Galaksi boyutları o kadar büyüktür ki,
bu diske dışarıdan bakacak olsaydık,
bizim güneş ve ışık hızıyla bile onlarca yıl uzaklıktaki
hacim içinde yer alan
komşu yıldızları
bütün bir
halde
görmek yine de imkânsız
oludu.
Yüzlerce ışık yıllık çaplı hacim içindekiler ise, çok zor
seçilebilirdi (mesela, bir cm’ yi bin ışık yılı uzaklığı olarak
düşünürsek, galaksimiz 100 cm çapında, 1 cm kalınlığında
yuvarlak bir masa olarak karşımıza çıkar). Bizim tek bir
hücremize nispetle durumumuz neyse, güneş sistemimizin
galaksimize göre durumu da aynıdır. Eğer güneş sistemimiz
galaksiye göre böyle ise, güneş sistemi içindeki dünya ve
üzerinde ‘hiç’ hükmünde olan biz canlıların galaksiye olan
nispeti de adeta yok daha doğrusu varlığımız hiç
yaratılmamış gibidir. Benzer şekilde bedenimize nispetle de
hücreler, moleküller, atomlar yok hükmündedirler. Ancak, o
boyutlara indiğimizde onun her boyutunda yine makro bir uzayla
karşılaşırız. Mikro uzayın aslında makro bir uzay
olduğunu ve o boyutların yanında da bir hiç olan boyutların
varlığını görürüz. Bu nedenle, çekirdeği oluşturan proton ve
nötronların (nükleonların) içindeki quarklar, aslında 10 üssü
(-13) cm (1) içinde bulunmalarına rağmen gerçekte,
birbirlerinden uzakta engin bir boşlukta hareket etmektedirler.
Atom çekirdeği açısından ona en yakın yörüngede bulunan elektron
arasındaki mesafe de eğer çekirdeği 10 cm yarıçaplı bir top
olarak düşünürsek, bu elektron 1 km ötede olurdu. Ya da
çekirdeği güneş olarak kabul edersek, ona en yakın elektron,
güneş sisteminin 5 milyar 900 milyon km sınırındaki Pluton’dan
da yaklaşık bir milyar km uzakta bulunurdu. Diğer yörüngelerdeki
elektronlar da birbirlerine yine bu kabilden muazzam
uzaklıklardadır. Ya atomlar! Molekül oluşturmak için bir araya
gelen atomların birbirlerine olan minimum uzaklıkları da yine
devasa mesafelerdedir.
Atom
çekirdeği ve elektronların çok büyük mesafeler içinde
bulunmaları gibi, moleküler genetik sarmal olan D.N.A da
hücreye nispetle öyledir. İnsan ise, dünyaya, gezegenler güneşe
göre böyledir. Dünya ile güneş arasındaki mesafe o kadar
büyüktür ki, saatte 150 km’lik bir hızla hiç durmaksızın güneşe
doğru gitmiş olsaydık yaklaşık 115 yıl sonra oraya ulaşırdık.
Saatte 30 bin km’ lik hızla giden bir roketle bile ancak 7 ayda
varabilirdik. Güneş ışığı ise bize saniyede 300 bin km’ lik
hızla, 8 dakikada gelir. Dünya’dan Mars’ a ışık hızıyla yaklaşık
beş dakikada, Jüpiter’e 43 dakikada, Pluton’ a ise 5,5 saatte
gidilir. Eğer Pluton a bir uydu göndermiş olsaydık (ki
gönderildi) ona gönderdiğimiz komut 5,5 saat sonra ulaşacağından
ondaki değişikliği 11 saat sonra görürdük. Bize en yakın yıldız
ile aramızda bir ışık yılının 9 trilyon km olduğunu göz önüne
alırsak 4,5 ışık yıllık bir boşluk yer almaktadır. Bu yıldıza
yine saatte 30 bin km’ lik bir hızla gitmiş olsaydık oraya 136
bin yılda varırdık. Tanecik-atomdan galaktik yapılar ve evrene
kadar her şey bir anlamda, boşlukta bir hiç hükmünde olan
maddeden meydana gelmiştir. Dolayısıyla, bir insan vücudu ya da
galakside maddeden çok boşluk vardır. Ancak, şunu da belirtmek
gerekir ki, boşluk da boş olmayıp atom, sanal parçacık ve kuvvet
alanlarıyla dopdoludur. Aslında uzayda bir karış boş yer yoktur.
Bu doluluk sadece maddeye yakın düzeydeki alanlarla sınırlı
olmayıp çok daha alt boyutlardaki madde ve ona dayalı, bağlı
enerjiyi de meydana getiren ya da onun da özü olan enerji
düzeylerinde de aynen geçerlidir. Kısacası evrenin, kâinatın
hiçbir katmanında boş bir noktasal alan mevcut değildir (bu
enerji alanlarının özelliklerine çeşitli yazılarımızda
değinmiştik).
Oysa bize
göre, bırakın atom çekirdeği ile elektronları, moleküller,
hücreler bile o kadar küçüktürler ki mikroskopla bile
aralarındaki bu mesafeler algılanamayarak birbirlerine yapışık
olarak görünürler. Aynı şekilde, yıldız grupları ve galaksi
boyutlarından bakıldığında yıldızlar arasındaki ortalama 8 ışık
yıllık o muazzam boşluklar neredeyse mevcut bile değildirler.
Süper galaktik kümeler ve onların da daha üst boyutlardan
baktığımızda ise (yani ayrı-ayrı bu bedenlere göre), aralarında
ortalama 3-4 milyon ışık yılı yani ışık hızıyla bile 3-4
milyon yılda gidebileceğimiz uzaklıkta yer alan galaksiler
de birbirlerine bitişik noktasal birimler olarak görünürler.
Bilmem hafızlarımız alabiliyor mu? Şahsen benim almıyor. Buraya
kadar anlatılanlar dahi bilimsel olarak tespit edilen birkaç yüz
milyar galaksi içindeki boyutlara göre olanlar. Ya evremizi
göz önüne alıp bir de bunun, maddesel yönüyle de sonsuz-
sınırsız parçalanması mümkün olmayan kâinat içinde nokta
mesafesinde olduğunu düşünürsek, film koptu sanırım.
Galaktik bedenin organları yıldız birikimleri, hücreleri de
yıldızlardır. Galaksiler de bir üst boyuta göre evrensel bedenin
organları gibidir.Evrenimiz ise Kâinatın bir hücresidir bir
anlamda, ya da o bile değil. İnsan ise, enerji- tanecik - atom
boyutundan yıldız- galaktik yapılara nispetle ara bir boyutta
yer almakta olup bu boyutlardan yapılardan ayrı, bağımsız bir
varlığı ve hareketi kesinlikle söz konusu değildir.
Melek -
Enerji isimli yazımızda tüm boyutlarıyla varlığın, meleklerden
oluştuğunu belirtmiş bu yüzden meleklerin maddesel boyuttaki
makro planda da belli kütlesi, hacmi olan yıldız birikimleri
şeklinde açığa çıktığını söylemiştik. İşte bir önceki yazımızda
da değindiğimiz üzere, meleklerin bir türü de yıldız- yıldız
kümeleri, galaktik ve evrensel boyutlarda bir Bedene, Ruha,
Bilince sahip olan bu meleki yapılardır. Bunlardan biri
olan (Zodyak) Astrolojik kuşak içindeki her biri on
milyonlarca… yıldız içeren takım yıldızları kendi içinde bize
göre ulaşılamayacak mesafelerde olmuş olsa da galaktik meleğin
indinde çok çok küçük yerleri işgal ederler Galaksiyi üstte
belirttiğimiz büyüklükteki bir masa yüzeyi olarak düşünürsek bu
takım yıldızların her biri onun indinde ancak bir su damlası
lekesi kadar bir yer kaplar. Bu nedenle Cebrail (as), Mikail
(as),… bu galaktik meleğe nispetle onun bir organı gibidir. Bu
mekânsal anlamda böyle olduğu gibi gerçekte enerji ve bilinç
boyutlarında da öyledir. Keza berzah, mahşer, cehennem, cennet
boyutları da hem mekânsal hem de boyutsal anlamda bu meleğin
katında hiçbir şeydir. Ölüm ötesi boyuttaki kabir içi ve dışı,
mahşer, cehennem boyutu güneş sistemi ile sınırlı iken, cennet
boyutu da galaktik boyutla sınırlıdır. Galaktik bilincin ötesine
geçenler ise, sadece üst düzey velileridir.
Ruhul
Kuds’
ün galaksinin Ruhu oluşu ise, boyutsallığındaki sonsuz-sınırsız
yapısı dolayısıyladır ki yaratılmaktan münezzehtir ve
boyutlarındaki kendince maddesel katmanlara göre de, bizim
maddesel evrenimiz bir hiçtir. Evrende sonsuz sayıda galaksi
yani Ruhül Kuds’ ler bulunmaktadır. Ayrıca galaksi
içindeki güneş sistemimiz ile diğer tüm yıldız sistemlerinde
açığa çıkmakta olan bütün hükümler Galaktik Bilincin
hükümleridir. Dolayısıyla Ricali Gayb’ dan açığa çıkan tüm
hükümler bu Ruhül Kuds’ ün diledikleridir.
Bir başka
açıdan baktığımızda Kürsü ile anlatılmak istenen bizim Samanyolu
galaksimizdir. Diğer kürsüler ise, yıldızlar feleği olarak ifade
edilmişlerdir. Dolayısıyla, sonsuz kürsülerin toplamına da
Arş denmektedir. Tüm bunlar o günün insanlarının
anlayabileceği benzetme, en uzak mesafe ve büyüklük
kavramlarıyla şöyle anlatılmaktadır: “ (… Allah’ ın
meleklerinden olan Arşı taşıyıcılarından bir melek hakkında…)
Onun kulak yumuşaklığı ile ensesi arasındaki uzaklık 700 senelik
mesafedir…”
“
Dünyanız ve yedi kat sema (güneş sistemi), Kürsinin içinde çöle
atılmış bir yüzük halkası kadardır. Kürsi de Arşın içinde gene
çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir”
Makro
plandan, mikro plana kadar tüm varlık aynı Tek Öze dayanması,
“zerre külün aynasıdır” hükmünce, sistemin holografik yapılı
olması ya da rölativiteyi göz önüne aldığımızda, alt boyutlara
indikçe mikro kozmosun, makro kozmosla (aynılaşması anlamında)
birleşmesi ve sonunda sonsuz büyüklüğün sonsuz küçükte, sonsuz
küçüğünde sonsuz büyüğün her noktasında mevcut olması veya
astrolojik katmanlardan gelen manaların tüm boyutlara ait
manalar olması dolayısıyla, hangi düzeyde olunursa olunsun
Bilinçli Varlıklar bu Öz aracılığıyla istenilen boyut ve
varlıklarla rezonansa geçip iletişim kurabilirler. İşte Hz
Muhammed (sav) de diğer sistemlerle bu Galaktik Bilinçler
aracılığıyla evrende bağlantılar kurmaktadır. Bu yüzden Öz’ ünü
bilenlerden biri: “ Biz öyle bir Melek tespit ettik, öyle bir
varlık tespit ettik ki O’ nun bizden haberi bile yok. Bizim
varlığımızdan haberi bile yok ” diyor. Buna paralel iki
hadiste de, “ Allah’a yakın sahibi birtakım melekler var ki,
onlar dünyanın ve insanın var oluşundan bile haberdar
değillerdir ”.
“ Benim
Rabbimle öyle bir vaktim olur ki, oraya ne bir Nebi-i Mürsel, ne
de Mukarreb bir Melek girer ”
deniyor.
Mistik
alanda Mukarreb’ lerin üstü olan ve Müheymin yapılar olarak
bilinen Galaktik Ruhlar ve bu Ruh adı altında açığa çıkan Ruh
Adlı Meleğin aynı Öze sahip olmalarına rağmen bize göre
olan farklılıkları ise, birinci bölümde de değindiğimiz üzere
ortaya çıktıkları boyut ve o boyuta ait güç alanlarıyla ilgili
olmasındadır. Aynı şekilde “ Hz Muhammed (sav) ‘in üstünde çok
güçlü yapılar vardır” demek de bu bakış açısına göre
tanımlamadan ileri gelmektedir.
Burada yeri
gelmişken, makro kozmosun mikro kozmos da aynen mevcut olmasının
iki anlamı vardır. Birinci anlamda her zaman değindiğimiz gibi,
en küçük noktada tümün bilgisi daha doğrusu kendisinin mevcut
olması, ikinci olarak da makro kozmosta işleyen sistemin
benzerinin mikro kozmosta da bulunmasıdır. Mesela, nasıl ki,
insan bir fert, birim olarak doğuyor, büyüyor, yaşlanıp
ölüyorsa, evren içindeki galaksiler, kainat içindeki evrenler de
aynı şekilde doğmakta, büyümekte, yaşlanıp ölmektedirler. Ya da
nasıl ki, evrenin bir Arşı, bir Kürsüsü, Yedi kat seması ve yeri
varsa, aynı biçimde insanın da bir Arşı, bir Kürsüsü, Yedi kat
seması ve yeri bulunmaktadır…
(Bkz. Tekin Seyri / Kendini Tanı /
Hz Muhammed Neyi Okudu – Ahmed Hulusi, Akıl – İman - İkan /
Ahmed Fevzi Yüksel –
www.sufizmveinsan.com / tasavvuf)
(1)
Bu sayı, bir santimetrenin milyon kere on milyon da birini ifade
eder.
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 27.09.2005
http://sufizmveinsan.com
|