“ Ant olsun Asra ki, İnsan hüsrandadır”
( Asr-1) ayetinde geçen Asr kelimesi bilindiği üzere
“yüzyıl” demektir. Acaba Asrın yani yüzyılın, hemen sonrasında
ifade edilen insanla ne tür bir ilişkisi var ki, insanın açıkça
hüsranda olduğu belirtilmekte ve de bu duruma Allah yemin
etmektedir? Bunun cevabını şöyle de düşünebiliriz: İnsanın
bulunduğu boyuta göre tanımlanmış olan Asr’ın, başı ve sonu
belli bir zaman dilimi olması ve insanın da bu sınırlı zaman
boyutunda yer alması nedeniyle, Özü olan “Dehr” e (sınırsız An’
a) kıyasla hüsranda olduğu belirtilmektedir. Yani sen “An”
ve ondaki özelliklerin için var olmuş iken, bunun yerine sınırlı
zaman boyutu ve o boyutun özellikleriyle kayıtlanarak kendi
hakikatinden bihaber yaşamak suretiyle hüsrandasın, zarardasın,
anlamında. Bununla birlikte bu ayet, dış yapı itibariyle zamana
tabi olmaları dolayısıyla cinlerin de ziyanda olduklarını
belirtmektedir. Bu durum, kendini cinlerle aynı Nar (ruh)
boyutta bulan insanlar için de aynen geçerlidir. Allah’ın yemin
etmesi ise, Tanrıya ait özelliklerden olan Kendini bir başka
varlığa karşı ispat etmesi, kanıtlaması ...vs anlamında olmayıp,
zuhur ettiği insanın anlayışına göre hitap ederek bu durumun çok
dikkât edilmesi, üzerinde durulması gereken ciddi, önemli bir
nokta olduğunu vurgulaması, insanların bu noktaya
odaklanmalarını sağlama amacını taşımasıdır.
Önemli bir husus da, yokluk- hiçlik kavramıdır. Aslında Hiçlik
derken bunu iki anlamda düşünmeliyiz. Birimin (yaratılmışın)
Mutlak varlığa nispetle hiçbir zaman var olmadığını fark etmesi,
hissedip yaşamasıdır. Bu var olan Benliğini yok etmesi demek
değildir. Çünkü var olduğu düşünülen Benlik zaten yok ve hiçbir
zaman da var olmadı ki ayrıca yok olsun. Gerçekte var olmayan
bir şeyin yok olması mümkün değildir. Ancak, mevcut olduğunu
kabul ettiği benliğini, zannındaki bir tanrıda yok etmek
mümkündür. Ama gerçeği itibariyle böyle bir şeyin olması
muhaldir. Bu yüzden, Allah bir şeyin faniliğine, yok oluşuna
bağlı olarak “Baki” değildir. Yani varlıklar var ve bu
varlıklar belli bir süre sonra yok olduğunda (olacağı zaman)
Allah Baki olacak şeklindeki bir anlayış tamamen yanlıştır.
Çünkü Allah varlığın her “An” yok olması itibariyle
“Mutlak Beka” dır ve bu durumun “hiçbir zaman” kavramı bir
yana “An” da dahi kesintiye uğraması söz konusu olamaz. Bunun
sonucunda “....tutan eli, yürüyen ayağı, işiten kulağı, gören
gözü...Ben olurum” Kudsi hadisi hükmünce ondan sadır olan
tüm düşünce ve eylemler gerçekte Allah’ın düşünce ve
fiilleridir. Şartlanmalar, değer yargıları, duygular ve bedeni
istek ve arzularının yanında en önemli aşama olan Nefs perdesini
de kaldırdıkları için, ondaki istek ve arzular, Allah’ın istek
ve arzuları, ondaki eylemler Allah’ın fiilleridir. Bu nedenle
onlar da vehmi Benliğin özelliği olan kendini ispat etme durumu
oluşmaz. Çünkü ispat, kendinden ayrı olarak gördüğü yada
kendindeki parça olan birim veya birimlere karşı yapılır. Oysa
Resuller, Nebiler ve Veliler varlığı böyle değerlendirmedikleri
için özel görevleri dışında kendi nefisleri için mucize ve
keramet sergilemez, göstermezler.
Mistik alanda çok kez tekrarlanan “ hiç edince kendini, hep
olursun” ifadesini de bu anlamda değerlendirmemiz gerekir.
Keza bu konuda Resulullah da hiçbir zaman “fenafillah” ya
da bu anlama gelebilecek bir şeyden bahsetmemiş, bunun yerine
“Nefsini Bilen, Rabbini Bilir” diyerek yalnız Nefsini
bilmekle Rabbin bilineceğini belirtmiştir. İşte ‘fenafillah’ tan
kasıt budur.
İkinci anlamdaki
hiçlikten, yokluktan kasıt ise, Mutlak Hiçlik, Mutlak Karanlık,
Mutlak Bilinmezlik...ile tarif edilmeye çalışılan ve gerçekte
tarif edilmesi, betimlenmesi, tasvir edilmesi kesinlikle mümkün
olmayan Zat boyutudur. Allah’ın Zatı. Yani, algılanan-
algılanmayan, bilinen- bilinmeyen, soyut- somut, Arz ve Arşın
üstü olan boyutlarının, kavramlarının bile düşünülemeyeceği, tüm
bunların geçersiz olduğu (adlarının bile anılmadığı) “Nokta”
boyuttur. Bu boyutta ezel- ebedden, sonsuzluk- sınırsızlıktan
dahi bahsedilemez.
Oysa günümüz
yaygın bilime göre, hiçlik kavramı, bizim beş duyumuza göre var
olan uzay-zamanın yani, madde ve enerjinin bulunmadığı ve bu
sınırlı algı kapasitesiyle görüp, değerlendirdiğimiz bu madde ve
enerjiyi meydana getiren boyuttur ki buna mutlak (vakum) boşluk
adını vermektedirler. Benzer anlamla, gördüğümüz bu madde ve
sadece bu maddeyi meydana getiren enerjinin, dolayısıyla da
bunlarla birlikte var olan, yalnız bunlardan ibaret olduğunu
düşündüğümüz boyutların, kavramların düştüğü, mevcut olmadığı
hiçlik. Bizatihi mevcut olan maddenin ve buna dayalı olan
enerjinin yokluğu anlamında.
Buna karşın panteizm de algılanan hiçlik kavramı ise,
yaratılmış olan birimin yaratılmış başka bir üstün varlığın
yanında yani parçanın varlığını korur vaziyette Bütünün yanında
hiçbir değer ifade etmeyecek şekilde bu bütünle birleşmesi,
onunla kaynaşmasıdır. Panteizmde bu duruma “Bütünde,
Birde yok olma” tanımını kullanmaktadırlar. Bu
anlayışı, imanın ötesinde birebir deneyimleyenler, yukarıda
ifade ettiğimiz dört şeyin kaydından kurtulmuş olsalar
dahi Nefs perdesini kesinlikle kaldıramamaları sonucu sahip
oldukları bu bütünsel ego dolayısıyla her türlü imkânsız,
ölümcül şartlar altında kalmış insanlara yardım da olmak üzere,
birçok alanda sık sık olağanüstü olaylar ortaya koyarak
kendilerini ispat etme durumuna giderler. Fakat ortaya
koydukları harikulade olayların önemli olmadığını bu tür şeylere
takılınmamasını, bunun yerine asıl önemli olanın “Ben (Bende)
olan o Bütünü” anlamaları, idrak etmeleri gerektiğini
devamlı dile getirseler de yine de bu tür normal üstü
fenomenleri yapmamayı düşünmez, bundan kaçınmazlar.
Bu yüzden (konunun çok iyi anlaşılması için sık sık
vurguladığımız üzere) Hallacı Mansur’un “Enel Hakk” sözü
ile erenlerin buna benzer ifadelerinin panteizmdeki vehmi benlik
anlayışıyla dile getirilenlerle gerçekte bir ilgisi yoktur.
Çünkü, yukarıda da açıkladığımız üzere “Enel Hakk” sözünü
söyleyen Hallaç değil, Hakk’ın kendisidir. Yani, “Ben adı
altında görünen, var olan sadece O’dur” anlamında. Tıpkı Hz.
Muhammed’in (sav) “Beni gören Hakk’ı görmüştür” sözünde
olduğu gibi. Keza, Hz. İsa (as)’ın “ Ben ve Babam aynıyız”
sözünden kastettiği mana da budur.
İkinci anlamda
düşünülen ve mutlak karanlık olarak ifade ettikleri zata
bakışları ise, tıpkı bir zamanlar hiçlik olarak tarif edilen,
düşünülen vakumdan (mutlak boşluktan) parçacık ve enerjilerin
bir anda ortaya çıkması gibi, çokluktan Zat’a bakışın getirisi
olan, hiçlikten Bütünü meydana getiren parçaların ortaya
çıkması, sonucunda da, her an bu Bütün içinde açığa çıkmakta
olan parçaların bu bütüne bağlı olarak davranış sergilemeleri
şeklindedir. Oysa bugün biliyoruz ki, vakum dediğimiz mutlak
boşluk, ismi gibi boş, mutlak karanlık değil, sonsuz –sınırsız
parçalara bölünemeyen Mutlak Enerji ve bu Salt enerjinin sahip
olduğu Bilinçten ibarettir. Zat ise, daha önceki yazılarda
değindiğimiz üzere bunun Özündeki ve ondan ayrı olmayan
boyuttur. Görüldüğü gibi panteizm, bir boyuta göre algılanan ve
tarif edilen Zat’tan bahsederken Sufizm, yaratılmışlık bir
kenara, yaratılmamışlık boyutunun dahi varlığının söz konusu
olmadığı benzer anlamla herhangi bir boyuta nispetle dahi var
olmayan Zat’tan bahseder.
Birtakım insanlar,
maddeci anlayışla maddenin yokluğuna ya da varlığın kuantum
boyutlarındaki tekil ama kaotik, belirsiz, ihtimalli davranış
sergileyen yapısına dayanarak geliştirdikleri sufist anlayışla,
mistisizm ve söylemlerini değerlendirirken, birtakım insanlar da
devamlı değindiğimiz panteist görüşe nispetle sufizmi
değerlendirip İslam mistisizmini ve mistiklerinin anlatmakta
oldukları gerçekleri kendi gerçekleri olarak dile getirmekte,
her mistiği sahiplenerek aslında onların kendilerinden olduğu
imajını sunmaktadırlar. Oysa sıradan objektif bir inceleme
yapıldığı taktirde bile bunların kesinlikle doğru olmadığı
açıkça görülecektir.
Bazıları da,
tasavvuf tarihi okumakla, günün anlayış düzeyine göre hiçbir
yeni üretim yapmaksızın tasavvuf bilgilerini nelere hangi
gerçeklere işaret ettiğini belirtmeden, olduğu gibi insanlara
nakletmekle tasavvufun içinde olduğunu, insanlara tasavvuf
öğrettiğini zannetmekte kimileri de, ezberledikleri ilmihal
bilgilerini, İslam tarihini, çeşitli evliya menkıbelerini üç-beş
hadisle birlikte ‘Sır’dan sayıp bu sırları da etrafına topladığı
aynı sanal dünyanın insanlarına açıyorum, veriyorum havasıyla
egolarını tatmin etmektedirler. Sonuçta ise, birbirlerine
dağıttıkları payelerle hayali mertebelerin sahibi olmaktadırlar.
Oysa bugün gerçek tasavvufi sırlar aynı kaynaktan gelen çağdaş
bilim sayesinde sır olma vasfını yitirmiş ve tasavvufa ait temel
ilkeler artık ortaokul düzeyinden her çocuk tarafından bile
bilinir hale gelmiştir. Bugün, modern bilimin verileri ile
dindeki birçok konu artık, iman edilesi gerçeklerden çıkarak
idrak edilen sistem ve onun gereği olan zorunlu fiillere
dönüşmüştür. Ancak yine de geçmişte çok uzun, zor şartlarda elde
edilen hakikat ilminin, bugün Kova çağının avantajları,
getirileri sayesinde bir tuşa dokunmakla ulaşılmasına rağmen,
ister Prof. ister Doç. ister, tarikat şeyhi...olsun hiç fark
etmez, bu bilgilerin alınıp gereğince değerlendirilmemesi,
günümüz insanının hakikati olan Allah’a olan en büyük nankörlüğü
olsa gerek.
Buna karşın bir
kısım insan da, ya art niyetlerinden ya da cehaletlerinden (ne
okuduğu, ne tahsil yaptığı, ne unvanlara sahip olduğu hiç önemli
değil) insanın kendi hakikati olan Allah ve sistemini bilmeyi,
hissedip yaşamayı amaçlayan, öğreten tasavvuf ve tasavvuf ehlini
bu tür anlayışlara bakarak, yanlış örnekleri delil göstererek
hayallerinde yarattıkları bir tanrı ve ona dayalı olarak hayatın
ve bilimin gerçekleriyle uyuşmayan ve hatta onları yok sayıp
adeta bunlarla alay edercesine yorumladıkları din adına
hüküm verip olayları, söylemleri çarpıtmakta, onları suçlamakta,
onlara dil uzatıp küfretmektedirler. Elbette sistemde
karşılıklarını almak üzere...
Şimdide makroskobik
uzayı da göz önüne alarak Arz, Kürsü, Arş... kavramlarını tekrar
görmeye çalışalım...
Not: Amacım kimseyi küçümsemek ya da yargılamak değil, sadece
onların sistemdeki yerlerini tayin etmektir.
(bkz. Tek in Seyri / Kendini Tanı / İnsan Ve
Sırları II – Ahmet Hulusi / Asr Suresi- Hadisler, Sorular,
Yorumlar 1 – Ahmed Fevzi Yüksel /
www.sufizmveinsan.com
/ Kuran yorum, Cuma Notları
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 21.06.2005
http://sufizmveinsan.com
|