Karadeliklerin
doğasını daha iyi anlamak için, Einstein’in genel görelilik
kuramını ve dolayısıyla alan kavramını göz önünde bulundurmamız
gerekir. Çünkü evrensel çekim kuvveti, Newton’un ortaya koyduğu
gibi, iki kütle arasındaki kuvvetin bu iki kütle ve
aralarındaki uzaklığa bağlı bir büyüklük değil, bu kuvvete
kaynaklık eden gökcisminin oluşturduğu eğri uzayın
geodeziklerini izlemesi şeklinde ifade edilir. Başka bir deyişle
bir cismin çevresindeki çekim alanı, yine o cismin içinde
bulunduğu uzay- zaman yapısını bükmesi, burması ile oluşur. Bu
nedenle kütle çekimi dediğimiz şey, uzay-zamanın kendisinden
kaynaklanan bir özelliktir (durumdur).
Bunu
kafamızda canlandırabilmemiz için uzayı sadece eni ve boyu olan
iki boyutlu bir yüzeyle temsil edilen çarşaf gibi düşünüp dümdüz
(ki bu gerçekte üç boyutlu uzayı temsil etmekte) gergin biçimde
bir arkadaşımızla iki ucundan sıkıca tutalım. Şimdi bu yüzeye
bir elma konulduğunda çarşaf hemen gerginliğini kaybederek
elmanın kendi etrafında üçüncü boyuta (yani gerçekte dördüncü
zaman boyutuna) çökmesine neden olacaktır. (1) Elma
yerine bir karpuz koyduğumuzda ise ellerimizdeki gerginlik biraz
daha artarak karpuzun ağırlığıyla ilgili olarak çarşaf biraz
daha çökecektir. Karpuz yerine ağır bir gülle konulduğu takdirde
de çarşafın yüzeyi o kadar çökecektir ki, artık ucundan elle
tutmak bile zorlaşacaktır. Çünkü cisimler kütleleri ile doğru
orantılı bir biçimde yüzeyi eğriltip bükmektedirler. Eğer
güllenin ağırlığı çarşafın dayanma sınırından fazla ise o zaman
çarşaf bir külah halini alıp yırtılacaktır.
Bunu uzay
zamana monte ettiğimizde ise, yırtılmayla beraber ya evrenin
(çarşafın) başka bir bölgesiyle birleşecek ya da ayrı evrenler
(çarşaf düzlemine paralel diğer çarşaflar)olarak nitelendirilen
yapılarla huni biçiminde bağlantı kuracaktır. Bununla birlikte
bir misketi alıp çarşafın yüzeyine fırlattığımızda, misket iki
boyutlu yüzeyde ilerlemesine karşın üçüncü boyutta oluşturduğu
çukur ve neden olduğu eğik yüzey etrafında dairesel harekete
zorlanacaktır. İşte Güneşi çarşaf yüzeyine konan karpuz, dünyayı
da misket olarak düşünürsek, dört boyutlu uzay-zamanda
yerküremiz dümdüz hareket etmesine karşın üç boyutlu uzayda,
dördüncü boyuta olan eğrilik yüzünden dairesel hareket ederek
sanki aralarında çekim kuvveti varmış gibi algılanmasına neden
olmaktadır. Başka bir deyişle çekim eğrilik biçiminde açığa
çıkmaktadır. Dolayısıyla madde; uzay-zamanın nasıl büküleceğini,
uzay-zaman ağıda; maddenin nasıl davranış sergileyeceğini
belirler.
Tüm bunları
göz önüne aldığımızda, aslında gravitasyonel (yerçekimi)
kuvveti, cisimlerin uzay-zamandaki hareket şekillerinin
oluşturmuş olduğu bir yanılsamadır. Bir adım daha ilerlersek,
evrende asıl var olan sadece ve sadece uzay-zamandır. Madde
(dağ, taş, sandalye,...) ve enerji (dört temel kuvvet) ise,
gerçekte var olmayıp uzay-zaman kumaşındaki birer buruşukluktan,
eğrilikten, büğrülükten ibarettir. Yani madde ve enerjinin her
biri bu uzay-zaman kumaşında bir yumruğa, tümsek ve çukura
karşılık gelir. Bu nedenle güneşin etrafında dönmekte olan
dünyamız, gerçekte bir uzay-zaman çukuru etrafındaki eğimde yol
almakta olan daha küçük bir çukurdur. Beyaz cüce ve nötron
yıldızları bu çukurların yani eğimin en güçlü olduğu yerler
iken, karadelikler ise, uzay-zaman ağının, kumaşının delindiği
yırtıldığı yerlerdir. Bu yırtığın oluşturduğu uzay-zaman
kumaşındaki aşırı bükülmeler (buruşukluklar), karadeliklerin o
muazzam çekim güçlerine karşılık gelmektedir. Bu durumun en
büyük ispatlarından biride, kütlesi sıfır yani kütlesiz
fotonların (yada elektromanyetik dalgaların)büyük gök
cisimlerinin yanından geçerken yollarından sapmalarıdır. Eğer
gerçekten çekim gücü (kuvveti) bildiğimiz klasik anlamda mevcut
olsaydı, fotonların (Elektromanyetik dalgaların) bu gök
cisimlerinin yanından geçtiklerinde hiç etkilenmemeleri
gerekirdi. Oysa durum bunun tam tersidir. Demek oluyor ki,
fotonlar(elektromanyetik dalgalar) Newtonsal çekim etkisiyle
değil, gök cisimleri tarafından meydana getirilmiş eğri uzayı
takip etmelerinden ötürü sapmaya uğramışlardır. Yada hareket
ettikleri uzay eğrildiği için fotonlarda doğal olarak o uzayla
birlikte bükülürler.
Böylece, eğri
uzay-zamanın içinden geçen ışık ışınları da, yolundan ayrılarak
bükülür. Bu yüzden de örneğin, güneş tutulması sırasında güneşin
yanında görülen yıldızlar gerçekteki yerlerinden biraz sapmış
(kaymış) olarak görünmektedir.
Bununla
birlikte uzay-zaman eğriliğinin bir başka özelliği de,özel
rölativite teoreminde olduğu gibi fiziksel kavramların hıza
bağlı değişimlerinin ona eşdeğer çekim altında da
gerçekleşmesidir. Tıpkı, bir cismin ışık hızına yakın bir
süratte sahip olacağı kütlenin,eşdeğer çekim altında da (kütleyi
hızlandırmadan) aynı ölçüm sonucunu vermesi gibi...
Dolayısıyla
uzay-zaman eğriliğinin (çekiminin) fazla olduğu yerdeki zamanın
da dıştan bakan gözlemciye göre yavaşladığını söyleyebiliriz.
Yani, uzayın derinliklerinde, tüm çekim kaynaklarından uzaktaki
saatler normal hızda ilerlerken çekimin yoğun olduğu bölgelere
yaklaşıldığında, çekimsel eğrilik nedeniyle saatler normalden
daha yavaş ilerler. Bununla ilgili olarak, bir binanın alt
katındaki saatlerin, üst kattakilerden ve yeryüzünden gittikçe
uzaklaşan tüm saatlerden daha yavaş çalıştığı deneysel olarak
gösterilmiştir.
Tüm bunların
ışığında karadeliklere tekrar dönersek, yıldızı oluşturan
parçacıklar arasındaki çekim kuvveti üstün gelmeye başlayınca
çökme hızlanır. Saniyeler içinde elektronlar, nötron ve
protonların birbirlerinin içine girmesiyle yıldızın boyu olağan
dışı küçülür. Çekim kuvveti, yıldızın hacmini küçülttükçe
yıldızın çevresindeki uzay-zaman eğriliği de gittikçe artar.
Bunun sonucu olarak da yıldız yüzeyinden ayrılan ışınlar da
giderek daha büyük oranda eğilmeye başlarlar. Bu bükülme sonunda
öyle bir kritik aşamaya gelinir ki, tüm ışınlar tekrar yıldız
yüzeyine geri dönerler. Yıldızdan çıkan ışınlar ne yönden olursa
olsun eğri uzay zaman tarafından geri döndürüleceğinden, yıldız
simsiyah kesilir ve hiçbir cisim ışıktan hızlı hareket
edemeyeceği için de (fakat bu algıladığımız evren için
geçerlidir) artık yıldızdan dış evrene hiçbir şey kaçamaz ve
sonucunda çekim öylesine güçlü hale gelir ki, yıldız tam
anlamıyla evrenden yok olur.
Işığın artık
kaçamayacağı kritik yarıçapa olay ufku, yıldızın çökerek bir
karadelik oluşturması için meydana gelecek büyüklüğe de
“schwarzchıld” yarıçapı denir. Her ne kadar olay ufkundan
bahsederken sanki burada somut bir şey varmış gibi algılansa da
gerçekte burada fiziki yada maddi olan hiçbir şey yoktur. Burada
sadece sonsuz bir biçimde bükülmüş, eğrilmiş uzay-zamandan yada
mutlak boşluktan başka bir şey yoktur. (2) Buna “saf
kütle çekim topuda” denilmektedir. Bununla birlikte olay ufkunun
ardında ne olup bittiğini anlamanın hiçbir yolu yoktur. Bu ufkun
ardında kimseyle haberleşemezsiniz. (Mesaj gider, ama oradaki
mesaj asla gelmez) Çünkü orası, bizim uzay zamanımızdan
soyutlanarak evrenimizin bir parçası olmaktan artık çıkmıştır ve
yıldız da olay ufkunun altında tüm kütlesini merkezdeki sıfır
hacimde ve sonsuz yoğunluktaki bir DÜŞSEL TEKİLLİK noktasında
toplamaya yönelik çökmesine devam eder.
Bir karadelik
ne kadar kütleli ise, yoğunluğu da o kadar fazladır. Eğer
Güneş bir karadelik olabilseydi schwarzchıld yarıçapı 3 km,
güneşin 150 milyar katı kütleye sahip olan Samanyolu
Galaksisinin 450 milyar km ve tüm algılayabildiğimiz evrende
kapalı bir evren haline getirecek kadar madde bulunmuş olsaydı
onun da yarı çapı 300 milyar ışık yılı kadar olacaktı. Ayrıca
yapay bir karadelik oluşturmak için de 1600 ton demiri cm’ nin
yüz milyonda birine sıkıştırmak gerekirdi. Bununla beraber, eğer
dünyamızın tüm kütlesi 1 cm yarıçaplı bir misket içine
sıkıştırılabilseydi, suyun yoğunluğunun santimetre küpte bir
gram olduğu yerde dünyanın beş gram olan yoğunluğunu trilyar kez
artırmış olurduk. Bir karadelik yaratmak için ya bir nesneye çok
büyük kütle eklemek yada hiçbir kütle eklemeyip sadece o
nesnenin boyutlarını dolayısıyla çapını olabildiğince
küçültmemiz gerekir. Bu durumda cismin kütlesi sabit olmasına
karşın yoğunluğu artacaktır. Çünkü bir cismin sahip olduğu
kütlesel çekim kuvveti o cismin kütlesiyle doğru, cisimden olan
uzaklığının karesiyle ters orantılıdır. Yani, cisme olan uzaklık
arttıkça çekim kuvveti azalmakta, yaklaştıkça artmaktadır.
Mesela bir top büyüklüğündeki cismi milyon kez küçülttüğümüzde,
cismin yarı çapı da küçüleceğinden cismin yüzeyindeki çekim
kuvvetini de bir önceki durumuna göre milyon kere milyon
artırmış oluruz. Bunun ilginç yanı, dünya böyle halde iken Ay’ın
yine onun çevresinde dönmesini sürdürebilmesidir. Ay’daki bir
insan bu misketi asla göremezdi, fakat çekimini algılayabilirdi.
Aynı şekilde güneş de beyaz cüce olma durumuna geldiğinde yakın
gezegenleri yutmasına karşın (bu sırada kuvvet dengelerinin
bozulmadığını varsayarsak), dış gezegenler yörüngelerinde
hareket etmeye devam ederdi. Ancak gerçekten kuvvet dengeleri
bozulacağı için dış gezegenler dağılarak güneş sisteminin dışına
itilirler.
Çünkü evrende
önemli olan hacim değil, kütledir. Yani bir şey hacimce ne kadar
büyük olursa olsun, eğer kütlesi seyrekse başka deyişle
yoğunluğu az ise, kendinden daha yoğun olan fakat çok küçük bir
kütlenin çekimine kapılmak durumundadır. Bununla beraber
Güneş’ten üç defa büyük çöken bir yıldızın, karadelik haline
gelmesi benzer değişle yıldızın çökme hızının ışık hızına
ulaşması, saniyenin 67 milyon birinde, güneşten on kat daha
kütleli bir yıldız için saniyenin 4 milyonda biri, milyon kez
daha büyük bir yıldızın da çökme süresi diğerlerine göre oldukça
uzun bir dilim olan saniyenin dörtte biri kadar olmaktadır.
Karadeliklerin doğasını daha da derinden algılamak için,
karadeliğe doğru hareket eden bir gözlemci ile ona dışarıdan
bakan ayrı bir gözlemcinin birbirlerini ve çevrelerini nasıl
algıladıklarını bilmek amacıyla bir uzay gemisinin olduğunu ve
ana gemiden de ayrı bir aracın karadeliğe doğru gönderildiğini
düşünelim. Ayrıca bu süreç içinde de hem duran, hem de hareket
halindeki gözlemcilerimiz birbirlerine her saniye mavi renkli
bir sinyal göndersinler. Dıştan bakan gözlemci ilkin hiçbir şey
fark etmez ve gönderdiği her saniyelik sinyale karşılık gelen
sinyalleri aynen almaya devam eder (çünkü değişimler ışık hızına
çok yaklaştıkça açığa çıkmaktadır). Fakat hareketli olan
karadeliğe yaklaşmaya başladıkça, dıştaki gözlemciye gelen
sinyallerin zaman aralığı yavaş yavaş artmaya,mavi renkli ışığın
dalga boyu da kırmızıya kayarak kızıl renkte görünmeye başlar.
Bunun nedeni çekimin yol açtığı etkinin fotonlar üzerindeki
belirtisidir. Yani enerjisini azaltır. Tıpkı, Dopler etkisi
olarak bilinen yasaya göre,evrenin genişlemesiyle birlikte
bizden uzaklaşan cisimlerin gönderdiği ışınların hız nedeniyle
kırmızıya kayması gibi. Başka bir deyişle araç karadeliğin olay
ufkuna yaklaştıkça, dıştaki gözlemci her saniyeye karşılık,
sırasıyla artan bir zaman aralığıyla sinyalleri almaya başlar
ve tam araç olay ufku sınırına geldiğinde,bu zaman genişlemesi 1
saniyeye karşılık sonsuz bir süreye uzayarak (ki zaman durmuştur
artık) bu uzay zaman ağında aracın donmuş görüntüsünü algılar
hale gelir. (3)
Şimdi de
araçtaki bir gözlemci, dışarıyı nasıl algılar onu görelim.
Öncelikle o da anormal bir şeyle karşılaşmaksızın hareket
etmesine rağmen, çekim etkisi arttıkça (gelen sinyallerin dalga
boyları kısalarak mavi rengin üstündeki renk yelpazelerine
kayar), geride bıraktığı cisimlerin kenarlarını önünde görmeye
başlar. Nedeni de hareketin(çekimin) yol açtığı uzay zamanın
eğilip bükülmesidir. Işık hızına yakın bir sürate ulaştığında
ise, her şeyin sıkışıp küçücük dairesel pencereye dönüştüğünü ve
baktığı uzayın kütlesinin azaldığını (şeffaflaştığını)
boyutların uzayıp arttığını ve zamanın da hızlandığını görür.
Tam olay
ufkunda ise, hızı ışık hızına ulaşarak (olay ufkuna giren tüm
nesneler, çekim etkisiyle sırasıyla moleküllerine, atomlarına,
parçacıklarına ve nihayetinde fotonlarına yani en temel
bileşenlerine ayrılıp ışık hızıyla hareket ederek, enerji,
mikrodalga aslına dönerler.) kütlenin sıfır, zaman ve boyutların
da sonsuz olmasıyla, dinsel verilerdeki gök katlarının kitabın
sayfalarının dürülmesi gibi, dairesel pencerede kapanarak
TEKİLLİKTE yok olur.
Yani, evrenin tüm tarihi tüketilmiş, uzay-zaman, madde, enerji
de anlamını yitirmiş olur.
Dıştan bakış
açısına göre, karadeliğin olay ufkundaki cismin donmuş
görüntüsünün algılanmasına karşın, hareketli olan cisim olay
ufkunun ardına geçerek ışıktan hızlı takyon boyutuna girer.
Burada soyut olan zaman, somut, somut olan uzay da soyut hale
dönüşür (ve bilinen tüm yasalar ters işler). Bu boyutta zaman
başka deyişle Nedensellik ilkesi ters işlediğinden, hareketli
cisim merkeze doğru ilerledikçe tükenmiş olan evrenin tarihi,
gelecekten geçmişe doğru akmaya başlar ve karadeliğin tam
merkezine ulaştığında ise evrenin ilk oluşum anındaki safhaya
ulaşır. Ve burası aynı zamanda karadelik küresinin tam merkezi,
kurt deliğindeki hortumun da tam orta noktasıdır. Yolculuktan
anlaşıldığı üzere bu nokta da evrenimize ve evrenlere ait tüm
bilgi en ufak detayına kadar mevcuttur. Yine bu nokta da
başlangıç ve son birleşiktir daha doğrusu aynıdır. Dolayısıyla
bu nokta da evrenimiz ve evrenlere ait son hareket bellidir.
Sonraki süreçte ise (olay ufuklarını bir huniye benzetirsek,
huni hortumlarının birleştiği bu nokta dan), hortumun diğer
bölümüne doğru hareket ederken evren soyut (takyonik) olarak
zamanda ileri doğru akmaya başlar ve everenin sonu geldiğinde
diğer kurt deliğinin olay ufkunda takyon enerjisi bildiğimiz
anlamda enerjiye dönüşüp safha-safha yoğunlaşırken zamanda
gelecekten geçmişe doğru giderek evrenin herhangi bir uzay ve
zamanına geri döner ve orada açığa çıkar.
Şimdi de bu
nokta ya madde planından giderek değil de, direkt tepe nokta dan
bakacak olursak; bu nokta evren ve evrenlere ait bütün
programlara sahip bir biçimde big-bang nokta ve noktaları olarak
kainatı meydana getirir. Benzer bir ifadeyle; Mutlak Bilince ait
hülyalı düşünceler bu nokta ile beraber filizlenerek big-bang
patlamalarıyla önce bildiğimiz türden enerji boyutunda sonrada
sırasıyla yoğunlaşarak algılayıcısına göre maddesel evrenleri
meydana getirmektedirler.
İşte
evrenimiz, t=0 anı olan bu nokta ile 10 üssü (-43) saniye
arasında soyut bir halde süper uzayda iken, 10 üssü (-43) sn de
Süper Uzay sona ererek soyut haldeki enerji Planck kütleli
akdelik noktasının olay ufkundan bildiğimiz anlamda kuantlaşma
ile birlikte enerji ve madde şekline dönüşür.
Konunun daha
iyi anlaşılması için tekrardan maddesel boyuttan yola çıkarsak;
10 üssü (-33) cm çaplı Planck aralığı yada karadeliğin tam olay
ufkuna geldiğimizde bildiğimiz uzay-zaman yapısı ortadan kalkıp
tek bir nokta olarak süper uzaya açılırız. Bu boyutta ise, bizim
evrenle birlikte sonsuz evrenlere ait big-bang noktaları
bulunur. Bu noktalara bir açıdan baktığımızda bunlar tünellerin
ağzıdır. Dolayısıyla süper uzayın girişi tünellerin ağzından
meydana gelmiş bir yapıdır (dokudur) diyebiliriz. Bu boyutta
noktalar bir diğerinin aynısı olduğu için her bir tünelde de
diğer tüm tünellere ait olan bilgiler mevcuttur. Bizim evrene
ait olan big-bang noktası yada bu tünelin ağzından içeri
girdiğimizde (ki bunların hepsi boyutsal iniştir) evrenimize ait
tüm oluşlar deminde dediğimiz gibi sonsuz gelecekten geçmişe
akarak bize göre t=0 anında en başa döner. Yalnız t=0 sınırında
süper uzayın tavanında görünen tüm tünellerde bu nokta da
birleşirler ki buraya mistik dille “Nur üstüne Nur”
denmektedir. Yani öyle bir nokta düşünelim ki, süper uzayın
tabanı olan bu noktadan huni biçiminde sonsuz tüneller çıkmakta
ve süper uzayın tavanı olan tünellerin ucundan (ağzından) big-bang
patlamalarıyla somut enerji ve maddesel evrenler oluşmakta.
t=0 anından
öncesinde ise ne olduğuna bilim cevap verememektedir. Bunun
cevabını sufizm de buluyoruz. Mistisizm bu noktanın öncesinde,
bize göre soyut olarak ifade ettiğimiz takyonlara bile soyut bir
boyut olan mana boyutunun olduğunu söyler. Resulullah da
“Allah var idi ve Onunla birlikte hiçbir şey yok idi”
şeklinde ki ifadesiyle bu boyutta Allah’ın kendi kendine var
olduğunu belirtmektedir. Bir başka anlamda burası Salt İlim
boyutudur. Bu boyutta kesinlikle bir yaratılmışlık söz konusu
değildir ve yaratılmışlığa ait olan tüm olaylarda şekilsiz ve
suretsiz bir biçimde burada mevcuttur. Yaratılma bu t=0 anından
itibaren başlamıştır. Gerçi bu andan itibaren tüm boyutlarda da
Ondan ayrı bir şey yok fakat bu boyutlar yoktan var edilmiştir.
Üstelik bunlar bile bize göre anlatımlardır.
Bununla
birlikte; dini terminolojide Hz Muh(sav) in miraç hadisesinde,
Sitrei Münteha olarak isimlendirdiği ve Cebrail (as) ın “bir
adım daha atarsam yanarım” (ki varlığım bir üst boyut itibariyle
devam eder anlamında) dediği bu nokta, tüm enerji
biçimlerinin sona erip bittiği ve Allah’a ait olan manaların
başladığı sınırdır ki, bu boyutta zaman kavramının her türüne
yer yoktur. Çünkü bu sonsuz ve sınırsız boyuttaki zaman birimi
“An” olarak ifade edilmektedir.
Burada çok
önemli bir husus da; manaların enerjiye yani soyuttan somuta
dönüştüğü ilk anda, sınırda ki sonsuz-sınırsız enerji boyutunda
da yine zaman ve mekanın varlığı mevcut değildir. Bu yapıda da
zaman birimi “An” dır ve her şey yine şekilsiz ve suretsiz bir
biçimde bir Bütün olarak mevcuttur. Uzay-zaman dediğimiz şey, bu
ilk andaki Bilinçli Enerjinin çeşitli oranlarda, terkiplerde
yoğunlaşması sunucu big-bang patlamalarıyla bildiğimiz enerji ve
madde biçiminde görünmesiyle meydana gelmiştir. İşte tam bu t=0
anı olarak kabul ettiğimiz ve tüm sonsuz tünellerin birleşim
noktası olan bu nokta da ki sonsuz enerjiye mistik dille
Allah’ın Kudret Sıfatının mazharı olarak Ruhu Azam, İlim
Sıfatının mazharı olarak Aklı Evvel (Kozmik Bilinç), Kimliğine
de Hakikatı Muhammediye ismi verilmektedir. Dışarıdan bu nokta
(aslında böyle bir şey olmaz ama anlatım sadedinde) 0 (Hiçlik)
noktası olarak algılanırken, aynı şeye içeriden bakıldığında bu
noktanın sonsuz-sınırsız bir Bilinç ve Enerjiye sahip bir yapı
olduğu görünür. işte Kainattaki tüm yaratılmışlar varlığını ve
bilincini bu Melekten alırlar.
Bu konuyu
ünlü İslam mistiği Şebüsteri ise şöyle ifade etmektedir.
“Bütün devir, günler, aylar, yıllar tek bir
noktanın içine toplanmış, bir ana sığmış. Ezelle ebed birbirinin
aynı. Başladığı noktadan itibaren dönüp duran şu devran,
binlerce şekle bürünüp görünmekte. Her noktada bir dönüş
başlamakta,ve yine o noktada bitmekte, merkezde O, bu dönüş de
dönende O”.
(bkz.
Zaman Ötesi – Ahmed Fevzi Yüksel /
www.gulizk.com)
Devam
edecek...
İstanbul - 04.01.2000
http://gulizk.com
(1)Bu kumaşı
tıpkı örümcek ağı yada bir alış veriş filesi gibi düşünürsek, bu
ağın gergin dümdüz halini uzay, üçüncü boyuta olan derinliğin
neden olduğu tümsek ve çukurluklu kırışık durumdaki yapısını da
uzay-zaman olarak görebiliriz.
(2)
Uzay-zamanın geçerli olmadığı bu mutlak boşluğa kuantum fiziği
açısından bakacak olursak burasının boş değil, sonsuz sınırsız
enerji alanlarıyla dopdolu canlı ve şuurlu bir boyut olduğunu
görürdük. Bu boyutu David Bohm kuantum potansiyeli kavramı ile
açıklarken bazı fizikçiler ise, yine kuantum potansiyeli ile
benzer özellikleri taşıyan takyonlarla açıklamaktadırlar. Ayrıca
hologram teorisinin takyonları da içerecek şekilde açıklaması bu
iki görüşün aslında ayrı ayrı şeyler değil, birbirleriyle
bağlantılı, ilintili olduklarını da bize göstermektedir.
(3) Bu tür
anlatımlarda konunun daha iyi anlaşılması için genelde bir–iki
parametre göz önünde bulundurulup diğerleri göz ardı
edilebilmektedir. Mesela zaman gibi. Fakat olayı tam
algılayabilmek için bütün parametreler aynı anda düşünülmelidir
|