Bir
önceki yazımızda, Hz Muhammed (sav)’ in Özüne yönelik zumlama
olan Miracın da Cebrail (as) ile olduğunu belirtmiştik. Elbette
Miraç hadisesinde Resulullah’ın orada müşahade ettiği meleklerle
ya da meleklerin kendi arasındaki diyalogları, tasvir edilen
olaylar...vs de algıladığımız türden benzerinin olmaması
sebebiyle, aklımız almayacağı için kullanılmış mecazi
anlatımlardır. Yine miraç içerisinde Kudüs’ten gök katlarını
gezmesi olayı da sonsuz parçalardan oluşmuş bir evren, bir de
her neresiyse ondan ayrı evren ya da farklı boyutlara gidip
onların içinde bir birim olarak gezip dolaşması değil, Ruh gücü
ve algısıyla (Fetih özelliğini kullanarak) kendi Öz boyutlarına
doğru Gök (Sema, Bilinç) katlarını holografik bir biçimde mekân
ve zaman kaydı olmaksızın, bir anda tüm ayrıntılarıyla bizatihi
müşahade etmesi, görmesidir.
Burada çok
önemli bir nokta da, Gök (Sema) katları olarak ifade edilenin
güneş sistemimizdeki Plütona kadar olan planetlerin maddi
yapıları ve yörüngeleri değil, bunların temsil ettikleri
sonsuz-sınırsız Bilinç (Mana) – ışın boyutlarına karşılık gelen
yapılarıdır. Biz bu miraç olayını, Resulullah’ın Özüne ait olan
ve Evrensel Sistemde katman- katman sayısız işlevler meydana
getiren Meleki Güçlerle yani, kendindeki sayısız melekeleri
harekete geçmek suretiyle aslına-hakikâtine yapmış olduğu
yolculuk da diyebiliriz. Yine Miraç da Resulullah’ın Kabı
Kavseyn Ev Edna makamında Rabbiyle görüşmek üzere geçtiği ve
Sidre-i Münteha olarak isimlendirilen, Cebrail (as) ‘ın da
“ bir adım daha atarsam
yanarım”
diyerek onu yalnız, tek başına bıraktığı bu boyutsal sınırda
yani, manaların (Allah’ın güzel isimleri olan Esmaül Hüsna’ nın)
belli terkipler halinde maddeye daha doğrusu( ki bu bizim
anladığımız anlamdaki madde olmayıp onu da oluşturan) enerjiye
dönüştüğü ya da manaların yoğunlaşarak bir alt boyutta enerji
olarak ortaya çıktığı boyutta ise, tüm meleki güçler terk
edilir, bırakılır. Çünkü Ruh adlı Melek ve Ondan meydana gelmiş
tüm melekler, bu boyutsal sınırdan itibaren var olmuş
yapılardır. Bu sınırın üstü olarak tarif edilen Allah’ın ilminde
ise birer ilmi suret olarak yer alırlar. Bu yüzden Cebrail
(as), bu sözüyle, bu boyutu geçtiği anda varlığının başka şekil
ve suretle devam edeceğini belirtmektedir.
Suretten
bahsetmişken, tüm boyutları göz önüne aldığımızda “suret”
kavramı da çeşitli boyutlarda farklı biçimlere, bildiğimiz
anlamın ötesinde suretsiz suretler şekline dönüşürler. Bu
nedenle, tüm varlığın bildiğimiz ya da bilemediğimiz, ancak
kendi boyutlarınca var olan bir sureti bulunduğu, bizim maddesel
sureti düşündüğümüzde ise, katman- katman hücresel, moleküler,
atomik atom altı parçacık- enerji suretleri olduğu gibi, yine
tüm bu varlığın Evrensel hologram boyutunda birer girişim
halinde enerji ve bu enerjinin kaynağı ve onu yönlendiren
terkipsel manasal (anlamsal) suretleri mevcuttur ki, bunlar da
Allah’ın ilminde, Salt ilim boyutunda ilmi suretler olarak yer
alır. Tüm bunların Özünde de suret kavramının hiçbir şekilde söz
konusu olmadığı Salt İlim (İlim sıfatı) ve bunun da özünde Zati
İlim bulunur.
Dolayısıyla
melekler bir postacı gibi işlevler meydana getiren yapılar
değil, mertebeler (boyutlar) arası bağlantıları sağlayan, kuran
ve bu yönüyle Allah ve kulları arasında aracılık (elçilik) yapan
varlıklardır. Tüm varlıkta Onun esmasının açığa çıkmasını
sağladıkları için Allah’ın Resulleridir. Ancak melekler (yaygın
kanıya göre) bildiğimiz, anladığımız anlamda ayrılmış,
belirlenmiş bir sınırın hemen gerisinde bekleyerek ötesinde
bulunan bir Tanrıdan ya da varlık veya varlıklardan emir,
talimat, mesaj...vs alarak görevlerini icra etmezler.
Bunun
yerine, Özlerinden
gelen,
beliren bilgi istikametinde faaliyetlerini sürdürürler. Keza,
dört büyük Melek de görevlerini kendilerinde bir katman olan ve
mikro-plandan, makro-plana kadar tüm boyutlarıyla evren içre
evrenlerin bilgi kodlarının (şifrelerinin) kayıtlı bulunduğu
boyutu yani Levhi Mahvuzu Okuyarak ifa ederler. Ricali Gayb’ın
çalışma biçimi, vazifelerini hiyerarşik bir sistemle yerine
getirmeleri de yine aynı şekilde dıştan, fiziki bedenle
karşılıklı görüşmeler şeklinde olmayıp tamamen içten dışa doğru
yansımalarla gerçekleşmektedir.
Şimdi çok
önemli bir noktaya geldik, O da Arz – Arş kavramıdır. Arş:
Allah’a ait isimlerin (esmaül hüsnanın) bir terkip halinde
kuvveden fiile çıktığı sınırdır ki, bu sınırla birlikte çokluk
(efal yani fiiler) âlemi dediğimiz boyut meydana gelmiştir. Daha
doğrusu yaratılmıştır. Çünkü, yaratılma bu sınırdan itibaren
olmuştur. Bu yüzden Arşın üstünde yaratılmışlıktan söz edilemez.
Farklı bir deyişle Arş, Allah’ın soyut özellikleri ile soyutun
somuta dönüştüğü sınırdır ki, Arş da soyuttur. Arş’ın altı ise
“Arz” olarak ifade edilmiştir. Buradaki çokluk (Efal) boyutundan
kasıt ise, algılayabildiğimiz ya da algılayamadığımız tüm
boyutlarıyla sonsuz-sınırsız Varlık ya da Kâinattır. Yani
makro-kozmos dediğimiz planetlerden yıldızlara, yıldız
kümelerinden Galaksilere ve Galaksi kümelerinden sonsuz-sınırsız
evrene ya da bu yapıların katmanları olan ve mikro-kozmos olarak
isimlendirdiğimiz moleküllerden atom ve parçacıklara, parçacık-
enerji yapısından holografik dalga biçimli enerji denizi ve
nihayetinde Salt Enerji ye kadar hepsi çokluk boyutu olarak
ifade edilmektedir. Bu sebeple tüm İnsan, Cin, Melek, berzah,
mahşer, cennet, cehennem hep bu çokluk boyutu içinde yer alan
varlık ve boyutlardır.
Sistemin tüm
boyutlarıyla holografik bir nitelikte olması nedeniyle, buradaki
çokluk kavramını da bildiğimiz anlamda parçalardan oluşmuş bir
yapı olarak düşünmemeliyiz. Bu yüzden Ruh Adlı Melek her ne
kadar bize ve ondan meydana gelmiş tüm varlıklara göre
yaratılmamış (yaratılmaktan münezzeh) ise de, Allah’a ait soyut
özelliklerin somuta dönüştüğü sınırda beliren ilk birimsel
Varlık, sonsuz-sınırsız bölünmez- parçalanmaz ilk Tekillik
olması dolayısıyla Allah’ın İlmine göre yaratılmıştır. Bu yüzden
Salt Enerji, holografik özellikli Elektromanyetik dalgalar adı
altında yine sonsuz-sınırsız tüm varlığı kendi ilminden ve
kudretinden meydana getirmiş olmasına rağmen bu Ruh Adlı Meleğe
Allah denmemekte ve denemez de. Ancak Allah kendi ilmiyle,
ilminden meydana getirdiği bu Ruhu Azama bütün özellik ve
vasıflarını da yüklemiştir. Bununla birlikte, bu yaratma durumu
da Tanrısal anlayışta olduğu gibi, bir yer ya da boyuttaki
mekanda yer alan bir varlığın bundan ayrı bir boyuttaki mekan ya
da mekanları meydana getirmesi anlamında olmayıp Allah’ın kendi
Zatındaki özellik ve vasıflarının manalarıyla varlıkları
yokluktan, hiçlikten oluşturması, onlara varlık vermesidir ki,
bu da tamamen mekan içermeyen boyutsal bir olaydır. Ayrıca, Ruh
adlı Meleğin ve tüm Meleklerin Allah isim ve sıfatların
manalarının Arşın altına tenezzülü ile oluşan İlk Mana Varlık ve
bu varlıktan meydana gelmiş manasal varlıklar olmaları nedeniyle
Arşın Üstünde Melek (Melekler), daha doğrusu yaratılmış hiçbir
varlık mevcut değildir. Bununla birlikte tüm kainat holografik
enerji dalgası halinde kendisini meydana getiren Salt enerjiye
nispetle hayal hükmündeyken, Salt Enerji (Ruh Adlı Melek) de
aynı şekilde Allah’ın İlmine (Salt İlim boyutuna) ve Zatına
nispetle bir hayal hükmündedir.
Tüm bunları
göz önüne alarak hep yanlış anlaşılan bir duruma da açıklık
getirmemiz gerekir. O da Evrensel Sistem Ve Düzenin de Allah
olmadığı ve olamayacağıdır. Yani Allah’a Evrensel Sistem Ve
Düzen denmeyeceği gibi, bunun yanında “Kozmik” kelimesi de
kullanılamaz. Çünkü bu kelimeler, tanımlamalar hep yaratılmışa
ait olan ifadeler için kullanılır. Mutlak anlamda Evren, Kainat
için ya da Mutlak Kitap veya Cebrail (as), Mikail(as)...vb
meleklerle Ruhu Azam ve ondaki Bilinç için sırasıyla Kozmik
Evren –Kozmik Sistem Ve Düzen, Kozmik Evrensel Kitap (Sistem
Kitabı), Kozmik (Evrensel) Varlık yada Varlıklar, Kozmik
Evrensel Bilinç tabirleri kullanılabilir ama Allah için bu ve
benzeri tabirler olamaz ve de kullanılamaz. Ancak Allah’a
nispetle Salt İlimden (İlim Sıfatından), Kudret
Sıfatından...bahsedilebilirken Varlığa nispetle de Aklı Evvel
(Kozmik Bilinç) den, Salt Enerjiden,... söz edilebilir. Aynı
durum Din kavramı içinde aynen geçerlidir. Çünkü Din dediğimiz
şey de “ Allah İndinde Din İslam’dır” Kuran hükmünce
Allah’a aittir ve onun katındandır. Bu yüzden Musevilik,
Hıristiyanlık, Müslümanlık adı altında gerçekte yegâne tek din
olan İslam Dini için de Kozmik Din tabiri kullanılamaz. Çünkü
İslam Dini bir Kozmik Din değildir. Dini hükümlerin yazılı
olduğu Levhi Mahvuz boyutundaki Mutlak Kitap için Evrensel,
Kozmik kelimesi kullanılsa da, Dinin Allah’a ait bir şey olması,
onun belirleyicisinin, ortaya koyucusunun Allah olması
bakımından dinin kendisi için bu tür tanımlamalar yapılamaz.
Oysa, kendi
bilincini evrende işleyen sistemin bilinciyle özdeşleştiren (o
bilinç olarak kendini gören) ve kendini sadece bu bilinç ve
kuvvetten ibaret olduğunu bu yüzden de gerçekte yaratılmış
boyutta, Arzda bulunmasına karşın, panteist anlayışa yani,
terkiplerden oluşan sonsuz-sınırsız Bütünlüğe dayalı bir biçimde
yaratılmadığını vehmeden Deccal ise, kendine seçtiği
peygamberler (medyumlar) aracılığıyla insanlığa yol gösterici
olarak gönderdiği kitabında, dinlerin sona erdiğini, bunun
yerine artık yeni bin yıllık Altın Çağ dönemde kendi Kozmik
Dinin geçerli olduğunu açıkça bildirmektedir. Elbette Kozmik
Dini gönderen bir Tanrı da Kozmik olacak ki, kendisini de Kozmik
bir Varlık şeklinde nitelendirebilecek ve bu Kozmik güçlerle de
bedenlenerek insanlığı güya meleklerinin gerçekte ise Cinlerin
yardımlarıyla kendi Tanrısallığına tapınma şartıyla dünya
cenneti yaşantısına sokacaktır. Evrenin Nar katmanındaki bilinç
ve enerji özelliklerine en geniş anlamda sahip olarak bu boyutun
kudretiyle insanları birçok alanda acze düşürecek olan Deccalin
basit, sıradan bir varlık olmadığını ve insanların büyük
çoğunluğunu etkileyeceğini de göz ardı etmemek gerekir.
(Akıl Ve
İman / Kendini Tanı / Hz Muhammed Neyi Okudu – Ahmed Hulusi /
Zaman Ötesi- Rahman Suresi – Akıl, İman, İkan /Ahmed Fevzi
Yüksel /
www.sufizmveinsan.com /Cuma sohbetleri, tasavvuf)
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 03.05.2005
http://sufizmveinsan.com
|