Din-Bilim Soru ve Cevapları - 2 

* Bitkilerin de bir bilinci olduğu söyleniyor, eğer doğruysa bunun boyutları ne düzeydedir?.   

Alman Biofizikçi Frittz Popp, canlı hücrelerin zayıf bir ışık yaydığını bularak, "bio-foton" olarak isimlendirdiği çalışmasıyla, fotonların hücre çalışmasında önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Yapılan araştırmalarda alelade, basit olarak algıladığımız bitkilerin de sahiplerini tanıdıkları, bildikleri, seslere çeşitli frekanslardaki elektromanyetik (E-M) dalgalara ve dolayısıyla çevrelerinde olup biten tüm olaylara, psikolojik durumlara karşı olumlu ya da olumsuz tepkiler verdiği, çeşitli fiziksel değişimlere uğradığı ispatlanmıştır. Örneğin, her gün şefkâtle ve güzel sözlerle muamele gören bitkilerin diğerlerine oranla daha iyi geliştiği, büyüdüğü, daha canlı ve parlak olduğu görülmüştür. Bunun yanında, günde belirli bir saat klasik müzik dinleyen bitkilerin de müziğe doğru eğilerek aynı şekilde gözle fark edilir derecede olumlu bir gelişme kaydettikleri, buna karşın rock, havy metal türü gürültülü müzik dinleyen bitkilerin ise, adeta kaçarcasına müziğin aksi yönüne yönelerek ya daha geç ya da anormal derecede büyüyerek tepki verdikleri, bazı durumlarda da zayıfladıkları ve kuruyup öldükleri gözlemlenmiştir.

FBI’ da yalan makinesi üzerine eğitim veren Clave Bacster tarafından elektronik cihazlarla bağlanarak davranışları izlenen bitkilere, elinde makasla, bıçakla...ya da ateşle yaklaşıldığında veya yanlarında bir başka bir bitkinin, hayvanın, insanın öldürülmesinde, cıyak cıyak bağırdığı kiminin korkup bayıldığı, kiminin de yas tuttuğu ve bu işlemi yapan insanın daha sonra bitkinin bulunduğu odaya getirildiğinde olaylarla hiç ilgisi olmayanlara hiçbir tepki göstermezken, o kişiye bariz bir şekilde tepki verdiği, dolayısıyla bir hafızaya sahip oldukları tespit edilmiştir. “Bacster Etkisi” olarak da adlandırılan bu durumlar, Amerika ve Rusya’ da binin üzerinde laboratuar deneyleriyle de gösterilmiştir. Daha da ilginci, bu işlemlerden birini yapma düşüncesini taşımak bile, bitkilerin tepki vermeleri için yeterli olmasıdır. Sadece bu tür insanları değil, negatif enerjiye sahip sıradan bir insanı ya da odaya giren bir kediyi, köpeği...veya üzerine gelmekte olan bir örümcek, bir karınca...gibi küçük canlıların bile kendisine verebileceği zarardan ötürü hissedip algılayabildikleri, insan üzerindeki bir yara ilaçlarla tedavi edildiğinde bile buna anında tepki gösterdikleri tespit edilmiştir. Bitkilerin bu özelliği, suçluların bulunması için kullanılabileceğini düşündürmüş hatta bununla ilgili bilinen başarılı bir iki olay da gerçekleştirilmiştir.

Kimyacı Dr. Robert Miller başkanlığında Ambrose ve Olga Worral isimli iki şifacı çift ile Amerika’ da yapılan bir deneyde de, aralarında yaklaşık bin km bulunan bir bitki üzerine, “daha hızlı büyümesi yolunda” imgesel yoğunlaşma sağlanmış, sonucunda ise, Birleşik Devletler tarım bakanlığından Dr. H. Kleuter in bitki gelişimi üzerine geliştirdiği bir aygıt yardımıyla bitkide ki anormal hızlı büyüme, tespit edilmiştir. Aslında bununla ilgili tek ya da gruplar halinde yapılan başarılı deneyler oldukça fazla. Zaten ayette de, “her şey Onu tespih eder, ama siz onların tespihini anlayamazsınız” denerek her şeyin Canlı ve de Şuurlu olduğu açıkça belirtilmiyor mu? Günümüzde cansız gibi görünen nesnelerin bile, bir bilince sahip oldukları laboratuar deneyleriyle de gösterilmeye başlanılmıştır.

*Bedenen ya da ruh bedenle zamanda yolculuk mümkün müdür?

Zamanda yolculuk, teoride mümkün olsa da pratikte iş böyle olmuyor. Çünkü sistemde olabilirler var, olmazlar var. Bir de olabilirlerin olmazlığı var. Bunları çok iyi irdelemek gerekir. Mekanda yani, iki yer arasında bedenen bir anda yer değiştirmek mümkündür ki buna, tayyı mekân adı verilir. Ancak, bu o an için dünya üzeriyle sınırlıdır. Bilinç anlamında, insanların beden boyutundan sıyrılmaları oranında zamanda ileri ya da geri gitmeleri ise, zaten mümkündür. Normal velilerin beyin gücüyle, üst düzey velilerin ise, ruh beden seyahatiyle gerçekleştirdikleri dünya dışı varlık bağlantılarında ise, zaman aşılarak, geçmiş ve gelecek zaman ayrımı ortadan kalkmaktadır. Ancak, dünya üzerinde bu anlamda zamanda yolculuk yaparak, o dönem birimleriyle bağlantıya geçmek, o zamanlarda etkilerde bulunmak ise, sistemin “Ricali Gayb” ile işleyişini göz önünde bulundurduğumuzda bunlar, teoride mümkün görünse de pratikte, sistemin farklı işlemekte olduğunu bize göstermektedir. Bu şekilde yani, tayyı zaman ile o anları seyir etmekse daima mevcuttur. Bu nedenle, ne gelecekten günümüze somut olarak gelenler var, ne de biz böyle bir şeyi gerçekleştireceğiz. Bazı istidraç sahiplerinin, zamanda yolculuk ederek geleceği değiştirdikleri sözü ise, cinni boyutun kaygan zemininde sapmaları ya da cinlerin o birimler üzerindeki oyunlarından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki, Hz. Hızır (as)’ ın ya da Hz. İsa (as)’ ın zamanda yolculukları bile, daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz şekilde geleceğe doğrudur. Zaten Teklik anlayışı içerisinde düşünürsek, “Ricali Gayb” dahi her birimin özünde mevcut olan bir özellik, bir güç değil midir? Üst düzey Velilerin birimin kaderini yaz boz tahtasına çevirmesi olayı ise, tamamıyla zaman kavramının geçersiz olduğu enfüsi boyuttan (ki, “an” dolayısıyla, tüm zamanlar bilinebilmektedir), levhi mahfuzdan ilgili kayıtları değiştirmesi ve bunun zaman boyutunda açığa çıkmasıyla alakalıdır. Bunları birbiriyle karıştırmamak, sistemde her birini yerli yerinde görmek gerekir. Bizim geçmiş ya da geleceğimizden zamanda yolculuk yaptığı söylenen Ufo veya benzeri şeylerin ise, tamamen Cinlerin oyunu olduğuna da, “Boyutlar Ve Maddeleşmeler” adlı yazı dizimizde detaylarıyla değinmiştik.

*İnsanlar ruhlarıyla mı işitmekte, görmekte, hissetmekte...vs. dir?

Öncelikle bizler, gerek Kuran, Resulullah açıklamaları gerekse de mistiklerin bulundukları devir itibariyle ifade ettikleri sembol ve mecazi söylemleri, günümüz bilimsel anlayışıyla deşifre etmek, çözümlemek durumundayız. İnsanların ruhlarıyla görmesi, işitmesi, bilmesi ...vs anlayışı da mistisizmde bu sembolik anlatımların gerçek olarak algılayıp çözümlenmemesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu mota mot ifadelere göre ise, ötelerdeki tanrının ruhundan belli özellikler yüklenmiş olan ruh (nasıl oluyorsa?),  ondan kopup gelerek insan bedenine girmekte ve sahip olduğu tanrısal özelliklerle, güçlerle de görmekte, işitmekte, öğrenmekte...vs. ve böylece ayrı bir mekânda yaratılan ruh, dışarıdan girdiği bu bedende pişerek olgunlaşarak, terbiye olarak ya da olmayarak bedenin yok olmasıyla tekrar yargılanmak üzere tanrının huzuruna çıkmakta ve onun vereceği karara göre de cehennem  veya cennete gitmektedir. Aslında reenkarnasyona da temel teşkil eden bu görüşe paralel olarak ifade edilen bir başka görüşte de, asıl ve öncelikli olanın ruh olduğu ve holografik olarak beyni, dolayısıyla bedeni ve evreni yaratanın bu yapı olduğu ve insanın gerçekmiş gibi kabul ettiği, bu boyutta gördüğü, işittiği, hissettiği, ...vs. tüm özelliklerin aslında bu ruh ile meydana geldiğidir ki, bu da hem Resulullah’a, hem mistik açıklamalara, hem de sisteme ters bir durum oluşturmaktadır. Çünkü, daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere (Resulullah’ın ifadesine göre) insan ruhu dışarıda yaratılıp insan bedenine girmeyip, anne karnında 120. günde birimin kendi beyni tarafından üretilmekte ve holografik sistemle çalışan beyin, tüm özelliklerini bu ruha yüklemektedir.

Aslında tüm bu yanlış yorumlar beyni, beyin-ruh ilişkisini tam olarak çözümleyememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü beyin, Allah’ın 99 esma ile özetlenmiş özelliklerini açığa çıkartabilecek (ki bu yüzden yeryüzünde (arzda) halife olmuştur)yani, holografik olarak sonsuzluğa uzanabilecek bir yapıda yaratılmıştır. Zaten zikir dediğimiz şey, bizde (terkibimizde) yeterli  düzeyde açığa çıkmamış o isimlerin açığa çıkması için yapılmaktadır. Ötedeki birini anmak, ona yaranmak için yapılmamaktadır. Çünkü öyle bir varlık yok. Dolayısıyla, ruh gücü dediğimiz şey, aslında beyin gücünün ta kendisidir. Ruhun kapasitesi, Beyin kapasitesiyle aynıdır. Ruh ile beyin daima birbirleriyle iletişim halindedir. Bu yüzden ruh, beyinden bağımsız olarak kendi başına belli özelliklere, güçlere sahip değildir. Yine, biz farkında olalım ya da olmayalım ruh beden, beyinden ayrı olarak kararlar veremez. Yukarıda da belirttiğimiz üzere ruhtaki özellikler, meydana geldiği beyindeki özelliklerin, güçlerin aynısıdır. Bu yüzden gerek keşif ehlinin, gerekse de fetih ehlinin gerçekleştirdiği kerametler, tamamıyla beynin eseridir. Aynı şekilde, Hz Muhammed’in (sav) Kudüs’ ten bize göre soyut o boyutça somut  şekilde ruh bedeniyle gerçekleştirdiği seyahat ya da Miraç olayı da yine beyin tarafından oluşturulan, startı verilen bir durumdur.

* İstidraç sahiplerinin yaptıkları illüzyon olmamasına karşın, illüzyona da başvururlar mı?

İllüzyonlar, sadece özel yer ve şartlarda, kendi istedikleri tarzda, yönde gösterilerini yaparken, istidraç sahipleri her şartta ve de karşısındaki kişinin istekleri doğrultusunda daha etkileyici halleri, olayları gerçekleştirebilmektedirler. Genelde de illüzyona başvurmazlar. Çünkü zaten gerek duymazlar. Ancak bunlardan bazılarının (hepsinin değil), kimi zaman hiç de yapmayacakları anlamına gelmez. Hatta kendiliğinden oluşan şeylere de sahip çıkarak bunu kendilerinin meydana getirdiğini de söyleyebilirler. Ya da birtakım illüzyona başvurmaları, onların İstidraç yeteneklerini kullanmadıkları anlamına da gelmez. Bildiğimiz gibi, firavunun sihirbazları da önce illüzyona başvurmuşlar sonra da gerçek sihri yani büyüyü ortaya koymuşlardır. Görünürde aynı gibi gözüken, ama tamamıyla farklı boyutlardan ve bunlardan farklı amaçlara dönük ortaya konan kerametlerde ise, illüzyon kesinlikle bulunmaz, kullanılmaz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, kişi inanmıyorsa, gerçekten istidraç ya da keramet olayına bile “illüzyondur” deyip kendince kanıtlar ortaya koyabilir, birçok sorunun cevabını veremeyecek, açıklayamayacak ya da olayı saptıracak şekilde. Tıpkı, Resul ve Nebilerin mucizeleri karşısında bunların birer illüzyon, göz boyaması, kandırmaca olduğunu söylemeleri ve bu yüzden inanmayanların olması gibi. Ayrıca sihir yani, büyü olmaksızın sadece illüzyonla siz dünyanın çeşitli yerlerinden yüz binlerce, milyonlarca insanı peşinizden sürükleyemezsiniz. İstidraç sahibinin yanında ya da uzağında iken, o kişi ile birebir ya da topluca yaşanılan öyle olaylar var ki, bunlar illüzyonla bile gerçekleştirilemez. Bugüne karşın hiçbir illüzyonist de böyle bir şey yapıp bu kişiliklerle yüz binleri, milyonları peşinden sürükleyememiştir. Bu olaylarda, birtakım varlıklar vasıtasıyla belli bir gücün, kudretin ve bilginin aktarımı söz konusudur. Keza istidraç yeteneğini en zirve noktada ortaya koyacak olan ve bu nedenle tüm dünyayı derinden etkileyecek Deccal lakaplı kişi de (ne zaman ortaya çıkacağı bilinmez) ilkin ortaya çıktığında, insanlar onu ciddiye almayacak, hatta revirlik olduğunu düşünecek, yaptıklarını önce illüzyon numaraları olarak değerlendirecek, ancak kazın ayağı öyle olmayacak ve ortaya koyacağı çok etkili ve büyük olağanüstü olaylar sonucunda istidracın ne olduğunu bilmeyen insanlığın çoğunun, ona inanmaktan başka çareleri kalmayacaktır. Ayrıca, bu ve daha önceki anlatılanlardan bizim, istidraç sahiplerinin yaptıkları birtakım gerçek üstü şeylere dayanarak onları övdüğümüz, onların felsefelerini tamamen sahiplendiğimiz ya da onlara inandığımız, iman ettiğimiz kesinlikle anlaşılmamalıdır. Yaptığımız istidracı ve istidraç sahiplerini ne yüceltmek ne de yerip aşağılamaktır. Sadece sistemdeki yerlerini tespit etmektir, o kadar.

(Bkz. Allah / Sistemin Seslenişi I / Temel Esaslar / Dua Ve Zikir / Ruh, İnsan, Cin – Ahmed Hulusi / Kuantum Benlik- Danah Zohar / Psişik Şifacılık- Dr. Alfred Stelter / Hak Dini Kuran Dili- Elmalı Hamdi Yazır)

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 10.10.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail