Hangi Evreni Algılamaktayız?
1. Bölüm

Yeryüzünde yaşayan canlılar içinde kedilerin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Ama konu Shördinger’in kedisi olunca, evrensel bakış açımızda bu canlının varlığı, daha da ayrıcalıklı olmaktadır.

Kuantum fiziğinde Kedi paradoksu olarak da bilinen bu teori şöyledir: Bir kedi, bir saatte çekirdeklerden birinin bozulma sayısının %50 olduğu  (tek bir kuantum olayının, yani bir atomun radyoaktif deşarjına bağlı olarak) yeterli radyoaktif madde ihtiva eden, Gayger sayaçlı kapalı bir odada tutulur. Sayaç boşalır boşalmaz özel bir biçimde bağlanmış bir çekiç, zehirli bir gaz şişesini kıracaktır. Hiç kimse ne olduğunu araştırmadığı takdirde, “kedi ölü müdür yoksa diri mi?” dir.

Elbette yine mikroskobik fiziğe göre bunun cevabı, ona bakan gözlemci tarafından belirlenecek olmasıdır. Bu da bize algılananın, algılayıcı tarafından oluşturulduğunu göstermektedir.

Çünkü kuantum boyutlarında, klasik fizikteki gibi, bir taneciğin tek bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde durumu söz konusu olmayıp o taneciğin bulunabileceği tüm ihtimalli durumu olasılık dalgası halinde birini diğerinden ayıramayacak bir şekilde  birbiri içine geçmiş vaziyette mevcuttur. Yani, süper pozisyon olarak da isimlendirilen bu sistem, bir taneciğin alabileceği olasılıklı durumun aynı anda bir arada olma halidir. Dolayısıyla bir elektronun süper pozisyonu bu elektronun olasılık dalgasının her yerinde bulunması iken, Shördinger kedisinin süper pozisyonu da aynı biçimde ölü ya da diri olarak muğlak bir karışım şeklinde var olmasıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki, ölü ya da diri olma ihtimalinin dışında, kedinin yarı ölü, yarı diri bir vaziyette maddeleşmesi, yine kuantum fiziğine göre mümkün değildir. Benzer bir örnekle; uçak ya düşmüştür ya da düşmemiştir. Yarısı düşmüş yarısı da havadadır diye bir olasılık durumu söz konusu olamaz. Bu nedenle, kedinin süper pozisyonu veya benzer deyişle kedinin ölü ya da diri olma durumunun üst üste bindirilmiş olasılık dalgası, onu algılayan tarafından çökertilerek bu durumlardan birini fiziksel gerçeklik olarak ortaya çıkartır. Böylece gözlemci kediyi ya öldürecek ya da canlı kalmasını sağlayacaktır. (bkz. Gördüğün Yarattığın mıdır?. / www.gulizk.com / fizik)

Aynı olayı bir başka örnekle irdelersek; bir tanecik için Shördinger dalga denklemi, A noktasını bir başlangıç noktası olarak seçersek ya da kabul edersek, tanecik A’ dan B’ ye  yani bu iki nokta arasında  tek  ihtimalli bir yol üzerinde giderken üçüncü noktaya doğru (uçları birleşmeyecek bir biçimde) yol iki kısma ayrılarak iki ihtimalli sonuç oluşacaktır. Yani, tanecik birinci yoldan gidebileceği gibi, ikinci yolu da tercih edebilir. Bir sonraki durumda bu iki yolda ikişer yola bölünerek aynı şekilde dört ihtimalli yolla, dört sonuca ve sırasıyla bu aşamaları çoğalttıkça da bu sekiz, on altı, otuz iki.....sonsuz ihtimalli sonsuz yola ayrılacaktır. Böylece tanecik tek ve aynı anda iki, dört, sekiz,...sonsuz sayıda olasılıklı davranışa sahip olacaktır. Dolayısıyla, kuantum boyutlarında hakim olan belirsizlik ilkesi, bir taneciğin hareketini klasik fizikteki gibi belirli bir tek yol olarak değil, gidebileceği yolların tüm ihtimallerini uzay-zamandan bağımsız ve hiçbir fiziksel gerçekliği olmayan olasılık dalgası biçiminde var olduğunu söylemektedir.

Böylece bu taneciğin, klasik fiziğin uzay-zamandaki nedensellik zinciri içerisinde belirli (önceden belirlenebilir) (1) hareketi, kedi örneğinde olduğu gibi, gözlemci tarafından taneciğin süper pozisyon durumu çökertilmek suretiyle tek bir fiziksel gerçekliğe dönüştürülmesi sonucu gerçekleşecektir. Algılayıcı tarafından bir taneciğin hareketi tek bir gerçekliğe indirgenmiş olsa da, tek bir nedenin birden çok (ki bu sonsuz sayıda da olabilir) sonucu olması bakımından yine algılayıcı tarafından yine bir belirsizlik söz konusu olacaktır. Ancak kastettiğimiz bu belirsizlik, klasik anlamda neden-sonuç ilişkisi içerisindeki belirsizlik değil, şuurun kuantum boyutuyla (süper pozisyonuyla) bağlantılı olması dolayısıyla sahip olduğu belirsizliktir. Biz misal olması bakımından açıklamaya çalıştığımız bu tanecik olayını algıladığımız tüm şeylere de genelleştirebiliriz.

Burada önemli bir noktada; gözlemciden yola çıkarak bir çökertmenin değil, kuantum altı boyutlarında Mutlak Bilincin dilediği, arzu ettiklerinin, gözlemcinin kendisi olarak meydana getirdiği bir çökertmenin söz konusu olmasıdır. Oysa, Mutlak bilinç açısı yerine sadece şuur açısından hep sistemi değerlendirdiğimiz için cüzi iradeye bağlı bir Tanrı anlayışı ortaya çıkmaktadır ki buda yanılgıdan başka bir şey değildir.  Çünkü bir Mutlak bilinç bir de birimsel ayrı bir şuur yoktur. Yani, bir Mutlak Bilinç bir de şuur var da, Mutlak olan, o şuurun durumuna göre bir şeyler ortaya koyuyor değildir. Başka bir ifade ile, bir külli irade bir de cüz i irade var da bunlar iki ayrı şeyin birleşmesi şeklinde birbirlerine bağlı olarak mevcut değildir. Yani Aklı cüz, Aklı küle bağlı olarak sonsuz seçimlerden birini kendi iradesiyle seçip Aklı Külde ezeli (onun ne yapacağını önceden bildiği) bilgisine göre yaratımda bulunuyor değildir.

Biraz daha açarsak; Mutlak Bilinci göz önüne almaksızın en alt boyuttan olaylara baktığımızda, cüzün yaşamış oldukları yeni oluşmakta olan şeyler olduğu için geleceği henüz şekillenmediği ve buna cüzi iradelerimizle bizim karar vereceğimiz, Tanrı ise, tüm ihtimalleri bildiği için, biz ne yaparsak yapalım, yaptıklarımıza göre yaratımda bulunacak ve bunun sonucunda biz sorumlu olarak yaptıklarımızın sonuçlarını yaşayacağız  görüşü ortaya çıkmaktadır (inananların çoğunda en yaygın görüş budur.)

Yine bu şuur ancak bu şuurun daha üst boyutları açısından yani, panteist (parça-bütün anlayışıyla) çokluktaki Tek in çeşitli düzeylerini belli deneyimlerle yaşayan veya deneyim yapmaksızın sadece buna inananlara göre ise, cüziyetlerine Tanrısallık atfederek “ben yokum o var. Bendeki o dur” anlayışı dolayısıyla hür iradeleriyle kendi kaderlerini kendileri tayin ederler. Belirlenmiş belli bir gelecek ise, her an her şeyin değişebilir bir biçimde alternatifli olarak mevcut olup bunu da zaman ve mekanın geçerli olmadığı bir boyutta belirleyenin yada yokluktan oluşturanın bizatihi yine kendileri olduğunu söylerler. Ancak, O.B.E (beden dışı deneyimler) yapan sıradan insanlardan başlayıp  bu şuurun en iyi idrak düzeylerine sahip olanlara kadar, deneyimlemelerle elde ettikleri bu gerçeklerin her ne kadar Kuantum fiziği ile benzer yada yakın görüşler olmuş olsa da bu şuur düzeylerinin, kuantum boyutlarına dolayısıyla kuantum potansiyeline bakışı ile Mutlak Bilincin kuantum boyutlarına bakışı aynı değil bir birinden farklıdır (bazı paralellikler görülse de).

Oysa gerçekte, çeşitli boyutlarıyla birlikte Cüz i irade Külli iradenin cüz adı altında belirdiğinde bu cüze göre verilen bir isimdir ki bu nedenle, gerçekte bir varlığı yoktur. Var olmayan bir şeyin de iradesinden  bahsedilemez. Başka bir ifadeyle;  Mutlak Bilinç, kuantum potansiyeli adıyla Meleki boyuta (holografik girişim desenlerine yani enerji dalgalarına) dolayısıyla süper pozisyon boyutuna yansıyarak (bize göre) tüm ihtimallerden birini onu algılayan şuur olarak çökertirken bu şuura göre aynı nedene bağlı birçok sonuç açığa çıkacak dolayısıyla, algılanmadığı zaman süper pozisyonda soyut halde var olan sonuç halleri algılayıcı açısından zaman içinde sırasıyla somuta dönüşerek madde boyutunda belirecektir.  

Böylece birim, süper pozisyonu aracılığıyla (bağlantısıyla) belirsiz olan geleceği aynı zamanda bize dinsel anlamda Ayanı sabitenin değişmeyip, Levhi Mahfuzun ise, Ayanı sabitesindeki program gereği değişime açık olmasına açıklık getirmektedir.

Kuantum boyutlarındaki bize göre değişen programın bulunduğumuz boyuta yansıması ise şöyle ortaya çıkmaktadır. Bildiğimiz gibi makro kozmosun, mikro kozmosta aynen mevcut olması dolayısıyla, makro plandaki Levhi Mahfuz, meleklerin bir türü olan yoğunlaşmış yıldız grupları bir diğer deyişle burçlar iken, mikro planda da insan beynidir. Levhi mahfuzun değişimi ise, iki şekilde yani, beyne gelen bu yıldız tesirlerinin görevli veliler tarafından belli frekansların (manaların) çoğaltılması bazı dalgaların da zayıflatılması sonucu meydana gelirken, ikinci olarak da, zikir, oruç, namaz...vb ibadet adı altındaki birtakım çalışmalar sonunda beyinde atıl olan kısımların devreye girmesiyle (aktif hale geçmesiyle) aldığı yıldız tesirlerinin değişimi neticesinde oluşur. Oysa anne karnında 120. günde bir meleğin gelerek onun tüm kaderini yazdığı... denilen bu tesirlerin oluşturduğu beyin çekirdeğindeki sabitleşmiş programı yani; Ayanı Sabitesinde, bir değişim söz konusu değildir. Böylece tüm oluşum kademelerimiz olan Ayanı sabite ve Levhi Mahfuzumuz, korunmuş, varlığı muhafaza edilerek sürdürülen, yazılmış varlık denilen burçlar sistemi tarafından meydana getirilmiştir. Dolayısıyla bu Levhde değişirlik hükmüyle var olan manalar bir üstte anlattığımız sistemle bizden (beynimizden) açığa çıkar.

Yalnız bu boyutsal yansımada zaman söz konusu olmadığından bu olay, iki boyut arasında Eşzamanlı olarak meydana gelmektedir.     

Bu nedenle, imkânsız gibi görünen bir şeyin dua mekanizmasıyla mümkün hale dönüşmesine ya da yüzde yüz oluşması beklenilen bir durumun farklı şekillerde sonuç bulmasına pek şaşırmamamız gerekir.

Mistik alanda bu durum, (sistemin genelini de göz önüne alarak düşünürsek) Mutlak bilinç açısından “ Allah’ın Sünnetullahında hiçbir değişiklik olmaz” sözünün, süper pozisyonu çökerten şuur açısından ise, (aslında bu şuura göre her durum için geçerlidir)  “O her An yeni bir Şandadır” ın ifadesidir.

Bize göre kuantum boyutlarındaki bu ihtimalli belirsizlik durumu,  yukarıdan aşağıya doğru kuantum potansiyeli açısından bir sufistin diliyle şöyle ifade edilmektedir: Olan her şey olması zorunlu olandır, olmama şansı yoktur; olacaktı öylece ve oldu!. Olmayan her şey dahi, olma ihtimali olmaksızın, varsayım olarak vardı ve olmadı!. Her birime, yalnızca yaradılış amacına uygun olan; kendisini o amaç gereğince yönlendirecek olan kolaylaştı ve gerçekleşti.”  Bu durum, hem birimsel hem de evrensel anlamda da aynen böyledir.

Burada şu soru sorulabilir: Cüzi irade yoksa, onun sorumluluğundan nasıl söz edebiliriz? Buna vereceğimiz cevap, cüz diye bir şeyin olmayıp sadece külün olması dolayısıyla cüz boyutu açısından, cüzden açığa çıkan şeyler cüzün kendisiyle beraber ortaya çıktığı için  tüm yaptıklarından bu cüz sorumlu olacak ve yaptıklarının karşılığını iyi ya da kötü olarak alacaktır. Bu nedenle bulunduğu boyutun gereği olan şeyleri yapmak zorundadır ki, cüz bu anlamda sorumludur. Çünkü, dışarıdan bize müdahale eden ikinci bir varlık olmadığı için sadece bizim durumlarımıza, kalplerimize (şuurumuza) bakıp da  yapmadığımız fiillerin karşılığını verecek olan bir Tanrı mevcut değildir.

Bilimsel dille ifade edersek; birimin gizli düzenindeki frekanslar, Kozmik Bilincin istediği ve dilediği şeyler olup bu dalgaların birim adı altında  projekte edilmesi o birimin dünyasını meydana getirmektedir. Bu nedenle, birimin örtük düzenindeki frekansal alanı, onun kaderidir. Ancak birimin Halife olma özelliği dolayısıyla örtük düzeninin Evrensel girişim desenini holografik bir biçimde içermesi( ki bu bağlı olması anlamında değil) dolayısıyla programını oluşturanın da kendisidir. Bu projekte birimsel anlamda böyle olduğu gibi, her bir canlı ve şuurlu olan evrenlerin, evren içre evrenlerin oluşumu için de aynen böyledir. Bu yüzdendir ki, her birim kendisinde programı yüklü olarak özünden gelen bir biçimde bu plan doğrultusunda davranışlar ortaya koyar.

İşte bu Evrensel Girişim Boyutu itibariyle Özgür ve Hür İradeden bahsedebiliriz. Yani her ne kadar tabanda Nur Bilinç boyutunda kendini tanıyan birimler içinde bu söz konusu olsa da gerçek anlamıyla Mutlak Benlik noktasında kendini bilen mahaller Özgür ve Hür olarak dilediğini yaparlar. Yoksa bunun dışında kalanların ne kadar olağanüstü yeteneklere, fenomenlere sahip olursa olsunlar kölelikten kurtulmaları mümkün değildir.   

Zaten Allah kavramı ve kader (2) konusunun anlaşılamamasının en birinci nedeni, dinin her idrak düzeyinden insana, genele hitap etmesi, dolayısıyla kuran ve hadislerin ikili anlatım tarzına sahip olmasıdır. Böylece bu iki boyutsal bakış açısının, yeterince ya da hiçbir şekilde idrak edilememesi sonucunda  olaya Tek bir bakışa ait değerlendirmenin yapılamaması, bu konularla ilgili ortaya atılan görüşleri, Kuran ve Hz. Muhammed (sav)’in anlatımlarına tamamen ters pozisyonlar oluşturmasına yol açmıştır. Dolayısıyla insanlar bu kavramları, kendi zanlarına, hayallerine göre uydurmak için hadisleri tamamen reddetmekte açık ve net olan ayetleri ise, ya görmezlikten gelmekte ya da tamamen ilgisiz bir biçimde yanlış tevil etmektedirler. Oysa yine hadislerde Hz. Muhammed (sav)’ in açık bir uyarı ile bunların (aslında bu tüm konular için geçerlidir) tartışılmaksızın önce kabul edilmesi sonra da bu istikamet doğrultusunda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir.

Boyutsal bu iki bakış açısı ayet ve hadislerde ise şöyle anlatılmaktadır:

Mutlak Bilinç açısından yukarıdan aşağıya bakışa göre,  

“ Dilediğini yapar”  (Hacc-18, 2-253)

“ İrade ettiğini yapar”   (Hacc-14)  

“Onların ihtiyarları (iradeleri) yoktur” (Kassas-68)

“ Yaptığından sual sorulmaz” (21-23)

“ Yürür hiçbir mahluk hariç olmamak üzere hepsini alnından çekip götüren O dur” (11-56)

 “Sizi de yapageldiklerinizi de Allah yarattı” ( 37- 96)

“ Her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü hem de korunmasını ilham edene” (Şems-7)

“ Siz dileyemezsiniz, isteyemezsiniz...İstek sadece Allah a aittir”  (İnsan- 30)

“ Her şeyi kaderiyle halk ettik”

“Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi... Her Nefis ancak Allah’ın izniyle inanabilir” (Yunus-99/100)

“ Deki hepsi de kendi programları doğrultusunda fiiller ortaya koyarlar” (İsra-84)

 “ Benim İndimde söz değiştirilmez” (Kaf-29)

“Allah dilediğini yok eder, dilediğini bırakır. Kitabın aslı onun yanındadır”  (Rad-39)

“ Yeryüzünde veya nefislerinde size isabet eden bir musibet, bizim onu yaratmazdan evvel, mutlaka bir kitapta yazılmıştır. Bunu, önceden mukadder ve yazılı olduğunu bilip elinizden çıkan şeylerden dolayı üzülmemeniz ve elinize giren ile de sevinip şımarmamanız için açıklıyoruz!” (Hadid-22/23)

 “ O yaptıklarından mesul olmaz; fakat onlar mesul olurlar!” (Enbiya-23)

“ Allah mahlukatın kaderini onları yaratmazdan elli bin sene önce taktir buyurmuştur” (Hadis)  (3)

 “Allah önce Kalemi yarattı. Yaz! Dedi. Kalem: ne yazayım diye sordu. Allah da: kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz!.. buyurdu.”  (Hadis)

“O bir kitaptır ki, (Ümmül Kitap-Ana Kitap) Allah yerleri ve gökleri yaratmadan önce onu yazmıştır. Orada Firavun’un cehennemlik olduğu vardır; orada - Ebu Leheb’in iki eli kurusun vardır”  (Hadis)

“Amel ediniz, çalışınız. Çünkü herkese kolaylaştırılmıştır... Herkes ne için yaratılmışsa, onun yolları, kendisine   kolaylaştırılmıştır” Hadis

“Bugün işlenen iş, yeni olacak işler içinde değildir!..fakat, kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirin cereyan etmiş olduğu işler içindedir” Hadis

Süper pozisyonu çökerten şuur açısından(boyutundan) düşünürsek,

“İnsan için kendi çalışmalarının karşılığı dışında hiçbir şey yoktur” (53-39)

“Siz çok büyük ızdırap verecek azabı tadacaksınız; ancak bu, yaptıklarınızın neticesi olarak başınıza gelecektir” (37-38/39)

“Yaptıklarınızdan başka bir şeyden dolayı karşılık görmezsiniz” (37-39)

“ Herkes için yaptıklarına göre dereceler vardır. Bu da kendilerine haksızlık edilmeyerek, çalışmalarının  karşılığını almaları içindir”(46-19)

“Yaptıklarınızın karşılığına (neticesine) ereceksiniz.” (36-54)

“kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını alır, kim de zerre kadar kötü bir iş yaparsa, onun da karşılığını elde eder.” (99-7/8)

“...Sizden bir kişi iyi iş işler de, hatta kendisiyle cennet arasında birkaç kulaç mesafe kalır... Bu sırada yazı gelir o kişiyi önler. Bu defa o, cehennemliklerin işini işler!... Sizden bir kişi de kötü iş işler hatta kendisiyle cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır...Bu sırada kitabı gelir onu önler...Bu defa o kişi ehli cennetin işini işler...ve cennete gider”   Hz. Muhammed (sav)

“ Hakikatten öyle adam vardır ki; uzun zaman cennet ehlinin amelin işler; sonra onun bu yaptıkları, ateş ehlinin ameli ile son bulup, mühürlenir...Keza kişi uzun zaman ateş ehlinin amelini işler; sonra da onun bu ameli cennet ehlinin ameliyle son bulup mühürlenir!...” Hz. Muhammed (sav).

“İnsanoğullarının kalplerinin (şuurlarının) hepsi bir tek Kalp (şuur) gibi, Rahman olan Allah’ın iki parmağı arasındadır; dilediği gibi onu çevirir”   (Hadis)

Bu iki boyutun bakış açısı, Allah ismiyle işaret edilenin ne olduğunun anlatımında da kendini göstermektedir. Örneğin aşağıdan yukarı bakış açısına, insanın algılama kapasitesine göre Allah’ın ne olduğu “ O Evvel, Ahir, Zahir ve Batındır.” (57- 3) / “Her ne yana dönerseniz Allah’ın Vechini görürsünüz.” (2-115) / “ Nefislerinizde mevcut olan O, hala görmüyor musunuz?” (51-21) ya da ne olmadığı, “ O ne uyuklar nede uyur...” (2- 255) şekliyle bize verilirken, Mutlak anlamda ne olduğu, bizatihi kendisini kendine göre anlatışı da ihlas suresinde açıklamaktadır.  

Bu boyutsallığı çok daha iyi anlamak için güzel bir örnek de; “Allah kabul etmeyeceği duayı kulluna ettirmez...Kuluna ettirdiği duaya da mutlaka icabet eder” sözüdür. Yani; ötede bir varlık var da Ondan ayrı bir kul ona dua yapacak, O da bu duruma bakarak bir karar verip kabul yada reddedecek değil, “kul” adı altında zuhur ettiği mahale bir şeyler vereceği zaman ona bu mekanizmayı kullandıracağı isteği oluşturacak ve sonra da o kuluna icabet edecektir. Çünkü bir dua eden bir de dua edilen diye iki ayrı varlıktan söz edilemez. Bu yüzden denmiştir ki, “tedbirle takdiri değiştiremezsiniz; fakat takdirde var ise tedbir alır ve böylece de kazayı geri çevirmiş olursunuz.”

Yine bir hadiste, “ kaderi ancak dua değiştirir. Ömrü ise ancak iyilik uzatır. Şüphesiz ki, kişi işlemiş olduğu günah sebebiyle rızıktan mahrum edilir”, “tedbirin kadere faydası olmaz; Duanın ise gelmiş ve gelmemiş musibetlere faydası vardır. Şüphesiz ki, bela iner, Dua onu karşılar ve kıyamete kadar çarpışırlar.”

 Bu konuyla ilgili bir diğer hadis de Resulullah “ Bir kişinin -Allah diledi de ben diledim- demesi Şirktir. Bir de -falan kişi olmasaydı, falan adam beni öldürecekti.!...- diye bir kimsenin konuşması Allah’a şirk koşmasıdır” der. Aynı şekilde ayette ise, çok net olarak “ siz dileyemezsiniz, dileyen Allah’tır” denmiyor muydu?.” Yine Hz. Muhammed (sav) “kul kendi iradesiyle yolunu çizer ve yaptıklarının neticesine katlanır” şeklinde düşünen kaderiyecilere “Kaderiyeciler, ümmetimin Mecusileridir” demiştir. 

(Bkz. İnsan ve sırları I, II / Hz. Muhammed’in Açıkladığı Allah / Akıl Ve İman / Dua Ve Zikir / Sistemin Seslenişi II– Ahmed Hulusi, Kuran Mantık dilidir – Ahmed Fevzi Yüksel – Akşam Gazetesi/ Ramazan Sohbeti )

(Devam edecek...)

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 11.04.2003
http://gulizk.com

(1) bu boyuttaki belirleme ya da belirsizlik kavramları ölçüm aletlerimizin yeterliliği ya da yetersizliğinden meydana gelirken, kuantum boyutlarındaki belirsizlik ölçüm sorunuyla ilgili değil, tamamen yasaların, sistemin kendisinden kaynaklanan bir olgudur.

(2) Kaderi bilmek, anlamak da Allah’ın (Ahadiyetini ve Vahidiyetini) bilmekle mümkündür.

(3) Açıklama için bkz. Metafiziksel Yanılgılar 23 / www.guliz.com /fizik

 


Üst Ana sayfa e-mail