2. Bölüm

Çünkü evrendeki her fiziksel oluşum, önce meydana geldiği yer ve yakın çevresini etkilemektedir. Tıpkı bir fırtınanın, önce bulunduğu yeri etkileyip etki alanı dışındaki yerlerde hiçbir etki oluşturmaması ya da güneşin şu anda yok olduğunu düşündüğümüz takdirde, bize olan etkisini sekiz dakika sonra burada göstermesi gibi...

Fakat bu durum da Einstein'ın yerel nedensellik ilkesine aykırı idi. Çünkü evrendeki her fiziksel oluşum, önce meydana geldiği yer ve yakın çevresini etkilemektedir. Tıpkı bir fırtınanın, önce bulunduğu yeri etkileyip etki alanı dışındaki yerlerde hiçbir etki oluşturmaması ya da güneşin şu anda yok olduğunu düşündüğümüz takdirde, bize olan etkisini sekiz dakika sonra burada göstermesi gibi...

Fakat Bohr, Einstein in kendisine saldıracağını bildiği için buna karşılık olarak, ışıktan hızlı bir iletişimin varlığı yerine, atomaltı parçacıkları gözlemlenmedikleri takdirde var olmuyorlarsa, bunların birbirlerinden bağımsız nesneler olarak değil, bölünmez bir sistemin parçalan şeklinde var oldukları biçiminde bir açıklama getirdi. Fakat Bohr, kuantum altı sistemin ne olduğunu bilemiyor ve bu yüzden de açıklık getiremiyordu. Bhor'un, atomaltı sistemin bölünmez olduğu görüşü, her şeyin birbirleriyle karşılıklı etkileşmesini göstermesine rağmen, maalesef hem Bohr hem de takipçileri tarafından görmezden gelinmiştir.

Bununla birlikte Einstein'in, kuantum fiziğindeki ölçüm sonucunun rastlantı kavramını ön plana çıkartması, ölçüm öncesinde tanecikler hakkında herşey bilinse dahi, ölçümün hangi sonucu vereceğinin ve ölçümden sonra parçacağın hangi durumda bulunacağının bilinmemesi (ki ölçüm sonucu, tam ölçme anında doğal olarak takip edilmeyecek bir süreç sonunda çıkıyordu) sistemin Newton'un determinist düşüncesini yıkarak indeterminist bir çizgiye oturmasını ve yerel nedensellik ilkesinin ihlali (ya da tam açıklanamaması) onu, kendi çalışmalarının nedeni olduğu kuantum kuramını reddetmeye götürdü. Çünkü, evrende şans faktörüne yer yoktu. Dolayısıyla, kuantum fiziğini, doğanın kendisinde değil, ölçümü yapan gözlemcinin bir yanılgısı ya da yetersizliğinden kaynaklandığını düşünüyor, bu yüzden de tamamlanmamış eksik bir teori olarak görüyordu. Bunun çözümü olarak da, Kuantum altı boyutta yer alan ayrı bir gerçekliğin (yani, determinist, nedensel bir yapının) mevcut olduğunu ve bunun da kuantum düzeylerinde fiziksel olayları açıklayabileceğini, başka bir deyişle dalga paketinin çöküşünü meydana getiren sahnenin arkasındaki belirlenebilir etkenlerin gizli değişkenlerle betimlenerek, ,kuantum olaylarının aslında salt rastlantısal olmayan olaylar          olduğunu düşünüyordu. Böylece ikiz parçacıklar arasındaki haberleşmelerde, yerel nedensellik ilkesini bozarak (ya da ışıktan hızlı iletişimin) telapati kurmaları değil, daha temel düzeyde parçacıkların                     birbirlerinin davranışlarını     bilmelerine     karşın, kuantum düzeylerinde bilmiyormuş gibi davranış hile yaptıkları şeklinde açıklıyordu.

David  Bhom da  Einstein'la uzun  görüşmeler

sonucunda çalışmalarını bu boyutta yoğunlaştırıp atom altı parçacıklarının bir gözlemci olmadığı zaman da mevcut olduklarını varsayarak çalışmalarına başladı ve sonunda kuantum potansiyeli adını verdiği kuramla Kuantum düzeyindeki tüm oluşumlara açıklık getirdi. Buna göre, algıladığımız evrende tüm nesnelerin belirgin bir yeri olmasına karşın, Q.P.A. düzeyinde yer kaplama özelliği yoktur. Böylece uzaydaki herhangi bir nokta diğer noktaların tümüyle eşitlenerek bir şeyin diğer bir şeyden ayrılığını ortadan kaldırmaktadır. Başka bir özelliği de bu alanın, gravitasyonel alana benzer tüm uzaya egemen olmasına karşın, diğer dört temel kuvvetinde olduğu gibi uzaklıklara bağlı olarak azalıp ya da artmamasıdır. Aksine karmaşık ve fark edilmez bir düzeyde uzayın her yerinde aynı güce, etkiye sahip olmaktadır ki, bu da bu alanın mekansızlık özelliği yanında bütünsellik özelliğini de göstermektedir.

Şüphesiz, Bhom buna elektronların bir plazma (yüksek yoğunluklu elektron, pozitif iyon ve atomlar tabyan bir gazdır) içine girer girmez bağımsız davranıs biçimlerini terk ederek daha geniş bir bütünün karşılıklı bağlantı    içinde bulunan parçalarıymış gibi davrandıklarını gözlemleyerek ulaşmıştı. Bu elektronların gelişigüzel bireysel

hareket eder gibi görünmelerine karşın, sayısız elektronlar bir arada

çok mükemmel  biçimde  örgütlenmekteydi. Böylece plazma,

sanki bir amip gibi sürekli olarak kendisini yenileyerek, tüm aksi eylemlere yol açan tanecikleri de, biyolojik bir organizmanın yabancı bir varlığı kist içinde toplamasına benzer biçimde, bur duvar içine alıyordu.

Bhom, plazmalar üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda gördüğü canlı elektron denizini, metallerde de gözlemledi. Sonucunda da elektronların neden ortalığa saçılmadıklarını, kuantum düzeyi altındaki kuantum potansiyeli yoluyla tüm sistemin, tıpkı askerlerinki gibi, eş güdümsel hareketlerinden kaynaklanmakta olduğunu anladı. Yalnız elektronların böylesi   bir   bütünselliğin   içinde   olmasının   Newton fiziğinin öngördüğü, bir makinenin parçalarının bir araya getirilmesiyle sağlanan (ya da makinenin içinde yer alan bir hayaletin meydana getirdiği) birlikteliğin değil, canlı bir varlığın parçaları arasındaki örgütlü bir Tekliğin varlığını göstermekteydi.

Bu konuda araştırmalarını derinleştirdikçe, kuantum altı düzeyin tıpkı bir hologram plakasındaki girişim desenlerine benzer olduğunu keşfetti. Böylece, bu iki düzen arasında var olan sürekli ve akıcı alış verişi, pozitronyum atomu örneğindeki, taneciklerin bir tür parçacıktan diğer bir parçacığa dönüşerek nasıl biçim değiştirdiklerine uyguladı. Mesela, bir tanecik (elektron), gizli düzene geri dönüp saklanırken, bir başka parçacık (bir foton) ortaya çıkarak onun yerini almaktadır. Bu aynı zamanda dalga (parçacık dualitesinin nasıl oluştuğuna da açıklama getiriyordu. Dolayısıyla, her iki görünüm de, daima bir kuantum topluluğu içinde gizlenmiş durumda iken, hangi görünümün ortaya çıkıp hangisinin saklanacağını gözlemcinin, bu kuantum topluluğu ile olan karşılıklı etkileşim şekli belirleyecektir. Fakat burada dikkat edilecek bir husus da, kophenag yorumunun öne sürdüğü gibi, bir gözlemlenen olay, bir de onu gözlemleyerek etkileyen, var kılan gözlemcinin mevcut olmayıp (ki kophenag yorumu bunu ikiye ayırır) ikisinin de aslında aynı şey olduğu gerçeğidir.

Dolayısıyla bu bizim bir avizeden çıkan ışınla,  bir masa. gezegen, yıldız ya da galaksilerle aynı yapıdan meydana gelmiş bir bütünsel yapı olduğumuzu değil, aynı tek şey olduğumuzu söyler. Burada dikkat edilecek nokta; ister     Neils     Bhor'un     Kophenag

yorumu, ister Wheleer-Everett'in çoklu evrenler modeli, isterse de David Bhom'un saklı düzen kavramı olsun, her üçü de, zihne başvurmadan kuantum sisteminin asla çözümlenemeyeceğini, görünenin gözlemci tarafından yaratılmakta ve evrenin de bir fiziksel gerçekliğe sahip olmaksızın bir düşünceden yanılsamadan ibaret olduğunu belirtir.

Bhom, her ne kadar Einstein'ın ekolüne bağlı olsa da, kuantum altı düzeyinde, farklı görüşleri vardır. Çünkü Einsten'ın gizli değişkenleri, yerel nedensellik ilkesini çiğnememesine karşın, Bell'in deneysel olarak da ispatlanan teorisi, uzay-zamanla etkileşmeyeçek şekilde ayrı bölgeler arasında etkileşmeye izin veren, yerel olmayan (non-local)

etkileşimlerin varlığını göstermekteydi ki, bu da anlık bilgi aktarımına neden olmaktaydı. Dolayısıyla bu gizli değişkenler, Bhom tarafından saklı düzenin bir örneği, Sarfatti ve arkadaşları tarafından da ışıktan

hızlı hareket eden Takyonlarm örneği olarak görülür. Böylece Bhom'a göre, ikiz parçacıklar hem hile yapmakta, hem de hilesiz telepati. Çünkü gizli değişkenlerin, deneyle ispatlanmış kuantum gerçekliğini de ifade etmesi gerekmektedir.

Popüler Bilim
Nisan-Mayıs 2002

(İstanbul - 11.06.2002
http://sufizmveinsan.com

 

Kaynakça
1.TÜBİTAK Bilim ve Teknik: Aralık 94, Mayıs 96
2. Kozmik Kod: Heinz R.Pagels.


Üst Ana sayfa e-mail