Yeryüzünde
yaşayan canlılar içinde kedilerin ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Ama konu Shördinger’in kedisi olunca, evrensel bakış açımızda bu
canlının varlığı, daha da ayrıcalıklı olmaktadır.
Kuantum
fiziğinde Kedi paradoksu olarak da bilinen bu teori şöyledir:
Bir kedi, bir saatte çekirdeklerden birinin bozulma sayısının
%50 olduğu (tek bir kuantum olayının, yani bir atomun
radyoaktif deşarjına bağlı olarak) yeterli radyoaktif madde
ihtiva eden, Gayger sayaçlı kapalı bir odada tutulur. Sayaç
boşalır boşalmaz özel bir biçimde bağlanmış bir çekiç, zehirli
bir gaz şişesini kıracaktır. Hiç kimse ne olduğunu araştırmadığı
takdirde, “kedi ölü müdür yoksa diri mi?” dir.
Elbette yine
mikroskobik fiziğe göre bunun cevabı, ona bakan gözlemci
tarafından belirlenecek olmasıdır. Bu da bize algılananın,
algılayıcı tarafından oluşturulduğunu göstermektedir.
Çünkü kuantum
boyutlarında, klasik fizikteki gibi, bir taneciğin tek bir
neden-sonuç ilişkisi içerisinde durumu söz konusu olmayıp o
taneciğin bulunabileceği tüm ihtimalli durumu olasılık
dalgası halinde birini diğerinden ayıramayacak bir şekilde
birbiri içine geçmiş vaziyette mevcuttur. Yani, süper
pozisyon olarak da isimlendirilen bu sistem, bir
taneciğin alabileceği olasılıklı durumun aynı anda bir arada
olma halidir. Dolayısıyla bir elektronun süper pozisyonu bu
elektronun olasılık dalgasının her yerinde bulunması iken,
Shördinger kedisinin süper pozisyonu da aynı biçimde ölü ya
da diri olarak muğlak bir karışım şeklinde var olmasıdır.
Şunu da belirtmek gerekir ki, ölü ya da diri olma ihtimalinin
dışında, kedinin yarı ölü, yarı diri bir vaziyette
maddeleşmesi, yine kuantum fiziğine göre mümkün değildir.
Benzer bir örnekle; uçak ya düşmüştür ya da düşmemiştir.
Yarısı düşmüş yarısı da havadadır diye bir olasılık durumu
söz konusu olamaz. Bu nedenle, kedinin süper pozisyonu veya
benzer deyişle kedinin ölü ya da diri olma durumunun üst üste
bindirilmiş olasılık dalgası, onu algılayan tarafından
çökertilerek bu durumlardan birini fiziksel gerçeklik olarak
ortaya çıkartır. Böylece gözlemci kediyi ya öldürecek ya da
canlı kalmasını sağlayacaktır. (bkz. Gördüğün Yarattığın
mıdır?. /
www.gulizk.com / fizik)
Aynı olayı bir
başka örnekle irdelersek; bir tanecik için Shördinger dalga
denklemi, A noktasını bir başlangıç noktası olarak seçersek ya
da kabul edersek, tanecik A’ dan B’ ye yani bu iki nokta
arasında tek ihtimalli bir yol üzerinde giderken üçüncü
noktaya doğru (uçları birleşmeyecek bir biçimde) yol iki kısma
ayrılarak iki ihtimalli sonuç oluşacaktır. Yani, tanecik birinci
yoldan gidebileceği gibi, ikinci yolu da tercih edebilir. Bir
sonraki durumda bu iki yolda ikişer yola bölünerek aynı şekilde
dört ihtimalli yolla, dört sonuca ve sırasıyla bu aşamaları
çoğalttıkça da bu sekiz, on altı, otuz iki.....sonsuz ihtimalli
sonsuz yola ayrılacaktır. Böylece tanecik tek ve aynı anda iki,
dört, sekiz,...sonsuz sayıda olasılıklı davranışa sahip
olacaktır. Dolayısıyla, kuantum boyutlarında hakim olan
belirsizlik ilkesi, bir taneciğin hareketini klasik fizikteki
gibi belirli bir tek yol olarak değil, gidebileceği yolların tüm
ihtimallerini uzay-zamandan bağımsız ve hiçbir fiziksel
gerçekliği olmayan olasılık dalgası biçiminde var olduğunu
söylemektedir.
Böylece bu
taneciğin, klasik fiziğin uzay-zamandaki nedensellik zinciri
içerisinde belirli (önceden belirlenebilir) (1) hareketi,
kedi örneğinde olduğu gibi, gözlemci tarafından taneciğin süper
pozisyon durumu çökertilmek suretiyle tek bir fiziksel
gerçekliğe dönüştürülmesi sonucu gerçekleşecektir. Algılayıcı
tarafından bir taneciğin hareketi tek bir gerçekliğe
indirgenmiş olsa da, tek bir nedenin birden çok (ki bu sonsuz
sayıda da olabilir) sonucu olması bakımından yine algılayıcı
tarafından yine bir belirsizlik söz konusu olacaktır. Ancak
kastettiğimiz bu belirsizlik, klasik anlamda neden-sonuç
ilişkisi içerisindeki belirsizlik değil, şuurun kuantum
boyutuyla (süper pozisyonuyla) bağlantılı olması dolayısıyla
sahip olduğu belirsizliktir. Biz misal olması
bakımından açıklamaya çalıştığımız bu tanecik olayını
algıladığımız tüm şeylere de genelleştirebiliriz.
Burada önemli
bir noktada; gözlemciden yola çıkarak bir çökertmenin değil,
kuantum altı boyutlarında Mutlak Bilincin dilediği, arzu
ettiklerinin, gözlemcinin kendisi olarak meydana getirdiği
bir çökertmenin söz konusu olmasıdır. Oysa, Mutlak bilinç açısı
yerine sadece şuur açısından hep sistemi değerlendirdiğimiz için
cüzi iradeye bağlı bir Tanrı anlayışı ortaya çıkmaktadır ki buda
yanılgıdan başka bir şey değildir. Çünkü bir Mutlak bilinç bir
de birimsel ayrı bir şuur yoktur. Yani, bir Mutlak Bilinç bir
de şuur var da, Mutlak olan, o şuurun durumuna göre bir şeyler
ortaya koyuyor değildir. Başka bir ifade ile, bir külli
irade bir de cüz i irade var da bunlar iki ayrı şeyin birleşmesi
şeklinde birbirlerine bağlı olarak mevcut değildir. Yani Aklı
cüz, Aklı küle bağlı olarak sonsuz seçimlerden birini kendi
iradesiyle seçip Aklı Külde ezeli (onun ne yapacağını önceden
bildiği) bilgisine göre yaratımda bulunuyor değildir.
Biraz daha
açarsak; Mutlak Bilinci göz önüne almaksızın en alt boyuttan
olaylara baktığımızda, cüzün yaşamış oldukları yeni oluşmakta
olan şeyler olduğu için geleceği henüz şekillenmediği ve buna
cüzi iradelerimizle bizim karar vereceğimiz, Tanrı ise, tüm
ihtimalleri bildiği için, biz ne yaparsak yapalım,
yaptıklarımıza göre yaratımda bulunacak ve bunun sonucunda biz
sorumlu olarak yaptıklarımızın sonuçlarını yaşayacağız görüşü
ortaya çıkmaktadır (inananların çoğunda en yaygın görüş budur.)
Yine bu şuur
ancak bu şuurun daha üst boyutları açısından yani, panteist
(parça-bütün anlayışıyla) çokluktaki Tek in çeşitli düzeylerini
belli deneyimlerle yaşayan veya deneyim yapmaksızın sadece buna
inananlara göre ise, cüziyetlerine Tanrısallık atfederek “ben
yokum o var. Bendeki o dur” anlayışı dolayısıyla hür
iradeleriyle kendi kaderlerini kendileri tayin ederler.
Belirlenmiş belli bir gelecek ise, her an her şeyin değişebilir
bir biçimde alternatifli olarak mevcut olup bunu da zaman ve
mekanın geçerli olmadığı bir boyutta belirleyenin yada yokluktan
oluşturanın bizatihi yine kendileri olduğunu söylerler.
Ancak, O.B.E (beden dışı deneyimler) yapan sıradan insanlardan
başlayıp bu şuurun en iyi idrak düzeylerine sahip olanlara
kadar, deneyimlemelerle elde ettikleri bu gerçeklerin her ne
kadar Kuantum fiziği ile benzer yada yakın görüşler olmuş olsa
da bu şuur düzeylerinin, kuantum boyutlarına dolayısıyla kuantum
potansiyeline bakışı ile Mutlak
Bilincin kuantum boyutlarına bakışı aynı değil bir birinden
farklıdır (bazı paralellikler görülse de).
Oysa gerçekte,
çeşitli boyutlarıyla birlikte Cüz i irade Külli iradenin cüz adı
altında belirdiğinde bu cüze göre verilen bir isimdir ki bu
nedenle, gerçekte bir varlığı yoktur. Var olmayan bir şeyin de
iradesinden bahsedilemez. Başka bir ifadeyle; Mutlak Bilinç,
kuantum potansiyeli adıyla Meleki boyuta (holografik girişim
desenlerine yani enerji dalgalarına) dolayısıyla süper pozisyon
boyutuna yansıyarak (bize göre) tüm ihtimallerden birini
onu algılayan şuur olarak çökertirken bu şuura göre aynı nedene
bağlı birçok sonuç açığa çıkacak dolayısıyla, algılanmadığı
zaman süper pozisyonda soyut halde var olan sonuç halleri
algılayıcı açısından zaman içinde sırasıyla somuta dönüşerek
madde boyutunda belirecektir.
Böylece birim,
süper pozisyonu aracılığıyla (bağlantısıyla) belirsiz olan
geleceği aynı zamanda bize dinsel
anlamda Ayanı sabitenin değişmeyip, Levhi Mahfuzun ise, Ayanı
sabitesindeki program gereği değişime açık olmasına açıklık
getirmektedir.
Kuantum
boyutlarındaki bize göre değişen programın bulunduğumuz boyuta
yansıması ise şöyle ortaya çıkmaktadır. Bildiğimiz gibi makro
kozmosun, mikro kozmosta aynen mevcut olması dolayısıyla, makro
plandaki Levhi Mahfuz, meleklerin bir türü olan yoğunlaşmış
yıldız grupları bir diğer deyişle burçlar iken, mikro planda da
insan beynidir. Levhi mahfuzun değişimi ise, iki şekilde yani,
beyne gelen bu yıldız tesirlerinin görevli veliler tarafından
belli frekansların (manaların) çoğaltılması bazı dalgaların da
zayıflatılması sonucu meydana gelirken, ikinci olarak da, zikir,
oruç, namaz...vb ibadet adı altındaki birtakım çalışmalar
sonunda beyinde atıl olan kısımların devreye girmesiyle (aktif
hale geçmesiyle) aldığı yıldız tesirlerinin değişimi neticesinde
oluşur. Oysa anne karnında 120. günde bir meleğin gelerek
onun tüm kaderini yazdığı... denilen bu tesirlerin
oluşturduğu beyin çekirdeğindeki sabitleşmiş programı yani;
Ayanı Sabitesinde, bir değişim söz konusu değildir. Böylece tüm
oluşum kademelerimiz olan Ayanı sabite ve Levhi Mahfuzumuz,
korunmuş, varlığı muhafaza edilerek sürdürülen, yazılmış varlık
denilen burçlar sistemi tarafından meydana getirilmiştir.
Dolayısıyla bu Levhde değişirlik hükmüyle var olan manalar bir
üstte anlattığımız sistemle bizden (beynimizden) açığa çıkar.
Yalnız bu
boyutsal yansımada zaman söz konusu olmadığından bu olay, iki
boyut arasında Eşzamanlı olarak meydana gelmektedir.
Bu nedenle,
imkânsız gibi görünen bir şeyin dua
mekanizmasıyla mümkün hale dönüşmesine ya da yüzde yüz oluşması
beklenilen bir durumun farklı şekillerde sonuç bulmasına pek
şaşırmamamız gerekir.
Mistik alanda bu
durum, (sistemin genelini de göz önüne alarak düşünürsek) Mutlak
bilinç açısından “ Allah’ın Sünnetullahında hiçbir değişiklik
olmaz” sözünün, süper pozisyonu çökerten şuur açısından ise,
(aslında bu şuura göre her durum için geçerlidir) “O her An
yeni bir Şandadır” ın ifadesidir.
Bize göre
kuantum boyutlarındaki bu ihtimalli belirsizlik durumu,
yukarıdan aşağıya doğru kuantum potansiyeli açısından bir
sufistin diliyle şöyle ifade edilmektedir:
“Olan her şey olması zorunlu olandır,
olmama şansı yoktur; olacaktı öylece ve oldu!. Olmayan her şey
dahi, olma ihtimali olmaksızın, varsayım olarak vardı ve
olmadı!. Her birime, yalnızca yaradılış amacına uygun olan;
kendisini o amaç gereğince yönlendirecek olan kolaylaştı ve
gerçekleşti.” Bu durum, hem birimsel hem de evrensel
anlamda da aynen böyledir.
Burada şu soru
sorulabilir: Cüzi irade yoksa, onun sorumluluğundan nasıl söz
edebiliriz? Buna vereceğimiz cevap, cüz diye bir şeyin
olmayıp sadece külün olması dolayısıyla cüz boyutu açısından,
cüzden açığa çıkan şeyler cüzün kendisiyle beraber ortaya
çıktığı için tüm yaptıklarından bu cüz sorumlu olacak ve
yaptıklarının karşılığını iyi ya da kötü olarak alacaktır.
Bu nedenle bulunduğu boyutun gereği
olan şeyleri yapmak zorundadır ki, cüz bu anlamda sorumludur.
Çünkü, dışarıdan bize müdahale eden ikinci bir varlık olmadığı
için sadece bizim durumlarımıza, kalplerimize (şuurumuza) bakıp
da yapmadığımız fiillerin karşılığını verecek olan bir Tanrı
mevcut değildir.
Bilimsel dille
ifade edersek; birimin gizli düzenindeki frekanslar, Kozmik
Bilincin istediği ve dilediği şeyler olup bu dalgaların
birim adı altında projekte edilmesi o birimin dünyasını meydana
getirmektedir. Bu nedenle, birimin örtük düzenindeki frekansal
alanı, onun kaderidir. Ancak birimin Halife olma özelliği
dolayısıyla örtük düzeninin Evrensel girişim desenini holografik
bir biçimde içermesi( ki bu bağlı olması anlamında
değil) dolayısıyla programını oluşturanın da
kendisidir. Bu projekte birimsel anlamda böyle olduğu gibi, her
bir canlı ve şuurlu olan evrenlerin, evren içre evrenlerin
oluşumu için de aynen böyledir. Bu yüzdendir ki, her birim
kendisinde programı yüklü olarak özünden gelen bir biçimde bu
plan doğrultusunda davranışlar ortaya koyar.
İşte bu
Evrensel Girişim Boyutu itibariyle Özgür ve Hür
İradeden bahsedebiliriz. Yani her ne kadar tabanda Nur
Bilinç boyutunda kendini tanıyan birimler içinde bu söz
konusu olsa da gerçek anlamıyla Mutlak Benlik noktasında
kendini bilen mahaller Özgür ve Hür olarak dilediğini yaparlar.
Yoksa bunun dışında kalanların ne kadar olağanüstü
yeteneklere, fenomenlere sahip olursa olsunlar kölelikten
kurtulmaları mümkün değildir.
Zaten Allah
kavramı ve kader (2) konusunun anlaşılamamasının en
birinci nedeni, dinin her idrak düzeyinden insana, genele hitap
etmesi, dolayısıyla kuran ve hadislerin ikili anlatım tarzına
sahip olmasıdır. Böylece bu iki boyutsal bakış açısının,
yeterince ya da hiçbir şekilde idrak edilememesi sonucunda
olaya Tek bir bakışa ait değerlendirmenin yapılamaması, bu
konularla ilgili ortaya atılan görüşleri, Kuran ve Hz. Muhammed
(sav)’in anlatımlarına tamamen ters pozisyonlar oluşturmasına
yol açmıştır. Dolayısıyla insanlar bu kavramları, kendi
zanlarına, hayallerine göre uydurmak için hadisleri tamamen
reddetmekte açık ve net olan ayetleri ise, ya görmezlikten
gelmekte ya da tamamen ilgisiz bir biçimde yanlış tevil
etmektedirler. Oysa yine hadislerde Hz.
Muhammed (sav)’ in açık bir uyarı ile bunların (aslında bu tüm
konular için geçerlidir) tartışılmaksızın önce kabul edilmesi
sonra da bu istikamet doğrultusunda düşünülmesi gerektiğini
söylemiştir.
Boyutsal bu iki
bakış açısı ayet ve hadislerde ise şöyle anlatılmaktadır:
Mutlak Bilinç
açısından yukarıdan aşağıya bakışa göre,
“ Dilediğini
yapar”
(Hacc-18, 2-253)
“ İrade ettiğini
yapar”
(Hacc-14)
“Onların
ihtiyarları (iradeleri) yoktur”
(Kassas-68)
“ Yaptığından
sual sorulmaz”
(21-23)
“ Yürür hiçbir
mahluk hariç olmamak üzere hepsini alnından çekip götüren O dur”
(11-56)
“Sizi de
yapageldiklerinizi de Allah yarattı” ( 37- 96)
“ Her bir nefse
ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü hem de korunmasını
ilham edene”
(Şems-7)
“ Siz
dileyemezsiniz, isteyemezsiniz...İstek sadece Allah a aittir”
(İnsan- 30)
“ Her şeyi
kaderiyle halk ettik”
“Eğer Rabbin
dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi... Her Nefis ancak
Allah’ın izniyle inanabilir”
(Yunus-99/100)
“ Deki hepsi de
kendi programları doğrultusunda fiiller ortaya koyarlar”
(İsra-84)
“ Benim İndimde
söz değiştirilmez” (Kaf-29)
“Allah
dilediğini yok eder, dilediğini bırakır. Kitabın aslı onun
yanındadır” (Rad-39)
“ Yeryüzünde
veya nefislerinde size isabet eden bir musibet, bizim onu
yaratmazdan evvel, mutlaka bir kitapta yazılmıştır. Bunu,
önceden mukadder ve yazılı olduğunu bilip elinizden çıkan
şeylerden dolayı üzülmemeniz ve elinize giren ile de sevinip
şımarmamanız için açıklıyoruz!”
(Hadid-22/23)
“
O yaptıklarından mesul olmaz; fakat onlar mesul olurlar!”
(Enbiya-23)
“ Allah
mahlukatın kaderini onları yaratmazdan elli bin sene önce taktir
buyurmuştur”
(Hadis) (3)
“Allah önce
Kalemi yarattı. Yaz! Dedi. Kalem: ne yazayım diye sordu. Allah
da: kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz!..
buyurdu.” (Hadis)
“O bir kitaptır
ki, (Ümmül Kitap-Ana Kitap) Allah yerleri ve gökleri yaratmadan
önce onu yazmıştır. Orada Firavun’un cehennemlik olduğu vardır;
orada - Ebu Leheb’in iki eli kurusun vardır”
(Hadis)
“Amel ediniz,
çalışınız. Çünkü herkese kolaylaştırılmıştır... Herkes ne için
yaratılmışsa, onun yolları, kendisine kolaylaştırılmıştır”
Hadis
“Bugün işlenen
iş, yeni olacak işler içinde değildir!..fakat, kalemlerin yazıp
kuruduğu, takdirin cereyan etmiş olduğu işler içindedir”
Hadis
Süper pozisyonu
çökerten şuur açısından(boyutundan) düşünürsek,
“İnsan için
kendi çalışmalarının karşılığı dışında hiçbir şey yoktur”
(53-39)
“Siz çok büyük
ızdırap verecek azabı tadacaksınız; ancak bu, yaptıklarınızın
neticesi olarak başınıza gelecektir”
(37-38/39)
“Yaptıklarınızdan başka bir şeyden dolayı karşılık görmezsiniz”
(37-39)
“ Herkes için
yaptıklarına göre dereceler vardır. Bu da kendilerine haksızlık
edilmeyerek, çalışmalarının karşılığını almaları içindir”(46-19)
“Yaptıklarınızın
karşılığına (neticesine) ereceksiniz.”
(36-54)
“kim zerre kadar
iyilik yaparsa karşılığını alır, kim de zerre kadar kötü bir iş
yaparsa, onun da karşılığını elde eder.”
(99-7/8)
“...Sizden bir
kişi iyi iş işler de, hatta kendisiyle cennet arasında birkaç
kulaç mesafe kalır... Bu sırada yazı gelir o kişiyi önler. Bu
defa o, cehennemliklerin işini işler!... Sizden bir kişi de kötü
iş işler hatta kendisiyle cehennem arasında ancak bir kulaç
mesafe kalır...Bu sırada kitabı gelir onu önler...Bu defa o kişi
ehli cennetin işini işler...ve cennete gider”
Hz. Muhammed
(sav)
“ Hakikatten
öyle adam vardır ki; uzun zaman cennet ehlinin amelin işler;
sonra onun bu yaptıkları, ateş ehlinin ameli ile son bulup,
mühürlenir...Keza kişi uzun zaman ateş ehlinin amelini işler;
sonra da onun bu ameli cennet ehlinin ameliyle son bulup
mühürlenir!...”
Hz. Muhammed
(sav).
“İnsanoğullarının kalplerinin (şuurlarının) hepsi bir tek Kalp
(şuur) gibi, Rahman olan Allah’ın iki parmağı arasındadır;
dilediği gibi onu çevirir”
(Hadis)
Bu iki boyutun
bakış açısı, Allah ismiyle işaret edilenin ne olduğunun
anlatımında da kendini göstermektedir. Örneğin aşağıdan yukarı
bakış açısına, insanın algılama kapasitesine göre
Allah’ın ne olduğu “ O Evvel, Ahir, Zahir ve Batındır.”
(57- 3) / “Her ne yana dönerseniz Allah’ın Vechini
görürsünüz.” (2-115) / “ Nefislerinizde mevcut olan O,
hala görmüyor musunuz?” (51-21) ya da ne olmadığı, “ O ne
uyuklar nede uyur...” (2- 255) şekliyle bize verilirken,
Mutlak anlamda ne olduğu, bizatihi kendisini kendine göre
anlatışı da ihlas suresinde açıklamaktadır.
Bu boyutsallığı
çok daha iyi anlamak için güzel bir örnek de; “Allah kabul
etmeyeceği duayı kulluna ettirmez...Kuluna ettirdiği duaya da
mutlaka icabet eder” sözüdür. Yani; ötede bir varlık
var da Ondan ayrı bir kul ona dua yapacak, O da bu duruma
bakarak bir karar verip kabul yada reddedecek değil, “kul” adı
altında zuhur ettiği mahale bir şeyler vereceği zaman ona bu
mekanizmayı kullandıracağı isteği oluşturacak ve sonra da o
kuluna icabet edecektir. Çünkü bir dua eden bir de dua edilen
diye iki ayrı varlıktan söz edilemez. Bu yüzden denmiştir ki,
“tedbirle takdiri değiştiremezsiniz; fakat takdirde
var ise tedbir alır ve böylece de kazayı geri
çevirmiş olursunuz.”
Yine bir
hadiste, “ kaderi ancak dua değiştirir.
Ömrü ise ancak iyilik uzatır. Şüphesiz ki, kişi işlemiş olduğu
günah sebebiyle rızıktan mahrum edilir”, “tedbirin kadere
faydası olmaz; Duanın ise gelmiş ve gelmemiş musibetlere faydası
vardır. Şüphesiz ki, bela iner, Dua onu karşılar ve kıyamete
kadar çarpışırlar.”
Bu konuyla
ilgili bir diğer hadis de Resulullah “ Bir kişinin -Allah diledi
de ben diledim- demesi Şirktir. Bir de -falan kişi olmasaydı,
falan adam beni öldürecekti.!...- diye bir kimsenin konuşması
Allah’a şirk koşmasıdır” der. Aynı şekilde ayette ise, çok net
olarak “ siz dileyemezsiniz, dileyen Allah’tır” denmiyor
muydu?.” Yine Hz. Muhammed (sav) “kul kendi iradesiyle
yolunu çizer ve yaptıklarının neticesine katlanır” şeklinde
düşünen kaderiyecilere “Kaderiyeciler, ümmetimin
Mecusileridir” demiştir.
(Bkz. İnsan ve
sırları I, II / Hz. Muhammed’in Açıkladığı Allah / Akıl Ve İman
/ Dua Ve Zikir / Sistemin Seslenişi II– Ahmed Hulusi, Kuran
Mantık dilidir – Ahmed Fevzi Yüksel – Akşam Gazetesi/ Ramazan
Sohbeti )
(Devam
edecek...)
hologramk@yahoo.com
İstanbul
- 11.04.2003
http://gulizk.com
(1)
bu boyuttaki belirleme ya da belirsizlik
kavramları ölçüm aletlerimizin yeterliliği ya da
yetersizliğinden meydana gelirken, kuantum boyutlarındaki
belirsizlik ölçüm sorunuyla ilgili değil, tamamen yasaların,
sistemin kendisinden kaynaklanan bir olgudur.
(2) Kaderi
bilmek, anlamak da Allah’ın (Ahadiyetini ve Vahidiyetini)
bilmekle mümkündür.
(3) Açıklama
için bkz. Metafiziksel Yanılgılar 23 /
www.guliz.com /fizik
|