Zaten dini
kaynaklar incelendiğinde görülecektir ki, ölen kişilere okumanın
yararlı bir iş olduğu belirtilmesine, önemle vurgulanmasına
karşın, bu eylemin o kişilerin eksiklerini tamamen kapatacağına
ilişkin ifadeler kesinlikle mevcut değildir. Dolayısıyla, hiç
kimse ölmüş yakınlarının, tanıdıklarının yapmadıklarını
hele-hele bir de para karşılığı -ödeyemez (tamamlayamaz) ki,
bunun da dinde hiçbir biçimde yeri yoktur.
Resulullah ve
varisleri tarafından şiddetle önerilen çalışma ise, insanların
ölüm ötesi ortamlarda (aşamalarda) karşılaşacakları azaplara
karşı sure ve duaları bizatihi kendilerinin okuması ve bu
okumanın az da olsa devamlı olarak gerçekleştirilmesidir.
Böylece, okumayla birlikte üretilen beyin dalgaları, ölen
kişilerin ruhuna yönlendirilirken aynı zamanda kendi ruhlarına
da kayda gireceğinden bunların, ölüm ötesi boyutlarda kendileri
için de çok büyük faydaları olacaktır.
Ayrıca şunu da
belirtmek gerekir ki, mevlit olarak adlandırılan ve Hz. Muhammed
(s.a.v)’i övme amaçlı ya da dinsel kaynaklı benzeri şiirlerin,
gazellerin, ilahilerin... (her ne kadar hoş şeyler olsa da)
ölülerin ruhuna hiçbir faydası (etkisi) bulunmamaktadır. Zaten
bu tür şeylerin dinde de yeri olmayıp Hz. Muhammed (s.a.v)’den
yüzyıllar sonra uydurulmuş bir gelenek ve görenektir. Oysa, Din
ile işaret edilen şey, Evrensel Sistem ve Düzendir. Dinin
insanların hayallerine, şartlanmalarına, toplumdan topluma
ve zamana göre değişen âdetlerle, birtakım uygulamalarla bir
ilgilisi olmadığı gibi, tüm bunların sistemde de yeri ve
karşılığı yoktur. Din denilen şeyden kasıt (amaç), insanların bu
Evrensel Sistem ve Düzene göre hareket etmelerini sağlayıp hem
dünya hem de ahiret yaşamında bu sisteme ters hareket edilmesi
sonucu içine düşecekleri maddi ve manevi çıkmazlardan,
azaplardan onları korumaktır. Ve birim, buna uyduğu ölçüde mutlu
ve huzurlu olur.
Bu ayetleri,
sureleri, zikirleri, önerilen duaları... ruhta bulundurmanın en
önemli faydası, ölüm ötesinde bize gönderilecek mesajların
alınmasının çok çok ötesinde, ölümün tadılmasıyla birlikte
başlayacak yeni-yeni süreçlerde o boyutun şartları içinde
bunların tekrar değerlendirilebilecek olmasıdır. Bu nedenle, o
ortamlarda bize ışık tutacak, yol gösterecek, bizi uyaracak,
ikaz edecek, zarar ve ıstırap verecek durumlara karşı korunmak
için, en azıyla Kuran’ın tümünün bir defalığına dahi olsa
hatmedilmesi ya da bize önerilen belli bölümlerinin
ezberlenmesi, en iyisi ise, bu ifadelerle işaret edilen
gerçekleri idrak edip anlayarak, hissedip yaşayarak bunların
ruha kayıt edilmesidir. Bu kelimelerin, cümlelerin her
boyutta bir karşılığının bulunması dolayısıyla bu durum
sadece kabir, kabir içi, berzah, mahşer, cehennem boyutlarıyla
sınırlı olmayıp cennet yaşantısında da bu bilgi kaynağı bize
ışık tutmaya devam edecektir.
Ancak, tüm bu
çalışmaların Arapça orijinaliyle okunarak yapılması zorunludur.
Bunu da kısaca şöyle izah edebiliriz: İnsan beyni de
bilgisayardakine benzer, fakat (+) ve (-) ikili sisteme dayalı
bir dil kullanır. Bu yüzden beynin içinde TV ve
bilgisayarlardaki gibi ne görüntü ne de ses bulunur. Beş duyu
boyutundaki görüntü, ses, dokunma, tat, koklama olarak
algıladığımız tüm her şey, beynimiz içindeki bu (+) ve (–)
biçimli bir dille düzenlenmiş elektrik sinyalleri ve bu
sinyallerin yaymış olduğu (E-M) dalgalarından başka bir şey
değildir ve beyin dışarıdan kendisine gelen ve kendi ürettiği
mana yüklü dalgaları bu dil ile şifreleyerek aynı anda hem ruha,
hem de dışa yaymakta ve bu da kesintisiz bir biçimde her an
devam etmektedir. Dolayısıyla, önemli olan lisan değil, o
lisan ile harekete geçen beynin elektriksel ve bunun neden
olduğu (E- M) dalgalarıdır. Bu yüzden holografik esasa
dayalı bir biçimde her an yayınlanmakta olan bu evrensel sisteme
ait olan manalar, maddesel boyutumuzda bu harflerle,
kelimelerle, cümlelerle şekillendiği, açığa çıktığı ve bizim de
bu evrensel manalarla rezonansa geçebilmemiz, beynimizi bu
anlamlara ayarlayabilmemiz, çeşitli enerjileri ruha
yükleyebilmemiz için ibadetlerimizi Arapça orijinalleriyle
yapmak mecburiyetindeyiz.
Resulullah
“ Arab’ı seviniz, çünkü: Ben Arab’ım Kuran Arapça’dır; cennet
ehlinin dili de Arapça olacaktır ” sözüyle sistemdeki bu
duruma işaret
etmektedir.
Burada sözü
geçen “Arab’ı seviniz” ifadesi ile de, beşeri değer yargılarına
dayalı milliyetçilik duygularıyla belli bir kavim, insan
topluluğu gösterilerek onların her yaptığı ve yapacağı doğru
veya yanlış şeylere katılma, hep onlarla hareket etme
zorunluluğu kastedilmemektedir. Bütün cümleyi göz önüne alarak
düşündüğümüzde, nasıl ki, boyutumuzda Arapça olarak ortaya
çıkmasına karşın, gerçekte bu ifadelerle Kuran’ın, uzay-zamanın
değerlerinden tamamen bağımsız (beri) bir dille yazılı bulunduğu
boyut işaret ediliyorsa aynı şekilde, Kuran’da anlatılan
kavimler ve hikâyelerle de “Kuran ve İnsan ikiz kardeştir”
hükmünce insanın Özü ve Hakikâti olan Evrensel Sistem ve Düzenin
çeşitli özelliklerine karşılık gelen idrak blokları işaret
edilmektedir. Dolayısıyla Arab’ı sevmek demek, Arap kavmiyle
anlatılmak istenen Muhammedi Hakikâtle hemhal olup, o boyutun
bakış açısıyla yaşanılanları değerlendirip o idrak ile yaşama
devam etmek demektir.
Ayrıca, mezar
ziyaretlerinin tavsiye edilmesinin nedeni, ölen kişinin ruhunun
maddesel cesedinin yanında, sağında solunda
berisinde...bulunduğu için o kişiye daha yakın olunacağından ona
gönderilecek enerjinin daha iyi gitmesini temin etmek için
değil, tamamıyla ölen kişi ile ona yönelen kişi arasında sadece
bir konsantrasyon nesnesi olan mezarlığa gelen kişilerin ölümü
hatırlayıp bu fikri daima akıllarında canlı tutarak
davranışlarını buna göre belirlemelerini sağlamaktır. Yani
kişinin ibret alması içindir. Çünkü, tek bir amaca dönük
olarak dalgasal yapıya kodlanmış manalar, bizim mekansal
anlayışımızda yer almayan ve bize göre dalgasal boyutta bulunan
bu ölmüş insanlara mesafe kavramı olmaksızın her yerden
gönderilebilmektedir.
Peki o halde:
“ Herhangi biriniz, bir yakını öldüğü zaman onun Kabrini derin
kazarak içine koysun ve kendisini kötü komşulardan
uzaklaştırsın”
hadisini nasıl düşünmeliyiz?.
(bkz. Dua Ve zikir – Akıl Ve İman –
Ahmed Hulusi).
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 22.02.2005
http://sufizmveinsan.com
|