayın
Sırları:Taşkın Tuna
Zamanın
Kısa Tarihi:S.Hawking
S.Hawking
ile Zaman Ve Uzayda gezinti: Kity Fergusuon
S.Hawking’in
Evreni:John Boslough
Fiziğin
Tao’su:Fritjof Kapra
Karadelikler:
John Taylor:
İlk
Üç Dakika: Steven Weinberg
Çağdaş
Fiziğin Temel Kavramları:Arthur Beiser
Tubitak
Bilim Ve Teknik Dergisi:Şubat-87 / Temmuz-90 /Temmuz-97/
Ekim-97/Nisan-99/Ekim-2000/
|