Enerji Alanları ve Biz
-15-

Şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, bugün bilim dünyası beynin mikrodalga faaliyetleriyle ilgili alana henüz girmediğinden, beynin sahip olduğu duyuları, algıları sayısız özellik ve güçleri yok hükmünde değerlendirmektedir. Dünyanın en önde gelen üniversitelerinden kendi konusunda uzman bilim adamlarının kişisel çabaları ve geliştirmiş oldukları sınırlı aletlerle giriştikleri araştırmalarda belli bulgulara ulaşılmış olunsa da bu veriler, bu tür şeylerin güçlü ispatı, delilleri niteliğinde olup henüz bu şeylerin detayı hakkındaki bilgiler değillerdir. Bu yüzden öncelikli olarak holografik olarak dizayn edilmiş beynin mikrodalga faaliyetleri ile bu ışınların frekansları ve bu frekansların anlamlarını çözebilecek cihazların yapılması gerekmektedir. Şu anki cihazlarımız, bize göre çok hassas dalgaları ölçebilecek düzeyde olsa da mesela: Jüpiter gezegeni üzerinde çalıştırılacak bir cep telefonunun dalgalarının dünyadan rahatlıkla tespit edilebilmesine ya da dünyadan milyarlarca km. uzaklıktaki uyduların gezegenlerden çektikleri görüntüleri radyo dalgaları şeklinde bir ampulden yayınlanan ışığın milyarda biri kadar güçle yayınlaması ve bu dalgaların dünyadan rahatlıkla alınıp çözümlenebilmesine hatta milyarlarca ışık yılı uzaklığındaki galaksilerden gelen ve bunlardan da daha zayıf ışınların görüntülenebilmesine karşın, ne bu, ne de başka aletler beynin bu tür dalgalarını ölçebilecek yeterli kapasite ve nitelikte değillerdir. Eğer böyle bir cihaz gerçekleştirilebilirse, insanlığın sahip olacağı yetenek ve güçler elbette hayalimizin bile ötesinde olacaktır.

Dolayısıyla, evrenin algılayabildiğimiz kısmına ait sonsuzluğu görmek  bu sonsuzluğu çözmek, anlamak için uzaya çıkmak yerine, beynin sırlarına dönük olarak yoğunlaşabilseydik örneğin, beynin yaydığı bu dalgalar vasıtasıyla hem algıladığımız evrenin hem de evrenin ikiz boyutlarındaki (bu bildiğimiz maddenin dalgasal yapısı değildir) hologrofik nitelikli ışınsal halde bulunan başka boyut ve o boyutlara ait yaşamları, gerçekleri çözebilir anlayabilirdik. Sadece bunlar da değil, bu dalgaların deşifresiyle yazılarımız boyunca değindiğimiz beynin tüm olağanüstü olayları gerçekleştirebilecek  özelliklerini de keşfetmiş olurduk. Elbette, beyinden yayınlanan dalgaları çözmek demek aynı zamanda dünyadaki tüm canlı ya da cansız enerji birikimlerini (bloklarını) her an kesintisiz bir biçimde etkilemekte olan takım yıldız ve planetlerin ikiz yapılarından ve dolayısıyla başka-başka merkezlerden gelen dalgaları da deşifre etmek demektir. Bu nedenle evrensel sırlara açılan tek ve yegâne kapı, sadece insan beynidir.

Bir önemli nokta da: Allah’ın sonsuz ve sınırsız olması sebebiyle bir Allah bir de yanı sıra evren içre evrenler, kâinat gibi iki ayrı yapıdan söz edilemez. Bu yüzden tüm görünen, Allah’ tan gayri bir şey değildir, yani Allah’ tır. Ancak Allah, görünen değildir. Benzer ifadeyle görünenin Allah olması ile Allah’ın görünen, algılanan olması aynı anlama gelmemektedir. Eğer Allah sadece görünenden, algılanandan ibaret olsaydı, onunla sınırlanır, kayıtlanır sonucunda da bir “Tanrı” olurdu. Oysa evrende, Tanrı ismi değil (ki insanların büyük çoğunluğu “Tanrı yoktur” derken bunu kastetmektedirler), Tanrı kavramının kendisine yer yoktur. Böylece Allah ismi ile işaret edilen varlık, cisimlerin (nesnelerin) ya da birimlerin ötesinde bulunup da onda tasarruf eden ikinci bir varlık olmayıp, kâinatta algılanan, bilinen tüm nesneler, birimler suretiyle dilediğini yapandır. Bu nedenle tüm boyutlarıyla varlık Kozmik Bilincin bir gözüyle, diğer gözünü seyrinden başka bir şey değildir.

“Attığında sen atmadın, atan Allah’ dı / Evvel, Ahir, Batın, Zahir O’ dur / O’ nun Misli olan hiçbir şey yoktur / Nefsinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz? (Bir nefsin var da onda bir de O var anlamında değil) / Her ne yana dönerseniz Allah’ın Veçhini görürsünüz” ...vb ayetler ile “ Beni gören Hakk’ı görmüştür” hadisi şerifi  hep bu duruma işaret etmekte ve varlık adı altında var olanın Tek Bir Bilinç olduğu dile getirilmektedir.

Dikkat edilecek olursa, son ayette Vecihleri yani yüzleri kelimesi yerine, görünenin Tek Bir Veçhi olduğunu belirtmekte; Allah veçhinin görüldüğü birimlerin de aynı şekilde birbirlerinde  O’ nun veçhini görmesi, gören ve görülen ikilemini ortadan kaldırmaktadır. Buna karşılık bizler ise, Tanrısal anlayışa dayalı olarak, sadece ibadetler vs... ile Allah’ın huzuruna çıktığımız, bunun dışında huzurda olmadığımız düşüncesinin getirdiği eylemlerle, aslında her an kesintisiz bir biçimde herkesin herkesle de O’ nun huzurunda olduğu gerçeğini müşahede edememekte, bunun sonucunda da hayatımızı sistemin gerçeklerine göre değil, zan ve hayallerimize göre düzenlemekte, sonra da bu hayallerimizin karşılığını alacağımızı vehmetmekteyiz.

İşte “Ricali Gayb” kavramını da tüm bunları göz önünde bulundurarak Holografik açıdan Boyutsal anlamda değerlendirmemiz, ele almamız gerekmektedir. Rızkımızı Mikail (as) verince Allah bunu bana verdi ya da Azrail (as) canımızı aldığında Allah aldı diyebildiğimiz gibi, “Ricali Gayb” olayını da sistemde aynı şekilde görmeliyiz. Aksi taktirde bu kavramları yerli yerince oturtamadığımız için nasıl ki Allah’ı bir Tanrı olarak düşünüyor, hayatımızı da buna göre yönlendiriyorsak bu kişileri de aynı şekilde bir Tanrı olarak görmemize neden olur. Geçmişte de, insanlığın ortaya çıkışından bugüne kadar her devirde var olan ve (beşeri bilinç ve kuvvetleri ile değil)

Hakikatinin kuvvetleriyle evrende dilediğini yapan, olaylara istediği doğrultuda yön verebilen bu kişiler, dünya üzerinde birtakım olaylar meydana getirdiklerinde, işin künhüne vakıf olmayanlar, hayallerindeki Tanrılara ait özellikleri bu kişilerde görmeleri, onlarla özdeşleştirmeleri dolayısıyla, onları Tanrı olarak kabul etmişlerdi. Tarihteki efsanelerde adı geçen tanrıların bazıları bu tür kişilerdir.

Kısacası insanın Allah olması başka bir şey, Allah’ın İnsan adı altında tecelli etmesi, görünmesi bambaşka bir şeydir ki, bu ayrımları çok iyi analiz edip kavrayarak sistemi çözme yoluna gitmeliyiz.

Zaten bir ayet ve hadiste “ Allah Muhsinlerle ihsan edicidir / İnsanlara şükretmeyen Allah’a şükretmiş olmaz ” denilerek gerçek vereni görmek suretiyle karşısındakine şükretmenin aslında onun Hakikâti olan Allah’a şükretmek olduğunu, ona olan nefret ve kinin de yine O’na yöneldiğini bize açıkça söylemiyor mu?. Bu yüzden sufizm, Allah için buğz etmenin faile değil fiile olduğunu belirtir. Çünkü fail,Hakk’ın kendisidir. Böylece nefret fiile, sevgi ise Hakk’adır.  

(Bkz. Kendini Tanı- Evrensel Sırlar – Dosttan Dosta – İnsan Ve Sırları II/ Ahmed Hulusi)

Devam edecek...

Not: Korunma Duası için bkz. Dua ve Zikir syf:167 – Ahmed Hulusi

 

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 15.12.2004
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail