Çünkü
evrendeki her fiziksel oluşum, önce meydana geldiği yer ve
yakın çevresini etkilemektedir. Tıpkı bir fırtınanın, önce
bulunduğu yeri etkileyip etki alanı dışındaki yerlerde hiçbir
etki oluşturmaması ya da güneşin şu anda yok olduğunu düşündüğümüz
takdirde, bize olan etkisini sekiz dakika sonra burada göstermesi
gibi...
Fakat
bu durum da Einstein'ın yerel nedensellik ilkesine aykırı
idi. Çünkü evrendeki her fiziksel oluşum, önce meydana
geldiği yer ve yakın çevresini etkilemektedir. Tıpkı bir fırtınanın,
önce bulunduğu yeri etkileyip etki alanı dışındaki
yerlerde hiçbir etki oluşturmaması ya da güneşin şu anda
yok olduğunu düşündüğümüz takdirde, bize olan etkisini
sekiz dakika sonra burada göstermesi
gibi...
Fakat
Bohr, Einstein in kendisine saldıracağını bildiği için
buna karşılık olarak, ışıktan hızlı bir iletişimin
varlığı yerine, atomaltı parçacıkları gözlemlenmedikleri
takdirde var olmuyorlarsa, bunların birbirlerinden bağımsız
nesneler olarak değil, bölünmez
bir sistemin parçalan şeklinde var oldukları biçiminde bir açıklama
getirdi. Fakat Bohr, kuantum altı sistemin ne olduğunu
bilemiyor ve bu yüzden de açıklık getiremiyordu. Bhor'un,
atomaltı sistemin bölünmez olduğu görüşü, her şeyin
birbirleriyle karşılıklı etkileşmesini göstermesine rağmen,
maalesef hem Bohr hem de takipçileri tarafından görmezden
gelinmiştir.
Bununla
birlikte Einstein'in, kuantum fiziğindeki ölçüm
sonucunun rastlantı kavramını ön plana çıkartması, ölçüm
öncesinde tanecikler hakkında herşey bilinse dahi, ölçümün
hangi sonucu vereceğinin ve ölçümden sonra parçacağın
hangi durumda bulunacağının bilinmemesi (ki ölçüm sonucu,
tam ölçme anında doğal olarak takip edilmeyecek bir süreç
sonunda çıkıyordu) sistemin Newton'un determinist düşüncesini
yıkarak indeterminist bir çizgiye oturmasını ve yerel
nedensellik ilkesinin ihlali (ya da tam açıklanamaması) onu,
kendi çalışmalarının nedeni olduğu kuantum kuramını
reddetmeye götürdü. Çünkü, evrende şans faktörüne yer
yoktu. Dolayısıyla, kuantum fiziğini, doğanın kendisinde değil,
ölçümü yapan gözlemcinin bir yanılgısı ya da yetersizliğinden
kaynaklandığını düşünüyor, bu yüzden de tamamlanmamış
eksik bir teori olarak görüyordu. Bunun çözümü olarak da,
Kuantum altı boyutta yer alan ayrı bir gerçekliğin (yani,
determinist, nedensel bir yapının) mevcut olduğunu ve bunun
da kuantum düzeylerinde fiziksel olayları açıklayabileceğini,
başka bir deyişle dalga paketinin çöküşünü meydana
getiren sahnenin arkasındaki belirlenebilir etkenlerin gizli değişkenlerle
betimlenerek, ,kuantum olaylarının
aslında salt rastlantısal olmayan
olaylar
olduğunu düşünüyordu.
Böylece ikiz parçacıklar arasındaki haberleşmelerde, yerel
nedensellik ilkesini bozarak (ya da ışıktan hızlı iletişimin)
telapati kurmaları değil, daha temel düzeyde parçacıkların
birbirlerinin
davranışlarını
bilmelerine karşın, kuantum
düzeylerinde bilmiyormuş gibi davranış hile yaptıkları
şeklinde açıklıyordu.
David
Bhom da Einstein'la
uzun görüşmeler
sonucunda
çalışmalarını bu boyutta yoğunlaştırıp atom altı parçacıklarının
bir gözlemci olmadığı zaman da mevcut olduklarını
varsayarak çalışmalarına başladı ve sonunda kuantum
potansiyeli adını verdiği kuramla Kuantum düzeyindeki tüm
oluşumlara açıklık getirdi. Buna göre, algıladığımız
evrende tüm nesnelerin belirgin bir yeri olmasına karşın,
Q.P.A. düzeyinde yer kaplama özelliği yoktur. Böylece
uzaydaki herhangi bir nokta diğer
noktaların tümüyle eşitlenerek bir şeyin diğer bir şeyden
ayrılığını ortadan kaldırmaktadır. Başka bir özelliği
de bu alanın, gravitasyonel alana benzer tüm uzaya egemen
olmasına karşın, diğer dört temel kuvvetinde olduğu gibi
uzaklıklara bağlı olarak azalıp ya da artmamasıdır. Aksine
karmaşık ve fark edilmez bir düzeyde uzayın her yerinde aynı
güce, etkiye sahip olmaktadır ki, bu da bu alanın mekansızlık
özelliği yanında bütünsellik özelliğini de göstermektedir.
Şüphesiz,
Bhom buna elektronların bir plazma (yüksek yoğunluklu
elektron, pozitif iyon ve atomlar tabyan bir gazdır) içine
girer girmez bağımsız davranıs
biçimlerini terk ederek daha geniş bir bütünün karşılıklı
bağlantı
içinde
bulunan parçalarıymış gibi
davrandıklarını gözlemleyerek ulaşmıştı. Bu elektronların
gelişigüzel bireysel
hareket
eder gibi görünmelerine karşın, sayısız
elektronlar bir arada
çok
mükemmel
biçimde örgütlenmekteydi.
Böylece plazma,
sanki
bir amip
gibi sürekli
olarak kendisini
yenileyerek, tüm aksi eylemlere yol açan
tanecikleri de, biyolojik bir
organizmanın yabancı bir varlığı kist içinde
toplamasına benzer biçimde, bur duvar içine alıyordu.
Bhom,
plazmalar üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda gördüğü
canlı elektron denizini, metallerde de gözlemledi. Sonucunda
da elektronların neden ortalığa saçılmadıklarını,
kuantum düzeyi altındaki kuantum potansiyeli yoluyla tüm
sistemin, tıpkı askerlerinki gibi, eş güdümsel
hareketlerinden kaynaklanmakta olduğunu anladı. Yalnız
elektronların böylesi
bir bütünselliğin
içinde olmasının
Newton fiziğinin öngördüğü,
bir makinenin parçalarının bir araya getirilmesiyle sağlanan
(ya da makinenin içinde yer alan bir hayaletin meydana getirdiği)
birlikteliğin değil, canlı bir varlığın parçaları arasındaki
örgütlü bir Tekliğin varlığını göstermekteydi.
Bu
konuda araştırmalarını derinleştirdikçe, kuantum altı düzeyin
tıpkı bir hologram plakasındaki girişim desenlerine benzer
olduğunu keşfetti. Böylece, bu iki düzen arasında var olan
sürekli ve akıcı alış verişi, pozitronyum atomu örneğindeki,
taneciklerin bir tür parçacıktan diğer bir parçacığa dönüşerek
nasıl biçim değiştirdiklerine uyguladı. Mesela, bir tanecik
(elektron), gizli düzene geri dönüp saklanırken, bir başka
parçacık (bir foton) ortaya çıkarak onun yerini almaktadır.
Bu aynı zamanda dalga (parçacık dualitesinin nasıl oluştuğuna
da açıklama getiriyordu. Dolayısıyla, her iki görünüm de,
daima bir kuantum topluluğu içinde gizlenmiş durumda iken,
hangi görünümün ortaya çıkıp hangisinin saklanacağını
gözlemcinin, bu kuantum topluluğu ile olan karşılıklı
etkileşim şekli belirleyecektir. Fakat burada dikkat edilecek
bir husus da, kophenag yorumunun öne sürdüğü gibi, bir gözlemlenen
olay, bir de onu gözlemleyerek etkileyen, var kılan gözlemcinin
mevcut olmayıp (ki kophenag yorumu bunu ikiye ayırır)
ikisinin de aslında aynı şey olduğu gerçeğidir.
Dolayısıyla
bu bizim bir avizeden çıkan ışınla,
bir masa. gezegen, yıldız ya da galaksilerle aynı yapıdan
meydana gelmiş bir bütünsel yapı olduğumuzu değil, aynı
tek şey olduğumuzu söyler.
Burada dikkat edilecek nokta; ister
Neils
Bhor'un
Kophenag
yorumu,
ister Wheleer-Everett'in çoklu evrenler modeli, isterse de
David Bhom'un saklı düzen kavramı olsun, her üçü de, zihne
başvurmadan kuantum sisteminin asla çözümlenemeyeceğini, görünenin
gözlemci tarafından yaratılmakta ve evrenin de bir fiziksel
gerçekliğe sahip olmaksızın bir düşünceden yanılsamadan
ibaret olduğunu belirtir.
Bhom,
her ne kadar Einstein'ın ekolüne bağlı olsa da, kuantum altı
düzeyinde, farklı görüşleri vardır. Çünkü Einsten'ın
gizli değişkenleri, yerel nedensellik ilkesini çiğnememesine
karşın, Bell'in deneysel olarak da ispatlanan teorisi,
uzay-zamanla etkileşmeyeçek şekilde ayrı bölgeler arasında
etkileşmeye izin veren, yerel olmayan (non-local)
etkileşimlerin
varlığını göstermekteydi ki, bu da anlık bilgi aktarımına
neden olmaktaydı. Dolayısıyla bu gizli değişkenler, Bhom
tarafından saklı düzenin bir örneği,
Sarfatti ve arkadaşları tarafından da ışıktan
hızlı
hareket eden Takyonlarm örneği olarak görülür. Böylece
Bhom'a göre, ikiz parçacıklar hem hile yapmakta, hem de
hilesiz telepati. Çünkü gizli değişkenlerin, deneyle
ispatlanmış kuantum gerçekliğini de ifade etmesi
gerekmektedir.
Popüler
Bilim
Nisan-Mayıs
2002
(İstanbul
- 11.06.2002
http://sufizmveinsan.com
Kaynakça
1.TÜBİTAK
Bilim ve Teknik: Aralık 94, Mayıs 96
2.
Kozmik Kod: Heinz R.Pagels.
|