Bedeni saran
sinir sisteminde akmakta olan biyo-elektrik enerji gibi
yeryüzünün altından da gezegeni enlemesi ve boylamasına geçen,
nedeni şu an için tam olarak bilinmese bile dünyanın iç
dinamiğiyle ilgili olduğu düşünülen, etkisi tamamen
kanıtlanmış olan seyyal enerji damarları (elektrik akımları)
bulunmaktadır. Bu enerji çizgileri de akupunktur noktalarında
olduğu gibi belli bölgelerde kesişerek daha güçlü enerji
noktaları oluşturmakta, dolayısıyla bu enerji de düzenli ya da
düzensiz davranış biçimlerine göre pozitif ve negatif (kara)
radyasyon akımları olarak adlandırılmaktadır. Buna, Çinliler
“ejderha”, Keltliler “peri” İngilizler “Ley hatları” adını
verirken çeşitli kültürler, varlığını tespit ettikleri bu şeyi
farklı isimlerle
anmaktadırlar.
Şimdi bunu biraz
daha irdelemeye çalışalım: Bir üstte belirttiğimiz üzere, bu
enerji hatları birbirlerini kestiği noktalarda çok daha büyük
enerji alanları meydana getirmekle birlikte, bu alanlar çeşitli
biçimlerde uzaya doğru yayınlanmakta, astrolojik tesirlerle de
yayınlar artış göstermektedir. Pozitif akımların yanında negatif
olarak adlandırdığımız enerji alanları ise, tıpkı vücudumuzda
akmakta olan biyo-enerjinin kesintiye uğrayıp düzensiz bir
durumda bulunması gibi, negatif hatlar da enerji akışının çok
zayıfladığı, bloke olduğu ve bu yüzden düzensiz davranışlar
sergilediği bölgelerdir. Bu düzensizliğin giderilmesinin yolu
olarak tıpkı akupunktur iğnelerinin yaptığı gibi bu bölgelere
çeşitli kazıklar, yuvarlak ya da dikili taşlar yerleştirilerek
enerji akışı tekrar sağlanmakta yani pozitif hale
dönüştürülmekte ve sonucunda da bu enerjinin toprak üstüne,
uzaya daha rahat yayınlanması sağlanmaktadır. Keza, geçmişte
ilkel olarak düşündüğümüz atalarımızın şamanlar, kâhinler,
dinsel önderler...vb tarafından tespit edilen bu yerlere çeşitli
taş yapıların, bloklarının yerleştirilmesi de tesadüfi değildir.
Aynı şekilde tapınakların, yaşam yerlerinin pozitif bölgelere
inşa edildiği de artık bilinmektedir.
Doğada
gördükleri nesnelerin ruhları ya da öte âlem ve varlıklarıyla
ilişki kurdukları bu sayede de çeşitli mesajlarla bazı
olağanüstü haller gösterdikleri söylenen şamanların, kâhinlerin,
dinsel rehberlerin... tespit ettikleri bu bölgelerde çeşitli yan
faktörlerle birlikte transa girip ayin yapmalarının nedeni, söz
konusu pozitif enerji alanlarının beynin açılımı doğrultusunda
(istikametinde) faaliyetlerini artırmasının, bu boyutlara geçişi
sağlayan faktör olmasıdır.
Bazı kişiler, bu
enerji düğüm noktaları üzerine konulan taşlara, taş yapılara
dokunduklarında baş dönmesinin meydana geldiğini, hatta bazı
radyetesistlerin ya da hassas kişilerin belli zaman
aralıklarında bu taş yapılara girdiklerinde, değişen manyetik
alanlar dolayısıyla çeşitli duygusal yanılgılar,
halisünasyonlar, garip sesler, titreme, ürperti, heyecan...vb
fiziksel şeyler hissettikleri de tespit edilmiştir.
Radyetesistler ley hatlarının, yer altı suyunun, gömülmüş
metallerin ya da madenlerin sebep olduğu lokal (E-M) alanları
ellerindeki çatal şekilli uzun çubuklarla tespit eden hassas
kişilerdir. Bunu algılamalarının sistemini şöyle
açıklayabiliriz: Nasıl ki bedenden çeşitli frekanslarda (E-M)
dalgalar yayımlanıyorsa aynı şekilde vücut bir anten gibi
çeşitli dalgaları absorbe ederek sinir sistemi vasıtasıyla bu
enerjinin beyne ulaşmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte
statik (durgun) Elektrik ve Manyetik alan değişimleri de bedende
aynı etkileri meydana getirmektedir. Bu nedenle, ister statik
isterse hareketli (E-M) alan değişimleri bu kişilerin
kollarındaki sinir sistemlerinde (dolayısıyla beyninde) mevcut
olan biyo-elektrik hareketliliğini etkileyerek kollarının
ileri-geri, aşağı-yukarı doğru sarsılmasını, sallanmasını
meydana getirmekte, sonuçta o şeyin algılanmasını
sağlamaktadır. Öyle ki, Fransız Fizikçi Prof. Rochard
tarafından yapılan laboratuar deneylerinde radyetesistlerin
birkaç saniyede 1 gaussun 20-30 binde birlik değişimi
algılayabildikleri ispatlanmıştır. Aynı şekilde, yine beyinleri
hassas olan kişiler tarafından hasta vücuduna dokunulmaksızın
bedendeki biyo-elektrik hareketleri eller vasıtasıyla
algılanarak o kişinin sahip olduğu hastalıklar tespit
edilebilmekte daha önce de belirttiğimiz gibi, şifacı tarafından
uygulanan (E-M) alanlar vasıtasıyla da hastanın organ üzerindeki
düzensiz elektrik faaliyetleri düzeltilebilmekte, dolayısıyla
hastalık ortadan kaldırılabilmektedir.
Vücudun enerjiyi
absorbe edip beyinde değerlendirdikten sonra tekrar dışa yayın
yapma özelliğini çok üst düzeyde kullanan Hz. İsa (a.s) da
Lazar’ı diriltme esnasında bedenini bir anten gibi kullanmak
için bir kolunu göğe doğru, diğer kolunu da gergin bir vaziyette
Lazar’a doğru uzatmıştı. Çünkü bu şekilde evrenin her yerinde
mevcut olan anlam yüklü sonsuz enerji dalgalarından (Radyal
Enerjiden) ilgili olanları yukarıda tuttuğu kol vasıtasıyla
alarak bunu beyinde düzenledikten sonra diğer eliyle bu enerjiyi
Lazar’a odaklamış, böylece onun üç boyutlu hologramik enerji
yapısını bir hamur gibi yeniden yapılandırarak onu tekrar
canlandırmış, diriltmiştir. Benzer biçimde Hz Muhammed (sav)
de beddua ederken avuç işleri yere bakacak şekilde tutarak
yerden aldığı enerjiyi aynı sistem ve beyin vasıtasıyla ilgili
olayları meydana getirecek şekilde yayınlamıştır
(odaklamıştır).
Tekrar konumuza
dönersek; bununla ilgili bir başka deneyde de radyetesi uzmanı
Bill Louis, Londra Emperial Kolejden Dr. Eduardo Balonovski ve
ünlü bilim adamı Fizik ve Matematik Profesörü John Taylor’la
birlikte güney Galler’de bir nehir kenarında bulunan 4 metrelik
tarih öncesi bir taşı incelediklerinde Bill, bu taştan zamanla
değişen bir manyetik alanın varlığını hissetmeye başlar. Bill’
in akabinde Taylor ve Balanovski, bu taşı Gauss-metre (manyetik
ölçerle) ölçtüklerinde bu alanın İngiltere’ ye ait olan 0,47
gaussluk değerinin üzerinde olduğunu, ayrıca bu enerjinin spiral
biçimde uzaya doğru yayıldığını tespit etmişlerdir. Ley hatları
üzerine konulan taşların tesadüfi olarak belli hizalarda ve
mesafelerde konumlandırıldığını düşünen bazı matematikçiler de
iddialarını bilgisayar yardımıyla kanıtlamak için yaptıkları
araştırmaların sonuçları karşısında büsbütün şok geçirmişlerdi.
Çünkü, matematiksel olarak da bu taşların tesadüfi
yerleştirilemeyeceği net olarak görülmüştü. Aynı şekilde 1900’
lü yılların başında Greenwich Rasathanesi müdürü Sir Norman
Lockyer ile 30’lu yıllarda Oxford Üniversitesi Mühendislik
Bölümünden Prof. Alexandre Thom da çok geniş çaplı
araştırmalarda bu taşların ley hatları boyunca tesadüfi olarak
yerleştirilmediğini kanıtlamışlardır. 80’ li yılların başında
Arkeoloji Enstitüsünde araştırmacı olan inorganik kimyacı Dr.
Don Robbins de taşlardan kurulu dairesel yapıların çeşitli (E-M)
enerji yayımladıklarını bilimsel olarak tespit etmiştir. Dr.
Robinson’ un keşfettiği, sadece bununla sınırlı değildi. Bunun
yanında bu taşlardan gece ve gündüzün eşit olduğu Mart ve Eylül
gün dönümlerinde çok daha yüksek frekanslı dalga yayınımı
olduğunu, topraktaki radyoaktivite oranının daire dışında olana
oranla çok çok düşük bulunduğunu ve bu taş yapıdaki enerjinin
uzaydan gelerek dünyaya kadar inen kozmik ışınları (1)
durdurup koruyucu bir kalkan gibi hep bu dairenin dışında
tuttuğunu da belirlemiştir.
Devam edecek...
(1)
Her
ne kadar kozmik ışınlar, yerin manyetik alanı ile atmosferdeki
molekül ve atomlar tarafından durdurulmuş olsalar da yine de çok
küçük bir bölümü yer yüzüne kadar inmektedir.
Devam
edecek...
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 11.05.2004
http://sufizmveinsan.com
|