Arz - Arş
2.Bölüm

Günümüzün geleneksel bilimi big- bang’ in 10 üssü (-43). sn’ den günümüze kadar olan safhasını somut, 10 üssü (-43) sn ile 0. sn arasını ise, bu somut duruma göre soyut olarak kabul etmekte 0. sn ve ondan öncesinde neler olduğu hakkında en ufak bir fikir yürütemediği, öne süremediği, bu durumu tanımlayamadığından bu boyut için hiçbir şeyin mevcut olmadığı anlamında “hiçlik”, “yokluk”...gibi tarifler getirmektedir. İşte maddeci görüş de 0. sn ile 10 üssü (-43). sn ler arası yaratılışın soyut safhasının kuantum enerji dalgaları halinde mevcut olduğunu ve sadece bizim evrenimizin değil, sonsuz sayıdaki evrenlerin bu kuantum enerji boyutunda her biri bir evreni barındıran ve bir anda var olup tekrar bu kuantum enerji alanına (denizine) geri dönerek yok olan üstelik   tamamen rastgele belirsiz davranışlar sergileyen foton parçacıklardan bazılarının tesadüfi olarak patlaması, açılması sonucu bilebildiğimiz ya da bilemeyeceğimiz evrenlerin meydana geldiğini söyler (somut safhadaki parçacık ve enerji alanları da yine bu kuantum enerji alanının çeşitli boyutlarıdır). Bilincin ise, kaotik yapılı kuantum bilinç olarak bu enerjinin varlığıyla var olduğunu, bu yüzden 10 üssü (-43) sn’ den başlayarak enerji- parçacık halinden safha- safha şu anda görünen düzenli, sistemli evrendeki bilincin (bilinçliliğin) de bu maddeden kaynaklandığını, bunun sonucu var olduğunu maddenin ortadan kalkmasıyla da bu mükemmel bilinçlilik halinin, her an her olası durumun bir bütün halde bir arada bulunduğu karmaşık kuantum bilinç haline geri döneceğini belirtir. Ancak kuantum fiziğinde yapılan deneyler durumun hiç de böyle olmadığını, hangi boyutta ele alınırsa alınsın, parçacıkların ve enerjinin belirsiz, tesadüfi davranışlar sergilemek yerine kuantum altı boyutta mevcut bulunan Tekil bir Bilinç ve Enerjiden meydana gelen ve yönlendirilen yapılar olduğunu ortaya çıkartmıştır ki, gerçekte kuantum Bilinç dediğimiz şey budur. Oysa genelde bilim adamları, bu deney sonuçlarını görmezden gelerek olayın farklı yönleriyle ilgilenmeyi tercih etmektedirler, şimdilik... Eğer gerçekten sistemi değerlendirmek istiyorsak Kuantum boyutunun tüm özelliklerini bu Kozmik Bilinç ve bu Bilince ait Salt Enerji açısından değerlendirmek zorundayız.

Buna karşın panteist anlayış göre, evren, yoktan, hiçlikten meydana gelmiştir ve evrende tesadüfe, belirsizliğe, şansa kesinlikle yer yoktur. Maddeci görüşteki gibi bilincin, enerjiden- maddeden kaynaklandığını da kabul etmez. Bilinç madde ve enerjinin özünde var olan, onu meydana getiren, ancak ve ancak yine de ondan soyutlanamayan, ayrılamayan ve bu sebeple yine onunla kayıtlı bir bilinçtir ki bu yüzden madde- enerji ve bu enerjideki bilinç dışında hiçbir şey yoktur ve var olan yalnız ve yalnız bu sonsuz Bütünsellikten oluşan tanrıdır derler. Yine bu anlayışta olanların söylemlerinde parçaların hayali birer yapı oldukları biçimde ifadeler bulunsa da varlıkların birleşmesiyle meydana gelmiş bir tanrı, otomatikman, varlığın mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Evet, onlara göre varlık bir yanılsamadır, hayaldir ama mevcudiyeti olan bir hayal. Parçası olduğu insanın, içinde bu bütünselliği barındırması ve nefsini bu yaratılmış Özde bulması (ona nüfuz etmesi, onunla birleşmesi, aynılaşması) durumunda ise, çoklukta mevcut olan kuvvetin, iradenin, bilincin kendi kuvvetleri, iradesi ve bilinci olarak gördüğü ve bu Birliğin zirve olduğu yolunda vehim (zan) ile varlığı algıladığı, değerlendirdiği için de (her birimde zuhur edenin kendisi olduğundan) ilahlığı bedenine vermekte bunu bedende yaşamakta, kendini tanrı olarak görmekte sonucunda da insanların kendisindeki bu tanrı suretine tapınmalarını istemektedir. Bunun örneklerini geçmişte olduğu gibi günümüzde de aynen devam ederek dünya üzerindeki çeşitli felsefi gruplar ya da mevcut dinlerdeki ekoller adı altında görmekteyiz. Bu anlayışın zirve ismi ise Deccal lakaplı şahsiyettir.

Sonuç olarak hangi boyutta olursa olsun algılanan her şey, madde ve enerjinin toplamı ve buna dayalı bilincin yani tanrının bir parçası olarak görünmekte ve her şeyin bundan ibaret olarak bunun dışında (söylensin ya da söylenmesin) farklı şeylerin farklı şekillerde var olacağı düşünülmemekte, kabul edilmemekte böylece de varlığın birçok katmanı ve boyut canlıları yok hükmünde değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, bunların ifade ettikleri evrensel enerji ve bu enerjideki bilinç ile her şeyin kaynağı olan Salt Enerji ve bunun, imajında hayal hükmünde olduğu Kozmik Bilinç aynı şeyler değildir. Bu deneyimlediklerine Salt Enerjinin meydana getirdiği bir katmandır, düzeydir diyebiliriz, fakat kesinlikle Kozmik Bilinç ve onun meydana getirdiği Salt Enerji değildir. Evet, varlık her katmanda Tek’tir doğrudur. Ama asıl soru, nasıl ve ne şekilde Tek olduğudur. Panteist anlayışıyla İslam Sufizminde ifade edilen görüşler arasındaki birçok farklılığın sebebi bu sorunun cevabında yatmaktadır.

Oysa yaratılmışlık boyutundan bakıldığında,Allah’ın varlığı dışında ikinci bir varlığın olmaması her şeyi ilminde, ilmiyle kendi varlığından meydan getirmesi dolayısıyla mevcut olan varlık Allah’ın varlığıyla kaim, Allah’tan başka bir şey değildir. Bu yüzden hiçbir şeyin kendine has varlıkları yoktur. Yaratılmamışlık boyutundan bakıldığında ise zaten var görünen tüm mevcudat, kainat hiçbir zaman var olmamıştır. Yani insan, cin, melek, cehennem, cennet... kısacası tüm boyutlarıyla madde, enerji ve bu Salt Enerjiyi dalgalandıran, onu yönlendiren mana terkipleri mevcut değillerdir. Allah’ın ilminde yokluktan yok olarak görünen tüm boyutlarıyla kainat yani yokluklar hiçbir zaman var olmamışlardır ki “El An” şu anda bile öyledirler. Bu yüzden yaratılmamışlık boyutu itibariyle  “Allah var idi onunla birlikte başka bir varlık yok idi”, “Ayani Sabite vücut kokusu almamıştır” denilmesinin sebebi budur. Arşın üstü olarak bahsettiğimiz Yaratılmamışlık boyutu, genel anlamda tek bir boyut olmasına karşın kendi içinde sonsuz sayıda katmanları içerir. Fakat bunlar da genel olarak İsimler boyutu, Sıfat boyutu ve Zati boyut olmak üzere üç boyut adı altında ifade edilmişlerdir. Dolayısıyla, bu ve benzeri sözleri bu boyutlar açısından ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.

İnsan da Halifetullah (Allah Halifesi) olmasının gereği olarak tüm isimleri cem etmesi nedeniyle bir yönüyle terkibi olarak çokluk boyutunda var iken, Özü itibariyle tüm yaratılmamış boyutlara sahip olması itibariyle yaratılmamıştır. Yani “Allah Ademi kendi sureti üzerine yarattı...” hükmünce Uluhiyet Kemalatının holografik özelliğiyle insanda bulunması, terkipsel manaların bir terkip haline gelmeden önceki orijin durumlarının insanda aynen mevcut olması dolayısıyla yaratılmamıştır ve Zatı itibariyle de O’dur. O Zat’tan ayrı bir zatı yoktur. Fakat boyutsal anlamda da parçalanmamış Bütünsellik, Teklik var olduğundan bir boyutun yok olması tüm boyutların varlığını ortadan kaldıracağından bir İnsan, her ne kadar yaratılmamışlık boyutunda kendi Hakikâtine vakıf olsa da, çokluk boyutu itibariyle yaratılmışlığın çeşitli seviyelerinde o düzeylere uygun terkibi varlığını sonsuza dek sürdürür.

Kısacası, tüm bunları göz önüne aldığımızda, hem yaratılmışlık hem de yaratılmamışlık boyutları itibariyle hiçbir zaman mevcut olmayan varlığın toplamından oluşmuş ya da bu parçalarına ayrılan bir tanrının mevcudiyetinden hiçbir boyutta bahsedilemeyeceği açıkça görülmektedir. Allah yaratılmışlıktan, yaratılmaktan münezzeh olduğu için de yaratılmışlık boyutunun belli enerji-bilinç düzeylerini kendinde toplayan Deccal ve Deccaliyet boyutu Allah olamaz. Bundan ötürüdür ki, yaratılmışlık boyutunun belli bir düzeyinden sahip olduğu bilgiye ve olağan üstü güçlere rağmen sistemin gereği ve bir imtihan vesilesi olarak kendisine verilen izin ölçüsünde insanlığı çalkalayacak olan Deccal, yaratılmamışlık boyutunun İlim ve Kudretiyle donanmış Hz İsa (as) tarafından bloke edilerek tüm fikir sistemi ortadan kaldırılacaktır.

Yukarıda da kısaca değindiğimiz üzere, bilhassa uzak doğu veya spritüalist felsefedeki... söylemlerin yaratılmışa, yaratılmışlığa ait olması sebebiyle İslam Sufizmindeki Hacı Bektaşı Veliden, Yunus Emre’ ye, Mevlana’ dan, M.İ.Arabi’ye ve daha nice- nice erenlerin yaratılmamışlık boyutundan dile getirdikleri (gelen) Hakikatlerle aynı şeyler olmadıklarını da belirtmek gerekir. Gerçekten, aynı olmaları da söz konusu olamaz. Bir Taoizm, bir Budizm, bir Konfiçyüsçülük ya da diğer felsefik öğretiler içinde her ne kadar doğru bilgiler bulunsa da yaratılmışlıkla sınırlı olanların (sınırlananların) yaratılmamış boyutlardaki Allah İlmini ve bu boyutlardan sistem ve düzenine bakışını anlatamaz ve doğal olarak da bu anlayış ve ona dayalı çalışmalar insanı ne cehennemden kurtarır nede İlahi boyutlarına sıçramasını sağlarlar.

Demek ki t= O anı ile t= 10 üssü (-43) sn’ ler arasındaki yaratılışın soyut safhasından önce hiçbir şeyin olmadığı değil, bu soyut yaratılışı somut olarak meydana getiren Arşın üstündeki boyutlarda, Allah’ın sonsuz soyut özelliklerinin, sınırsız vasıflarının ve Zatının mevcut olduğu söz konusudur. Haliyle bu boyutlarda bildiğimiz anlamda zamanın kendisi de yoktur. Bunun yerine bu zaman üstü boyutlarda mevcut zaman birimi, sonsuz-sınırsız bölünmez- parçalanmaz “An” dır. Ve her şey bu “An” da olur ve biter. “Biz bir şeye ol dediğimizde o şey hemen olur” ifadesi bu “An” dolayısıyladır ki bir şeye ol demek zaten o şeyin olup bitmesi demektir. Bununla birlikte yokluğun varlığa dönüştüğü ve tüm soyut boyutlara ait olanların yüklendiği, yaratılmanın t=O. sn anındaki İlk Tekil Varlık olan Salt Enerji ve ondaki dalgalanmalarla oluşan enerji dalga denizindeki zaman birimi de “An” dır. Bu boyuttaki tüm oluşlar da yine bu “An” ın sürekliliğidir. Bu yüzden Kainatta tek bir zaman boyutu mevcuttur. Sayısız düzeylerde kendince var olan zaman ise, sadece onu algılayan tarafından var olmaktadır.

“ İnsanoğlu bana eziyet eder! Ey kahpe Dehr (zaman, An) der. Kimse ey kahpe Dehr demesin. Şüphesiz ki Ben Dehrim (An ım). Geceyi gündüze çevirenim.” (Kudsi hadis)

“insan üzerinden, kendisinin anılır bir şey olmadığı, Dehr içre bir zaman geçmedi mi?” (İnsan Suresi – 1) şeklindeki hadis ve ayet de yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız üzere insanın bu “An” da ki yaratılmamışlık boyutuna işaret etmektedir.

Bir önemli nokta da, yaratılmışlık boyutu o boyut itibariyle, sadece o boyutta vardır anlamına gelmemelidir. Arşın altındaki fiiller boyutu, aynı zamanda Arşın üstü diye tarif edilen yaratılmamışlık boyutunun ta kendisidir. Bunun fark edilememesinin nedeni de, müşahede edenin çokluk boyutuyla kayıtlanmasından ileri gelmektedir.

(Bkz. Allah /Evrensel Sırlar / Akıl Ve İman / İnsan Ve sırları II / Tekin Seyri / Kendini Tanı – Ahmed Hulusi, / Esma Terkibi- O An / Ahmed Fevzi Yüksel / www.sufizmveinsan.com / Tasavvuf )

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 24.05.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail