Arz - Arş
3.Bölüm

“ Ant olsun Asra ki, İnsan hüsrandadır” ( Asr-1) ayetinde geçen Asr kelimesi bilindiği üzere “yüzyıl” demektir. Acaba Asrın yani yüzyılın, hemen sonrasında ifade edilen insanla ne tür bir ilişkisi var ki, insanın açıkça hüsranda olduğu belirtilmekte ve de bu duruma Allah yemin etmektedir? Bunun cevabını şöyle de düşünebiliriz: İnsanın bulunduğu boyuta göre tanımlanmış olan Asr’ın, başı ve sonu belli bir zaman dilimi olması ve insanın da bu sınırlı zaman boyutunda yer alması nedeniyle, Özü olan “Dehr” e (sınırsız An’ a) kıyasla hüsranda olduğu belirtilmektedir. Yani sen “An” ve ondaki özelliklerin için var olmuş iken, bunun yerine sınırlı zaman boyutu ve o boyutun özellikleriyle kayıtlanarak kendi hakikatinden bihaber yaşamak suretiyle hüsrandasın, zarardasın, anlamında. Bununla birlikte bu ayet, dış yapı itibariyle zamana tabi olmaları dolayısıyla cinlerin de ziyanda olduklarını belirtmektedir. Bu durum, kendini cinlerle aynı Nar (ruh) boyutta bulan insanlar için de aynen geçerlidir. Allah’ın yemin etmesi ise, Tanrıya ait özelliklerden olan Kendini bir başka varlığa karşı ispat etmesi, kanıtlaması ...vs anlamında olmayıp, zuhur ettiği insanın anlayışına göre hitap ederek bu durumun çok dikkât edilmesi, üzerinde durulması gereken ciddi, önemli bir nokta olduğunu vurgulaması, insanların bu noktaya odaklanmalarını sağlama amacını taşımasıdır.

Önemli bir husus da, yokluk- hiçlik kavramıdır. Aslında Hiçlik derken bunu iki anlamda düşünmeliyiz. Birimin (yaratılmışın) Mutlak varlığa nispetle hiçbir zaman var olmadığını fark etmesi, hissedip yaşamasıdır. Bu var olan Benliğini yok etmesi demek değildir. Çünkü var olduğu düşünülen Benlik zaten yok ve hiçbir zaman  da var olmadı ki ayrıca yok olsun. Gerçekte var olmayan bir şeyin yok olması mümkün değildir. Ancak, mevcut olduğunu kabul ettiği benliğini, zannındaki bir tanrıda yok etmek mümkündür. Ama gerçeği itibariyle böyle bir şeyin olması muhaldir. Bu yüzden, Allah bir şeyin faniliğine, yok oluşuna bağlı olarak “Baki” değildir. Yani varlıklar var ve bu varlıklar belli bir süre sonra yok olduğunda (olacağı zaman) Allah Baki olacak şeklindeki bir anlayış tamamen yanlıştır. Çünkü Allah varlığın her “An” yok olması itibariyle “Mutlak Beka” dır ve bu durumun “hiçbir zaman” kavramı bir yana “An” da dahi kesintiye uğraması söz konusu olamaz. Bunun sonucunda “....tutan eli, yürüyen ayağı, işiten kulağı, gören gözü...Ben olurum” Kudsi hadisi hükmünce ondan sadır olan tüm düşünce ve eylemler gerçekte Allah’ın düşünce ve fiilleridir. Şartlanmalar, değer yargıları, duygular ve bedeni istek ve arzularının yanında en önemli aşama olan Nefs perdesini de kaldırdıkları için, ondaki istek ve arzular, Allah’ın istek ve arzuları, ondaki eylemler Allah’ın fiilleridir. Bu nedenle onlar da vehmi Benliğin özelliği olan kendini ispat etme durumu oluşmaz. Çünkü ispat, kendinden ayrı olarak gördüğü yada kendindeki parça olan birim veya birimlere karşı yapılır. Oysa Resuller, Nebiler ve Veliler varlığı böyle değerlendirmedikleri için özel görevleri dışında kendi nefisleri için mucize ve keramet sergilemez, göstermezler.

Mistik alanda çok kez tekrarlanan “ hiç edince kendini, hep olursun” ifadesini de bu anlamda değerlendirmemiz gerekir. Keza bu konuda Resulullah da hiçbir zaman “fenafillah” ya da bu anlama gelebilecek bir şeyden bahsetmemiş, bunun yerine “Nefsini Bilen, Rabbini Bilir” diyerek yalnız Nefsini bilmekle Rabbin bilineceğini belirtmiştir. İşte ‘fenafillah’ tan kasıt budur.

İkinci anlamdaki hiçlikten, yokluktan kasıt ise, Mutlak Hiçlik, Mutlak Karanlık, Mutlak Bilinmezlik...ile tarif edilmeye çalışılan ve gerçekte tarif edilmesi, betimlenmesi, tasvir edilmesi kesinlikle mümkün olmayan Zat boyutudur. Allah’ın Zatı. Yani, algılanan- algılanmayan, bilinen- bilinmeyen, soyut- somut, Arz ve Arşın üstü olan boyutlarının, kavramlarının bile düşünülemeyeceği, tüm bunların geçersiz olduğu (adlarının bile anılmadığı) “Nokta” boyuttur. Bu boyutta ezel- ebedden, sonsuzluk- sınırsızlıktan dahi bahsedilemez.

Oysa günümüz yaygın bilime göre, hiçlik kavramı, bizim beş duyumuza göre var olan uzay-zamanın yani, madde ve enerjinin bulunmadığı ve bu sınırlı algı kapasitesiyle görüp, değerlendirdiğimiz bu madde ve enerjiyi meydana getiren boyuttur ki buna mutlak (vakum) boşluk adını vermektedirler. Benzer anlamla, gördüğümüz bu madde ve sadece bu maddeyi meydana getiren enerjinin, dolayısıyla da bunlarla birlikte var olan, yalnız bunlardan ibaret olduğunu düşündüğümüz boyutların, kavramların düştüğü, mevcut olmadığı hiçlik. Bizatihi mevcut olan maddenin ve buna dayalı olan enerjinin yokluğu anlamında.

Buna karşın panteizm de algılanan hiçlik kavramı ise, yaratılmış olan birimin yaratılmış başka bir üstün varlığın yanında yani parçanın varlığını korur vaziyette Bütünün yanında hiçbir değer ifade etmeyecek şekilde bu bütünle birleşmesi, onunla kaynaşmasıdır. Panteizmde bu duruma  “Bütünde, Birde yok olma” tanımını kullanmaktadırlar. Bu anlayışı, imanın ötesinde birebir deneyimleyenler, yukarıda ifade ettiğimiz dört şeyin kaydından kurtulmuş olsalar dahi Nefs perdesini kesinlikle kaldıramamaları sonucu sahip oldukları bu bütünsel ego dolayısıyla her türlü imkânsız, ölümcül şartlar altında kalmış insanlara yardım da olmak üzere, birçok alanda sık sık olağanüstü olaylar ortaya koyarak kendilerini ispat etme durumuna giderler. Fakat ortaya koydukları harikulade olayların önemli olmadığını bu tür şeylere takılınmamasını, bunun yerine asıl önemli olanın “Ben (Bende) olan o Bütünü” anlamaları, idrak etmeleri gerektiğini devamlı dile getirseler de yine de bu tür normal üstü fenomenleri yapmamayı düşünmez, bundan kaçınmazlar.

Bu yüzden (konunun çok iyi anlaşılması için sık sık vurguladığımız üzere) Hallacı Mansur’un “Enel Hakk” sözü ile erenlerin buna benzer ifadelerinin panteizmdeki vehmi benlik anlayışıyla dile getirilenlerle gerçekte bir ilgisi yoktur. Çünkü, yukarıda da açıkladığımız üzere “Enel Hakk” sözünü söyleyen Hallaç değil, Hakk’ın kendisidir. Yani, “Ben adı altında görünen, var olan sadece O’dur” anlamında. Tıpkı Hz. Muhammed’in (sav) “Beni gören Hakk’ı görmüştür” sözünde olduğu gibi. Keza, Hz. İsa (as)’ın “ Ben ve Babam aynıyız” sözünden kastettiği mana da budur.

İkinci anlamda düşünülen ve mutlak karanlık olarak ifade ettikleri zata bakışları ise, tıpkı bir zamanlar hiçlik olarak tarif edilen, düşünülen vakumdan (mutlak boşluktan) parçacık ve enerjilerin bir anda ortaya çıkması gibi, çokluktan Zat’a bakışın getirisi olan, hiçlikten Bütünü meydana getiren parçaların ortaya çıkması, sonucunda da, her an bu Bütün içinde açığa çıkmakta olan parçaların bu bütüne bağlı olarak davranış sergilemeleri şeklindedir. Oysa bugün biliyoruz ki, vakum dediğimiz mutlak boşluk, ismi gibi boş, mutlak karanlık değil, sonsuz –sınırsız parçalara bölünemeyen Mutlak Enerji ve bu Salt enerjinin sahip olduğu Bilinçten ibarettir. Zat ise, daha önceki yazılarda değindiğimiz üzere bunun Özündeki ve ondan ayrı olmayan boyuttur. Görüldüğü gibi panteizm, bir boyuta göre algılanan ve tarif edilen Zat’tan bahsederken Sufizm,  yaratılmışlık bir kenara, yaratılmamışlık boyutunun dahi varlığının söz konusu olmadığı benzer anlamla herhangi bir boyuta nispetle dahi var olmayan Zat’tan bahseder.

Birtakım insanlar, maddeci anlayışla maddenin yokluğuna ya da varlığın kuantum boyutlarındaki tekil ama kaotik, belirsiz, ihtimalli davranış sergileyen yapısına dayanarak geliştirdikleri sufist anlayışla, mistisizm ve söylemlerini değerlendirirken, birtakım insanlar da devamlı değindiğimiz panteist görüşe nispetle sufizmi değerlendirip İslam mistisizmini ve mistiklerinin anlatmakta oldukları gerçekleri kendi gerçekleri olarak dile getirmekte, her mistiği sahiplenerek aslında onların kendilerinden olduğu imajını sunmaktadırlar. Oysa sıradan objektif bir inceleme yapıldığı taktirde bile bunların kesinlikle doğru olmadığı açıkça görülecektir.

Bazıları da, tasavvuf tarihi okumakla, günün anlayış düzeyine göre hiçbir yeni üretim yapmaksızın tasavvuf bilgilerini nelere hangi gerçeklere işaret ettiğini belirtmeden, olduğu gibi insanlara nakletmekle tasavvufun içinde olduğunu, insanlara tasavvuf öğrettiğini zannetmekte kimileri de, ezberledikleri ilmihal bilgilerini, İslam tarihini, çeşitli evliya menkıbelerini üç-beş hadisle birlikte ‘Sır’dan sayıp bu sırları da etrafına topladığı aynı sanal dünyanın insanlarına açıyorum, veriyorum havasıyla egolarını tatmin etmektedirler. Sonuçta ise, birbirlerine dağıttıkları payelerle hayali mertebelerin sahibi olmaktadırlar. Oysa bugün gerçek tasavvufi sırlar aynı kaynaktan gelen çağdaş bilim sayesinde sır olma vasfını yitirmiş ve tasavvufa ait temel ilkeler artık ortaokul düzeyinden her çocuk tarafından bile bilinir hale gelmiştir. Bugün, modern bilimin verileri ile dindeki birçok konu artık, iman edilesi gerçeklerden çıkarak idrak edilen sistem ve onun gereği olan zorunlu fiillere dönüşmüştür. Ancak yine de geçmişte çok uzun, zor şartlarda elde edilen hakikat ilminin, bugün Kova çağının avantajları, getirileri sayesinde bir tuşa dokunmakla ulaşılmasına rağmen, ister Prof. ister Doç. ister, tarikat şeyhi...olsun hiç fark etmez, bu bilgilerin alınıp gereğince değerlendirilmemesi, günümüz insanının hakikati olan Allah’a olan en büyük nankörlüğü olsa gerek.

Buna karşın bir kısım insan da, ya art niyetlerinden ya da cehaletlerinden (ne okuduğu, ne tahsil yaptığı, ne unvanlara sahip olduğu hiç önemli değil) insanın kendi hakikati olan Allah ve sistemini bilmeyi, hissedip yaşamayı amaçlayan, öğreten tasavvuf ve tasavvuf ehlini bu tür anlayışlara bakarak, yanlış örnekleri delil göstererek hayallerinde yarattıkları bir tanrı ve ona dayalı olarak hayatın ve bilimin gerçekleriyle uyuşmayan ve hatta onları yok sayıp adeta bunlarla alay edercesine yorumladıkları din adına hüküm verip olayları, söylemleri çarpıtmakta, onları suçlamakta, onlara dil uzatıp küfretmektedirler. Elbette sistemde karşılıklarını almak üzere...

Şimdide makroskobik uzayı da göz önüne alarak Arz, Kürsü, Arş... kavramlarını tekrar görmeye çalışalım...

Not: Amacım kimseyi küçümsemek ya da yargılamak değil, sadece onların sistemdeki yerlerini tayin etmektir.

(bkz. Tek in Seyri / Kendini Tanı / İnsan  Ve Sırları II – Ahmet Hulusi / Asr Suresi- Hadisler, Sorular, Yorumlar 1 – Ahmed Fevzi Yüksel / www.sufizmveinsan.com  / Kuran yorum, Cuma Notları

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 21.06.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail