* Bitkilerin
de bir bilinci olduğu söyleniyor, eğer doğruysa bunun boyutları
ne düzeydedir?.
Alman Biofizikçi Frittz Popp, canlı hücrelerin zayıf bir ışık
yaydığını bularak, "bio-foton" olarak isimlendirdiği
çalışmasıyla, fotonların hücre çalışmasında önemli bir rol
oynadığını göstermiştir. Yapılan araştırmalarda alelade, basit
olarak algıladığımız bitkilerin de sahiplerini tanıdıkları,
bildikleri, seslere çeşitli frekanslardaki elektromanyetik (E-M)
dalgalara ve dolayısıyla çevrelerinde olup biten tüm olaylara,
psikolojik durumlara karşı olumlu ya da olumsuz tepkiler
verdiği, çeşitli fiziksel değişimlere uğradığı ispatlanmıştır.
Örneğin, her gün şefkâtle ve güzel sözlerle muamele gören
bitkilerin diğerlerine oranla daha iyi geliştiği, büyüdüğü, daha
canlı ve parlak olduğu görülmüştür. Bunun yanında, günde belirli
bir saat klasik müzik dinleyen bitkilerin de müziğe doğru
eğilerek aynı şekilde gözle fark edilir derecede olumlu bir
gelişme kaydettikleri, buna karşın rock, havy metal türü
gürültülü müzik dinleyen bitkilerin ise, adeta kaçarcasına
müziğin aksi yönüne yönelerek ya daha geç ya da anormal derecede
büyüyerek tepki verdikleri, bazı durumlarda da zayıfladıkları ve
kuruyup öldükleri gözlemlenmiştir.
FBI’ da yalan makinesi üzerine eğitim veren Clave Bacster
tarafından elektronik cihazlarla bağlanarak davranışları izlenen
bitkilere, elinde makasla, bıçakla...ya da ateşle
yaklaşıldığında veya yanlarında bir başka bir bitkinin,
hayvanın, insanın öldürülmesinde, cıyak cıyak bağırdığı kiminin
korkup bayıldığı, kiminin de yas tuttuğu ve bu işlemi yapan
insanın daha sonra bitkinin bulunduğu odaya getirildiğinde
olaylarla hiç ilgisi olmayanlara hiçbir tepki göstermezken, o
kişiye bariz bir şekilde tepki verdiği, dolayısıyla bir hafızaya
sahip oldukları tespit edilmiştir. “Bacster Etkisi”
olarak da adlandırılan bu durumlar, Amerika ve Rusya’ da binin
üzerinde laboratuar deneyleriyle de gösterilmiştir. Daha da
ilginci, bu işlemlerden birini yapma düşüncesini taşımak bile,
bitkilerin tepki vermeleri için yeterli olmasıdır. Sadece bu tür
insanları değil, negatif enerjiye sahip sıradan bir insanı ya da
odaya giren bir kediyi, köpeği...veya üzerine gelmekte olan bir
örümcek, bir karınca...gibi küçük canlıların bile kendisine
verebileceği zarardan ötürü hissedip algılayabildikleri, insan
üzerindeki bir yara ilaçlarla tedavi edildiğinde bile buna
anında tepki gösterdikleri tespit edilmiştir. Bitkilerin bu
özelliği, suçluların bulunması için kullanılabileceğini
düşündürmüş hatta bununla ilgili bilinen başarılı bir iki olay
da gerçekleştirilmiştir.
Kimyacı Dr. Robert Miller başkanlığında Ambrose ve Olga Worral
isimli iki şifacı çift ile Amerika’ da yapılan bir deneyde de,
aralarında yaklaşık bin km bulunan bir bitki üzerine, “daha
hızlı büyümesi yolunda” imgesel yoğunlaşma sağlanmış,
sonucunda ise, Birleşik Devletler tarım bakanlığından Dr. H.
Kleuter in bitki gelişimi üzerine geliştirdiği bir aygıt
yardımıyla bitkide ki anormal hızlı büyüme, tespit edilmiştir.
Aslında bununla ilgili tek ya da gruplar halinde yapılan
başarılı deneyler oldukça fazla. Zaten ayette de, “her şey
Onu tespih eder, ama siz onların tespihini anlayamazsınız”
denerek her şeyin Canlı ve de Şuurlu olduğu açıkça
belirtilmiyor mu? Günümüzde cansız gibi görünen nesnelerin bile,
bir bilince sahip oldukları laboratuar deneyleriyle de
gösterilmeye başlanılmıştır.
*Bedenen ya da ruh bedenle zamanda yolculuk mümkün müdür?
Zamanda yolculuk, teoride mümkün olsa da pratikte iş böyle
olmuyor. Çünkü sistemde olabilirler var, olmazlar var. Bir de
olabilirlerin olmazlığı var. Bunları çok iyi irdelemek
gerekir. Mekanda yani, iki yer arasında bedenen bir anda yer
değiştirmek mümkündür ki buna, tayyı mekân adı verilir. Ancak,
bu o an için dünya üzeriyle sınırlıdır. Bilinç anlamında,
insanların beden boyutundan sıyrılmaları oranında zamanda ileri
ya da geri gitmeleri ise, zaten mümkündür. Normal velilerin
beyin gücüyle, üst düzey velilerin ise, ruh beden seyahatiyle
gerçekleştirdikleri dünya dışı varlık bağlantılarında ise, zaman
aşılarak, geçmiş ve gelecek zaman ayrımı ortadan kalkmaktadır.
Ancak, dünya üzerinde bu anlamda zamanda yolculuk yaparak, o
dönem birimleriyle bağlantıya geçmek, o zamanlarda etkilerde
bulunmak ise, sistemin “Ricali Gayb” ile işleyişini göz önünde
bulundurduğumuzda bunlar, teoride mümkün görünse de pratikte,
sistemin farklı işlemekte olduğunu bize göstermektedir. Bu
şekilde yani, tayyı zaman ile o anları seyir etmekse daima
mevcuttur. Bu nedenle, ne gelecekten günümüze somut olarak
gelenler var, ne de biz böyle bir şeyi gerçekleştireceğiz. Bazı
istidraç sahiplerinin, zamanda yolculuk ederek geleceği
değiştirdikleri sözü ise, cinni boyutun kaygan zemininde
sapmaları ya da cinlerin o birimler üzerindeki oyunlarından
kaynaklanmaktadır. Kaldı ki, Hz. Hızır (as)’ ın ya da Hz. İsa
(as)’ ın zamanda yolculukları bile, daha önceki yazılarımızda
belirttiğimiz şekilde geleceğe doğrudur. Zaten Teklik anlayışı
içerisinde düşünürsek, “Ricali Gayb” dahi her birimin özünde
mevcut olan bir özellik, bir güç değil midir? Üst düzey
Velilerin birimin kaderini yaz boz tahtasına çevirmesi olayı
ise, tamamıyla zaman kavramının geçersiz olduğu enfüsi boyuttan
(ki, “an” dolayısıyla, tüm zamanlar bilinebilmektedir), levhi
mahfuzdan ilgili kayıtları değiştirmesi ve bunun zaman boyutunda
açığa çıkmasıyla alakalıdır. Bunları birbiriyle karıştırmamak,
sistemde her birini yerli yerinde görmek gerekir. Bizim geçmiş
ya da geleceğimizden zamanda yolculuk yaptığı söylenen Ufo veya
benzeri şeylerin ise, tamamen Cinlerin oyunu olduğuna da,
“Boyutlar Ve Maddeleşmeler” adlı yazı dizimizde detaylarıyla
değinmiştik.
*İnsanlar ruhlarıyla mı işitmekte, görmekte, hissetmekte...vs.
dir?
Öncelikle bizler, gerek Kuran, Resulullah açıklamaları gerekse
de mistiklerin bulundukları devir itibariyle ifade ettikleri
sembol ve mecazi söylemleri, günümüz bilimsel anlayışıyla
deşifre etmek, çözümlemek durumundayız. İnsanların ruhlarıyla
görmesi, işitmesi, bilmesi ...vs anlayışı da mistisizmde bu
sembolik anlatımların gerçek olarak algılayıp çözümlenmemesi
sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu mota mot ifadelere göre ise,
ötelerdeki tanrının ruhundan belli özellikler yüklenmiş olan ruh
(nasıl oluyorsa?), ondan kopup gelerek insan bedenine girmekte
ve sahip olduğu tanrısal özelliklerle, güçlerle de görmekte,
işitmekte, öğrenmekte...vs. ve böylece ayrı bir mekânda
yaratılan ruh, dışarıdan girdiği bu bedende pişerek
olgunlaşarak, terbiye olarak ya da olmayarak bedenin yok
olmasıyla tekrar yargılanmak üzere tanrının huzuruna çıkmakta ve
onun vereceği karara göre de cehennem veya cennete gitmektedir.
Aslında reenkarnasyona da temel teşkil eden bu görüşe paralel
olarak ifade edilen bir başka görüşte de, asıl ve öncelikli
olanın ruh olduğu ve holografik olarak beyni, dolayısıyla bedeni
ve evreni yaratanın bu yapı olduğu ve insanın gerçekmiş gibi
kabul ettiği, bu boyutta gördüğü, işittiği, hissettiği, ...vs.
tüm özelliklerin aslında bu ruh ile meydana geldiğidir ki, bu da
hem Resulullah’a, hem mistik açıklamalara, hem de sisteme ters
bir durum oluşturmaktadır. Çünkü, daha önceki yazılarımızda da
değindiğimiz üzere (Resulullah’ın ifadesine göre) insan ruhu
dışarıda yaratılıp insan bedenine girmeyip, anne karnında 120.
günde birimin kendi beyni tarafından üretilmekte ve holografik
sistemle çalışan beyin, tüm özelliklerini bu ruha yüklemektedir.
Aslında tüm bu yanlış yorumlar beyni, beyin-ruh ilişkisini tam
olarak çözümleyememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü beyin,
Allah’ın 99 esma ile özetlenmiş özelliklerini açığa
çıkartabilecek (ki bu yüzden yeryüzünde (arzda) halife
olmuştur)yani, holografik olarak sonsuzluğa uzanabilecek bir
yapıda yaratılmıştır. Zaten zikir dediğimiz şey, bizde
(terkibimizde) yeterli düzeyde açığa çıkmamış o isimlerin açığa
çıkması için yapılmaktadır. Ötedeki birini anmak, ona yaranmak
için yapılmamaktadır. Çünkü öyle bir varlık yok. Dolayısıyla,
ruh gücü dediğimiz şey, aslında beyin gücünün ta kendisidir.
Ruhun kapasitesi, Beyin kapasitesiyle aynıdır. Ruh ile beyin
daima birbirleriyle iletişim halindedir. Bu yüzden ruh,
beyinden bağımsız olarak kendi başına belli özelliklere, güçlere
sahip değildir. Yine, biz farkında olalım ya da olmayalım ruh
beden, beyinden ayrı olarak kararlar veremez. Yukarıda da
belirttiğimiz üzere ruhtaki özellikler, meydana geldiği
beyindeki özelliklerin, güçlerin aynısıdır. Bu yüzden gerek
keşif ehlinin, gerekse de fetih ehlinin gerçekleştirdiği
kerametler, tamamıyla beynin eseridir. Aynı şekilde, Hz
Muhammed’in (sav) Kudüs’ ten bize göre soyut o boyutça somut
şekilde ruh bedeniyle gerçekleştirdiği seyahat ya da Miraç
olayı da yine beyin tarafından oluşturulan, startı verilen bir
durumdur.
* İstidraç sahiplerinin yaptıkları illüzyon olmamasına karşın,
illüzyona da başvururlar mı?
İllüzyonlar, sadece özel yer ve şartlarda, kendi istedikleri
tarzda, yönde gösterilerini yaparken, istidraç sahipleri her
şartta ve de karşısındaki kişinin istekleri doğrultusunda daha
etkileyici halleri, olayları gerçekleştirebilmektedirler.
Genelde de illüzyona başvurmazlar. Çünkü zaten gerek duymazlar.
Ancak bunlardan bazılarının (hepsinin değil), kimi zaman
hiç de yapmayacakları anlamına gelmez. Hatta kendiliğinden
oluşan şeylere de sahip çıkarak bunu kendilerinin meydana
getirdiğini de söyleyebilirler. Ya da birtakım illüzyona
başvurmaları, onların İstidraç yeteneklerini kullanmadıkları
anlamına da gelmez. Bildiğimiz gibi, firavunun sihirbazları
da önce illüzyona başvurmuşlar sonra da gerçek sihri yani büyüyü
ortaya koymuşlardır. Görünürde aynı gibi gözüken, ama
tamamıyla farklı boyutlardan ve bunlardan farklı amaçlara dönük
ortaya konan kerametlerde ise, illüzyon kesinlikle bulunmaz,
kullanılmaz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, kişi
inanmıyorsa, gerçekten istidraç ya da keramet olayına bile
“illüzyondur” deyip kendince kanıtlar ortaya koyabilir, birçok
sorunun cevabını veremeyecek, açıklayamayacak ya da olayı
saptıracak şekilde. Tıpkı, Resul ve Nebilerin mucizeleri
karşısında bunların birer illüzyon, göz boyaması, kandırmaca
olduğunu söylemeleri ve bu yüzden inanmayanların olması gibi.
Ayrıca sihir yani, büyü olmaksızın sadece illüzyonla siz
dünyanın çeşitli yerlerinden yüz binlerce, milyonlarca insanı
peşinizden sürükleyemezsiniz. İstidraç sahibinin yanında ya da
uzağında iken, o kişi ile birebir ya da topluca yaşanılan öyle
olaylar var ki, bunlar illüzyonla bile gerçekleştirilemez.
Bugüne karşın hiçbir illüzyonist de böyle bir şey yapıp bu
kişiliklerle yüz binleri, milyonları peşinden sürükleyememiştir.
Bu olaylarda, birtakım varlıklar vasıtasıyla belli bir gücün,
kudretin ve bilginin aktarımı söz konusudur. Keza istidraç
yeteneğini en zirve noktada ortaya koyacak olan ve bu nedenle
tüm dünyayı derinden etkileyecek Deccal lakaplı kişi de (ne
zaman ortaya çıkacağı bilinmez) ilkin ortaya çıktığında,
insanlar onu ciddiye almayacak, hatta revirlik olduğunu
düşünecek, yaptıklarını önce illüzyon numaraları olarak
değerlendirecek, ancak kazın ayağı öyle olmayacak ve ortaya
koyacağı çok etkili ve büyük olağanüstü olaylar sonucunda
istidracın ne olduğunu bilmeyen insanlığın çoğunun, ona
inanmaktan başka çareleri kalmayacaktır. Ayrıca, bu ve daha
önceki anlatılanlardan bizim, istidraç sahiplerinin yaptıkları
birtakım gerçek üstü şeylere dayanarak onları övdüğümüz, onların
felsefelerini tamamen sahiplendiğimiz ya da onlara inandığımız,
iman ettiğimiz kesinlikle anlaşılmamalıdır. Yaptığımız istidracı
ve istidraç sahiplerini ne yüceltmek ne de yerip aşağılamaktır.
Sadece sistemdeki yerlerini tespit etmektir, o kadar.
(Bkz. Allah / Sistemin Seslenişi I / Temel Esaslar / Dua Ve
Zikir / Ruh, İnsan, Cin – Ahmed Hulusi / Kuantum Benlik- Danah
Zohar / Psişik Şifacılık- Dr. Alfred Stelter / Hak Dini Kuran
Dili- Elmalı Hamdi Yazır)
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 10.10.2006
http://sufizmveinsan.com
|