İnsanoğlu, yaşamını kolaylaştırmak,sorunlarını çözmek,siyaset yapmak,
geçimini sağlamak,çocuklarının eğitim ve öğretimini sağlamak,kültürlü
olmak,dünyalı olmak,vatandaş olmak, şiir yazmak,şiiri anlamak, kitap
okumayı anlamak için,turiste insan gibi bakmak için… düşünmek zorunda.
Üstelik elini böğrüne koyarak değil de,yakıp yıkarak değil de,Rodin’in
heykelindeki gibi yumruğunun üzerinde kafasını dayayıp
yoğunlaştırarak.
Atomun peşinden gitmek, bir tarihsel düşünce avına çıkmak demek.
Düşünce avı, toplu ve tüfekli av değil; tarihin labirentlerinde bir
yolculuğu anlatmak istiyorum. O zaman felsefe ile atom düşüncesi
sımsıkı birbirine bağlı. İyi de felsefe daha kapsamlı;atom onun bir
paragrafı. Öyleyse önce felsefe.
Felsefe Nedir?
Platon, “felsefe,merakla başlar”
der. Kant, “felsefenin işi
kurallar koymak değil,ortak aklın özel yargılarını çözmektir” der.
Whitehead da “felsefe nedir?”
sorusunu “Platon’un dip notlarıdır” diye yanıtlar.
Yanlış mı? Hayır. Doğru mu? Hayır. Eeee. Eksik…
Anlaşıldığı gibi biraz felsefe yapacağız! Bu yeni terminoloji: Felsefe
yapmak. Felsefe yapılır mı?Yazılır mı? Yoksa yaşanılır mı? Siz
düşünün. Bir şey daha. Bilim ve felsefe,insanoğlunun yaratıcı
düşüncesinin,hem kendini hem de doğayı açıklama biçiminin iki büyük
küresi. Felsefe ve bilim arasında bir anlaşmazlık bulunmadığını
anlamak önemlidir. Bryan Magee
bilim ve felsefeye, sanatı da ekliyor.
Size atomun öyküsünü anlatacağım. Bu öykünün yazarları,çok değişik
zamanlarda yaşamış, kimisi tarihçi kimisi bilimci bir çok insandır.
Ben onları iç içe yan yana getirdim. Sizi miniminnacık ama dehşetli
geniş ve derin bir dünyaya götüreceğim. Atom,bir tarihtir;bir
felsefedir. Bir çağa,20. yüzyıla adını vermiştir. Neredeyse 2500
yıldır insanoğlunun kafasını meşgul etmiştir. Bu zamanda yolculuk
sırasında atomun fiziğine ve kimyasına da bakacağız tabi. Her yerde
göreceğiz onu. Aklımızla,bilincimizle. Kendimiz atomların bir
bileşimiyiz sonuçta. Toprak,ağaç,gül,sümbül, Ay,Güneş atomların bir
bileşimi. Geçen yüzyılların düşün ve bilim tarihinin eksen çalışması
“atomun peşinde”ki büyük yürüyüştür.
İnsanoğlu gözlerini bir ayağının dibine,toprağa bir de yukarıya
gökyüzüne diktiğinde beyninde sorular yankılandı. Gökyüzünde kuşların
uçtuğunu gördü;ama kendinin uçamayacağını düşündüğü için “topraktan
geldik toprağa döneceğiz” düşüncesine sımsıkı sarıldı. İyi de toprak
neydi? Yeryüzü neydi? Toprak ve bitkiler neden yapılmışlardı?
Size atomun öyküsünü anlatacağım. Öykünün tarihi çok eskilere
dayanıyor. Bilim tarihi,bilim adamlarının ödüllendirilmekten çok
cezalandırıldığını gösteriyor. İlginç olan şu: Tapılsa da asılsa da
onların öykülerini bilebiliyoruz.
ATOMUN PEŞİNDE
İnsan aklının atomu düşünebilmesi, insan düşüncesinde bir devrimdir.
Çünkü 20. yy sonuna dek, atomları, bırakın çıplak gözle mikroskopla
bile gören olmadı. Atomu, aklımızla gördük. Düşüncenin mikroskopuyla
gördük. Bugünkü bilimsel serüven bir bakıma “atomun peşinde” koşmak
değil mi? Hala enerjinin,hızın peşinde koşmuyor muyuz? Bütün bunları
bize atom ve atomaltı parçacıklar sağlıyor ve sağlayacak.
***
Muhyiddinem dervişem
Hak yoluna girmişem
On sekiz bin alemi
Bir zerrede görmüşem
Muhyiddin
Abdal
Atomlar
Richard
P. Feynman(1918-1988) atomlar konusunda şöyle
diyor:
“ Hepsinin aynı genel yapıda olduğu görülüyor. Bir çekirdekleri ve bu
çekirdek çevresinde elektronları bulunuyor. Yalnızca hidrojen
elementinin bazı atomlarında nötron yok; çekirdek, yalnızca protondan
ibaret. Hidrojen dışındaki atomların çekirdeğinde protonlar ve
nötronlar bulunur. Yıldızları görüyoruz, atomları görüyoruz ve bunlar
ışık yayıyor. Işık, foton denen enerji paketçikleriyle tanımlanıyor.
Yerçekimine gelince, eğer kuantum kuramı doğruysa, kütleçekiminin de
parçacık gibi davranan bir tür dalga olması gerekir. Bu parçacıklara
graviton diyoruz.
Bir de beta bozunması olayı var: Burada bir nötron, bir proton ile bir
elektron ve bir nötrinoya (daha doğrusu anti-nötrinoya, çünkü nötrino
denen başka bir parçacık da var) ayrışıyor. Bildiğimizi varsaydığımız
parçacıkların bir listesini çıkaralım:
Elektronlar, fotonlar, gravitonlar, nötrinolar; nötronlar, protonlar
ve bunların her birinin anti-parçacıkları var.
"Bilebildiğimiz kadarıyla, evrenin her yerinde gerçekleşen düşük
enerjili olaylar, yani bütün normal olgular, sıraladığım bu
parçacıklarla açıklanabiliyor. Orada burada yüksek enerji
parçacıklarının yol açtığı bazı istisnalar var, laboratuvarda da bazı
"garip" şeyler yapmayı başardık. Bu özel durumları saymazsak,
bildiğimiz bütün olaylar bu parçacıkların etkileri ve hareketleri ile
açıklanabilir. Örneğin, hayatın kendisinin atomların hareketleri ile
açıklanabildiği, ilke olarak varsayılır; bu atomlar da nötron, proton
ve elektronlardan oluşmuştur. Hemen şunu eklemem gerekir ki "ilke
olarak " dediğim zaman kastettiğim şudur: her şeyi anlayabilirsek,
hayat olgusunu da anlamamız için fizikte keşfetmemiz gereken yeni bir
şeye gereksinim olmadığı kanısındayız. Bir başka örnek de yıldızların
enerji yaymasının (yıldız veya Güneş enerjisi) parçacıkların nükleer
reaksiyonları yoluyla açıklanabileceği varsayımıdır.
Bugün bilebildiğimiz kadarıyla, atomların davranış biçimleriyle ilgili
her türlü ayrıntı bu atom modeliyle kesin bir şekilde
açıklanabilmektedir. Hatta şunu söyleyebilirim: Bugün bildiğimiz bütün
olgular arasında, bu yolla açıklanamayacağından emin olduğumuz veya
derin bir sır içeren hiçbir olay olmadığını sanıyorum."
R. Feynman (1965 Nobel
Fizik)
***
Biraz Tarih ya da Şovenizm
Markaralı Yahya Bin Nevi ve Atomun
Parçalanması
Markaralı Yahya bin Nevi, Netaic ül-fünun ve Muhasır ül- Mehasın ül-
mütun adlı eserlerinde, atomun parçalanabileceğini şu ifadelerle
savunmuştur(1598):
“Esasında kesilerek kesilerek, kırılarak akıldan veya hayalden
dahi olsa bölünemeyecek olan şey atomdur. Halbuki atom uzayda yer
kaplar, hareket eder, sağı solu vardır. O halde iki yanı var demektir.
İki yanı olan şey ise bölünebilir .”
Lütfen bu satırları bir kere daha okuyun. Buradan ne çıkar
diyeceksiniz?
Bakınız Lütfi Göker ne
sonuç çıkarıyor:
“Böylece, İngiliz fizikçi ve kimya bilgini Dalton’dan 200 yıl kadar
önceleri atomun paraçalanabileceği konularındaki bilgilerini
açıklamış. Netice olarak da Batı’da atomun parçalanması konuları ile
ilgili araştırmalara hız vermiştir.”(Fen Bilimleri Tarihi ve
Türk-İslam Bilginlerinin Yeri, İstanbul,1998, s: 296) Atış serbest!
Lütfen bir daha okuyalım: "Netice olarak Batıdaki atomun parçalanması
konuları ile ilgili araştırmalara hız vermiştir." Tanrım! Keşke böyle
olsaydı!
***
Gözlemevini 700 Yıl Önce Kurduk,Sonra Neden yıktık?
Avrupa’da ilk rasathanenin(gözlemevinin) 1576 yılında kurulduğunu
belirten Lütfi Göker şöyle devam
ediyor: “ 1576 yılından 700 yıl kadar önceleri
Bağdat,Şam,Meraga,Semerkant ve İstanbul’da günümüz rasathane kavramına
uygun rasathaneler faaliyet halinde idi.” Bu görüş doğru. Şimdi
yazarımız bu üstünlük duygusu ile bakın ne diyor: “Burada okuyucunun
aklına şöyle bir sorunun gelmesi muhtemeldir: Rasathane kurma
çalışmalarının Avrupa’da 16. yy sonlarına kadar geç başlamasının
sebepleri nelerdir?” Güler misin,ağlar mısın. Lütfi Bey’in bu eserin
okuyan insanın aklına bu sorudan şu soru gelir “muhtemelen”: “Yahu
Türk-İslam dünyası,bilim ve teknolojide bir zamanlar bu kadar ileri
iken Batı kendisini nasıl sollamıştır? Ve biz “hayırsız,bilgisiz
evlatlar” hangi yüzle yan yatıp o geçmişle övünmekle yetinebiliriz?”
***
El-Kindi ve Görelilik Kuramı
“El-Kindi birçok eserinde teorik ve pratik fizik konularına
değinmiştir. El-Kindi ve Einstein’in ortaya koydukları rölütiviteleri
temelde aynı felsefi esasa dayanır. Ve benzeri paralel bilgileri ifade
eder. El-kindi rölativite teorisinin temel esaslarını,Einstein’den
1100 kadar önce ortaya koymuştur. Ancak Einstein’in görüşü 20. Yy’ın
bilimsel gelişimi içinde ifade edilerek daha matematiksel ve fiziksel
bir karakter taşır.”
El-Kindi’nin 9. yy’da yaşadığını belirterek kurulan ilişkinin dehşetli
boyutuna dikkat çekmekle yetiniyorum.
***
Size atomu anlatacağım. O küçücük, miniminnacık evreni tanıtacağım.
Atom, geride bıraktığımız koca yüzyıla bile damgasını vuran bir
parçacık ve bir kavram. Atomu bulan kim? Bu soru anlamsız. Çünkü eski
yüzyıllarda “atomu bulan” değil “düşünen” insan vardı. Kum taneciği de
okyanus da, bitkiler de hayvanlar da atomlardan oluşuyor. Hiç
düşündünüz mü,bundan yüzyıllarca önce insanlar nasıl olup da atomun
varlığını hissetmiş ve savunmuştur? Yine aynı ilginçlikte bir soru
daha: Bundan yüzyıllarca önce insanlar nasıl olup da atomun varlığını
yadsımıştır?
Güneş Ülkesindeki Bilge Bereketi.Her Şeyin Anası
Anadolu, doğa filozofları döneminde İÖ 600-545 arasında o zamanki
dünyanın en önde gelen kültür merkeziydi. Dünyanın kültür önderliği,
artık Mısır’dan ve Mezopotamya’dan Batı Anadolu kentlerine geçmişti.
Yunanlıların en becerikli boyu olan İyonyalılar, on iki işlek ve
parlak kent kurmuşlardı. Asya’nın içlerinden gelen kervan yolları bu
kentlerde sona eriyor ve buralara akan mallar gemilere yüklenip daha
batıya gönderiliyordu. “Bu mal akımının yanısıra Doğudaki
uygarlıklardan kopup gelen pek çok buluş, bilgi ve öğreti de,yine bu
yolla Yunanlılara ulaşıyordu. Andığımız on iki kentten en güneyde
olanı Miletos,çok önemli bir ticaret limanı ve belki de o zamanki
Yunan dünyasının en zengin kentiydi. İçinde çeşitli ırkların,dillerin
ve dinlerin kaynaştığı bu kent,Yunan ve aynı zamanda Batı bilim ve
felsefesinin en büyük kaynağıdır.”(İlkçağ Felsefesi, s: 191-192)
Doğa filozofları cinlerden, perilerden ve dinsel inanışlardan
sıyrılmış olarak, doğa olaylarını açıklamaya yönelmişler; özgür bir
düşünce yöntemi ile yorumlamışlar ve bugünkü Batı uygarlığının
temellerini atmışlardır.
İon kentleri yepyeni bir dünya görüşü yarattı. Homeros destanları ile
Hesiedos' un Theogonia' sındaki din, bir mitoloji konusuydu. Tanrılar,
insanlardan farksız bir yaşam sürdürüyorlar; onlar da kızıyor,
kıskanıyor, çapkınlık yapıyor, korkuyor, aldatıyor, aldanıyor ve
yanılıyordu. Onların insanlardan biricik ayrıcalığı, ölümsüz
oluşlarıydı. Tanrılar güçlüydü, ancak bu güçleri sınırlıydı. Baş tanrı
Zeus' un bile her istediği olmuyordu. Bu inanç özgür düşüncenin bir
başka görüntüsüydü. Anadolu Perslerin işgali süresince (İÖ 545-333)
önderlik durumunu yitirdi ancak Hellenistik dönem boyunca (İÖ 333-30)
o zamanki dünyanın başlıca kültür merkezlerini bünyesinde barındırdı.
O yüzyıllarda yeryüzünün en bayındır kentleri arasında
Bergama,Milet,Maander Magnesiası,Priene,Efes, Teos ön sırada yer
alıyorlardı. Bu dönemin Anadolu mimarlığı,Roma yapı sanatını büyük
ölçüde etkilemiştir
Soyut düşünme ve akla başvurma konusunda Yunanlılar büyük bir ilerleme
göstermişti. Bu düşünürlerin önemli bir kesimi Anadolu’da yaşamaştır.
Karialı Hexamyes' in ( Sisam' ın ileri gelenlerindendi) oğlu Thales,
İ.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde olan Güneş tutulmasını önceden
hesaplayarak haber verdi. Bu, bir doğa olayının oluşmasından önce
hesaplanmasının tarihteki ilk örneğidir. Gölgelerinden piramitlerin
yüksekliğini hesapladı. Thales, insan varlığının kökenine, varoluşuna
ilişkin konularda geleneksel kavramların etkisinden kurtulabilmiş,
kafasını, kurduğu değişik kuramların eleştirel incelemesinde kullanmış
bilinen ilk düşünürdür.Thales, Miletosluydu.Bu dönemin Miletos' lu iki
büyük doğa filozofu daha vardır: Anaximandros (575 sıraları; yıl ile
mevsimlerin uzunluğunu belirledi; öğelerin yapıldığı ilk belirsiz
maddenin “sınırsızlığı” önermesini dile getirdi; uygulamada daha zeki
ve becerikli olduğunu kanıtladı: Güneş saatini ve yeryüzünün
haritasını yaptı) ve Anaximenes (550 sıraları) idi. Maddenin
bölünemeyen en küçük parçası demek olan atom sözcüğü ilk kez Miletos'
da kullanıldı. Aynı yüzyıldaSisam ' (Samos)lı Pythagoras (580-500),
Kolophon ' lu Xenohanes (540 sıraları) ve özellikle büyük filozof Efes
' li Herakleitos ( 500 sıraları) özgür düşüncenin öteki temsilcileri
idi. İstanköy' lü Hippokrates, tıp mesleğinin kurucusu, daha sonraları
(460 sıraları) hastalığın gerçek nedenlerini, aynı özgür düşüncelerle
araştırdı ve modern tıbbın kurucusu oldu. Kilit ve anahtarı bulan
Teodorus da bunlar arasında.
Çok ilginç bir ayrıntıya değinmek gerek. İyonyadaki bu
uyanma,aydınlanma çağı Çin’de ve Hindistan’da da düşüncenin parladığı
bir dönemdir.
İÖ 6. yüzyıl yalnız İyonyalı bilim adamlarını değil, aynı zamanda
Afrika kıtasının denizden çepeçevre dolaşımını sağlamış bulunan Mısır
Firavunu Necho'nun, İran'da din adamı Zerdüşt'ün, Hindistan'da
Çaynacılığın kurucusu Mahavira(olasılıkla İÖ 599-527) ve
Budda'nın(olasılıkla İÖ 563-483) yaşadığı dönemdir. Çin'de de Lao-Tse'
nin(olasılıkla İÖ 609-517) de bir kuşak sonra onu izleyen Konfüçyus’ün
dönemidir. Bu faaliyetlerin birbirinden tümüyle ayrı ve bağlantısız
oldukları düşünülemez. Dolaysıyla, İÖ 5000'de Mezopotamya’da yerel
nitelikte başlayan uygarlığın, İÖ 500'lere gelindiğinde, giderek
global bir nitelik almaya başladığı ve merkezden çevreye doğru
genişlediği görülüyor.
(Oral Sander, s: 28 ve Türkiye’nin Tarihi, S. Lloyd s: 87, İlkçağ
Felsefesi, s:186))
Matematik ve fizik ayırımını biz iyi biliyoruz. Ama Eski Yunanda
bunlar bilinmiyordu. “ Bu ayırım ancak İsa’dan sonraki 5. yy’ın
başlarında gerçekleşmeye başladı. Kendi çalışmalarını matematik ve
fizik olarak iki farklı yönde geliştiren Pythagoras’ın böylelikle bu
alanda öncülük ettiği söylenebilir Matematikle ilgili olarak burada
değinmek sitediğim tek şey Pythagoras’ın çalışmalarından yola çıkarak
varılan irrasyonel sayılar konusudur. Bunu, Pythagoras’ın kendisi
bulmamıştır. Dik açılı üçgelir konusunda Pythagoras’ın karşısında bir
sorun çıkmıştı. Pythagoras, hipotenüsün karesinin iki birim oluduğunu
iuleres sürmekteydi ve dolaysıyla hipotenüs bugün bizim kök 2 olarak
adnaldırdığımz şey oluyordu.Peki ama bu neydi? Kök 2 ölçülebilirdi;
ama hesaplanabilir miydi? Pythagoras’ın öğrencilerinden biri(kim
olduğunu bilmiyoruz) kök 2 için bir sayı bulunamayacağını,zira
düşünelecek hiçbir sayının tam anlamıyla uygun olmadığını ileri
sürmüştü. Yunanlıların sayıları bizimkilerden farklı olduğu için 1.414
ya da benzeri bir sayı yazamazlardı. Ortada onları şaşırtan bir durum
vardı: Dünya yüzündeki en mantıklı şey olması gereken sayılar tam
sayılar ya da bunların kesirleri ile tanımlanamaması evrenin düzenine
ters düşüyordu. Bilinen mantık kurallarına uymayan bu ve benzeri
çelişkiler Yunan felsegfesinin matematiksel bölümünün içinde önemli
bir yer tutar.tam sayıların yanısıra irrasyonel sayıların,bir takım
köklerin ve ? gibi soyut kavramların da bulunması Yunanlı
matematikçiler için sürekli bir sıkıntı kaynağı oluşturmaktaydı. Bu
sorundan kaçabilmek için buldukları yol ise sayıları tümüyle bir yana
bırakıp bunun yerine, mantıksal çelişkiler içermeyen
geometrikkavramlarla uğraşmak olmuştu. Diğer yandan Euclid’in ortaya
koyduğu gibi çizgilerin belirtilmemiş uzunluklarından büyük uğraş
gerektiren mantıksal sonuçlar çıkarılmas da olanaksız değildi. Burada
Yunan matematiğine fazla yer vermeyi düşünmediğim için bunları bir
yana bırakıp Pythagoras’ın matematikle ilgili olarak fizik ve felsefe
alanlarında birbirinden tümüyle farklı iki önemli gelişmeye yolaçan
çalışmalarına değinmek isitiyorum. Aslına bakılırsa Pythagoras’ın
yaptığı şey ilke olarak evreni matematiksel yoldan tanımlamaktı. Buna
iki yönlü olarak bakabiliriz: Var olan tek gerçek sayılardır ve bunun
dışında kalan evren düşü ürünüdür; ya da sayılar gerçek şeylere
karışılık gelir. Örneğin nelere? Bu konudaü ortaya atılan ilkg örüş
Güney İtalya’da yaşayan Elealı Parmenides’e aittir. çok katı ve tutucu
görüşlere sahip olan bu düşünür dünyanın kusursuz bir küre olduğunu ve
bunun aksini düşündürten tüm belirtilerin yanlıgıdan kaynaklandığını
ileri sürüyordu. Parmenides’e göre evrende bu denli bir karmaşıklık
varken gerçketn güvinelebilecek tek şey birin bir olduğuydu. Bu
fazlasıyla basit bir teori gibi görünse de matematikçilerin büyük
ilgisini çeken görüşlerin doğmasına yol açmıştı.
İyonya İÖ 5. yy’ın başlangıcında Dara Yavahuş’un (Dara’nın)
egemenliğine girinceye dek,kültürel yönden Helen dünyasının en önemli
bölgesi olarak kaldı.
İzmir yöresinde ve Sakız Adası’nda yaşadığı sanılan Homeros‘un (İÖ 8.
yy) destanlarında ,Yunanlılar, Akdeniz’in bir kara kuşağı ile
çevrelenmiş olduğuna ve bunun etrafında ise sınırsız bir okyanus
bulunduğuna inanıyorlardı. Herşeyin başka bir şeyden doğduğu konusunda
ilk sözedenler,İÖ 6.yy’da yaşayan İyonyalı filozoflar olmuştur.
İyonya,bizim Ege bölgesi ve adalar demeye geliyor.
İlk doğa filozoflarının yetiştiği kent Miletos
(Palatia/Balat):Söke-Didim karayolu ile Akköy kavşağına varıyorsunuz.
Balat köyüne varmak için 5 km var. Bir zamanların liman kenti. İyon
göçü, 3 bin yıl önce Atina Kralı Kodros’un oğlu Neleus önderliğinde
gerçekleşiyor. Özellikle İÖ 7. ve 6. yy’da kurduğu 30 kadar koloni
kentinin denizaşırı ticaretiyle geçinen Miletos, İS 4. yy’dan itibaren
nehrin getirdiği alüvyonların denizi doldurmasıyla liman özelliğini
yitirmiştir.Büyük İngiliz matematikçisi ve düşünürü B.Russell,
“Miletos okulu başardıkları açısından değil, giriştikleri açısından
önemlidir” der. İlkel düşüncede toplum ve doğa bir ya da karışıktı.
Thales ve Anaksimandros, doğayı toplumdan ayırdılar. Hemen hemen aynı
zamanlarda yaşayan Solon (öl:559) da toplumu doğadan ayarırak
inceledi. Miletos, zengin bir ticaret kentiydi. Pek çok ulus ya da
inanç burada kaynaştığı için ilkel önyargılar boş inanlar yumşamıştı.
Miletos, Thales,Anaksimenes,Anaksimandros,Leukippos gibi doğa
filozoflarının,tarihçi Hekataios ve kent plancısı Hippodammos’un
yurduydu. Miletos,ayrıca Pers işgali ve Büyük İskender’in seferi
sırasındaki direnişiyle de ün yapmıştır. Ayasofya’nın mimarlarından
biri olan İsidoros Miletosludur.Thales, Anaximandros ve Anaximenes’in
düşünceleri,bilimsel varsayımlar sayılabilir. “Bu düşünürlerin sorduğu
yerinde soruların gücü ve derinliği daha sonraki araştırmacılara esin
kaynağı olmuştur. Grek felsefesinde,Güney İtalya’daki Grek kentleriyle
çağrıştırılan bir sonraki dönem,daha dinsel,özellikle daha Orpheosçu
ve kimi bakımdan daha ilginçtir. Başarısı saygı uyandırır. Ancak özce
Miletosluların felsefesinden daha az bilimseldir.”
İlk Öğeler ya da İlk Elementler
Atomun peşinde giderken ve düşünürken hep “her şeyin aslı nedir?”
sorusu yanıtlanmaya çalışılmıştır. Çevremizdeki maddelere bakalım.
Bütün bunları daha doğurgan bir ilk ilkeye dayandırabilir miyiz? Evet
öğrendiğimize göre felsefenin ilk büyük sorusu da buydu. Bu sorunun
yanıtı düşünülürken bir öğe kabulüne karşın bir çok tanrı kabul
edilmesi ilginç. Bizim başlıca ilgi alanımız tanrı değil de öğe
(element,tohum) sorunu. Evet şimdi bu “elementleri” kimlerin ve hangi
gerekçelerle ortaya attığını sizinle paylaşmak istiyorum. Önce konuyu
özetlemem gerekiyor.
Her şeyin bir “unsur”dan oluştuğunu savunan düşünürler ve görüşleri
şöyle:
Her şeyin aslı,her şeyi doğuran öğe “su”dur. Bu görüşü İÖ 6. yy’da
Miletos’ta yetişen Thales savunmuştur.
Her şeyin aslı, her şeyi doğuran öğe “hava” dır. Bu görüşü yine İÖ 6.
yy’da Miletos’ta yetişen Anaksimenes ileri sürmüştür.
Her şeyin yaratıcısı,doğurucusu,değiştiricisi “ateştir”. Bu görüşü de
Thales ve Anaksimes’e göre daha genç olan Efesli Herakleitos
savunmuştur.
İzmir yarımadasında Örenşehir(“Kolophon”) doğumlu gezgin ozan
Ksenophanes de tek bir unsur tanıyordu; o da topraktı.
Sicilyalı Empedokles,bütün bunları birleştirdi ve “dört öğe” kuramı
diye bilinen “hava,su,toprak,ateş” öğelerini “ana unsur” olarak
gösterdi. Bu görüş, hemen hemen 17. yy’daki bilimsel devrime kadar
doğa felsefesinin temel düşüncesi olan görüşü geliştirdi. Bu sentez,
İÖ 5. yy’da yapıldı.
Bu arada Elea okulundan Parmenides ve öğrencisi Zenon,İÖ 5.yy’da
evrende “boşluk” diye bir şeyin olmadığı ve aslında “hareket” in de
olmadığı,duyularımızın,algılarımızın bizi aldattığı görüşünü savundu.
Bunlar öyle basitçe burun kıvırılacak düşünceler değildir ve gerçekten
keskin zekalardan saçılan kıvılcımlardır. Göreceksiniz.
Sonra atomcular: İÖ 5. yy ortalarında Abdera’da Leukippos tarafından
bu okul kuruluyor.Bu okul,Demokrit tarafından sürdürülüyor. Atomcular
atomu ve atomun hareketinin sağlanabilmesi için “boşluğu”
savunuyorlar. Epukiros ve Lucretius,Roma dünyasında atomcu görüşü
yaşatmaya çalışıyorlar. İşte sınırlarını çizdiğimiz görüşler ve
filozoflarımız şimdilik bu kadar. Şimdi şu basit soruyla işe
başlayalım: Thales, acaba hangi gerekçelerle “her şeyin aslının su
olduğunu” söylemiştir?
Miletoslu Doğa Filozofları
Konumuz açısından üç doğa filozofumuzu mutlaka incelemeliyiz: Thales,
Anaksimandros ve Anaximenes. Onları incelemeden önce okuruma birkaç
söz söylemek istiyorum. Aşağıdaki görüşleri anlatırken ve belgelemeye
çalışırken,benim ne anladığımı size anlatma çabası güdüyorum. İlk Çağ
araştırmacısı filan değilim. İlk Çağ’da insanlar ne demişler ve
demelerinin o zamanki doğa olgularıyla açıklamasını sunmak istiorum.
.
Filozoflar Ne İş Yapar?
Filozofluk,bilgelik ya da bilim adamlığı,sanıldığı kadar kolay bir
uğraş değildir. Örneğin ülkemizde bir bilim adamı ile bir devlet
yetkilisi kıyaslandığında devlet yetkilisi daha önemli ve daha
değerlidir. 2001 yılında Türkiye’de Üniversite rektörlerinin isteği
maaşlarının general maaşına eşit olmasıydı. Generali
küçümsemeyelim;ama bilimi adamlığını da küçümsemeyelim. Şimdi bu
konuyla ilgili iki filozoftan iki anı aktaracağım. Filozoflarımız
Mevlana ve Thales.
Önce anlatılması gereken Mevlana’nınki.
Bir köylü eşeğinin sırtına bir heybe yüklüyor. Eşeğin sırtından iki
yana sarkan heybenin bir gözüne buğday öteki gözüne de taş koyuyor ki
heybe eşeğin sırtında dengeli dursun. Köylü,eşeği yularından tutup
yolunda giderken bir adama rastlıyor. Adamın elinde asa;saçı sakalı da
birbirine karışmış,yorgun bir yüz ve dökülen bir giysi…Karşılaşan iki
ölümlü, hoşbeşten ederken adamın gözü heybenin gözlerine takılıyor.
Bir gözde buğday,ötekinde taş.
“Köylü kardeş” diyor çok içten bir sesle “ Sen yanlış yapıyorsun;eşeğe
de eziyet ediyorsun.”
Şaşıran köylü “Niye eşeğe eziyet ediyor muşum ki?” diye soruyor.
“Bak” diyor adam” Heybenin iki gözünü dengelemek için birini taşla
doldurmuşsun. Oysa taşları atarak heybenin bir gözüne koyduğun buğdayı
iki göze paylaştırırsan eşeğin yükünü de hafifletebilirsin.”
Köylünün şaşkınlığı artıyor. “Doğru. Ben bunu nasıl düşünemedim. Peki
bre adam sen ne iş yaparsın?”
Adam: “Ben filozofum.”
Köylü: “Yani?”
Adam: “ Ben insanlara akıl veririm. Dünyanın oluşumunu ve gelişimini
açıklarım…” diyor.
Köylü, belli ki aradığı yanıtı alamamıştır. Adamı bir aşağıdan yukarı
bir de yukarıdan aşağı süzdükten sonra:“Haa öyle mi “ diyor “ Senin
herkese verdiğin aklın bir faydası olsaydı,önce sana olurdu. Üstüne
başına bak…” diyor ve filozofun önerisini yerine getirmeden eşeğini
sürüp gidiyor. Bunu 13. yy’da,Mevlana anlatıyor.
Şimdi vereceğim örnek ise daha eski yüzyılların bilgesi, yazılı
tarihin bilgileriyle tanıdığımız ilk bilge Thales’le ilgili. Tarih
boyunca filozofların,bilgelerin ya da bilim adamlarının
yadırgandığı,dışlandığı,yakıldığı, katledildiği çok bilinen
örneklerdir.
“Senin aklının bir faydası olsaydı önce kendine olurdu” düşüncesi çok
eskidir.
Her şeyin sudan doğduğu anlatımı bilimsel varsayım sayılmalıdır ve hiç
de aptalca değildir.Grekler,varsayımlarında aceleciydi. Thales
hakkındaki bilgimiz yeterli değil. Ama Thalesin bilim de felsefesi de
kabaca, fakat düşünce ve özlemi uyarıcı türdendi. Onun hakkında
Aristoteles ilginç bir olay anlatır.
Thales’in durumu günümüz bilim adamlarının durumunu andırıyordu. Çünkü
Thales’in durumu felsefenin hiçbir işe yaramadığını gösteren bir
yoksulluk” içindeydi. Ama Thales bunu kendine yediremiyor. Öyküye
göre,yıldız falına bakmış. Bir sonraki yılın zeytin ürünün bol
olacağını belirtmiş. Böylece parası az olduğundan Chios ve
Miletos’taki zeytin basacaklarını (preslerin) kullanmak için pay
vermiş. Kendisine kimse karşı çıkmadığından pey vermiş. Böylece
basacakları ucuza kiralamış. Zeytin toplama zamanı gelip,herkese
basacak gerektiğinde,Thales bu satıştan çok para kazanmış “Böylce
Dünyaya,filozofların isterlerse kolayca zengin olabileciğini fakat
onların tutkularının başka türden olduğunu
göstermiş”ÇevresindekilerThales’le alay ediyorlardı. Astronomi
bilgisine dayanarak Miletos’ta zeytinin bir sonraki yıl çok olacağını
hesaplayarak zeytin preslerini kiraladı ve vakti geldiğinde presleri
gereksinimi olanlara istediği fiyattan verdi.( Böylece zengin oldu.
Sonra bunu halka açıkladı. Aristoteles şöyle der:”Thales,böylece,
dünyaya,filozofların isterlerse zengin olabileceklerini,ama
tutkularının başka türden olması nedeniyle yoksulluğu yeğlediklerini
de göstermiştir.”