Geçmişte yaşamış ya da yaşamakta olan evliyadan yardım dileme de aynı şekilde onlardan enerji (kudret) temin etme
esasına dayanır. Bu enerji transferi sadece belli bir güç elde etme amacıyla olduğu gibi, ilmin akışı için de aynen geçerlidir. Çünkü ayet ve hadislerde Resullerin, Nebilerin, dolayısıyla onların varisleri olan velilerin ve Şehitlerin ölü olmadıkları, mezarlarında hapis
kalmayıp berzah aleminde serbestçe dolaştıkları bildirilmektedir. Hatta mistik alanda bunların kendi idrak seviyelerine göre bir araya geldikleri, görüştükleri, birbirlerinden çeşitli konular hakkında bilgi alış verişi yaptıkları, tartıştıkları, müşahedelerini birbirlerine
anlattıkları, o boyutun yaşam şartları içinde hiyerarşik olarak belli görevler ifa ettikleri de bilinmektedir. Elbette burada, gerçek veliler ve onlardan yardım dileyenlerden bahsediyorum. Gerek ülkemizde gerekse dünyanın herhangi bir yerinde Cinni etkiler ya da
sahtekarlık amacıyla kendini şeyh-evliya, peygamber... kabul eden ve onlara tapınan ve hatta yine cehaletleri yüzünden gerçek Evliya, Aziz, Resul ve Nebilere de bu tür davranışlar sergileyenleri kastetmiyorum. Oysa, dışarıdan öyle algılansa da bu olayın gerçekte,
tapınmayla ilgisi yoktur. Keza Resulullah: "Cum'a günü bana salavatı çok okuyun. Çünkü o gün okunan salavatlar meşhuttur, melekler ona şahitlik ederler. Bana salavat okuyan hiç kimse yoktur ki, o daha okumasını bitirmeden salavatı bana
ulaştırılmamış olsun." Bunun üzerine denildi ki: "Siz öldükten sonra da mı?" "Evet, buyurdular, öldükten sonra da. Zira Cenab-ı Hak hazretleri toprağa, peygamberlerin cesedini çürütmeyi haram etmiştir(*). Allah'ın peygamberi her zaman diridir, rızka mazhardır.” “Bana bir mü'min selam verdi mi, kendisine mukabele etmem için Allah ruhumu bedenime
iade eder(*). Ben de mutlaka selama mukabele ederim.” “Benim mezarımı ziyaret eden sağlığımda ziyaret etmiş gibidir ”
“Kim kabrimin yanında bana salat ederse, ben onun sesini işitirim. Kim uzaktayken benim üzerime salat getirirse o bana
ulaştırılır...” diyerek canlı ve şuurlu olarak bizatihi Ruh bedeniyle kabrinde olduğunu, gelen herkesi işittiğini..., kendine yönelen
herkese enerji ya da ilim yönlü olarak cevap verdiğini (her ne kadar oradakiler bunu açıkça göremeseler de) ve bu durumun sadece o yerle de sınırlı olmayıp nerede olunursa olunsun ona yapılan salavatları da algılayıp aynı şekilde karşılık verdiğini açıkça dile
getirmektedir. Ancak bunu, fark etmenin ötesinde Ruh boyutunda onu direkt olarak gören, onunla konuşan, sohbet eden ondan bir şeyler alan Bilinç sahibi insanlar da bulunmaktadır. "Her kim mescidimde sekiz gün, kırk vakit namaz kılar ise, ona şefaatim olacaktır" sözü
de bu gerçeğe işaret etmektedir. Ayrıca, benzer durum idrak düzeylerine göre Evliya kabirleri için de geçerlidir. Aynı
şekilde Resulullah’a yapılan salavatlar (dualar) da Hz. Muhammed (sav)’ in kendi menfaatine değil, tamamıyla bizim faydalanmamız için gerçekleştirilmektedir. Çünkü Resul ve Nebiler hiçbir çalışma, gayret ve uğraş sarf etmeksizin Nüzul yollu vahye, Veliler ise belli
çalışmalar sonucu kapasitelerince Uruç yollu ilham ile hakikâtin ilim ve gücüne, meleki kuvvetlerine sahip olduklarından bizim onlara sövmemiz ya da onları övmemiz, yüceltmemiz, onlara pozitif enerji göndermemiz, (onlar açısından) onlardan ne bir şey eksiltir ne de
onlara bir şey ekler. Bu yüzden Resulullah’a yapılan salavatlar ibadet esnasında ruha daha güçlü bir enerjinin girmesi, kayıt edilmesi; dua esnasında yapılması ise, bir isteğe, arzuya yönelik oluşturulan yönlendirilmiş dalgaların daha da güçlendirilerek duanın oluşumunu
gerçekleştirilmesini ve çabuklaştırılmasını sağlamak içindir bir yönüyle. Diğer bir yönüyle de ibadetlerimiz, zikirlerimiz ve dualarımızdaki Hz. Muhammed (s.a.v)’ e ya da diğer Resul ve Nebilere yapılan salavatlar tanrısal anlayışla ötemizde, geçmişte yaşamış, yok olmuş
ve orada kalmış birimlere değil, gerçekte zaman ve mekândan bağımsız (münezzeh) olan, sistemde Resul ve Nebi adı altında her an yürürlükte bulunan boyutlarla rezonansa girip kendimizde potansiyel (kapalı) olarak bulunan bu katmanları atıl durumdan kinetik hale
dönüştürmemiz ve sonucunda da sistemi ve hakikâtimizi boyut boyut tanıyıp hissederek yaşamamız içindir. Genelde, biz bunu her ne kadar şuursal planda gerçekleştiremesek de yapmış olduğumuz çalışmalarla bundan enerji yönlü olarak az ya da çok, her zaman
faydalanmaktayız. Bu bazı hadislerde şöyle ifade edilmektedir: “ İnsanlardan bana en yakını olanı, bana en çok salat getirendir.”
“ Burnu yere sürtülsün o kişinin ki, yanında benim ismim anılır da, üzerime salat etmez ”
“Her Dua semaya yükselmekte güçsüzdür; bana salat edince gücüne kavuşur, yükselir (icabet makamına)”
“Allah’ın yeryüzünde seyahat eden melekleri vardır ki onlar bana ümmetimden selam tebliğ ederler...”
“ Dua eden kimse, Nebiler ve Resullere salat etmedikçe, duası perdelidir.”
“ Kim bana salat getirmeyi unutursa, ona cennetin yolu unutturulur.”
“ Kim bana bir kere salat ederse, Allah ona on kere salat eder; onun on günahını siler; onu on derece yükseltir...”
“ Her biriniz Allah’ tan bir dilekte bulunmak istediği zaman, evvela O’ na şanına yakışır şekilde hamd etsin, sonra resulüne salat etsin, ondan sonra duasını yapsın. Bu amacına ulaşmak için daha elverişlidir.” “ Cebrail’le buluştum...Bana şöyle dedi: Sana müjdelerim ki, Allah; kim sana salat ederse, ben ona salat ederim; kim sana selam verirse ben
ona selam ederim; buyurdu...” Bu noktada akla şöyle bir soru gelmektedir: Cinlerin hem mezar ve kabir içi aleminde güçsüz
(günahkâr) insan ruhlarıyla çeşitli fiziksel ve düşsel oyunlarla adeta onlarla top gibi oynayıp azap vermelerine hem de maddesel dünyada yaşayanlara etki edebilmelerine, onların beyinlerine her tür mesajlar gönderebilmelerine karşılık, neden insan ruhları cinlerle aynı
boyutta yer almalarına rağmen dünyaya hiçbir şekilde etkide bulunamamakta, onların dalgaları insanlar tarafından algılanamamaktadır?. Bunlardan ilkinin cevabı her ne kadar insan ruhu cinlerle aynı tür dalgalardan oluşmuş olsa da aralarında yapısal ve frekansal anlamda
farklılıklar bulunmasından, ikincisinin ise, ruh bedenin beyninden yayınlanan anlam yüklü dalgaların insan beyinlerinin alamayacağı düzeyde yüksek frekanslı olmasından ileri gelmesidir. Peki bu frekans aralığındaki dalga boylarını deşifre edebilen hiç kimse yok mudur? Diye
sorarsak, cevabı, “Hayır, mevcuttur” olmalıdır. Bunlar Resuller, Nebiler, Fetih ve Keşif sahibi velilerdir. Ve hatta fethi zulmani sahipleri de bu dalga boylarını tespit edebilmekte, onların o boyuttaki hallerine, hangi şartlarda bulunduklarına vakıf olabilmektedirler. Ayrıca, her ne kadar dünya ile berzah âlemlerinin yaşam şartları, biçimleri birbirlerinden tamamen farklı olup sistemin gereği olarak o boyuttan
bu boyuta bir müdahale söz konusu olamasa da, yüksek kemalata sahip Ruhların görevlendirdikleri birimlerin (daha önceki yazılarımızın çeşitli bölümlerinde değindiğimiz) bazı istisnai toplumsal olaylarda yer almaları ve bunlara müdahalelerde bulunmaları mümkündür. Ancak bu,
o görevle sınırlıdır. ( Bkz. Dua Ve Zikir / Evrensel Sırlar / İnsan Ve Sırları II / Sistemin Seslenişi II– Ahmed Hulusi / Hac
Arafat’tır – Ahmed Fevzi Yüksel ) Devam edecek... (*) Bu ifadelerin mecaz oldukları zaten hadisin kendisinde açıkça
belirtilmektedir.
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 14.01.2005
http://sufizmveinsan.com
|