Düzensizliğin Düzeni ve
Kuantum Bilinç
3. Bölüm

      

Bu sistemi açıklayıcı bir başka örnek için tekrar deneye dönüp bu sefer, çift yarıklı plakanın arkasına, önce parçacık dedektörünü sonra da dedektörlü plakayı yerleştirerek taneciklerin davranışlarını gözlemlemeye çalışalım.

Bir kaynaktan çıkan elektronlar ya tanecik olarak deliklerin birinden ayrı ayrı olarak geçerler ya da dalgasal özellikleri dolayısıyla tek tek, aynı anda her iki delikten de geçecek şekilde yol alırlar. Gerçekten de ben tanecik dedektörünü yerleştirdiğim zaman elektronlar parçacık özelliğini kullanarak yarıkların birinden geçip dedektöre gelirken, tanecik dedektörünü kaldırıp bunun yerine dedektörlü plakayı koyduğumda da, tanecikler parçacık özelliği yerine dalgasal özelliğini kullanarak her iki delikten aynı anda geçip girişim motifi oluşturmakta ve bunu da plakaya aksettirmektedirler. Kısacası, ben parçacık dedektörünü kullanarak ölçümü gözlemlemeye çalıştığımda elektronlar tanecik özelliğini gösterirken, dalga dedektörüyle ölçümü gözlemlemek istediğimde ise, girişim deseni oluşturarak dalgasal yönlerini sergilemektedirler. Dolayısıyla, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, benim deneyi gözlemleme şeklim, taneciklerin davranışını belirlemektedir.

Şimdi burada bir şey daha yapalım ve deneye öncelikle parçacık dedektörüyle başlayalım. Ama öyle bir düzenek kuralım ki, elektronlar yarıkları geçtikten sonra hemen bu parçacık dedektörünü kaldırarak yerine dalgasal ölçeri yerleştirelim. Bunu yaptığımızda, yarıklardan geçen elektronların dalgasal özellik yerine parçacık özelliğini sergileyip plakaya çarparak girişim deseni oluşturmamasını beklerken, durumun böyle olmayıp tam aksine, plakada girişim desenini meydana getirdiğini görürüz.

Eğer kararımızı, elektronlar deliklerden geçtikten sonra verip bu plakalardan birini deneye sokmuş olsak bile yine aynı sonuçları elde ederiz. Gerçekten de böyle bir deney 1985 yılında Amerika Maryland’ dan üç fizikçi Oleg Jakubowicz, William Wickes ve Carrol Alley tarafından foton ve ayna kullanarak gerçekleştirilmiştir. Bu aynayı kullanmadıklarında tek bir foton, parçacık özelliği ile bu deliklerin birinden geçerken ayna devreye girdiğinde dalgasal özelliği ile aynı anda iki yarıktan geçmekteydi. Ancak işin ilginç yanı, aynanın devreye sokulup sokulmayacağı kararı fotonların yarıklardan geçtikten sonra verilmiş olmasıydı. Bu da bize, o anda  verilen bir kararın fotonların (taneciklerin) geçmiş durumlarını etkilediğini göstermektedir.

Bunların dışında yapılan ayrı bir deneyde de (ki bu Bell teorisinin Paris Üniversitesi Optik Fizikçilerinden Alain Aspect, Gerard Roger ve Jean Dalibard tarafından gerçekleştirilmiş olan deneyidir), iki tanecikten birinin yönü değiştirildiğinde diğer parçacığın da aynı anda yönünün değiştiği gözlemlenmiş ve bu tanecikler arasındaki mesafe, en büyük hız olan ışık hızının bile milyonlarca, milyarlarca yıl gidebileceği bir uzaklığa kadar artırılmış olsa da birindeki hareket değişikliğinin diğerine aynı anda yansıdığı anlaşılmıştır. Sadece bu parçacıkların doğrultu değişimleri için değil spinleri... için de aynen geçerlidir.

Tüm bunlardan çıkan sonuçlara sorular halinde cevap bulmaya çalışırsak; acaba elektronlar (tanecikler), tek tek gönderildikleri zaman geçeceği deliklerin tek yarıklı mı yoksa çift yarıklı mı olduğunu nereden bilmektedirler ki ona göre harekette bulunuyorlar? Ya da bir elektron (parçacık) aynı anda hem öncesinde hareket eden hem de sonrasında hareket edecek olan tüm elektronların ne şekilde davranacaklarını, deney aletlerini, deneycinin zihninin vereceği kararı önceden nasıl biliyor da bu duruma göre kendi hareketlerini (davranışlarını) belirliyor? Üstelik  aralarındaki mesafenin de hiçbir önemi olmaksızın.

Bununla birlikte, kuantum fiziğindeki çift yarıklı deney ile madde-antimadde veya parçacıklar arasındaki etkileşmenin aralarındaki mesafeye bağlı olmaksızın gerçekleşmesine ve kuantumun ihtimalli doğasına, “Tanrı zar atmaz” diyen Einstein ve arkadaşları, EPR paradoksu ile bunun, hem yerel nedensellik ilkesine (yani uzak olayların herhangi bir aracılık olmadan yerel olayların anında etkileyemeyeceği ilkesi) hem de Determinist ilkeye ters düşmesi nedeniyle, kuantum fiziğinin yetersiz ya da yanlış olduğu fikriyle karşı çıktılar. Ve bu durumun  uzun yıllar felsefik olarak tartışılması sonucunda, Cern’deki fizikçi Jhon Bell, teorik bir durum olan bu görüşlere karşın, olaya deneysel yönden uygulanabilirlik sağlanacağını göstermiş, 1982 yılında da Paris’ten Alain Aspect  bu deneyi yaparak kuantum gerçekliğinin ardında bir başka gerçekliğin gizli olduğunu bulmuş ve Einsten’ın determinist ilkesi ile Bhor’un madde –antimadde arasındaki etkileşmenin sonucu yerel nedensellik ilkesinin olamayacağı görüşünün bu boyutta birleşmesini sağlamıştır. Böylece bir foton (tanecik) galaksinin ya da evrenin  ucundaki bir diğer fotonla (parçacıkla) veya diğer tüm fotonlarla (parçacıklarla) çift yarıklı deneydeki gibi zaman ve mekan kavramı olmaksızın bağlantılıydı.

Bell’in bulgusu, alışılmış kuantum teorisinin bir şekilde eksik ve yanı sıra gizli değişkenler şeklinde, dünyanın durumu hakkında ek fiziksel bilgi vermiş ve bir alt kuantum teorisinin mevcut olduğunu göstermiştir. Eğer fizikçiler bu değişkenleri bilselerdi, belli bir ölçümün sonucunu (yalnızca çeşitli sonuçların olasılıklarını değil) kestirebilirlerdi. Hatta, parçacıkların momentum ve konumlarını aynı anda belirleyebilir ve determinizmin varlığını da yeniden oluşturabilirlerdi.

Benzer bir ifadeyle eğer biz gerçekliğin bir kart destesi olduğunu düşünürsek, kuantum teorisine göre, dağıtımı yapılan tüm ellerin olasılığı konusunda öngörüde bulunmayacak, bunun yerine kuantum altı boyutun gizli değişkenleri vasıtasıyla destenin içine bakıp her eldeki tek tek kartlar hakkında kestirimde bulunabileceğiz.

Parçacıkların yerel olmayan ilişkilerini David Bhom bir plazma içindeki, elektronların, gelişi güzel, kaotik bir biçimde sürekli bir kararsızlık durumunu yaratarak hareket etmek yerine, tüm elektronların bilgisine göre yani holografik bir biçimde davranış sergilediğini ve buna da “plazmon” ismini vererek (aynı durumu metallerde de) deneysel olarak göstermiştir. Bu görünmeyen ve holografik özellikli sisteme “Gizli (Örtük) Düzen” ve bu düzenin kendi boyutlarınca belirdiği, göründüğü düzenleri de “Belirgin Düzenler” olarak ifade etmiştir. (bkz. Kuantum Potansiyeli I, II / www.gulizk.com / Fizik)

Böylece bir taneciğin, diğer taneciklerden, deney aletlerinden ve onu gözlemleyen (deneyi yapan ve izleyen) gözlemcinin zihninden veya gözlemcinin zihninin deney aletleri ve taneciklerden... bağımsız olmadığı ve daha derin bir düzeyde birbirinden ayırt edilmeksizin Tek bir yapı oldukları, ancak belirgin düzende açığa çıktıklarında farklı isim ve yapılarla anıldıkları ve de bu iki düzen arasındaki gidiş gelişlerle de her an  birbirleriyle bağlantılı oldukları görülür. Bu nedenle her şey bir diğer şeyin tüm özelliklerine sahip olan diğer aynı şeydir ki, varlık bu şekilde birbirinin devamı olarak sürekliliğini devam ettirmekte ve bundan ötürü fark edelim ya da etmeyelim, yine birbirlerini zaman - mekan kavramı olmaksızın her an ve her şekilde etkilemektedirler. Uzay- zamandan bağımsız etkileşmeyi sadece mekanlar arası değil, varlığın geçmiş-şimdi-geleceği arasında var olan aynı biçimdeki bağlantıyı da kapsayacak şekilde düşünmeliyiz. Bu zamansal bağlantıyı anlamak içinse, nasıl ki sağduyumuza göre geleceğimiz, geçmişimiz tarafından oluşturuluyorsa, geçmişimiz de aynı biçimde geleceğimiz tarafından şekillendirilmektedir. Dolayısıyla, olaya Tek bir gözle (bakış açısıyla) Bütünsel Boyuttan baktığımız taktirde ayrı ayrı olarak geçmişin mi geleceği yoksa, geleceğin mi geçmişi var ettiği sorusu anlamsızlaşır. Çünkü o boyutta, herhangi bir zaman ayrımı olmaksızın Tek bir zamanın varlığı söz konusudur. Tıpkı Einstein’ın “geçmiş, şimdi ve gelecek, sadece bir illüzyondan ibarettir. Her ne kadar gerçek görünseler de...” dediği gibi.    

Gizli Düzende varlığın Tek olması ve Belirgin Düzenlerdeki tüm şeylerin birbirleriyle bağlantılı, ilintili olması dolayısıyla, evrenin herhangi bir noktasında meydana gelen bir aktivite, evrenin bilemediğimiz ve hatta hayal bile edemeyeceğimiz bir diğer noktasındaki bambaşka şeyleri etkileyerek onların çeşitli şekillerde harekete geçmesini sağlamaktadır. Bu durumun tüme olan genelleştirilmesini parçacıklar açısından irdelersek; bir elektron (tanecik) tüme (Bütüne) ait olan bilgiye göre hareket ederken aynı zamanda tüm parçacıklar da bir elektronun tüm özelliklerine sahip olarak davranışlarını düzenlerler. Yani bir parçacık bütün parçacıkların davranışlarını etkilerken aynı şekilde tüm parçacıklar da bir taneciğin hareketini etkilemektedir. Varlığın Gizli Düzendeki Tekliği (Bütünselliği) ve Belirgin Düzenlerdeki her bir şeyin de diğer tüm şeylerle olan bağlantısını göz önüne aldığımızda ise, Tek’in dışında ikinci bir şeyin hiçbir şekilde mevcut olmadığını, bu nedenle de Belirgin Düzenlerde görünenlerin kendilerine özgü özgür ve hür iradelerinin olmadığını görürüz.       
 

Ayrıca Kuantum fiziğindeki bu özellikler; dünyanın bizim onu gözlemlememizden bağımsız, belirli bir varlık durumu olduğu fikrini sona erdirerek, klasik nesnelliğin var olmadığını; gerçeğin gözlemci tarafından yaratıldığını ve dünyanın insanın niyetinden bağımsız olarak belli bir durumda var olmadığını göstermektedir.Tıpkı bir cihazı kurup onu gözlemleyişimize kadar, atomik dünyanın belirli bir durumda olmayışı gibi. (Klasik anlamda değil, ama dalgasal formda farklı bir biçimde mevcuttur. Çünkü kuantum altı boyutta İndeterminizm değil, Determinizmin varlığı söz konusudur.)

Kuantum düzeylerine inildiğinde sistemin Zihinden bağımsız açıklanamayacağını söyleyen (ayrıca buna Antropik ilke de denmektedir) Prof. Dr. John A. Wheleer:  “Eğer evreni şekillendirecek gözlemciler olmasa, fizik yasaları, tüm değişen evren ve evrenler olmayacaktı. Çünkü gözlemcilerin var olmadığı evren, yok demektir.” diyerek “kendi kendini besleyen (self reference)” adını verdiği evren modeliyle her şeyin bir diğer şeyi meydana getirdiğini, dolayısıyla bizim kuantum parçacıklarından  makroskobik boyutlara kadar tüm evreni oluşturduğumuz gibi, aynı zamanda evrenin de bizi meydana getirmekte olduğunu belirtmektedir.

Bu da bizi, algılananın mutlak evren değil, sadece insanın evreni olduğuna; bunun gibi her boyut algılayıcısına göre de sonsuz sayıdaki evrenlerin bulunduğuna ve evrende mevcut olan bağlantılar dolayısıyla insanın boyutsal bilinç sıçraması sonucu genişleyen-değişen algı durumu ile birlikte Hakikâti olan bu boyutlara uzanabileceği gerçeğine götürür. Böylece evren ve boyutları tüm varlıkların katılımlarıyla  rölatif (izafi) bir biçimde hiyerarşik olarak var olmuş Tekil bir yapıdır.

Mistik alanda; bir yönüyle Salt Bilinç, bir yönüyle İnsanı Kâmil, diğer bir yönüyle de Evrensel Enerji olan Kuantsal Bütünlüğün, Kâinat adı altında zaman ve mekândan bağımsız olarak her an kendi sistemiyle yaşamını sürdürdüğünü, bu nedenle her şeyin aslında bu Kuantsal Bütünlüğün kendi kendisini seyrinden ibaret olduğunu belirtmektedir.   

Jhon Bell’in ortaya koyduğu gizli değişkenler, bazı bilim adamlarınca tünel süreci olan Takyonlar vasıtasıyla açıklanırken, David Bhom da daha önce  belirttiğimiz gibi, Kuantum altı düzeyi (ve dolayısıyla takyonları da) kuantum potansiyeli adını verdiği holografik bir sistemle açıklayıp  evrende her şeyin, her şeyle çaprazlama biçimde ilişkili halde, evrenin tüm boyutlarıyla tek bölünmez bir bütün olduğunu belirterek, düzensizliğin var olmadığını göstermiştir. Tıpkı gliserin dolu bir kavanozun içine bir mürekkep damlası yerleştirildikten sonra, kavanoz içindeki silindirin döndürülmesiyle, bu damlanın yayılıp gözden kaybolması, ters yönde çevrilmesiyle de damlanın yeniden bir araya gelerek belirmesinin, damlanın ortadan kaybolmasıyla yok olmayarak, sistemin farklı boyutlarında farklı düzenlerin mevcut olduğunu göstermesi ile suretleri meydana getiren holografik plakaya kaydedilmiş bulunan girişim deseninin çıplak gözle bakıldığında ilkin düzensiz bir biçiminde görünmesine karşın, bu girişim örgüsüne uygun ışık ışınları düşürüldüğünde düzenli üç boyutlu görüntülerin görülmesi gibi...  Bu noktada Neils Bhor da “büyük bir yenilik, ortaya çıktığında önce karışık ve garip görünür” sözüyle destek vermektedir.

Böyle bir anlayış da bizi; düzenli-düzensiz (kaos), canlı-cansız, madde-şuur... gibi birbirleriyle ilişkili (bağlantılı) dualitelerin hiçbir zaman mevcut olmadığına, yani her şeyin düzenli, canlı ve şuurlu olarak, bunlardan maddenin, şuurun bir hali olduğuna, bu nedenle de şuur ve madde (dolayısıyla diğer ikilemlerin) arasındaki görünür farklılığın bir yanılsamadan ibaret olup ancak her ikisinin, nesnelerin ve lineer zamanın belirgin dünyasında ortaya çıktıktan sonra oluşabilen bir yapay olgusu olduğuna götürür ki,böyle bir evren için de Kaos kavramına yer yoktur.

(Bkz. Allah, Hz Muhammed Neyi Okudu?- Ahmed Hulusi / Zamanda Yolculuk – J. H. Brennan / Kuantum Benlik- Danah Zohar )

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 16.01.2004
http://gulizk.com

 


Üst Ana sayfa e-mail