Newton fiziği,
uzay-zamanı birbirinden ayrı ele alarak, mutlak olarak kabul ettiği
uzayın yanında zamanı da evrenin her parçası için mutlak kabul edip
tüm referans sistemlerinden bağımsız olarak hepsinde aynı şekilde
akmakta olduğunu söyler. (1) Başka bir deyişle, İstanbul’daki
bir saatle (bunun hiçbir zaman ileri ve geri gitmeyen mükemmel bir
saat olduğunu kabul edersek) Los Angeles’taki ya da Andromeda
Galaksisindeki mükemmel bir saat, aynı saniyeleri gösterecektir. Işık
hakkında ise Newton, ışığın çok hızlı fakat sonlu bir hızla
partiküller halinde hareket ettiğini düşünmüş olsa da bunun tam olarak
mahiyetini, uzay ve zaman ile olan ilişkisini bilmiyordu.
Buna karşın
Einstein’ın rölativite teorisinde ise zaman, göreceli olarak tüm
referans sistemlerine yani bulunulan mekana (gözlemcilere) göre
belirlendiği için Mutlak zaman ve mekan kavramının olmadığını, zamanın
gözlemcilere (referans sistemlerine) bağlı olması nedeniylede mekandan
ayrı bir yapıda bulunmadığını belirtmektedir. Işık ise sonsuz yada her
an değişebilen sabit hızlarda değil, kaynağının her türlü hareketinden
bağımsız ve eş yönlü olarak sonlu sabit bir hızla hareket etmektedir.
Bu yüzden bir cisimden yansıyan yada kaynaklanan ışık, o cisim ister
herhangi bir yönde hareket etsin isterse de hareketsiz kalsın fark
etmez daima aynı hızda hareket etmektedir. Böylece ışık için klasik
fizikteki gibi hızların üst üste toplanması yada çıkartılması söz
konusu değildir. Buda ışık hızının üzerine neden çıkılamadığını
göstermektedir.
Zaman ve mekanın
birbirlerine bağlı olarak değişim göstermesinin nedeni ise; mutlak
uzay ve mutlak zamanın bulunmaması ile birlikte ışığında sabit bit
hızla hareket edip uzay-zamanın bu mutlak hıza göre ölçümlenmesi
sonucu ortaya çıkmasındandır. Yani zaman, kütle, en-boy-yükseklik gibi
boyutlar, mutlak olan ışığın hızına göre ölçümlendiği için cisimler
hızları oranında yada o hızlara denk düşen çekim alanlarındaki güç
nispetinde değişikliğe uğramaktadırlar.
Yine zamanın
mekana bağlı olarak bir Bütün halde bulunması zamanın üç yer boyutuna
dik bir 4. Boyut olduğu anlamına gelmektedir. Işığın hızı aynı zamanda
zamanın da akma hızı olduğundan her birimiz, zaman (boyutunda)
içinde her bir saniyede ışık hızı ile yol almaktayız. Ayrıca
Zamanın, mekân ile mevcut olması (birinin olmaması, diğerinin de
yok olması demektir) her boyutta farklı biçimlerde işlediği anlamına
da gelmektedir. Örneğin; kuantum düzeylerinde parçacıkların ömrü 10
üssü (–5,-7,-8... ) sn. mertebelerinde iken, bizim boyutumuzda bir
insanın ömrü ortalama 60-80 yıldır. Gezegen, yıldız, galaksi...
boyutlarında ise milyarlarca yıl düzeyindedir.
Böylece bunları
birbirlerine göre kıyaslandığımızda ise örneğin; güneşin, bağlı olduğu
galaksi merkezi etrafındaki 250 milyonluk bir turuna göre ortalama 60
–70 yıllık ömrümüz sadece, 7 - 8 saniye gibi kısacık bir süre ifade
etmektedir. Tekrardan bulunduğumuz boyuttan alt boyutlara doğru
indiğimizde, zamanın mekana bağlı olması nedeniyle mekanlar küçüldükçe
bu boyutlarda yer alan parçacıkların ömürlerinin de (kararlı
parçacıkları bir kenara bırakırsak) o oranda kısaldığını,
enerjilerinin ise artmakta olduğunu görmekteyiz. Hatta öyle
parçacıklar vardır ki bunlara rezonans parçacıkları adı verilmektedir.
Çünkü o kadar yüksek enerjili ve kararsızdırlar ki var ve yok oluş
sürelerinin çok çok kısa olmaları dolayısıyla aslında tanecik bile
oldukları söylenemez. Bunların içinde en son tespit edilenlerinin ömrü
ise ancak 10 üssü (-23) sn dir. Hatta Süper Uzaydaki çalkantılı
kuantum köpüklerini meydana getiren her bir kuantum köpüğü olan Planck
kütleli Karadelik ve Akdeliklerin var olup yok olma süreleri ise
sadece 10 üssü (-43) saniyedir.
Başka bir deyişle
her gözlemcinin yanında taşıdığı saate göre kaydedilen bir zaman
ölçüsü vardır. Yani zaman, değişik gözlemcilerin aynı şekilde
ölçtüğü değil, onu ölçen gözlemciye ait bir kavram olup bir koordinat
sisteminde başka,diğer koordinat sisteminde başka hızlarla
akabilmektedir. Algıladığımız evrende zamanın akma hızı
dolayısıyla olayların gelişme hızı, ışık hızına veya ona eşdeğer çekim
alanlarına yaklaşıp uzaklaştığı oranlarda hızlanıp yavaşlasa da daima
ileri (geçmişten-geleceğe) doğru nedensellik zinciri içerisinde akar.
Tam ışık hızında ise zamanın akma hızı sıfırlandığından yani
durduğundan ve mekanında zaman ile varlık kazandığından mekana ait tüm
kavramlarda zaman ile birlikte tamamen ortadan kalkar (geçerliliğini
yitirir).
Bu durumu biraz
daha detaylı görmeye çalışırsak; bir cisim hızlanmaya başladığında
dışarıdan bakan gözlemci ilkin anormal bir şey gözlemlemezken, ışık
hızına yakın hızlarda cismin zamanının yavaşladığını, kütlesinin
arttığını ve boyutların küçüldüğünü; tam ışık hızında ise, durduğunu,
boyutlarının sıfıra indiğini, kütlesinin sonsuz olduğunu görür.
Cisimden dışarı bakan bir gözlemci ise; sürati arttıkça geride
bıraktığı cisimlerin kenarlarını önünde görmeye başlar (nedeni,
hareketin yol açtığı uzay-zamanın eğilip bükülmesidir). Işık hızına
yakın bir hızda gitmesiyle de her şey sıkışıp küçücük dairesel
pencereye dönüşür ve baktığı uzayın kütlesinin azaldığını, boyutların
uzadığını, zamanın ise hızlandığını görür; tam ışık hızında ise
kütlenin sıfır, zaman ve boyutların sonsuz olmasıyla dairesel pencere
kapanıp tekillikte yok olur.
Hareketli bir
cismin ışık hızını aşamamasının nedeni ise, cismin hızlandırmak için
verilen enerjinin de cismin kütlesine eklenerek onu kütlece
büyütmesidir. Böylece verilen enerji cismin hızını artırmak yerine
kütlesine eklendiğinden hız artışı (ivmesi) azalmakta tam ışık hızında
ise hızı sabitlenmektedir.Yani yeterli güçte bir roket yaptığımız ve
roketin motorun itme kuvvetini artırmakla ısrar ettiğimiz taktirde,
uzay aracının kütlesini artırmaktan başka bir şey yapmış olmayacak ve
tam ışık hızında, kütle sonsuza ulaşacağından ışık hızı asla
aşılamayacaktır. Her şeyin orijini madde olmayıp enerji olması
dolayısıyla madde denen şey, ışık hızında enerji aslına döner. Böylece
madde iken sonsuz, fakat enerji iken sıfır kütleye inerek ışık hızına
ulaşır. Kütlesi sıfır olan elektromanyetik radyasyon birimi olan
fotonlar daima ışık hızında hareket etmekte olduklarından onlar için
zamanın varlığı söz konusu değildir (sıfır zamanda hareket ederler).
Işık hızına
gönderilen bir cismin boyutları ve zamanı sıfır, kütlesinin de sonsuz
olması, gerçekte bir fotonun aslında evrenin çökmüş, bu noktaya
sıkıştırılmış tekil bir yapı olduğunu ortaya koyar. Fotonun kütlesiz,
bu noktaya çöken evrenin sonsuz kütleye sahip olması bir çelişki gibi
görünse de, temelde her şeyin enerji olması, kütlenin de enerjinin
yoğunlaştığında aldığı bir isim ya da bir hali (formu, görünümü)
olması dolayısıyla bu noktada sonsuz kütlenin, bu şekilde kalmayıp
aslına rücu ederek sonsuz enerji biçiminde açığa çıkmasını zorunlu
kılar (Haysenbergin Belirsizlik ilkesince). Hologram teorisine göre de
tüm evreni meydana getiren (var kabul ettiren) fotonların tek bir
fotonun çoğul görüntüsü olduğu göz önüne alınırsa, Rölativistik olarak
tüm boyutlarıyla evreni içinde barındıran bir foton, Quantum
Potansiyel alanındaki çoğul görüntüsünün sonsuz enerji biçiminde
çalkalanıp dalgaların bir birlerine göre bakış açısından madde
şeklinde açığa çıkarak, barındırdığı evreni oluşturmaktadır.
Rölativitenin en
ilginç yönlerinden biri de ikizler paradoksu denen bir olaydır (ayrıca
zaman genişlemesi, sadece saatlere mahsus bir durum olmayıp her türlü
biyolojik, anatomik yapılar için de geçerlidir). Olay kısaca şöyledir.
Biri yeryüzünde kalan B, diğeri V hızıyla uzaya giden ve t zaman sonra
geri dönen A ikiz kardeşleri düşünelim. Bunlardan A, 20 yaşında
havalanarak 0.99c hızıyla hareket etsin. Bu hızda ilerleyen A zaman
genişlemesi yüzünden yerdeki B’ye göre daha yavaş yaşıyor gözükür.
Yani, B’nin yaşama hızının 1/14’ i kadar. A’ nın aldığı her bir soluk,
yemek, düşünce B için yedişer kez gerçekleşir. Sonuç olarak B’ nin
hesaplarına göre 70 yıl geçtikten sonra B, 90 yaşında iken A sadece 30
yaşında bir adam olarak eve döner. Fakat rölativite teoremine göre
evrendeki cisimlerin birbirlerine göre V hızıyla hareket etmesi
(ötelenmesi) uzayda sabit bir noktanın olmaması anlamına gelir. Bunun
sonucu olarak da B’nin bakış açısından B durur, A 0.99c hızıyla
hareket ediyorken, A’nın bakış açısından da yerdeki B, 0.99c ile
hareket edip A durmaktadır. Bu durumda da A 90 yaşında B 30 yaşında
olacaktır. Bu da bir paradokstur. Bu paradoksun çözümü ise yine
rölativite teorisinde bulunmaktadır. Çünkü rölativite teorisi iki
başlık altında incelenir. Birincisi; özel rölativite, ikincisi ise;
genel rölativite teorisidir. Özel rölativite teorisi; duran ve
birbirlerine sabit hızlarla hareket eden sistemlerde geçerli iken,
genel rölativite teorisi ise, hızlanan benzer ifadeyle değişen
hızlarla (ivmeyle) hareket eden sistemlerde geçerlidir. Örneğimize
geri döndüğümüzde A ve B sistemleri daimi olarak özel rölativite
çerçevesi içerisinde hareket etmiş olsalardı bu paradoks doğru olurdu.
Oysa burada A, hem giderken, hem dönerken hem de yer yüzüne inerken
(gerçi bir tanesi bile yeterlidir) diğerine göre ivmeli hareket
yaptığından paradoksa neden olan bakış açısı (simetri) bozulur ve
giden ile duran gözlemciler kesin bir biçimde belli olur. Böylece
paradoks ortadan kalkar. Şunu da hemen belirtmem gerekir ki evrende
duran veya sabit hızla hareket eden bir sistemi bulmak kesinlikle
mümkün değildir. Çünkü evrende ivmesiz bir sistem yani düz bir uzay
mevcut değildir (düze yakın olabilir ama mutlak anlamda evrende düz
bir uzay yoktur).
Ayrıca, evrende sabit (Mutlak)
bir uzay ve zamanın bulunmaması nedeniyle uzay-zamanın yani, bir şey’
in diğer tüm şeylere göre (izafeten) var olma gerçeği,
evrenin aslında ne kendi içinde ne de
kendi dışında mevcut olduğunu (bir merkez yoksa bir sınırda yoktur)
varlık olarak adlandırdığımız şeyin de, (tabanda ışık hızında)
yokluktan yok olarak bir görünümden başka bir şey olmadığını gösterir
(yani varlık, yokluğun ta kendisidir). Bu da Tekliğin ve Bütünselliğin
ifadesidir.
Genel Rölativite
Teorisi de, hıza bağlı olan ifadelerin,o hıza eşdeğer bir çekim
etkisiyle de meydana getirilebileceğini söyler. Başka bir deyişle
örneğimizdeki A kişisini ışık hızına yakın bir değerde
hızlandıracağımıza, o hıza eşdeğer çekim uygulayarak, bir yere
göndermeden de zaman genişlemesini gerçekleştirebiliriz. Bu
eşdeğerliliği çok iyi anlamamız için en güzel örnek meşhur asansör
deneyleridir. Buda kısaca şöyledir. İlkin bir asansör içinde
olduğunuzu düşünün. Asansör yukarı doğru çıkarken Newton un etki-tepki
prensibince aşağıya doğru çekileceğiniz için ayaklarınız zemine doğru
daha güçlü basar ve dolayısıyla kendinizi daha ağır hissedersiniz.
Asansörün hızı arttıkça ağırlığınızda orantılı olarak artar. Eğer
asansör aşağıya doğru inerse bu seferde kendinizi daha hafif hisseder
tavana doğru itilirsiniz.
Şimdide her tür
çekimin sıfır olduğu boş bir uzayda bulunan bir asansörün içinde
bulunduğunuzu düşünün. Eğer asansör yer çekimi ivmesi olan saniyede
9,8 m lik bir hız artışı ile yukarı doğru çekilmiş olsa siz kendinizi
yine 9,8 m /sn lik bir ivme ile aşağıya doğru çekildiğinizi hisseder
bunun gravitasyonel (yer) çekimi tarafından mı? Yoksa cismin üzerine
etki eden herhangi bir kuvvet sonucu mu olduğu ayrımını yapamazdınız.
Bu esnada elinizden bir taş bırakmış olsanız bu taş yeryüzünde
bıraktığınız gibi aynı şekilde yere düşerdi. Bu sefer asansörümüzü
yeryüzünde belli bir yükseklikten serbest bıraktığımızda ise, asansör
saniyede 9,8 m lik bir ivmeyle yere çekildiğinden (düştüğünden) size
hiçbir kuvvetin etki etmediğini dolayısıyla kendinizi ağırlıksız
hissedecek bu durumda elinizdeki bir taşı bırakmış olsaydınız, taş
bırakıldığı noktada size göre havada sabit asılı kalacaktır. Halbuki
dışarıdan bakan bir gözlemciye (referans sistemine) göre durum daha
farklı olacak, siz ve taşın 9,8 m/sn lik bir ivme ile kütleniz
oranındaki bir kuvvetle(ağırlıkla) aşağıya doğru çekildiğinizi
ölçümleyecektir. Bu deneyi asansör yerine diyelim ki Empire State
binasının tepesinden atlayarak gerçekleştirmiş olsaydınız sonuç yine
aynı olurdu.
Bu nedenle tüm
nesneler aslında kütleleri ne olursa olsun aynı hız ve anda yere
düşerler. Yani bir kuleden bıraktığınız bir kuş tüyü ile bir demir top
güllesi aynı anda ve hızda yere varırlar. Çünkü cisimlerin üzerine
etki eden yer çekimi ivmesi kütlelerinden bağımsız olarak her bir
nesne için aynıdır. Ancak (kuvvet = kütle x ivme) formülü uyarınca
kütlelerin farklılığından dolayı cisimler üzerine etki eden kuvvetler
farklıdır. Böylece aynı ivmeye ulaşmak için küçük olan nesneye küçük,
büyük olan cisme ise büyük kuvvet uygulanmaktadır. Bunu dünyada
gözlemleyemeyişimizin nedeni ise, tüy üzerine etki eden hava
direncinin gülleye nispetle çok fazla olmasındandır.
Şimdide yine
hiçbir çekimin olmadığı boş uzayda sabit bir hızla giden yada duran
aynı asansörümüzü ışık hızına doğru hızlandırıp asansörün hareket
doğrultusuna dik olan yüzeyine bir delik açmak suretiyle bir ışık
göndermiş olsak ışık, aynı hizadaki karşı yüzeyin biraz daha alt bir
noktaya isabet edeceğinden siz bu ışığı bir yay gibi eğrildiğini
görürdünüz. Dolayısıyla siz yukarıda da söylediğimiz gibi buna çekim
kuvvetinin mi, yoksa cismin hareketinden dolayımı oluştuğu ayrımını
yapamayacaktınız. Bu ayrımın olmaması sonucu büyük gök cisimlerinin
yanından geçen ışınlarında çekimden etkilenerek sapması gerekmektedir
ki bu durum gözlemlenmiştir. Çekim kuvvetinin çok güçlü olduğu yada
ışık hızına çok yakın yüksek hızlarda ışığın sapmasının nedeni ise
ışığın içinde bulunduğu uzayın eğrilmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü
Einstein a göre kütlesel çekim klasik anlamdaki gibi cisimlerin
birbirlerine uyguladıkları kuvvetler sonucu oluşmayıp cisimlerin,
içinde bulundukları üç boyutlu uzayı dördüncü boyuta doğru
esnetmeleri, germeleri dolayısıyla bu uzaydan geçen cisimlerin
(taneciklerin) bu çukura düşmeleri sonucu oluştuğunu söyler. Yani
çekim uzayın geometrik özelliğinin bir sonucudur. (bkz. Karadelikler
II- Rölativite Teorisi /
www.gulizk.com/ fizik)
Sonuç olarak bir;
yer çekimi kuvveti ile aynı ivmeye neden olan her hangi bir kuvvet
arasında bir ayrım kesinlikle söz konusu olmayarak daima bir birlerine
eşdeğerdirler. İki; çekim dediğimiz daha doğrusu uzayın eğimi
dediğimiz şey aynı zamanda bir ivme biçimidir. Böylece kütlesel
çekim yani uzayın eğriliği bir tür ivme biçimi olduğundan aynı eğimde
bulunan cisimlere kütleleri ne olursa olsun aynı ivme ile çekilirler.
Buna karşın ağırlıkları (üzerlerine etki eden kuvvetler) farklıdır.
Parçacıkların
(yada nesnelerin) çekim alanlarında veya hızlanmaları durumunda sahip
oldukları zaman genişlemesi ile ilgili örneklerden ilkine kararsız
parçacıkların bozunması sonucunda ortaya çıkan Mü mezonlarını
gösterebiliriz. Çünkü bir Mü mezonunun üst atmosferde, uzaydan yere
gelen hızlı ışın tanecikleri tarafından yaratılarak deniz seviyesine
kadar ulaştığı gözlenmiştir. Fakat bu mezonların ömrü 2.10 üssü (–6)
sn olup ancak 600 metre yol alarak deniz seviyesine inememeleri
gerekirken, ışık hızına yakın hareket etmeleri sonucu ömürleri 31.10
üssü (-6) sn ye çıkıp (yaklaşık 16 kat artarak) 9500 m yol almaları
mümkün olmaktadır.
Bildiğimiz gibi
yerçekimi gücü, dünyanın merkezinden uzaklaştıkça uzaklığın karesi ile
ters orantılı olarak azalmaktadır. Yeryüzünün çeşitli bölgelerindeki
çekim gücünün farklı olması ise, bu alanlardaki zamanın akma hızının
her biri için değişik olduğu anlamına gelir. Bununla ilgili bir deney
Maryland Ünv. Prf. den Carrol Alley tarafından 1975 kasımında
gerçekleştirilerek biri yerde diğeri ise 6000 m yükseklikte bulunan
bir uçağın içindeki atom saatinden (ki bunlar süper dakik olup uçağın
hızından kaynaklanan etkilerde hesaba katılmıştır) yerde bulunanın
saniyenin milyarda biri kadar geri kalmasıyla bu olayı
ispatlamışlardır. Çekim farlılıklarının çok az olması ihmal
edilebilecek zaman genişlemesine neden olurken çok daha büyük çekim
alanlarında zaman farklılıkları daha belirgin hale gelmektedir. Bunla
ilgili kesinliği kanıtlanmış bir olay da şöyledir.
National hava yollarının 727 uçuş numaralı yolcu uçağının, Miami
havaalanına kuzeydoğudan inmek üzere yaklaşırken hava kontrol
merkezinin radarlarından 10 dk.’ lık bir süre için silinir ve bu süre
sonunda tekrar görünür hale gelerek sağlam bir iniş yapar. Öyle ki
uçuşları sırasında uçağın içindekiler, alışılmışın dışında bir şeyle
karşılaşmamalarına karşın, dışarıdaki telaşlanmaya anlam
verememişlerdi. Durum onlara anlatıldıktan sonra, tüm saatlerin ve
uçağın zaman göstergeleri kontrol edildiğinde (ki pilot 20 dk. önce
normal zaman kontrolü yapmış ve tüm göstergelerin doğru olduğunu
saptamış bulunmaktaydı) 10 dakika geri kaldığı anlaşılmıştı. Yani
uçak,bir anda yolcularıyla birlikte 10 dakikalık geleceğe sıçrama
yapmıştır. Bununla birlikte bu süre boyunca harcanması gereken yakıtta
aynen depoda durmaktaydı. Bu olayın açıklaması ise, Bermuda Şeytan
Üçgeni bölgesinde zaman zaman oluşan güçlü elektro manyetik alan
fırtınaların yakınından, sınırından geçmeleri idi. Bu ve benzer türden
olaylar, dini kaynaklardaki Ashabı Kehf’in mağarada 300 yıl
yaşamalarına da ışık tutar gibi.
Bilindiği gibi
beyin, bioelektrik faaliyetleri sonucu bedenin etrafında manyetik
alanlar oluşturur. Bu faaliyet çok güçlü bir konuma ulaştırıldığında
ise (birkaç kişiyse daha güçlü olarak) vücut etrafındaki uzay-zamanın
büzülmesini meydana getirerek zaman genişlemesini oluşturur. Ashabı
Kehf olarak isimlendirilen gençlerde de bu güç, melekler tarafından
oluşturulmuştu. Biz bu mucizevi olayın, onlardaki meleki güçlerin
açığa çıkmasıyla meydana gelmiştir de diyebiliriz. Ayrıca dini
kaynaklardaki mikrodalga yapılı bilinçli varlıkların ışık hızına yakın
hareket etmeleri, bize göre ömürlerinin altı yüz,bin yıl gibi
olmalarını da açıklamaktadır (onlara göre bizler ise birkaç yıl
yaşayan varlıklar olarak algılanmaktayız).
Zamanın her biri
imajiner (soyut) ve reel (somut) olmak üzere iki yönü vardır. Birinci
yön, bizim bulunduğumuz boyuttaki neden sonuç ilişkisi şeklinde açığa
çıkar, geçmişten geleceğe akar ve soyuttur. Aynısı antimaddeye göre
var olan antitakyon boyutunda da geçerlidir, fakat somut olarak.
İkincisi, maddeye göre var olan takyon boyutundaki zaman yönüdür ki
bulunduğumuz boyutun somut olarak tam tersidir. Neden sonuç ilkesi bu
boyutta sonuç neden biçiminde açığa çıkar. Aynısı antimadde boyutunda
soyut olarak geçerlidir. Bununla beraber dört farklı boyut (ve her
birinin içindeki sonsuz boyutlar) bir-birlerine göre mevcut olup
kendilerine has ayrı birer boyutları yoktur. Hepsi de Quantum
potansiyelinde eşitlenmekte ve birlenmektedir. Başka bir ifadeyle,
hepsi bu alandan bağlantılı biçimde düzenlenmekte olup birbirlerinden
bağımsız değillerdir. Tıpkı bizim boyutumuzun taneciği olan elektron
ile antimadde boyutunun taneciği olan pozitronun (anti elektronun)
aynı parçacık ya da tek taneciğin farklı iki görüntüsü,görünümü
olması gibi. Aynı kavram, zamansızlık ve zaman arasındaki ilişki için
de geçerlidir. Yani, zamansızlığın zaman içindeki rolü,onun her
noktasında mevcut olmasıdır. Bu da bize evrenin gerçek boyutlarının,
yirmi milyar yıl önce zamansızlık içinde tek bir big-bang le meydana
gelmeyip Tek bir big-bang ın çoğul görüntüsünün (halende devam etmekte
olan) sonsuz big-bang lerin her “An” sınırsız bir biçimde
patlamasıyla oluşmakta olduğunu göstermektedir. Algıladığımız everen
ise, Süper uzaydaki bu patlamalardan sadece bir tanesidir.
Yeni Fizik
anlayışındaki Hologram teorisine göre (ki ortada gerçek, fiziksel bir
dünya yoktur ve madde olarak görünen her şey bilincin bir fonksiyonu,
bir hali olarak dışta hariçteymiş gibi algılanmaktadır) zaman, bir
holo-hareketin sonucudur. Yani zaman, tıpkı bir hologram plakasına ard
arda kaydedilen imgelerin, plakayı sağa sola çevirmek ya da
aydınlatmak için kullanılan lazer ışınının açısını değiştirmek
suretiyle Tek bir “An” da ki tüm bilgilerin bir görünüp bir
kaybolması sonucu bir dizi şeklinde ortaya çıkan hareketli
görüntülerde olduğu gibi, bir yanılsamadır. Dolayısıyla zaman,
zihnimizin var gösterdiği (algılattığı) olayların birbiri ardınca
sıralanmasından başka bir şey değildir. Yani zaman, “An” ın
hareketidir. Dolayısıyla asıl olan, gerçekte var olan “An” dır.
Einstein bu noktaya “geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım
sadece bir yanılsamadan ibarettir. Her ne kadar gerçek görünseler
de...” şeklinde işaret etmiştir. Onun öğrencisi olan Davıd Bhom da
zaman hakkında “ geçmiş, şimdinin içinde bir tür saklı düzen
(girişim deseni) halinde aktif durumdadır... (Böylece) geçmiş,
unutuluş içinde eriyip gitmemekte, kozmik hologramda kayıtlı
bulunmaktadır ve oraya her zaman yeniden girebilmek olasıdır”
şeklinde ifade etmiştir.
Kenan
Keskin
http://gulizk.com
31.8.2000
(1) Mutlak uzay ve zaman
kavramı, bir cismin hareketinin hangi referans sisteminde incelersek
inceleyelim, bütün referans sistemlerini özünde toplayan ve bizatihi
kendi kendine var olan Mutlak Uzay ve Zamana göre belirlenebileceğini
başka bir deyişle evrende salt bir noktanın dolayısıyla zamanın var
olduğunu söyler.
|