Bu
sistemi açıklayıcı bir başka örnek için tekrar deneye dönüp bu
sefer, çift yarıklı plakanın arkasına, önce parçacık dedektörünü
sonra da dedektörlü plakayı yerleştirerek taneciklerin
davranışlarını gözlemlemeye çalışalım.
Bir kaynaktan çıkan elektronlar ya tanecik olarak deliklerin
birinden ayrı ayrı olarak geçerler ya da dalgasal özellikleri
dolayısıyla tek tek, aynı anda her iki delikten de geçecek
şekilde yol alırlar. Gerçekten de ben tanecik dedektörünü
yerleştirdiğim zaman elektronlar parçacık özelliğini kullanarak
yarıkların birinden geçip dedektöre gelirken, tanecik
dedektörünü kaldırıp bunun yerine dedektörlü plakayı koyduğumda
da, tanecikler parçacık özelliği yerine dalgasal özelliğini
kullanarak her iki delikten aynı anda geçip girişim motifi
oluşturmakta ve bunu da plakaya aksettirmektedirler.
Kısacası, ben parçacık dedektörünü kullanarak ölçümü
gözlemlemeye çalıştığımda elektronlar tanecik özelliğini
gösterirken, dalga dedektörüyle ölçümü gözlemlemek istediğimde
ise, girişim deseni oluşturarak dalgasal yönlerini
sergilemektedirler. Dolayısıyla, daha önce de ifade ettiğimiz
gibi, benim deneyi gözlemleme şeklim, taneciklerin davranışını
belirlemektedir.
Şimdi burada bir şey daha yapalım ve deneye öncelikle parçacık
dedektörüyle başlayalım. Ama öyle bir düzenek kuralım ki,
elektronlar yarıkları geçtikten sonra hemen bu parçacık
dedektörünü kaldırarak yerine dalgasal ölçeri yerleştirelim.
Bunu yaptığımızda, yarıklardan geçen elektronların dalgasal
özellik yerine parçacık özelliğini sergileyip plakaya çarparak
girişim deseni oluşturmamasını beklerken, durumun böyle olmayıp
tam aksine, plakada girişim desenini meydana getirdiğini
görürüz.
Eğer kararımızı, elektronlar deliklerden geçtikten sonra verip
bu plakalardan birini deneye sokmuş olsak bile yine aynı
sonuçları elde ederiz.
Gerçekten de böyle bir deney 1985 yılında Amerika Maryland’ dan
üç fizikçi Oleg Jakubowicz, William Wickes ve Carrol Alley
tarafından foton ve ayna kullanarak gerçekleştirilmiştir. Bu
aynayı kullanmadıklarında tek bir foton, parçacık özelliği ile
bu deliklerin birinden geçerken ayna devreye girdiğinde dalgasal
özelliği ile aynı anda iki yarıktan geçmekteydi. Ancak işin
ilginç yanı, aynanın devreye sokulup sokulmayacağı kararı
fotonların yarıklardan geçtikten sonra verilmiş olmasıydı. Bu da
bize, o anda verilen bir kararın fotonların
(taneciklerin) geçmiş durumlarını etkilediğini
göstermektedir.
Bunların dışında yapılan ayrı bir deneyde de (ki bu Bell
teorisinin Paris Üniversitesi Optik Fizikçilerinden Alain
Aspect, Gerard Roger ve Jean Dalibard tarafından
gerçekleştirilmiş olan deneyidir), iki tanecikten birinin yönü
değiştirildiğinde diğer parçacığın da aynı anda yönünün
değiştiği gözlemlenmiş ve bu tanecikler arasındaki mesafe, en
büyük hız olan ışık hızının bile milyonlarca, milyarlarca yıl
gidebileceği bir uzaklığa kadar artırılmış olsa da birindeki
hareket değişikliğinin diğerine aynı anda yansıdığı
anlaşılmıştır. Sadece bu parçacıkların doğrultu değişimleri için
değil spinleri... için de aynen geçerlidir.
Tüm bunlardan çıkan sonuçlara sorular halinde cevap bulmaya
çalışırsak; acaba elektronlar (tanecikler), tek tek
gönderildikleri zaman geçeceği deliklerin tek yarıklı mı yoksa
çift yarıklı mı olduğunu nereden bilmektedirler ki ona göre
harekette bulunuyorlar? Ya da bir elektron (parçacık) aynı anda
hem öncesinde hareket eden hem de sonrasında hareket edecek olan
tüm elektronların ne şekilde davranacaklarını, deney aletlerini,
deneycinin zihninin vereceği kararı önceden nasıl biliyor da bu
duruma göre kendi hareketlerini (davranışlarını) belirliyor?
Üstelik aralarındaki mesafenin de hiçbir önemi olmaksızın.
Bununla birlikte, kuantum fiziğindeki çift yarıklı deney ile
madde-antimadde veya parçacıklar arasındaki etkileşmenin
aralarındaki mesafeye bağlı olmaksızın gerçekleşmesine ve
kuantumun ihtimalli doğasına, “Tanrı zar atmaz” diyen Einstein
ve arkadaşları, EPR paradoksu ile bunun, hem yerel nedensellik
ilkesine (yani uzak olayların herhangi bir aracılık olmadan
yerel olayların anında etkileyemeyeceği ilkesi) hem de
Determinist ilkeye ters düşmesi nedeniyle, kuantum fiziğinin
yetersiz ya da yanlış olduğu fikriyle karşı çıktılar. Ve bu
durumun uzun yıllar felsefik olarak tartışılması sonucunda,
Cern’deki fizikçi Jhon Bell, teorik bir durum olan bu görüşlere
karşın, olaya deneysel yönden uygulanabilirlik sağlanacağını
göstermiş, 1982 yılında da Paris’ten Alain Aspect bu deneyi
yaparak kuantum gerçekliğinin ardında bir başka gerçekliğin
gizli olduğunu bulmuş ve Einsten’ın determinist ilkesi ile
Bhor’un madde –antimadde arasındaki etkileşmenin sonucu yerel
nedensellik ilkesinin olamayacağı görüşünün bu boyutta
birleşmesini sağlamıştır. Böylece bir foton (tanecik) galaksinin
ya da evrenin ucundaki bir diğer fotonla (parçacıkla) veya
diğer tüm fotonlarla (parçacıklarla) çift yarıklı deneydeki gibi
zaman ve mekan kavramı olmaksızın bağlantılıydı.
Bell’in bulgusu, alışılmış kuantum teorisinin bir şekilde eksik
ve yanı sıra gizli değişkenler şeklinde, dünyanın durumu
hakkında ek fiziksel bilgi vermiş ve bir alt kuantum teorisinin
mevcut olduğunu göstermiştir. Eğer fizikçiler bu değişkenleri
bilselerdi, belli bir ölçümün sonucunu (yalnızca çeşitli
sonuçların olasılıklarını değil) kestirebilirlerdi. Hatta,
parçacıkların momentum ve konumlarını aynı anda belirleyebilir
ve determinizmin varlığını da yeniden oluşturabilirlerdi.
Benzer bir ifadeyle eğer biz gerçekliğin bir kart destesi
olduğunu düşünürsek, kuantum teorisine göre, dağıtımı yapılan
tüm ellerin olasılığı konusunda öngörüde bulunmayacak, bunun
yerine kuantum altı boyutun gizli değişkenleri vasıtasıyla
destenin içine bakıp her eldeki tek tek kartlar hakkında
kestirimde bulunabileceğiz.
Parçacıkların yerel olmayan ilişkilerini David Bhom bir
plazma içindeki, elektronların, gelişi güzel, kaotik bir biçimde
sürekli bir kararsızlık durumunu yaratarak hareket etmek yerine,
tüm elektronların bilgisine göre yani holografik bir
biçimde davranış sergilediğini ve buna da “plazmon” ismini
vererek (aynı durumu metallerde de) deneysel olarak
göstermiştir. Bu görünmeyen ve holografik özellikli sisteme
“Gizli (Örtük) Düzen” ve bu düzenin kendi boyutlarınca
belirdiği, göründüğü düzenleri de “Belirgin Düzenler”
olarak ifade etmiştir. (bkz. Kuantum Potansiyeli I, II /
www.gulizk.com / Fizik)
Böylece bir taneciğin, diğer taneciklerden, deney aletlerinden
ve onu gözlemleyen (deneyi yapan ve izleyen) gözlemcinin
zihninden veya gözlemcinin zihninin deney aletleri ve
taneciklerden... bağımsız olmadığı ve daha derin bir düzeyde
birbirinden ayırt edilmeksizin Tek bir yapı oldukları, ancak
belirgin düzende açığa çıktıklarında farklı isim ve yapılarla
anıldıkları ve de bu iki düzen arasındaki gidiş gelişlerle de
her an birbirleriyle bağlantılı oldukları görülür. Bu nedenle
her şey bir diğer şeyin tüm özelliklerine sahip olan diğer aynı
şeydir ki, varlık bu şekilde birbirinin devamı olarak
sürekliliğini devam ettirmekte ve bundan ötürü fark edelim ya da
etmeyelim, yine birbirlerini zaman - mekan kavramı olmaksızın
her an ve her şekilde etkilemektedirler.
Uzay- zamandan bağımsız etkileşmeyi sadece mekanlar arası değil,
varlığın geçmiş-şimdi-geleceği arasında var olan aynı biçimdeki
bağlantıyı da kapsayacak şekilde düşünmeliyiz. Bu zamansal
bağlantıyı anlamak içinse, nasıl ki sağduyumuza göre
geleceğimiz, geçmişimiz tarafından oluşturuluyorsa, geçmişimiz
de aynı biçimde geleceğimiz tarafından şekillendirilmektedir.
Dolayısıyla, olaya Tek bir gözle (bakış açısıyla) Bütünsel
Boyuttan baktığımız taktirde ayrı ayrı olarak geçmişin mi
geleceği yoksa, geleceğin mi geçmişi var ettiği sorusu
anlamsızlaşır. Çünkü o boyutta, herhangi bir zaman ayrımı
olmaksızın Tek bir zamanın varlığı söz konusudur. Tıpkı
Einstein’ın “geçmiş, şimdi ve gelecek, sadece bir illüzyondan
ibarettir. Her ne kadar gerçek görünseler de...” dediği
gibi.
Gizli Düzende
varlığın Tek olması ve Belirgin Düzenlerdeki tüm
şeylerin birbirleriyle bağlantılı, ilintili olması dolayısıyla,
evrenin herhangi bir noktasında meydana gelen bir aktivite,
evrenin bilemediğimiz ve hatta hayal bile edemeyeceğimiz bir
diğer noktasındaki bambaşka şeyleri etkileyerek onların çeşitli
şekillerde harekete geçmesini sağlamaktadır. Bu durumun tüme
olan genelleştirilmesini parçacıklar açısından irdelersek;
bir elektron (tanecik) tüme (Bütüne) ait olan bilgiye göre
hareket ederken aynı zamanda tüm parçacıklar da bir elektronun
tüm özelliklerine sahip olarak davranışlarını düzenlerler.
Yani bir parçacık bütün parçacıkların davranışlarını
etkilerken aynı şekilde tüm parçacıklar da bir taneciğin
hareketini etkilemektedir. Varlığın Gizli Düzendeki
Tekliği (Bütünselliği) ve Belirgin Düzenlerdeki her
bir şeyin de diğer tüm şeylerle olan bağlantısını göz önüne
aldığımızda ise, Tek’in dışında ikinci bir şeyin hiçbir
şekilde mevcut olmadığını, bu nedenle de Belirgin Düzenlerde
görünenlerin kendilerine özgü özgür ve hür iradelerinin
olmadığını görürüz.
Ayrıca Kuantum fiziğindeki bu özellikler; dünyanın bizim onu
gözlemlememizden bağımsız, belirli bir varlık durumu olduğu
fikrini sona erdirerek, klasik nesnelliğin var olmadığını;
gerçeğin gözlemci tarafından yaratıldığını ve dünyanın insanın
niyetinden bağımsız olarak belli bir durumda var olmadığını
göstermektedir.Tıpkı bir cihazı kurup onu gözlemleyişimize
kadar, atomik dünyanın belirli bir durumda olmayışı gibi.
(Klasik anlamda değil, ama dalgasal formda farklı bir biçimde
mevcuttur. Çünkü kuantum altı boyutta İndeterminizm değil,
Determinizmin varlığı söz konusudur.)
Kuantum düzeylerine inildiğinde sistemin Zihinden bağımsız
açıklanamayacağını söyleyen (ayrıca buna Antropik ilke de
denmektedir) Prof. Dr. John A. Wheleer: “Eğer evreni
şekillendirecek gözlemciler olmasa, fizik yasaları, tüm değişen
evren ve evrenler olmayacaktı. Çünkü gözlemcilerin var olmadığı
evren, yok demektir.” diyerek “kendi kendini besleyen
(self reference)” adını verdiği evren modeliyle her şeyin
bir diğer şeyi meydana getirdiğini, dolayısıyla bizim kuantum
parçacıklarından makroskobik boyutlara kadar tüm evreni
oluşturduğumuz gibi, aynı zamanda evrenin de bizi meydana
getirmekte olduğunu belirtmektedir.
Bu
da bizi, algılananın mutlak evren değil, sadece insanın
evreni olduğuna; bunun gibi her boyut algılayıcısına göre
de sonsuz sayıdaki evrenlerin bulunduğuna ve evrende
mevcut olan bağlantılar dolayısıyla insanın boyutsal bilinç
sıçraması sonucu genişleyen-değişen algı durumu ile birlikte
Hakikâti olan bu boyutlara uzanabileceği gerçeğine götürür.
Böylece evren ve boyutları tüm varlıkların katılımlarıyla
rölatif (izafi) bir biçimde hiyerarşik olarak var olmuş Tekil
bir yapıdır.
Mistik alanda; bir yönüyle Salt Bilinç, bir yönüyle
İnsanı Kâmil, diğer bir yönüyle de Evrensel Enerji olan
Kuantsal Bütünlüğün, Kâinat adı altında zaman ve mekândan
bağımsız olarak her an kendi sistemiyle yaşamını sürdürdüğünü,
bu nedenle her şeyin aslında bu Kuantsal Bütünlüğün kendi
kendisini seyrinden ibaret olduğunu belirtmektedir.
Jhon Bell’in ortaya koyduğu gizli değişkenler, bazı bilim
adamlarınca tünel süreci olan Takyonlar vasıtasıyla
açıklanırken, David Bhom da daha önce belirttiğimiz gibi,
Kuantum altı düzeyi (ve dolayısıyla takyonları da) kuantum
potansiyeli adını verdiği holografik bir sistemle açıklayıp
evrende her şeyin, her şeyle çaprazlama biçimde ilişkili halde,
evrenin tüm boyutlarıyla tek bölünmez bir bütün olduğunu
belirterek, düzensizliğin var olmadığını göstermiştir. Tıpkı
gliserin dolu bir kavanozun içine bir mürekkep damlası
yerleştirildikten sonra, kavanoz içindeki silindirin
döndürülmesiyle, bu damlanın yayılıp gözden kaybolması, ters
yönde çevrilmesiyle de damlanın yeniden bir araya gelerek
belirmesinin, damlanın ortadan kaybolmasıyla yok olmayarak,
sistemin farklı boyutlarında farklı düzenlerin mevcut olduğunu
göstermesi ile suretleri meydana getiren holografik plakaya
kaydedilmiş bulunan girişim deseninin çıplak gözle bakıldığında
ilkin düzensiz bir biçiminde görünmesine karşın, bu girişim
örgüsüne uygun ışık ışınları düşürüldüğünde düzenli üç boyutlu
görüntülerin görülmesi gibi... Bu noktada Neils Bhor da
“büyük bir yenilik, ortaya çıktığında önce karışık ve garip
görünür” sözüyle destek vermektedir.
Böyle bir anlayış da bizi; düzenli-düzensiz (kaos),
canlı-cansız, madde-şuur... gibi birbirleriyle ilişkili
(bağlantılı) dualitelerin hiçbir zaman mevcut olmadığına, yani
her şeyin düzenli, canlı ve şuurlu olarak, bunlardan
maddenin, şuurun bir hali olduğuna, bu nedenle de şuur ve madde
(dolayısıyla diğer ikilemlerin) arasındaki görünür farklılığın
bir yanılsamadan ibaret olup ancak her ikisinin, nesnelerin
ve lineer zamanın belirgin dünyasında ortaya çıktıktan sonra
oluşabilen bir yapay olgusu olduğuna götürür ki,böyle bir evren
için de Kaos kavramına yer yoktur.
(Bkz. Allah, Hz Muhammed Neyi Okudu?- Ahmed Hulusi / Zamanda
Yolculuk – J. H. Brennan / Kuantum Benlik- Danah Zohar )
hologramk@yahoo.com
İstanbul
- 16.01.2004
http://gulizk.com
|