Bilim insanları, küçük
proton paketlerini ışık hızına ulaşıncaya kadar hızlandırıp sonra
karşı protonlarla çarpıştırdıklarında, madde parçacıklarıyla birlikte
modern fiziğin temellerinin de parçalanacağını tahmin etmemişlerdi…
Protonlar, atom çekirdeğini oluşturan parçacıklar ve onlar da
kuarklardan meydana geliyorlar. Kuarklar ise, kimse tarafından
görülmeyen ve genleşme değerinin sıfır olduğu kabul edilen küçük
yapılardır (kuark tanımlaması kaynağını, İrlandalı yazar James
Joyce'un (1882-1941), "kuark teorisi" kadar karmaşık romanı
"Finnegan's Wake"ten alıyor).
Fizikçiler, dünyanın çekirdeğini bulmaya yönelik yüzyıllardır süren
arayışlarında, sürekli maddenin derinliklerine ulaştılar. Önce
atomları, sonra bin kat daha küçük olan atom çekirdeğini, ardından da
atom çekirdeğindeki alt yapılar olan protonları, nötronları ve diğer
yüzlerce "elementer parçacıklar"ı keşfettiler. En sonunda hayvanat
bahçesini andıran bu parçacıklar dünyasını, "Standart Teori" adını
taşıyan karmaşık bir teoriyle düzenlediler.
Bu teori, dünyanın çekirdeğini, kuark, gluon ve lepton (bunlar, bazen
madde, bazen enerji yapısında olan ve şüpheli bir durumda aniden
kaybolan tuhaf parçacıklar) olarak tanımlanan yapı taşlarından oluşan
hareketli (kaçmaya hevesli) bir yapı olarak tanımlıyor. Dünya
üzerindeki hiçbir şey, bizim bildiklerimizle sınırlı değil: Kuarklar
sadece ikili ya da üçlü gruplar halinde bulunuyor ve bünyelerinde
gizemli renkler taşıyorlar; gluonlar ise proton ve nötron gibi
parçacıkların içinde yaşıyorlar. Bütün hepsi bir araya geldiğinde
aşırı çekingen bir yapı sergiliyor, insanın onu gözlediğini fark
edince yapısını değiştiriyorlar.
Aslında
bu teori, daha çok mistik bir etki yaratıyor. İleri sürülenler, herkes
tarafından kavranamayacağı için, bazı bölümleri gizli tutulan özel bir
bilgi görüntüsü çiziyor. Ancak teoriye verilen isim, sanki her şey
kontrol altındaymış izlenimini veriyor: "Maddenin standart modeli".
Teori, dünyanın, en merkezde sadece iki parçacık grubundan oluştuğunu
ileri sürüyor: altı farklı yapıdaki kuarklar ve akrabalarıyla birlikte
elektronlar. Dünya, çeşitli kuvvet parçacıklarının meydana getirdiği
dört temel kuvvet sayesinde bir arada kalıyor. Bunlardan birincisi,
elektronları atom çekirdeğine bağlayan, elektrik akışını sağlayan ve
bütün kimyasal olayların temelinde yer alan "elektromanyetik kuvvet".
İkincisi, günlük yaşamda kesinlikle fark edilmemekle birlikte
radyoaktif parçalanma ve güneş üzerindeki olaylarda rol oynayan "zayıf
kuvvet". Üçüncüsü, atom çekirdeğinin dağılmasını önleyen ve atom
bombasının patlaması sırasında açığa çıkan "güçlü kuvvet". Dördüncüsü
ise, elmanın ağaçtan düşmesini sağlayan, yeryüzünün dağılmasını
önleyen ve yıldızlar, gökadalar ve gökada yığınlarının şekillenmesini
sağlayan "kütleçekim kuvveti"
Ancak,
fizikçiler "standart model" konusunda sıkıntılar yaşıyorlar. Karşı
parçacıklar, farklı renkteki kuarklar ve kuvvet parçacıklarının hepsi
dahil edildiğinde, model 61'den fazla parçacığı kapsıyor. Ama, modelde
yer alan kuarkların birbirinden çok farklı kütlelere sahip olmalarının
nasıl açıklanması gerektiğini, ayrıca bu parçacıkların birçoğuna neden
ihtiyaç duyduğumuzu kimse açıklayamıyor. Günlük dünyamız iki kuark ve
bir elektronla şekilleniyor. Öyleyse geri kalanlar ne işe yarıyor?
Standart modelde yanlışların bulunduğu düşünülüyor. Örneğin,
evrenlerin oluşumunu sağlayan büyük patlamayı tarif etmeye
kalktığımızda, bu model hata veriyor. Kâğıt üzerinde, içindeki hiçbir
şeyin işlemez hale geldiği bir uzay-zaman köpüğü meydana geliyor.
Standart modelin ortaya çıkardığı bazı sonuçlar, insan zekâsını
durdurabilecek nitelikte. En zeki beyinler bile, standart modelin
teorik olarak mümkün kıldığı birçok şeyi uygulamaya aktaramıyorlar. Bu
nedenle araştırmacılar, "parçacıkların tanrısı"nı (God Particle) ve
her şeyi basit bir şekilde açıklayabilecek yeni mini-mini-mini
parçacıkların teorisini aramaya koyuldular. Bu parçacık, en küçük
olarak bilinen kuarktan daha küçük olmalıydı. Ancak, şimdiye kadar net
bir bulguya ulaşamadılar.
Araştırmacıların kesin olarak bildikleri bir şey var: Kuarkların
içinde gerçekten daha küçük parçacıklar bulunuyorsa, bunlar aşırı
yüksek enerjiye sahip olmalılar. Çünkü, kuark milimetrenin milyarda
birinin milyonda biri büyüklüğe sahip. Bu kadar küçük bir alanda
hareket edebilen bir parçacığın, Heisenber'in "Belirsizlik Teorisi"ne
göre, yüksek bir hıza ve onunla birlikte de yüksek bir enerjiye sahip
olması gerekiyor.
Bu
nedenle elementer parçacık fiziği uzmanları, Chicago kentinin kenarına
kurulmuş Tevatron dairesel hızlandırıcıyı çalıştırıp, içine o güne
kadar kullanılan en yüksek enerji olan 900 milyar elektronvoltluk (bir
elektron, 1 voltluk bir gerilimin içinden geçtiği zaman, 1
elektronvoltluk enerjiye sahip oluyor) enerjiyi pompaladıklarında çok
heyecanlanmışlardı. Deneyleri için, saniyeler süren bir zaman
diliminde, Chicago'nun bir yıllık elektrik tüketimine karşılık gelecek
kadar enerji kullanılmıştı. Proton paketleri artan bir hızla
yeraltındaki tünelin içinde uçuyor ve tünel duvarında yer alan dev
elektromıknatıslarla yönlendiriliyordu. Proton paketleri en yüksek
hıza ulaştığı anda bir karşı madde paketine çarptı. Parçalanması
mümkün olmayan parçacıkların bozulması da söz konusu olamaz. Ancak
tuhaf bir şekilde milyonlarca dolar değerindeki dev ölçüm cihazları,
paketlerin her milyarıncı karşılaşmalarında, çarpışmanın gerçekleştiği
noktanın sağ köşesinden fırlatılan parçacık yağmurları kaydettiler.
Sanki parçacıklar, kuarkların içinde bulunan çok yoğun bir şeyle
çarpışmışlardı.
Aslında
bu, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeydi. Bilim insanları deneyi
tekrarladılar. Bu esrarengiz parçacık yağmuru yeniden oluştu.
Fizikçiler bir sorunla karşı karşıyaydılar. Fermi Laboratuvarı
araştırmacısı William Carithers, altı yıl önce "Öyle görünüyor ki,
kuarklar maddenin temel parçacıkları değiller ve başka bir tür iç
yapıya sahipler" demişti.
Böylece, "standart model" proton paketlerinin yağmurları altında
erimeye başlamıştı. Dünyada kuarktan daha küçük yapı taşları mevcut
olabilirdi. Bunlara "preonlar" ya da "haplonlar" (Yunanca haplos
kelimesinden alınma. Haplos: basit, tek, sade) adı veriliyor. Şu anda
bu parçacıklarla ilgili bilinen tek şey de bu zaten. Preonlar sadece,
kuarkları parçalamak için çok fazla enerji kullanıldığında kendilerini
gösteriyorlar. Fizikçilerin deneyinde ortaya çıkan bu şaşırtıcı
bulgunun, kuarkların parçalanması mı, yoksa bir hesap hatası nedeniyle
ortaya çıkan bir sonuç mu olduğu tam anlamıyla bilinmiyor. Çünkü,
Chicago'da bulunan ve adı "Dzero" olan bir diğer araştırma grubu,
deneyi tekrarlamış ve preonlara ulaşamamıştı. Ancak bu, onların
olmadığı anlamına gelmiyor. Belki de deneylerinde daha çok enerji
kullanmaları gerekiyor. Bu yüzden bilim insanları, atom çekirdeğinin
daha derinliklerindeki bilinmeyenlere ulaşabilmek için
hükümetlerinden, yeni ve daha dev boyutlarda dairesel hızlandırıcılar
talep ediyorlar. Ancak, böyle tesisler o kadar maliyetli ki, bunu tek
başına bir devletin karşılaması mümkün değil. 1994 yılında, bugüne
kadar planlanan dünyanın en büyük hızlandırıcısı SSC'ın
(Superconducting Super Collider) yapımı, harcanması düşünülen 9 milyar
doların 2 milyarı kullanıldıktan sonra, parasal nedenler gerekçe
gösterilerek Amerikan Kongresi tarafından durduruldu.
Vergi
ödeyen halka, yeraltında inşa edilen bu dev tünel sisteminin mantığını
anlatabilmek her geçen gün zorlaşıyor. Elementer parçacık fiziği bir
temel araştırma bilimi. Merakımızı tatmin ediyor, ancak araştırdığı
konular nadiren pratik kullanım değeri taşıyor. Gerçi her geçen gün
daha büyük makineler dünyamızın daha egzotik bir yapı taşını gün
ışığına çıkarıyor. Ama birçok kişi, insanımızın, elde edilen bu
bulguları anlayabilecek durumda olup olmadığı konusunda kuşku duyuyor.
Fizik biliminin en cesur beyinleri, yeni ölçümlerin standart modelin
ötesine ulaşması durumunda, konuya hazırlıklı olabilmek için beyin
fırtınaları yapıyorlar. Gerçekte, dünyayı oluşturan parçaları ve bu
parçaları bir arada tutan şeyin ne olduğunu açıklamaya çalışıyorlar.
Asıl istedikleri, atom çekirdeğinin içinde yaşanan tuhaf olayları ve
uzaklarda bulunan yabancı gökadalardaki ortamları tarif eden basit bir
"Dünya Formülü"ne ulaşmak. Bu formül, aynı zamanda, Einstein'a ait
"Genel Görelilik Teorisi" ile Heisenberg'e ait "Kuantum Mekaniği
Teorisi"ni birbirinin içinde eritmeliydi.
Ama bu,
insan beyninin yeteneklerini fazlasıyla aşıyor. Tek başına Genel
Görelilik Teorisi bile düşüncenin sınırlarını zorluyor. Teori, uzay ve
zamanın, evrende bulunan büyük kütlelerin etkisiyle büküldüğünü ifade
ediyor. Kuantum mekaniğini anlayabilmek ise daha da zor. Bu teori de,
elektronların atom çekirdeğinin çevresinde bulunan sağlam yörüngeler
etrafında dönmediğini, hatta bunların parçacık bile olmayıp, parçacık
ve dalgadan oluşan tuhaf, çift türlü yapılar olduğunu ve bu nedenle
atom içindeki yerini tam olarak belirlemenin imkânsızlığını ileri
sürüyor.
Araştırmacıların formülleri karmaşıklaştıkça, ileri sürülen teoriler
de varsayım düzeyinde kalıyor. Belki de maddenin içinde bulunan en
küçük parçacıklar, nokta biçiminden çok, muhallebi tarzında
yapılardır. İnceleme yapmaya kalkıldığında kayboluyorlar. Uzaydaki
yeri belirsiz; bir burada, bir orada; ama, her zaman tam olarak
insanların gözlem yapmadığı bir yerde bulunuyorlar.
Bazı
bilim insanları da süper sicimlerle ilgili teoriler geliştiriyorlar:
Yaşamın en küçük yapı taşı nokta şeklinde değil, iç içe geçmiş
titreşen sicimler (strings) şeklindeki yapılardan oluşuyor. Bu
sicimler sadece bilinen boyutlara (zaman ve uzay) değil, on ya da
hatta on bir boyuta sahip. Bir yerlerde, görünmez bir şekilde, yumak
halinde sarılı olduğu için biz bu boyutları göremiyoruz.
Bu
nesnelerin (tabii söz konusu olanın nesne olup olmadığı da bilinmiyor)
tarif edilmesi imkânsız. Princeton'daki Elite Üniversitesi'nde görevli
fizik dahisi ve belki de dünyanın en zeki insanı olan Edward Witten
bile, süper sicimler söz konusu olunca, ne kadar büyülendiğini ve
onları garip bulduğunu gizleyemiyor. Chicago Üniversitesi'nde görevli
bir başka araştırmacı kozmolog Michael Turner, geliştirdikleri
teorileri, altı yaşındaki oğlunun kargacık burgacık çizimlerine
benzetiyor ve varsayımlarının da en fazla bu kadar anlaşılır olduğunu
düşünüyor.
Ancak
araştırmacılar yine de pes etmiyorlar. Witten, bazen saatlerce
koltuğuna uzanıyor ve gözlerini tavana dikerek evrenin yapısını
açıklamayı amaçlayan "M-Teorisi" üzerine düşünüyor. Teoriyi henüz tek
bir formül haline getiremiyor. Daha, M harfinin anlamını bile çözmüş
değil. Süper sicim teorisini irdeleyen bilim insanları M kelimesinin
sır, gizem anlamına gelen "Mysterium"dan geldiğini düşünüyorlar.
Ancak, bu durumda tanımlama fiziksel değil, dinsel bir nitelik
taşıyor; sanki, rasyonel bilgi ve rasyonel araçlarla analiz yapan
yöntemlerden temel olarak uzak bir sırrı tanımlıyor. Doğa
araştırmacıları, bazen, dünyanın en merkezinde yer alan şeyin,
gerçekten de insanın ulaşamayacağı bir noktada olduğunu düşünüyorlar.
Bugün bile hâlâ, evrende bulunan kütlelerin yüzde 90'ının nelerden
oluştuğunu bilmiyoruz. Uzayın derinliklerine inen her araştırma,
karşımıza yeni sorular çıkarıyor. Kısa süre önce, nereden geldiği
belli olmayan, ancak uzaktaki gökadaları birbirinden ayıran bir
"karanlık enerji" keşfedildi... İnsanoğlu, bir gün gelip bütün
denklemlerin toplandığı tek bir denklem bulsa da, bütün formüllerin
temelinde yatan ana formülün ne olduğu sorusunu kendine yine soracak
gibi görünüyor.
Bilim
insanları hep daha da küçük parçacıklara ulaşmanın hayalini kurarken,
fiziğin o tuhaf yasasıyla karşı karşıyalar: Parçacıklar küçüldükçe,
ağırlıkları artıyor, öyle ki bütün evreni tartabilecek bir noktaya
ulaşabilir. Bu parçacıklardan bir tanesinin parçalanması, yeni bir
büyük patlamaya yol açıp evrenin yeniden şekillenmesine neden
olabilir. O zaman evrenin bu en küçük parçacığı, varlığımızın temel
nedeni ve gerçek bir "parçacıkların tanrısı" olarak tanımlanabilir...
http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00153/
İstanbul - 30.12.2003
http://gulizk.com
|