Nazarın
bilinçsizce açığa çıkmasına karşın, büyü ve sihirde ise,
bilinçli bir yönlendirme söz konusudur. Nasıl ki kendi frekans
gruplarına göre yayınlanan TV, radyo telefon…dalgalarının
oluşturduğu bir şebeke ağı varsa aynı şekilde insan beyninin
yaydığı dalgaların da meydana getirdiği bir şebeke ağı vardır.
Bu nedenle istenilen kişinin sahip olduğu eşyalar (saç vs...),
birer konsantrasyon objesi olarak kullanılarak belli
kelime tekrarları ile bu şebeke ağındaki o istenilen beyinle
ilişkiye geçilip (genelde E-M dalga yapılı bilinçli varlık olan
cinlerin yardımıyla da) nazar olayındaki gibi etkiler
oluşturulabileceği gibi, şifa da verilebilmektedir.
Nazara, sihre (büyüye) ve cinlerin her türlü etkilerine karşı
koruyucu dalgaların üretilmesi ise, belli dua ve zikir adı
altındaki kelime tekrarlarının beyinde ilgili hücre gruplarını
faaliyete geçirmesi sonucu yayınlanmasıyla oluşmaktadır. Beyinde
oluşan her bir faaliyet, dışa çeşitli frekanslar şeklinde
yansıdığı gibi aynı anda ve şekilde Ruha da kaydedildiği için bu
dualar ölüm ötesi boyutta aynı frekans aralığını paylaşacağımız
cinlerin bize uygulayacakları çeşitli etkilerine karşı da koruma
sağlamış olacaktır. Bazı özel duaların okunmasıyla tıpkı lazer
ışını gibi beyinden öyle güçlü Elektromanyetik dalgalar
yayınlanır ki, bu tür dalgalar cinlerin olumsuz fikir, vesvese
ya da insanların hayal güçlerini irrite etmeleri sonucu var
olmayanı varmış gibi göstermek suretiyle çeşitli ilkalarını,
etkilerini ortadan kaldırmanın ötesinde direkt bu ışınsal
varlıkların dalgasal yapılarını tahrip etmek suretiyle onları
rahatsız edip uzaklaştırmakta, buna karşılık uzaklaşmadıkları
taktirde, onları yok edebilmekte, öldürmektedir. Onların bu ölüm
şekli için “yakmak” tabiri de kullanılmaktadır. Bunun yanında
birkaç kişinin bir araya gelip aynı anda toplu olarak bunları
belli sayılarda okumaları hem okunan kişinin beyninin bu
doğrultuda forme edilmesini, aktif hale getirilmesini (bu arada
okuyanlar da birbirlerini bu yönde güçlendirmektedirler) hem de
Cinlere karşı çok güçlü etkilerin meydana gelmesini
sağlamaktadır.
Ayrıca bu tür duaların okunması sırasında ortaya konacak bir
sürahi ya da bir bardak dolusu suyun, okuyan kişilerin beyin
dalgaları tarafından moleküllerinin iyonize edilmesi dolayısıyla
hastaya içirtilmesi ve yine okunma esnasında sağ elin okunan
kişinin başı üzerine konulması durumunda da o kişinin beyni
pozitif yönde takviye edilerek istenilen yönde daha güçlü
(verimli) çalışması temin edilebilir.
Görüldüğü üzere, korunma işleminin beyin-enerji sistemiyle
ilgili olması dolayısıyla dua ve zikirler okunmadığı sürece
bunların yazılı bir metin olarak ya da bu amaçlı, çeşitli
nesnelerin üzerimizde taşınmasının hiçbir faydası yoktur.
Dünyanın merkezinde %90 demir ve demir bileşikleri, %9 nikel ve
% 1 oranında da sülfür, oksijen, altın... bulunur. Bu oranları
daha iyi kavrayabilmek için bir misal verirsek, yaklaşık % 1’ e
yakın bir oranda bulunan altını eğer bu çekirdekten çıkartmış
olsaydık dünya üzerindeki tüm karaların yüzeyini altınla
kaplamak mümkün olurdu. Dünya üzerinde bulunanın milyonlarca
katı basınç yüzünden yeryüzünün tam merkezinde katı ve çok sert
metalden yapılmış 2754 km çapında demir bir çekirdek bulunur. Bu
iç çekirdeğin üzerinde ise çok yüksek sıcaklıklar dolayısıyla
2200 km kalınlığında yine tamamen demir ve nikel ağırlıklı
eriyik halde sıvı çekirdek bulunur. Aslında dünyanın oluşumu
sırasında demir yok denecek kadar az olmasına karşın, bu denli
yüksek oranlarda demirin bulunmasının nedeni de, 4,5 milyar yıl
önce dünya çok sıcak bir durumda iken demir yüklü dev bir
göktaşı ile çarpışması sonucu bunun merkeze yerleşerek
erimesiyle meydana gelmesidir. Burada çok ilginç bir nokta, bu
durumun birebir olarak bundan 1400 sene evvel Kuran’da
anlatılmış olmasıdır. Çünkü Hadid suresi 25’ te “ ...ve
kendisinde şiddetli bir sertlik ve insanlar için menfaatler
bulunan demiri de gökten indirdik” denerek demirin bizatihi
gökten geldiğini bize bildirmektedir.
Yeryüzünün doğudan batıya dönmesi, çekirdekteki iyon halinde
elektrik yüklü bu sıvıyı da aynı şekilde batıdan doğuya doğru
girdaplar meydana getirecek şekilde döndürmesi sonucu,
milyarlarca amperlik elektrik akımını, dolayısıyla da dünyanın
kuzey –güney yönünde mıknatıstaki gibi bir manyetik alanın
oluşmasını sağlar. Manyetik kuzey-güney kutupları da dünyanın
kutuplarıyla paralel olmayıp aralarında ortalama 1550-1600 km
mesafe bulunmaktadır. Ayrıca bu uzaklıklar da sabit değil, her
yıl birkaç km dünyanın kutuplarına doğru yaklaşıp
uzaklaşmaktadır. Bu manyetik alanların tarih boyunca hep aynı
yön ve güçte olmadığı, çeşitli dönemlerde ise tamamen yer
değiştirdikleri artık bilinmektedir. Bunların nedeni ise bu
girdapların önce yavaşlayıp sonunda durduktan hemen sonra
tekrardan ters yönde dönmeleridir. Bu işlem sırasında tüm
girdaplar bir anda değil, lokal olarak ayrı zamanlarda ters
dönmeye başlarlar. Şu anda güney kutbundan çıkıp kuzey kutbundan
içeri giren manyetik çizgileri göz önüne alırsak, dünyanın güney
kısmında yer alan bu girdaplar ters dönmeye başladığında bu
durum o bölgedeki manyetik alanın zıt yönünde bir manyetik
alanın oluşmasını sağlayacağından öncelikle o bölgedeki manyetik
alanın yavaş yavaş zayıflamasına, sıfıra ulaştıktan hemen sonra
da kendi yönünde baskın konuma geçip o doğrultuda güçlü bir
manyetik alanın meydana gelmesine neden olur. Aynı işlem
dünyanın her bir bölgesi için de aynen geçerli olduğundan,
manyetik kutuplar zaman içinde tamamen yer değiştirmiş olurlar.
Ancak bu yer değiştirme işlemi birkaç yüzyıl sürmekle birlikte
bu dönemde küresel boyutlarda hem manyetik alanın gücü azalmakta
hem de çok büyük manyetik alan düzensizlikleri ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca girdap hareketlerinin neden olduğu bu
düzensizlikler, dünyanın çeşitli yerlerinde geçici olarak 7-8 ya
da daha fazla manyetik kutbun oluşmasına da neden olur.
Çekirdekteki iyonize sıvının yön değiştirip tekrar düzenli,
kararlı hale geldikten bir sonraki benzer dönüşümü ortalama 250
bin yıldır. En son değişim ise bundan biraz farklı ve çok
gecikmeli olarak 780 bin yıl önce meydana gelmiştir. Şu anda
yapılan hesaplamalar, dünyanın manyetik alanının geçtiğimiz
birkaç yüzyıla nispetle azaldığını bu yüzden de gecikmeli olan
bu yer değiştirmenin başlamış olduğunu bize göstermektedir.
Bu alan, uzaydan gelen zararlı kozmik ışınları, parçacıkların
enerjisinin çoğunu ya da tamamını kaybettirerek alan çizgileri
etrafında spiraller çizdirtip dünyanın manyetik çevresi boyunca
dolaştırdıktan sonra, bu parçacıkları kutuplarda toplayarak
yeryüzünün çok büyük bir bölümüne inmelerini önler. Sonucunda bu
kozmik ışınlar kutuplardaki atmosferin üst tabakalarında atom ve
moleküllerle çarpışarak geceleri Aurora denen ışık parıltılarını
oluştururlar. Manyetik alanlar bu düzensizlikler döneminde her
ne kadar zayıflayacak olsa da küresel anlamda aslında tam olarak
sıfırlanmaz. Dolayısıyla, bunun neden olacağı etkiler felaket
boyutlarına ulaşmayacaktır. Ancak bu durum, eskisine oranla
kozmik ışınların yeryüzüne daha fazla inmesini sağlayacağından
yine de bir kısım canlıların DNA’ larının etkilenmesine,
fiziksel yapılarının değişmesine ve hücrelerin çoğalma güçlerini
kaybedip canlıların Radyasyon hastalığından (kanserden) ölmesine
neden olurlar. Bu çevrimler geçmişte yaşamış canlılardan bir
kısmının yok olmalarına (toplu ölümlerine) açıklık getirirken,
değişim ve düzensizlikler döneminde bu alanda oluşacak artma ya
da azalmanın yerin manyetik alanını algılayarak yaşamlarını buna
göre düzenleyen hayvanları da çok fazla etkileyeceği ortaya
çıkmaktadır. Buna örnek olarak yönlerini manyetik pusulaya göre
bulan göçmen kuşlarla, yuvalarını manyetik kutuplara göre kazan
köstebekleri verebiliriz. Güneş ve sistemindeki Merkür,
Jüpiter, Uranüs, Neptün gezegenleri ile yıldızların,
galaksilerin de birer manyetik alanları mevcuttur (Mars ise bir
zamanlar dünyadakinden 20-30 kat daha büyük manyetik alana sahip
olsa da şu anda küresel bir manyetik alanı yoktur). Ayrıca bu
enerji alanları tıpkı aurada olduğu gibi, yıldız ve gezegenlerin
ikizleri olan dalgasal boyutlarla karıştırılmamalıdır.
Devam
edecek...
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 29.04.2004
http://sufizmveinsan.com
|