ir
nesnenin varlığının bilinen diğer nesnelere göre olduğunu
belirten görecelik kuramı,evrende mutlak bir noktanın
ve buna dayalı olarak da varlığın olmadığını,var olanın birbirlerinin bakış açılarına bağlı şekilde mevcut
olduğunu söyler.
Bu hem bilinen anlamda, hem de boyutsal anlamda geçerli olarak,varlığın
sonsuz hiyerarşisini en tepeden aşağı yansıtarak oluşmasını sağlar.
Örneklersek;
üç boyutlu bir uzayda yaşayan varlıklar,bir küpü en-boy-yükseklik
biçiminde aynen algılarken,bunun izdüşümü olan iki boyutlu
uzayda yaşayan varlıklar da küpün üç boyutlu görüntüsünü değil,en
ve boy şeklinde düz bir kare alanı olarak algılayacaklardır. Bu
boyutta iki varlık karşılaştıkları taktirde, birbirlerini yani
karenin kendine en yakın bölümünü tek bir çizgi olarak görürler.
Karenin öte yanını ancak oraya kadar kısa bir gezinti yaparak , iç
yapısını da karenin ikiye bölünmesiyle (parçalara ayrılmasıyla)
görebilirlerdi.
Aynı biçimde Tek boyutlu bir canlı da, bunun düz bir çizgi olduğunu
ve başkasıyla karşılaştığı takdirde onu nokta olarak gördüğünü
söyler.
Şimdi
hangisi doğru? Üç boyutlu küp mü? İki boyutlu kare mi? Yoksa tek
boyutlu,düz bir çizgi olarak algılanan mı? Cevabı ise; hepsinin
kendi bakış açılarına göre değerlendirdikleridir.
Eğer üç boyutlu yaratık,iki boyutlu yaratıklara seslenecek
olsa,onun her şeyi görmesine karşın,kimse sesin nereden geldiğini
göremeyerek bunun bir hayalet olduğunu sanacak, göründüğü
taktirde de bunu üç boyutlu şekliyle değil, kendileri gibi kare biçiminde
bir varlık olarak algılayacaklardı. Yaratık onlara yapının düz,
iki boyutlu değil de,her şeyin üç boyutlu olduğunu, bu noktadan
kendi boyutlarına bakıldığında,
tüm iki boyutlu uzayı zaman ve mekân kaydı olmaksızın,
bir anda görebileceklerini (idrak
edebileceklerini)söylediğinde ise, orada olanlar hemen
reddedecekler; ama aralarındaki düşünebilen beyinler, bunun
olabilirliliği üzerinde duracaklardı.
Dolayısıyla
bizim de evren içre evrenleri görebilmemiz (idrak edip anlamamız) için
dördüncü boyuttan bakabilme kapasitesine sahip olmamız
gerekmektedir.
Buradan da iki sonuca ulaşmaktayız. Birinci olarak; bir boyut alt
boyutları değerlendirebilmesine karşın,üst boyutu ve boyutları
değerlendirememekte,ikinci olarak da,bir boyuta ait olan gerçekler,bir
alt boyutta farklı durumda yani o boyutun kuralları içinde açığa
çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak da yapı Tek olmasına karşın
boyutsal olarak Tek’in farklı çokluk görüntülerinin açılımı
oluşmaktadır.
Boyutsal
yansımaları günümüz bilimi ile açıklamaya çalışırsak; bildiğimiz
gibi klasik (makroskopik)uzayda kesinlilik(belirlilik)söz konusudur.
Ve bu uzayda bir değer ya “sıfır” ya da “bir” değerini alırken
(yani bir şey ya vardır ya da yoktur) klasik fiziğin temeli olan
kuantum (Mikroskopik)düzeyinde ise,bu belirlilik yerini belirsizliğe
dolayısıyla da olasılığa bırakarak, değerler sıfır ile bir
arasında bir yerde bulunurlar..
Böylece
kuantum düzeyinde geçerli olan ihtimalli yasalar,alt boyutunda farklı
ve o boyutun kuralları içinde, yani belirlilik biçiminde ortaya çıkarlar.
Tıpkı Güneş ve Ay tutulmalarının hep belli,tespit edilebilir
tarihlerde olmasının, buna ait olan mikroskobik boyutlardaki yüksek
sonsuz sayıda olasılıklı kuantum mekanik süreçlerin,istatistiki
sonucu olması gibi.
Holografik
açıdan ise,her şey içten dışa projekte olanın,dıştan içe algılatmasından
ibarettir. Böylece hologramın iki tanımı ortaya çıkmaktadır. İkinci
tanım, dıştan içe algılanan ki her bir noktası tümün bilgisini
içermekte derken, birinci tanım ikincisini var kabul ettiren oluşturan
yönüdür (bu da aynı özelliğe sahidir).
Biraz daha açarsak; ikinci tanıma göre; plakanın oluşturduğu
suretlerin, birer enerji girişim dalgası olarak birbirlerini deşifre
etmesiyle madde boyutu ve buna
dayalı bir biçimde de fiziko-matematik yasaları meydana gelir ve böylece
evren tanımlanır ya da enerji boyutundan algılanır. Yani ,dışta
haricimizde varlığı kabul edilen frekansal okyanus, yine bir enerji
dalgası olan beyin tarafından görüntü,ses,dokunma…vb’ e dönüştürülerek
maddesel olarak değerlendirilmektedir.
Fakat
birim alanın,tüm alanı içermesinden dolayı beynin dışta
var kabul ettiği bu nesneleri algılaması, gerçekte kendisinde var
olmasından dolayıdır.
Bu
da bizi ikinci mânâdaki hologram anlayışına götürür.Bu anlayışa
göre, dışta var kabul edilen frekansal okyanus beyin tarafından bu
şekilde dönüştürülmeyip (çünkü gerçekte mevcut değil)daha
öz boyuttan, (uzay-zamanın ötesindeki),düzeyden tanımlanamayan
bir düzenin boyutsal yansıyarak beyin aracılığıyla(ki kendisi de
bir hologramdır) bu frekansal okyanusu var kabul edip yukarıda ifade edilen şeklin oluşumunu meydana
getirmektedir.
Böylece
birim ilk başta ifade edilen ,içten dışa projekteyi yapanın
kendisi olduğunu fark edecektir. Yani özetlersek; her şey bir üst
boyuttaki mânâların varsaydığı sanal gerçekliktir. Bu da bize
boyut ve boyutların hem kendi içlerinde hem de bir bütün olarak
hologram içre hologram biçiminde var olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla,algılayıcısı tarafından
bulunduğu boyut her ne kadar maddesel bir oluşum içinde değerlendirilse
de,aslında,bu bir üst boyutun sembolik yansımasıdır. Bunu daha
somut anlamak için, ayrı bir benzetme ile açıklarsak; bir an için
geçmişte yaşadığımız bir olayı gözümüzde canlandıralım.
Diyelim ki güzel bir gecede deniz kenarında,kıyıya çarpan suyun hışırtısı
eşliğinde gökyüzüne bakmış ve kum gibi yıldızlar ile uçsuz
bucaksız gökyüzünü gözlemlemiş olalım. Dünmüş gibi ayrıntılarıyla
hatırladığımızda sınırsız bir ortamın içinde var olduğumuzu
düşünürüz. Halbuki gerçekte bu,sadece beynin içindeki elektrik
sinyallerinin dışarıda var kabul
ettirdiği bir sanıdan başka bir şey değildir.
Aynı
şekilde;sınırsız bir fiziksel bir dünya içinde varsaydığımız
şu anki yaşantımız da (bize göre)gelecekteki bir iki kiloluk
beynimizin içindeki faaliyetlerin sonucu olarak oluşan sanal gerçeklikten
ibaret olacaktır. Bu da bize uzay ve zamanın bir bütün halinde düşünceden,
yanılsamadan başka bir şey olmadığını gösterir.(*)
Bu
konunun tam anlaşılamaması,maddeye dönük bir biçimde algılayan
hologramik mikrodalga yapılı (bilinçli)cinlerin,hem boyutsal hem de
ontolojik varlıklar olmaları,insanların da bunlarla olan cebri ya
da ihtiyari ilişkileri,metafiziksel yanılgıları meydana
getirmektedir. Buna örnek olarak O.B.E (beden dışı
deneyimler)olaylarında mikrodalga yapının (ruhun) gerçekte
bedenden ayrılmamasına rağmen,ayrılma sanısı ve buna dayalı
olan diğer tüm metafiziksel oluşumlar ile
Ö:Y:D (ölüme yakın deneyimler) durumlarında
O:B:E olaylarındaki gibi ışık boyutuna girerek ya ışık
varlıklardan (dinsel kişilikler ,ölmüş eski yakınları ile yakın
arkadaşlar da olabilmektedir. ) ya da direkt kendilerinin,geleceğe,sisteme
dair bilgi,öğüt almalarını ve dinsel mertebelerde dolaşmalarını
verebiliriz. Öyle ki bunlar sistemin holografik şekilde bütün, parçalanması
mümkün olmayan tek olarak seyirden ibaret olduğunu dahi tanımlayabilmektedirler.
Sistemin
hologram içre hologram biçiminde olması, bize suretler boyutundan
gidilerek üst boyutları tamamen anlayamayacağımızı da göstermektedir.
Çünkü bir boyut ,bir alt boyutta sonsuz oluşum meydana
getirebilmesine karşın ,bir alt boyut bir üst boyutu sadece bu
sonsuz oluşumdan birine göre var sayacaktır. Biraz daha somutlaştırırsak;yüz
küsur atomdan sonsuz sayıda moleküler yapı oluşturulabilir. Ama
bu yapılardan sadece birine göre atomları değerlendirmeye çalışmak,
gerçeği yansıtmayacaktır. Dolayısıyla, bugün bilim, sistemin ne
olmadığını çok net ortaya koymasına karşın,ne olduğunu
anlamak da yalnızca mistiklerin yolundan giderek anlam kazanacaktır.
Her
ikisinin kesiştiği noktayı çok iyi fark eden Fizikçi ve yazar
Fritjof Capra’nın “Fizikçiler maddenin boyutlarını,Mistikler
zihnin boyutlarını araştırır. İkisinin ortak olduğu
nokta,ne atomaltının ne de Zihnin boyutlarının Normal
duyularla algılanabilir olduğudur.” sözü ile ifade ederken,en
tipik özelliği eylemi biçimlendirme yeteneği olan zihnin, maddenin
daha süptil bir şekli olarak uzay ve zamanı yaratmakta olduğunu söyleyen
Yeni Fiziğin babalarından David Bhom ;her bireyin örtük düzenle,çevremizde
olan her şeyle tam bir ilişki içinde olarak insan bilincinin bir,bölünmez
ve aynı zamanda sonsuz olduğunu ,insanın bütünün bilgisini kendi
içinde taşıdığını ve ona uygun gelişme sağlarsa ,bireyin
kozmik bütünlüğe doğrudan doğruya girerek bütünün tam görüntüsünü
yansıtabileceğini söylemiştir.
Tanrı
fikrini bir kenara bırakarak,Kozmik din duygusu içinde ,insanın ölmesiyle
beraber yok olmayıp enerji aslına dönüşeceğine,bitmek bilmeyen
bir illizyon olan evrensel şuurda yerini alacağına inanan Albert
Einstein da “Ben,Sen Yokuz,O Var”sözüyle bu gerçeği dile
getirirken,Fiziğin tartışılmaz önde gelen isimlerinden Jhon
Weheeler de ,bir atom altı parçacığın ,örneğin bir elektronun
var olmasına izin veren etkinin şuur olduğunu öğrendikten sonra
,bizlerin atom altı parçacıklarını ve böylece tüm evreni yarattığımız
gibi, aynı zamanda onların da
bizi yaratmakta olduğunu belirterek buna kendi kendini
besleyen,meydana getiren (self reference) kozmoloji adını verdi.
Bu
anlayışın sonucu olarak da “Bir gün gelecek bütün eşyayı tek
,harikulade bir görüntü içinde anlayacağız. Bu görüntü öylesine
sade,öylesine güzel olacak ki,hepimiz birbirimize
“Ah biz ne kadar aptalmışız .Nasıl oldu da anlayamadık.Başka
türlü olamazdı herhalde” diyeceğiz” şekliyle ifade etti.
Günümüz ünlü fizikçilerinden Paul Davies de görüşlerini
“Yeni fizikteki gelişmeler,insan şuur ve idrakını evrenin
merkezine yerleştirir. Kuantum fiziği,içinde kainatı seyreden bir
seyirci bulunmaksızın anlamsızdır. İnsan şuuru kâinatta tek başına
bağımsız şekilde var olan herhangi bir düzen değil ,bütün varlık
olarak nizamın gerçekleştiği, aksettiği bir aynadır. Yani,kainatın
gayesi ,hayat vasıtasıyla insan zihnine düşünce konusu olmaktır.”
biçiminde dile getirdi.
Zamanla
filozof ve bilim adamlarının da bu görüşü paylaştıklarını
belirten Yazar Lincoln Barnet ise; “Her nesne yalnız niteliklerinin
bir toplamı olduğuna,nitelikler de yalnız zihinde var olduğuna göre,madde
ve enerji,atomlar ve yıldızlardan meydana gelen tüm nesnel evren,
ancak bilinçteki bir kuruluş olarak vardır;insan duyuları ile biçimlenen,alışılmış
simgelerden oluşmuş bir yapıdır.”
Ve devam ediyor :“Maddeciliğin baş düşmanı Berkeley’in dediği
gibi “Göğün tüm korusu ve yerin yapısının ,kısaca dünyanın
güçlü çatısını meydana getiren tüm cisimlerin zihnin dışında
hiçbir varlıkları yoktur. Ben onları algılamadıkça,onlar
zihnimde ya da başka bir yaratığın zihninde var olmadıkça,onların
ya varlıkları hiç yoktur,ya da ölümsüz Ruhun zihninde var
olurlar” diyerek konuya açıklık getirdi.
Hz
İsa (as) da “Bütünü bilen kimse,kendinden mahrum ise bütünden
de mahrumdur. Arayan aradığını buluncaya kadar aramayı bırakmasın
ve bulunca şaşıracak ve şaşkınlıkta kalarak hayran olacak ve
her şeyin üstünde hüküm sürecek” diyerek ekliyor “Suretler
insanda tezahür ediyor ve onlarda olan ışık saklıdır .Özün
ışığının suretinde. O kendi örtüsünü açacak ve kendi
sureti,kendi ışığıyla saklanacak”
Hz. Muhammed (sav) de tüm bunları “Beni gören Hakk’ı görmüştür”
diyerek tek cümlede özetlemiştir.
Kenan
Keskin
http://afyuksel.com
05.10.2000
*
Hologram
modeli: Her şeyin beynin bir holohareketi sonucu olduğunu ,bu
nedenle tüm zaman ve mekânın aynı yerde ve anda olması sebebiyle
de istenilen uzay-zamanda yer alınabileceğini belirtmektedir.
Kaynakça:
Holografik
Evren-Michael Talbot
Holografik Evren I-Ken Wilber
Evren ve Einstein-Lincoln Barnet
Kozmos-Carl
Sagan
|