Alışageldiğimiz değer yargılarının geçerli olduğu Makro
kozmosta, Determinist yasalar geçerlidir. Yani, Makroskobik
uzayda, bir nesnenin herhangi bir durumunda sahip olduğu konum,
momentum, enerji,...vs büyüklükleri belirlendikten sonra, artık
o cisme bakmasak bile, onun zaman içindeki tüm fiziksel halleri
belirlenebilir, bilinebilir. Tıpkı, gezegenlerin ve yıldızların
bundan onlarca, yüzlerce, binlerce yıl sonra konumlarının ne
oldukları, hangi enerjiye ...vs sahip oldukları
ölçümlenebilmeleri gibi. Buna biz nedensellik ilkesi de
diyoruz. Neden ve o nedene bağlı olarak gelişen sonuç
anlamında.
Bu boyutta
her şey belirlenebilmesine karşın, mikro kozmosa doğru
indiğimizde ise, belirginlik, yerini belirsizliğe bırakır. Yani,
bir taneciğin sahip olduğu büyüklükler önceden tahmin
edilememekte, ancak olasılıklı değerler içinde ifade
edilebilmektedirler. Bu yüzden kuantum boyutlarında geçerli
yasalara intederminist yaslar adı verilir. Yani, taneciklerin
davranışları, Newton fiziğindeki gibi belli bir neden sonuç
ilişkisi içinde belirlenebilir bir özelliğe sahip değildir. Bu
boyutun indeterminist olmasının nedeni ise, Haysenberg’in
Belirsizlik ilkesiyle açıklanmaktadır.
Bunu bir örnekle şöyle ifade edebiliriz:
Biz klasik
boyutlarda bir cismin görüntüsünü, o cisimden yansıyan ya da
kaynaklanan ışığın, gözlerimiz vasıtasıyla beynimizde
değerlendirilmesi sonucu algılarız. Aynı şekilde kuantum
boyutlarında yer alan tanecikleri gözlemlemek için de, onlara
ışık tutmamız gerekecektir. Ancak, makroskobik uzayda ışık
fotonları, cisimleri etkileme düzeyleri ihmal edilebilecek kadar
düşük olmasına karşın, kuantum boyutlarında bu etki değeri
oldukça yüksektir. Dolayısıyla, bir taneciği gözlemlemek
için yönlendirdiğimiz ışık, o tanecik ile etkileşime girip bize
yansıdığında o parçacığın normal davranışını değil, etkileşim
sonucu değişen konumunu, momentumunu, ... (1) gözlemlemiş
oluruz. Ya da bir parçacığın şu anki pozisyonu gözlemleme olayı,
bu taneciğin geçmiş ve gelecekteki hızını belirsizleştirmektedir.
Bu nedenle, bir taneciğin konumunu ne kadar kesin
saptamaya çalışırsak, hızını (ve momentumunu) da o kadar çok
hatalı ölçeriz. Aksi de doğrudur. Bu olayı daha uç noktalarda
irdelediğimizde ise, konumunu belli bir anda kesin olarak
ölçtüğümüz zaman o taneciğin momentumunu sonsuz değerde belirsiz
hale getiririz. Çünkü, neredeyse sıfır dalga boylu ya da sonsuz
frekanslı ışın kullanmak gerekmektedir. Bu durumda, o taneciği
tam görüyoruz derken, momentumundaki sapmayı çok yüksek
değerlere ulaştıracağından parçacık, tanecik özelliğini aniden
dalgasal özelliğine çevirerek birden o noktadan ayrılır ve
uzayın her yerine onu bulamayacağımız bir şekilde dağılır.
Taneciğin momentumunu tam olarak ölçmeye kalkıştığımızda ise,
bu, göndereceğimiz ışığın enerjisini azaltmak olacağından, bu
sefer de parçacığın konumundaki belirsizliği arttırmış oluruz.
Böylece, onu gözlemlemediğimiz zaman taneciğin konumundaki
belirsizlik, maksimum seviyeye ulaşarak evrenin (uzayın) her
yerinde bulunabilme ihtimali ortaya çıkacaktır. Aynı durumu,
zaman ve enerji ikilisi içerisinde de düşünebiliriz. Bu
nedenle, kuantum boyutlarında bir taneciğin sahip olabileceği
farklı özelliklerden iki,üç... tanesi aynı anda belirlenemez.
Yani, ya taneciğin dalgasal özelliğinden bahsedeceğiz ya da
tanecik özelliğinden. Aynı anda iki özelliğinden bahsedemeyiz.
Dolayısıyla, bizim bir tanecik hakkında aynı anda tespit
ettiğimiz enerji, momentum...vs büyüklükler klasik fizikteki
gibi kesin değerler değil, belli belirsizlikler içinde sahip
oldukları değerlerdir. Bu sebeple, bir taneciğin nerede olduğu
sorusu yerine, nerede hangi olasılıkla mevcut olduğu
sorusunu sormamız gerekmektedir. Böylece, bir elektronu
gözlemlediğimiz zaman mevcut, gözlemlemediğimiz taktirde evrenin
her yerinde bulutumsu olasılık dalgası içerisinde yada o
dalganın kendisi olarak mevcuttur. Daha doğrusu, bir tanecik,
dalganın güçlü olduğu bölgede daha yüksek ihtimalle, zayıf
olduğu yerde ise, daha az ihtimalle yer almaktadır. Aynı
şeyi dalganın kendisi üzerinde açıklamaya çalışırsak, bir
taneciğe ait olasılık dalgasının yüksekliğine “genlik” adı
verilmekte ve bu da tüm dalga boyunca değişiklik göstermektedir.
Bu dalganın genliğinin karesi ise o dalga ile temsil edilen
veya hareket eden taneciğin o noktada, o yerde (orada) bulunma
olasılığını ifade etmektedir. Dolayısıyla, genliğin yüksek
olduğu yerlerde taneciğin bulunma ihtimali, daha düşük olan yere
oranla daha büyük ya da genliğin küçük olduğu yerde bir
parçacığın bulunma olasılığı daha az olur. Bununla birlikte,
kuantum fiziğinde her bir olay, her bir kuantum durumunda böyle
bir dalga ile ifade edilmekte yada karşılık gelmektedir. Her
bir olayın dalga durumu, üst üste konulduğunda ise, ayrı yeni
durumlar, olaylar elde edilmektedir.
(Bunu, diğer özellikleri için de aynen düşünebiliriz.)
Ayrıca, bir elektronun (taneciğin) olasılık dalgası içindeki
durumu, elektronun parçalanıp o alana dağılması anlamında da
değil, o dalganın herhangi bir yerinde bir bütün tanecik olarak
bulunma ihtimaliyle ilgilidir. Bu yüzden bu ifade, bir
elektronun %20’si burada, % 40’ı şu alandadır...şeklinde
olmayıp, bir elektron şu alanda bir bütün halde bulunma ihtimali
%20, bu noktada bulunma olasılığı %40 ‘tır ...şeklinde
olmalıdır. Ama bütün evrende kesin olarak mevcuttur ki, bunun
değeri de %100’dür. Bununla birlikte, taneciklerin
gözlemlenmediğinde sahip oldukları tüm özelliklerinin kaybolması
(eni, boyu, yüksekliği, kütlesi, konumu...) bu boyutta
fiziksel bir gerçekliğin olmadığı anlamına da gelir.
Dolayısıyla
biz, klasik fizik açısından bir elektronu atom çekirdeğinin
etrafındaki belli bir yörünge üzerinde hareket ediyor dediğimiz
zaman, aslında kuantum fiziği açısından bu yörünge hareketini,
her yerde olma özelliğine sahip olan elektronun, olma
ihtimalinin en yüksek (olasılık yoğunluğunun en güçlü) olduğu
yer olarak ele almaktayız. Benzer deyişle, bir atomun
elektronu uzayın her yerinde mevcut, fakat atomun belli bir
yörüngesinde (hacminde) bulunma olasılığı en yüksek orandadır.
Böylece;
yine Belirsizlik İlkesi uyarınca, atom çekirdeği etrafında bir
yörüngede hareket eden elektronun bu yörünge üzerinde herhangi
bir noktasındaki konumu yerine, “bu noktada, şu ihtimalle
bulunmaktadır” diyeceğiz. Yani, tanecik o yörünge yüzeyinin
tümünde çok büyük bir olasılıkla mevcut iken, o yörünge içindeki
yeri, zamanı ve hızının ne olduğunu kesin olarak bilemeyeceğiz
ve bildiğimiz ise, sadece şu ihtimalle bu küre yüzeyinin şu
noktasındadır, şu şekilde hareket etme olasılığı şudur
şeklinde... olacaktır. Dolayısıyla biz bu bulutumsu yörünge
küresine elektron için en güçlü olasılık yüzeyi adını veririz.
(2) Bu konuda Sir James Jeans ise şöyle söylemektedir: “ Katı
bir yuvarlak için uzayda her zaman muayyen bir mekan olur;
halbuki görünüşte elektronun böyle bir mekanı yoktur…Katı bir
küreciğin hacmi olur; halbuki kalbe düşen bir korku veya merak
ne kadar yer tutar, diye düşünmek nasıl ki manasız ise, bu
elektron için de böyledir.” Atom altı taneciklerin alışılmışın
dışındaki dalga/parça ikilemini açıklarken, ünlü bir fizikçi de
“insan pazartesi, Çarşamba, Cuma günleri kuantum görüşünü;
Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri de dalga mekaniğini
kullanmalıdır” diyerek her iki durumda ifade etmeye çalıştığı
kavramların, aslında hayalin, insan zihninin oluşturmuş olduğu
birtakım soyut şeylerden başka bir şey olmadığını
belirtmektedir.
Bununla
birlikte, kuantum boyutlarında alışılmışın dışında davranışlar
sergileyen mikroskobik sistemlerin bağlı olduğu yasalar, klasik
fizik boyutlarındaki deney sonuçlarını aynen (daha doğrusu büyük
bir olasılıkla ) vermelidir. Örneğin, bir hidrojen atomunun
temel enerji seviyesindeki bir elektronun yörünge yarıçapı
klasik yasalarca (a) santimetre ise, kuantum fiziği açısından
yapılacak bir çok deney sonucunda bu büyüklük, çok küçük (+) ve
(-) farkla klasik değer olan (a) santimetrenin en olası değer
olduğunu bize söyleyecektir.
“Dalgasal
formda evrenin her yerinde yer alan taneciklerin, uzayın belli
alanlarına doğru olasılıklarını yoğunlaştırmak suretiyle
maddesel dünyamızın oluşumunu kim meydana getirmektedir?”
diye sorduğumuzda ise, buna cevap olarak “gözlemcinin
kendisidir” diyeceğiz. Dolayısıyla, bir elektrona belli bir
sınır çizmezsek, evrenin her yerinde , belli bir ölçüm için
klasik anlamda sınır çizdiğimizde, o sınırlar içerisinde,
olasılığı çok yüksek olarak her yerdedir diyeceğiz. Tıpkı
bir elektronun atomun yörüngesinde bulunması gibi. Ama yine de
taneciğin ne zaman parçacık ne zaman dalgasal özelliğini
sergileyeceğini belirleyemeyeceğiz. (Hemen söylemek
gerekirse, bizim anlattığımız, tek bir elektronun görünüp
görünmemesiydi. Bir elektronun tanecik özelliğini bilmemiz,
bizim onu gözlemlememiz ya da bir elektronu görüyoruz anlamında
değildir. Sadece belli deneylerle bu özelliğini tespit ediyoruz
demektir. Dolayısıyla bu, tek bir örnekten yola çıkarak genel
olayı daha iyi anlayabilmek için geliştirmiş olduğumuz bir
düşünce deneyidir. Yoksa, bir elektronu bulunduğumuz boyuttan
hiçbir zaman göremeyeceğiz. Çünkü, bunu belirsizlik ilkesi,
doğanın bir kuralı olarak engellemektedir.) Mesela, biz bunu
elektron ışını olan katot ışını üzerinde düşünürsek, elektronlar
ayrıldığı kaynak ile yayıldığı alan içerisinde kimisi dalgasal
özellik göstererek (katot ışını) o alanın her yerinde, o
bölgenin dışında kalan yerlere nispetle çok yüksek bir
olasılıkla bulunacak, kimisi de parçacık özelliğini
göstererek (beta ışınları) maddesel olarak davranacaktır. Biz
tanecik olarak onu ölçümleriz derken de, bir elektrondan değil,
elektron yığınından bahsediyoruz. Yine burada da tek tek
hangi elektronun tanecik ya da dalgasal özellik gösterdiğini
belirleyemiyoruz. Bunun yerine elektronların belli bir bölümünün
parçacık özelliğini gösterdiğini, yine elektronların yığınsal
etkilerinden bilebiliyoruz. (3) Bu fotonlar için de
geçerlidir. Çünkü fotonlar, Elektromanyetik alanlar şeklinde
dalgasal hareket ettikleri gibi, de Broglie (olasılık) dalgaları
şeklinde de hareket edebilmektedir (4).
Bununla
birlikte, bir taneciğin olasılık dalgasının her yerinde olma
durumu, taneciğin olmaması gereken yerde yani; klasik boyutlar
açısından bir taneciğin sıfır olduğu yerde bulunmasına
(tünelleme etkisi) (5) ve aynı anda birden çok yerde görünmesine
de olanak verir. Mesela; siz bir elektronu görmek için
sıkıştırırsanız, alanını daraltırsanız elektron belli bir
noktaya geldiğinde sıkı sıkıya kapattığınız aletlerin içinden
geçerek bunun dışında yer alabileceği gibi, bu dış bölgede aynı
anda bir den çok fazla sayıda tanecik olarak da kendini
gösterebilecektir.
O halde tüm
bunlardan çıkan sonuç, bir taneciğin konumunu ölçerken
parçacığın hızındaki hata artıyorsa, ben onu olması gereken
yerde ya da sahip olduğu enerji, momentum... değerlerinde değil,
bizim ölçümlemelerimiz sonucu değiştirdiğim noktada ya da
değerlerde göreceğim demektir. Böylece
gözlemci, gözlemlenen olaya etki etmekte, dolayısıyla gözlemci
statüsünden çıkarak katılımcı statüsüne geçmektedir. Bu da,
gözlemciyle gözlemlenen şeyin daha derin düzeyde aynı Tek
şey olduğunu ve bu boyutlarda gözlemci ve gözlemlenen diye iki
ayrı şekilde belirdiğinde ise, birinin diğer şeyi yarattığını,
bu nedenle de, madde denilen şeyin aslında var olmayıp bilincin
bir görünümü şeklinde belirdiği anlamına gelir.
Bunu
biraz daha genelleştirdiğimizde ise, bildiğimiz anlamda somut
hiçbir gerçekliği olmayan ve her şeyin diğer şeylerden
ayrılmayacak bir şekilde, tüm sonsuz ihtimalleri içinde
barındıran sonsuz - sınırsız olasılık dalgasındaki Mutlak Bilinç
(ki bu açıdan bakıldığında, artık ihtimallik söz konusu
değildir) olasılık yoğunluğu anlamında sınır şartlarını
oluşturup buradan da sırasıyla belli boyutlara yoğunlaşmak
suretiyle maddesel boyutları (fiziksel gerçeklikleri), onu
algılayan Şuur olarak meydana getirmektedir. Dolayısıyla,
çevremizde, ne algılıyorsak, o algılananların bizim tarafımızdan
oluşturulduğu, buna karşın, bizim dışımızda ikinci bir varlığın
bir şeyler yaratıp o yarattığı şeyleri algılayacağı, bizlerin
ise, var olmadığı anlamına gelmektedir.
Bu bize,
gözlemlenmediği sürece, gözlemci ve gözlemlenen şeyin durumu
hakkında da cevap (bilgi) vermektedir. Dolayısıyla gözlemci
yoksa gözlemlenen şeyler ünlü Felsefeci Berkeley’ in de dediği
gibi “Mutlak gözlemci Ruhun zihninde mevcut olurlar”. Bu
konuda John Wheleer gibi fizikçiler ayrı ayrı gibi görünen
şeylerin mevcudiyetinin diğer bütün gözlemcilere bağlı olduğunu,
dolayısıyla evrenin geçmiş, şimdi ve geleceğinin tüm
gözlemcilerin ortak farkındalığı sonucu var olduğunu (varlık
kazandığını) söylemektedir. Bu nedenle “ben olmadığım zaman
acaba kimim?” sorusunu “başka herkes olduğun zamandır”
şeklinde cevaplar. Ancak, varlığın Tek olmasına karşın, hem
bu Tek Bilincin sahip olduğu boyutsallık hem de bulunduğumuz
maddesel boyutun dışında birtakım bilinçli varlıkların bulunması
dolayısıyla bu cevap, işin en alt düzeyi olduğunu
göstermektedir. Mesela, sistemin hiyerarşisini göz önüne alıp
hiyerarşinin bir noktasından aşağıya (varlığa) bakacak olursak
bizler, yaşadığımız boyut ve tüm sistem, ortaya koydukları
özellikler dolayısıyla farklı görünen, gerçekte ise Tek Bir
yapı olan Cebrail (a.s), Mikail (a.s), İsrafil (a.s) Azrail
(a.s)’ ın zihninde var olan ürünlerden, imajlardan başka bir şey
değiliz. Çünkü holografik olarak evren dolayısıyla bu yapılar
bizde mevcut oldukları gibi, aynı şekilde biz de evrenin her
katmanında, onlarda mevcuduz. Ancak bir kısım insan dışında
çoğunlukla bizler bunun farkında bile olmadan bu dünyadan geçip
gitmemize karşın bu yapılar, her an farkında olarak bizdeki
hükümlerini icra etmektedirler.
Bu, mistik
dünyada şöyle de ifade edilmekte: “ Gördüğün yarattığındır.”,
“Varlık, algılayanda mevcuttur.”, “Algılanan,
algılayandan doğar.”, “Algılanan, algılayana göre vardır”
Parçacık
yönüyle bir bedene (beyne)
sahip olan insana, dalgasal özelliğiyle Hakikâtini, Mutlak
Bilincini (Semasını) anlatan Kur’an, gözlemlendiğinde
somut gerçekler olarak karşımıza çıkan dünyanın,
gözlemlenmediğinde soyut bulutumsu bir dalga şeklinde var
oluşunu “ Sen dağları görürsün de onları hareketsiz ve sabit
sanırsın. Halbuki onlar, bulutların geçişi gibi geçerler.”
(6) şekliyle dile getirmektedir.
Bununla
birlikte Kuantum fiziğinin ilkeleri, bilim adamlarının günümüzde
nötrinoyu (parçacığını) gerçekte var olmamasına karşın,
denklemlerin öngörüsü doğrultusunda maddeleştirmeyi
başarmalarını, arkama dönüp bakmadıkça, algı dışında kalan
yerlerin maddi olarak değil bir kuantum çorbası biçiminde mevcut
olmasını, tarihçilerin bir araya gelip ortaya koydukları
öngörülerle, aslında geçmişte var olmayanı oluşturarak (yaşanmış
bir olay olarak) bunları maddesel kalıntıları biçiminde günümüze
taşımalarını(7), ya da iki kişinin algıladığı herhangi
bir gerçekliği, bir üçüncü kişini algılayamaması...gibi
şartlanmalarımızın dışında bir gerçekliğin de her zaman var
olduğunu bize göstermektedir.
İşin
ilginç yönü, tüm bu tespitlerimizin bile beş duyu skalasına göre
yapılmış olması. Ya ötesi?..
Kaynakça;
Prof. Eyvind
H. Wichmann – Berkeley Fizik Programı Cilt: 4 / California
Üniv.,
Berkeley.
Arthur Beiser – Çağdaş Fiziğin Kavramları.
(1)
Kafamızda daha iyi canlandırmak için momentum yerine, o
taneciğin hızı olarak düşünebiliriz. Çünkü fizikte, cismin hızı
ile kütle çarpımı olan momentum kullanış açısından daha uygun
görülmektedir.
(2) konunun
daha iyi anlaşılması için elektronların, sanki güneşin etrafında
dönmekte olan gezegenler gibi, belli yörüngelerde hareket
ediyormuşçasına atom çekirdeği etrafında döndüğü varsayılır.
Oysa gerçekte elektronlar, somut bir tanecik yerine soyut
dalgasal bir yumak halinde konumu, hızı ve zamanı belli olmayan
çekirdek etrafında yer alırlar. Dolayısıyla atomlar birbiri
üstüne konmuş dalga kümelerinden başka bir şey değildir.
(3)
Aslında elektronlar (ya da tanecikler) ın belirsizlik ilkesi
dolayısıyla parçacık olarak mevcudiyetleri bile, cisimlerin var
olması şeklinde olmayıp varlık görüntüsü biçimindedirler.
(4)
Üç tür dalga mevcuttur. İlki; elektromanyetik dalgalar, x, kızıl
ötesi radyo, tv ...dalgaları gibi. İkincisi; hava, sıvı ve katı
madde içinde yayılan su, ses, titreşimli ...vb. basınç dalgaları
olan mekanik dalgalar. Üçüncüsü de; Shördinger (olasılık)
dalgaları. Yani her bir maddi taneciğe eşlik eden dalga. Bunlar
da ışık dalgaları gibi tanecik ve dalgasal özelliklerinin
yanında kırınım, girişim... gibi dalgaların genel özelliklerine
sahiptir. Taneciklerde olduğu gibi, makroskobik düzeydeki
maddelerinde birer dalgaları vardır. Ancak düşük hızlarda bu
nesnelerin maddesel yani, parçacık özellikleri baskın olduğundan
dalgasal yanları gözlemlenemez. Eğer böyle bir nesneyi ışık
hızına yakın bir hıza ulaştırırsak bu sefer cismin maddesel
yanı, hızı ile doğru orantılı olarak kaybolmaya, dalgasal yönü
ise, yavaş yavaş ön plana çıkmaya başlar. Bu hız ile dalgasal
özelliğine dönüşen nesne, bir pencere camını kırmadan diğer
tarafa geçebileceği gibi, ışık hızına olan yakınlığı oranında
her tür engelin ötesine de geçebilir. Bununla birlikte,
Shördinger, De Broglie, olasılık, madde dalgaları olarak farklı
isimlerle ifade edilmek istenen hep aynı şeydir.
(5)
Klasik Mekanik yasalarınca bir nesne, bir duvara çarptığında
nesnenin enerjisinin engelin enerjisinden daha az bir değere
sahip olması dolayısıyla duvardan geri yansır. Aynı olayı
kuantum düzeylerinde taneciklere uyguladığımızda, tanecikler
engel olmasına karşın kendilerinden daha yüksek enerjili bu
bölgelerden rahatlıkla geçerler. Aynı şekilde, Radyoaktif
maddelerin atomun çekirdeğinden ve yörüngelerinden yayınlanan
alfa ve beta radyasyonları da klasik yasalarca atom çekirdeğinin
ve yörüngelerindeki güçlü enerji kabuklarından geçememeleri
gerekirken, tanecikler dalgasal özelliğe bürünerek bu kuvvet
alanlarından tünel açmak suretiyle rahatlıkla atomun dışına
çıkarak uzaya yayılırlar (alfa taneciği; iki proton ve iki
nötrona sahip helyum atomunun çekirdeğidir. Beta taneciği de;
serbest halde hareket eden elektronlardır).
(6)
Dolayısıyla madde, kararlı durağan bir dalga, enerji ise,
yerleşik olmayan kararsız bir maddedir.
Bu ayet ayrıca, dünyanın dönmekte olduğunu da
açıklamaktadır.
(7)
Gerçekten de, bazı kuantum deneylerinde gözlemcinin, gözlemleme
sırasında gözlemlenen olayın geçmişine müdahale ederek o olayın
sonucunu yine o anda gözlemlediğini ortaya koymuştur.
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 29.11.2005
http://sufizmveinsan.com
|