Enerji Alanları ve Biz
-6-

Tarihte dünyanın çeşitli yerlerinde olduğu gibi, başta İngiltere olmak üzere Avrupa ve Anadolu'da da  hep bu pozitif ley hatları üzerine şatolar, tapınaklar, hastaneler şifa merkezleri... daha doğrusu şehirler inşa edildiği, artık günümüzde bilinen bir gerçektir. Bu şehirlerin de birbirleri arasında üzerlerinde bulundukları enerjilerin güçlerine göre üstünlükleri bulunmaktadır ki, hadislerde de bununla ilgili bir çok ifade yer almaktadır. Mesela:Dört şehir cennettendir. Mekke, Medine, Kudüs, Şam. Mekke Medine’den, Medine Kudüs’ten, Kudüs Şam’dan, Şam diğer bütün şehirlerden üstündür. Mekke, İlahi celal ve azametin; Medine, İlahi güzelliğin; Kudüs, İlahi kemalin tecelli ettiği yerdir.” hadisinde olduğu gibi. Bazı hadislerde ise bu ve bazı şehirler “Emin beldeler” olarak da ifade edilmişlerdir.  Mistik kaynaklara baktığımızda bu şehirlerin yanında İstanbul, Bağdat, Bursa’...nın da yüksek ruhaniyete sahip olan şehirlerden olduğu görülmektedir.
Şehirlerde bulunan bu enerjinin bir diğer kaynağı da o şehirde yaşayan ya da ölüm ötesi boyuta (Berzah Boyutuna) intikal etmiş yüksek Ruh gücüne sahip evliyalardır. Bu gerçeğe yine Hz. Muhammed (s.a.v) “Bir şehrin (mekânın) şerefli oluşu orada bulunanlardan ileri gelmektedir”   sözüyle işaret etmiştir. Yeryüzünde adeta bir enerji santrali gibi yayın yapmakta olan belli enerji merkezlerinin başında ise Kâbe dolayısıyla, Mekke şehri gelmektedir. “Bu Kâbe, on dört evden biridir. Yedi arzın her birinde bu evlerin bir benzeri yaratıldı” hadisi hükmünce on dört evden biri olan Kâbe; hem ölüm ötesine dönük olarak Ruha kapasiteleri oranında çok yüksek düzeyde enerji yükleyen hem de bu yüksek enerjinin yetenekli beyinlerde çeşitli oranlarda ek kapasiteleri de devreye sokarak Özle, Sonsuz Bilinçle bağlantı kurmasını temin eden (sağlayan) bir konsantrasyon merkezidir. Yüksek enerji akımlarının birleşerek çok büyük akımların, dolayısıyla güçlü radyasyonların yayımlandığı bu enerji düğümü üstünde bulunan Kâbe’nin, üzerinden göğe doğru yükselmekte olan bu enerji (Nur) sütunu, beş duyu ötesi algılamaya sahip evliya tarafından  bizatihi algılanmakta ve görülebilmektedir. Yine bu zümre, Kâbe ile görüşmekte, konuşmakta, onunla hemhal olmakta ve ondan akan bir biçimde de ilim almaktadırlar. Hatta bu bilince sahip olmasalar bile bazı insanlar, onu gördüklerinde adeta kendilerinden geçip istem dışı olarak fark ettikleri birtakım hisler  sebebiyle ona yapışıp ağlamakta, onunla bir sevgili, dost gibi konuşmaktadırlar. Kısacası Kâbe, bir Ruha ve Bilince sahip olan Canlı, Şuurlu bir varlıktır. Onun gerçek yapısını kendi Özünde  algılayan ya da görenler Kâbe’nin çok yüksek bir Kemalata sahip bir Veli olduğunu da açıkça belirtmektedirler. Yoksa klasik anlamda düşündüğümüz gibi, ötedeki bir tanrının gönlünü, hoşnutluğunu kazanmak için 360 tane putun yerine konulmuş ayrı bir put veya alelade bir taş yapı değildir.  Bu yüzden, tüm dünya Müslümanlarının Kâbe’ye dönerek ibadet etmesinin nedeni, öylesine konmuş basit bir taş yapıya, Tanrı adına tapınma değil, en azından aptes alıp beyne biyo-elektrik takviyesi yaparak Kâbe’ den enerji temin etme esasına dayanmaktadır.  

Zaten başka ayet ve hadisleri incelediğimizde çok basit olarak görüp değerlendirdiğimiz taşın, toprağın, dağın, ırmağın...vb cansız ve şuursuz şeyler olmadıkları ve her birinin
kendi frekansal titreşimlerince canlı, şuurlu oldukları açıkça belirtilmektedir. Bu nedenledir ki M. Arabi: “ Bütün eşya, Allah’ı bildiren şahitlerdir. Onlarsız Allah’ı bilmek mümkün değildir. Allah’ı Bilmek için eşyaya nazar etmek gerekir” demektedir. Bu konudaki ayet ve hadisler ise şöyledir: Hiçbir varlık yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız...” (17-44), “ Ben Mekke’de öyle bir taş biliyorum ki, o beni daima selamlardı” (hadis) “ Şu dağı görüyorsunuz (Uhud Dağı’nı göstererek). O bizi sever biz de onu severiz” hadis, “ Ben ve Uhud kardeşiz.”  (hadis)       

Kâbe’deki  enerjinin büyüklüğü hakkında ise Hz. Muhammed (s.a.v) “Kâbe’ de kılınan iki rekat namaz, dünyanın başka mescitlerinde kılınan namazdan yüz  bin kat daha fazla sevaplıdır” ifadesini kullanmaktadır. Yani bire yüz bin oranında... Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, genel anlamda Kâbe nedeniyle Mekke çok çok yüksek bir enerjiye sahip olmasına karşın enerji şiddetinin en yüksek olduğu yer, Kâbe’nin merkezidir. Enerji yoğunluğu dolayısıyla, bu enerjinin en verimli ve güçlü kullanım alanı da Kâbe’yi çevreleyen 30 m yarıçaplı dairesel bölgenin içinde kalan yerdir. Yani en üst düzeyde fayda sağlamak için bu bölgede tavafın yapılması en uygun olanıdır. Ayrıca, beyindeki her bir işlem ruha yüklendiği gibi, bu durum aynı anda dışarıya da yayın yaptığından orada bulunanlar bu yayınlarla da birbirlerini güçlü bir şekilde etkilerler. Bu nedenle bu yüksek (E-M) alanların insan beyin faaliyetlerini normalin kat be kat üstünde çalıştırması sonunda düşüncede kalanları bile o şeyleri eyleme geçirme düzeyinde ışınsal bedene yüklemektedir. Bu da hadiste: “Başka yerlerde sadece fiillerinizden sorumlusunuz, Kâbe’de ise düşüncelerinizden de sorumlusunuz...” şeklinde açıklanmıştır.
Yüksek enerji alanlarının birleşerek çok güçlü yayın oluşturduğu bir diğer yer de Kâbe’nin uzantısı olan Arafat Dağı’nın tam altıdır. Bildiğimiz üzere günahların af olma işleminin gerçekleştiği Vakfe anı da burada yaşanmaktadır. Milyonlarca insanın buraya gelip yerden yayımlanan bu güçlü ışınım desteğiyle yükselen beyinsel hareketler sonucu günahlarının af olmasını, silinmesini istemesi, bu kişilerin hem bu yönde tek bir manaya dönük olarak yani tıpkı lazer ışını gibi tek bir frekansta yayın yapmasına hem de beyin alıcılarını dışarıdan gelen bu tek dalga boyundaki yönlendirilmiş dalgalara açılmasını sağlayarak orada bulunanların toplu olarak meydana getirdikleri çok güçlü (E-M) alanlar sayesinde ışınsal bedenlerindeki Negatif yükleri silmiş olurlar. Diğerlerinde olduğu gibi bu işin de işleyen bir mekanizmanın gereği olduğunu Hz Muhammed (sav): “ Eğer bir kâfir, kayıp devesini bulmak amacıyla  bile burada bulunmuş olsaydı onun da günahları silinirdi” sözleriyle bize anlatmaktadır. Burada çok önemli bir nokta; Nebilerin ve yüksek dereceli evliyanın da Arafat’ ta hazır bulunup var olan güçlü ışınımı daha da güçlendirerek sıfırlama işlemini sağlamalarıdır. Bu nedenle burada günahlardan tamamen arınma işlemi, sadece bu bölgede bulunan yüksek radyasyon ve insanlardan yayınlanan (E-M) alanlara bağlı bir şey olmayıp esas vurucu, tamamlayıcı işlevi vakfe anında orada bulunan bu yapılar meydana getirmektedir. Dolayısıyla, sıfırlama işleminin Kâbe’ de değil, sadece ve sadece Arafat’ ta Vakfe anında gerçekleşmesi yüzünden , ne kadar Umre ziyareti (kendi içinde çok büyük bir yararları bulunmuş olsa da) yapılırsa yapılsın bir Haccın yerini tutmamaktadır. Burada şöyle bir soru sorulabilir: Kâbe’ deki pozitif enerji hattının Hz. Muhammed (sav)’ den önce de var olduğu ve çeşitli putlara tapan kâfirlerce de burada devamlı ibadet edilip, zemzemden de içildiğine göre, şu anki durum onlar için de aynen geçerli olmaz mı? Ya da benzer faydalanmaların olması gerekmez mi? Bu sorunun cevabı; “evet bir takım faydalanmaların olduğu gerçektir, ancak bu yararlanma ölüm ötesi boyutlara değil, tamamen dünya değerlerine dönük birtakım şekildedir.” Olmalıdır. Yani buradaki pozitif enerji, tamamen maddeye dönük olarak bu birimlerde hükmünü icra etmektedir. Kâbe’ deki bu enerjinin ölüm ötesi boyutlara dönük kullanımı ise, Hz. Muhammed (sav) ’ in varlığı ile meydana gelmiştir. Çünkü, yürürlükte mevcut olan bir sistem var, ama bu sistemin Meleki güçlerle, meleklerin gücüyle ya da benzer ifadeyle Astrolojik tesirlerle farklı biçimlere yönlendirilmesi de söz konusudur. İşte burada böyle bir yönlendirme var. 

Devam edecek...

 

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 03.06.2004
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail