Yaşamımızda çoktan
önemli bir yere sahip oldu bile. Hassas ışınlar, süper marketlerde
ürün fiyatlarını, CD'lerden müziği, DVD'lerden de filmleri okuyor.
Araştırmacılar, bugüne kadar ulaşılamayan hassaslık, hız ve güçte yeni
lazer türleri geliştiriyorlar. Onun sayesinde maddenin en küçük
parçası görülür hale gelecek ve sonsuza kadar yetecek miktarda ucuz
enerji üretilebilecek...
Gün,
büyük bir aksilikle başladı. Mika çaydanlık yere düşüp paramparça
oldu. Ancak, birkaç dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi yine masanın
üstünde duruyordu. Evin hanımı kendisine, lazer baskı makinesiyle
(çıkış olarak kâğıt yerine üç boyutlu nesneler alan) yepyeni bir
çaydanlık daha üretti. Bunun için, satın alırken çaydanlıkla birlikte
verilen disketi 3 boyutlu fotokopi makinesine yerleştirmesi yeterli
olmuştu. Disket, ürünün dijitalleştirilmiş orijinal görüntüsünü
içeriyordu.
Fotokopi
makinesinin hafızası, veri yığının arasında dolaştı ve verileri
lazerin kumanda birimine aktardı. Bu birim de ışını, kopyalama
makinesindeki plastik, sertleştirici toz, bağlayıcı madde ve
yapıştırıcıdan oluşan kaynayan bir karışıma yönlendirdi. Lazer
ışınının değdiği noktada karışım hemen sertleşti. Kısa süre sonra,
parçalananın aynısı bir çaydanlık çıktı ortaya.
Bize
bilimkurgu gibi gelen bu örnekteki cihazın, Amerikan şirketi
Z-Corporation tarafından birkaç yıl içinde üretilip, pazara sunulması
bekleniyor. Cihaz, lazer tekniğinin, çok farklı amaçlara hizmet eden
en yeni kullanım şekli. Başka hiçbir buluş, bu harika ışın kadar çok
yönlü değil. Lazer ışınları yazabiliyor, okuyabiliyor, ölçebiliyor,
kesebiliyor, hatta tedavi edebiliyor. Harika ışın, hem otomobil sacına
hem de hassas insan damarlarına aynı mükemmellikte kaynak yapabiliyor.
En sert elmaslara hassas delikler açabiliyor; kimliklere, kredi
kartlarına üç boyutlu (hologramlar) görüntüler, gökyüzüne de renkli
resimler çizebiliyor.
O kadar
büyük bir güç üretiyor ki, ışığı Ay'a kadar ulaşabiliyor. O kadar
hassas ki, göz ameliyatlarında kullanılıyor. Lazer ışınları, artık
dijital verileri havada ışık hızıyla (yaklaşık 178.000 daktilo sayfası
veriyi 1 saniyede) bir yerden bir yere aktarıyor. Bu optik serbest
alan aktarımında, ışınlar, veriyi gönderen ve alan kişilerin evlerinin
çatısında bulunan özel aynalarla yönlendiriliyor.
Gerçi
yöntem en çok 4 kilometrelik bir alanda uygulanabiliyor. Ama bu
uzaklık, şubeleri birbirine yakın üniversiteler ya da şirketlerin iç
bünyelerinde iletişim kurabilmeleri için yeterli.
Lazer
harikasının marifetlerini anlatan liste bitmek bilmiyor. Bilim
adamları bu hassas ışınlarla, atomları her yönüyle araştırabilmek
için, şimdiye kadar mümkün olmayanı başarıp, en küçük parçaların
dünyasına girmeyi hedefliyorlar.
Kalın
lazer ışınlarıyla da uzun süredir beklenen nükleer füzyon enerjisini
kazanabilmek amacıyla, Güneş'i yeryüzünde taklit etmek istiyorlar.
Amerikalı Theodore Maiman, 1960'ta dünyanın ilk lazerini yaparken,
buluşunun bütün dünyada böyle bir başarıya ulaşacağını herhalde tahmin
etmemişti. O günden bu yana, dünyanın her yerinden uzmanlar, lazerin
sürekli yeni kullanım alanlarını keşfettiler. Ancak ister süper
marketlerin kasalarındaki küçük lazer tarayıcılar, ister nükleer
füzyon amacıyla kullanılan dev lazer silahlarında, hep aynı ilke
işliyor: Lazer ışını, atomların ışık yaymaya başlayıncaya kadar
enerjiyle pompalanması sonucu ortaya çıkıyor. Bu ışık, daha sonra ayna
hileleriyle iyice güçlendiriliyor.
Enerjinin atoma hangi şekilde pompalanacağı, lazerde kullanılan
malzemeye bağlı. Yakut lazer, ksenon (xenon) lambası; neodiyum YAG
lazer ise flaş lambası ya da diod lazerle pompalanıyor. Gaz lazerler
de daha çok hızlandırılmış elektronlarla bombardıman yoluyla
pompalanıyor. Lazer malzemesi, ayrıca lazer ışının dalga boyunu da
belirliyor. Örneğin, kırmızı yakut lazeri kırmızı lazer ışını
üretiyor. Değerli bir gaz olan argon ile çalışan lazerler, insan
gözünün göremeyeceği morötesi ya da kızılötesi ışınlar üretiyorlar.
Bir atom, alabileceği enerjiyle tamamen pompalanınca bünyesine daha
fazla enerji alamaz. Böyle bir atom kendi uyarılmış enerjisine eşit
enerjide bir ışık dalgasıyla çarpışınca, zorunlu olarak enerjisini
ışık dalgası olarak verir ve çarpıştığı dalga ile aynı frekans ve
fazda iki ışık dalgası yayınlanır. Çarpışmaların sayısını
yükseltebilmek için, yani daha çok ışık kazanabilmek için, lazerin
karşılıklı iki kenarına paralel iki ayna yerleştiriliyor: Bu
aynalardan birine rastlantısal olarak dik bir açıyla çarpan ışık
dalgası, karşıdaki aynaya yansıtılıyor ve ardından sürekli iki ayna
arasında gidip geliyor, dışarıya çıkamıyor. Işık parçacıkları, lazerin
yapımında kullanılan malzemenin içinden geçerken, yolunun üzerinde
enerji pompalanmış diğer atomlarla karşılaşıyorlar ve onları da,
depolamış oldukları enerjiyi ışık olarak açığa çıkarmaları için
zorluyorlar.
Böylece
"parlayan" (ışıldayan) atomların sayısı ve bununla birlikte ışığın
miktarı sürekli artıyor. Lazere ismini de bu süreç vermiş: Çünkü
"lazer", İngilizce "light amplication by stimulated emission of
radiation" tanımlamasının, yani "uyartılmış salma ile ışığın
güçlendirilmesi" tanımlamasının kısaltılmış halidir.
Ancak, iki ayna arasında tutsak olduğu sürece giderek yoğunlaşan
ışınla bir şey yapmak mümkün değil. O nedenle, bu iki yansıtıcılardan
biri yarı geçirgen özelliğe sahip: Işığın bir bölümü onun aracılığıyla
dışarıya çıkıyor (lazer ışığı). Bu ışına "bağdaşık" (eş evreli) adı
veriliyor: Işık dalgalarının tamamı, aynı renkte ve bütün ışık
parçacıkları aynı ritim ile (aynı fazda) salınıyorlar.
Ayrıca,
ışını oluşturan dalgalar tamamen birbirine paralel ilerliyor. Bir el
feneri ve bir "laserpointer" ile bir duvar aydınlatılıp sonra yavaş
yavaş arkaya doğru gidildiğinde, lazer ışınının normal ışıktan farkı
kolayca seçilebiliyor. El fenerinin duvarda bıraktığı ışık lekesi,
duvardan uzaklaştıkça büyüyor, lazerin aydınlattığı nokta ise hep aynı
büyüklükte kalıyor. Lazer ışığı dağılmadığı için çok hassas işlemlerde
rahatlıkla kullanılabiliyor. Cerrahlar, onunla beyin ameliyatlarında
küçücük hücreleri dokulardan ayırabiliyor.
Geleceğin lazerli çim biçme makinesi "Zero", çimleri milimetrik olarak
eşit boylarda kesebiliyor.Lazer ışınları istenilen dalga boyunda
üretilebiliyor. Bunun için, doğru lazer malzemesini seçmek yeterli.
Lazerin bu özelliği, kimya alanında bir devrime neden oldu. Birçok
kimyasal tepkime, ortama, ancak enerji dahil edildiğinde harekete
geçiyor. Tepkimenin gerçekleşmesi için, genellikle biraz ısıtmak
yeterli oluyor. Ama, özellikle organik kimya alanında görülen bazı
hassas tepkimeler için bu yeterli değil. Çünkü bazı moleküller, enerji
sadece belirli dozlarda uygulandığında diğer moleküllerle özel bağlar
oluşturuyorlar ve böyle bir enerji dozunu sadece lazer mümkün kılıyor.
Araştırmacılar, bu yöntemle lazer yardımıyla vinilklorit (günlük
hayatta sıkça kullanılan polivinilkloridin -PVC- ana maddesi) üretmeye
başladılar. Bunun için bilim adamları, içi dikloretilen gazıyla dolu
bir tepkime hücresine morötesi lazer ışınları gönderiyorlar.
Vinilkloridin oluşabilmesi için, tepkimeye belirli aralarla, belirli
dozlarda enerji uygulamak gerekiyor. Bu da sadece lazerle
yapılabiliyor. Şimdiye kadar bu maddenin endüstriyel olarak üretimi
oldukça karmaşıktı: Gaz, 500 santigrat dereceye kadar ısıtılmak
zorundaydı, tepkimenin gerçekleşebilmesi için, ayrıca bir de yardımcı
maddeye (katalizatör) ihtiyaç duyuluyordu. Lazer yöntemi, daha 300
santigrat derecede işlemeye başlıyor ve bir katalizatöre de gerek
kalmıyor. Bu yöntemin sunduğu en büyük avantaj, üretimde sağlanan
yüzde 20 oranında artış.
Araştırmacılar lazer ışınını sadece istenilen dalga boyunda üretmekle
kalmıyorlar, lazer ışınlarını ultra kısa atımlara (puls) da
dönüştürebiliyorlar. Bu yolla çok büyük enerji açığa çıkarılıyor.
Hedefe ulaşabilmek için, kesintisiz lazer ışını üreten yakuttan başka
bir malzeme kullanmak gerekiyor. Atımlı (pulslu) lazer ışınları,
kromkolkuirit (Chrom-Colquiriit) kristali, neodmiyum-YAG (neodiyum
içine yitrium alüminyum garnet yani YAG katkılanmıştır) ya da bir
titan-safir kristali içinde oluşuyor. Bu malzemelerin inanılmaz bir
özelliği var: İçlerinde bulunan küçücük boşluklarda ışık o kadar hızlı
yansıyor ki, bütün farklı frekanslar kısacık bir an için senkronize
oluyorlar.
Bağdaşık
ışıktan yıldırım hızıyla bir atım ortaya çıkıyor. Bu atımlar, birkaç
femtosaniye aralarla birbirlerini izliyorlar. Bir femtosaniyenin ne
kadar sürdüğü rakamlarla ifade edilebiliyor (10 üzeri 15 saniye),
ancak hayal edilmesi mümkün değil. Bir femtosaniyenin bir saniyeye
oranı, saniyenin 32 milyon yıla oranıyla kıyaslanabilir.
Kısa
ışık flaşlarında çok büyük enerji gizli. Atımların verimi tek başına
sınırlı olsa da, tek tek enerjilerin toplanmasıyla bir güç paketi
ortaya çıkıyor. Her bir atım 3 mikrojul enerjiye (bu, bir su damlasını
bir santigrat derecenin milyonda biri kadar ısıtmaya bile yeterli
değil) sahip olmasına karşın, lazer ışık atımları, atım boyunca
(örneğin 100 femtosaniye) 30 megavat enerji sunuyor.
1960'lı
yıllardan bu yana, ultra kısa atımlı lazerler hızlı bir gelişim
gösterdi. Günümüzde, atımlar iyice kısaldı ve yeni kuşak çok yönlü
kompakt ultra kısa atımlı lazerler ortaya çıktı. Oda büyüklüğünde,
güvenli olmayan ve enerjiye doymak bilmeyen orijinalleriyle
karşılaştırıldığı zaman, gerçek bir devrim...
Günümüzün atımlı lazerleri çok farklı kullanım amaçlarına hizmet
ediyor ve çok hassas işliyor. Işınlar, kısa dalgalı röntgen ışınından,
uzun dalgalı kızılötesi ışınlara kadar elektromanyetik tayfın bütün
alanına dağılmış durumda. Üstelik, birkaç petavat'lık (milyarlarca
megavat ya da rakamlarla ifade edilirse 10 üzeri 15 vat) inanılmaz bir
güce ulaşıyor.
Ortaya
çıkan güç, çok hassas bir şekilde bir noktaya odaklandığı zaman,
atımlı lazerler mikro hassaslıktaki kaynak, kesim ve delme işlemleri
için ideal bir verim sunuyor. Bir dakikadan daha kısa bir süre içinde
otomobil kasasına 100 noktada kaynak yapabiliyor. Bu, şimdiye kadar
kullanılan elektro kaynak yöntemine oranla on kat daha hızlı ve
hassas. Özellikle uçak yapımında yüksek oranda hassaslık gerektiği
için, giderek perçinlerin yerini alıyor. Bu yolla, Airbus A318 ya da
süper Airbus A380'de ortalama olarak yüzde 10 oranında ağırlıktan ve
yüzde 20 oranında işçilik ücretinden tasarruf edilebiliyor.
Atımlı
lazerin, sahip olduğu yüksek enerjiyle üzerinde çalışılan malzemeyi
yakabileceği düşünülse de, kesinlikle böyle değil. Atımlar enerjiyi
yanma noktasına o kadar çabuk ulaştırıyorlar ki, sıcaklık, ışının
gönderilmediği alanlara yayılma fırsatı bile bulamıyor. Bu nedenle,
patlayıcı özelliği yüksek maddeler de atımlı lazerler ile kesiliyor.
Kesme noktasındaki malzeme, geri kalan bölümde patlama meydana
gelmeden buharlaşıyor.
Enerji
bu kadar yüksek düzeyde demetlenebildiği için, ultra kısa atımlı
lazerler cerrahlar için de büyük nimet. Onunla tıkanmış damarları
açabiliyor, en ince damarları hiç bozmadan kesebiliyorlar. Bütün bu
işlemleri gerçekleştirirken, çevredeki doku kesinlikle zedelenmiyor.
Bu özelliği lazeri, göz alanında "bir numaralı" tedavi yöntemi haline
getirdi. Retina yırtıklarının onarımında kullanılıyor. Miyopluğun
tedavisinde atımlı ışınlar, kornea tabakasının belirli bir katmanına
odaklanıyor. Işın, kornea tabakasının bu katmanında yan yana çok
sayıda küçük delikler oluşturuyor. Sonunda kornea tabakasının en üst
katmanı açılarak kenara katlanıyor. Altında duran ve biraz önce
buharlaştırılan tabakada, geriye kalan artıklar lazerle iyice
temizleniyor. Sonra, tamamen sağlıklı olan en üst kat yeniden yerine
yerleştiriliyor. Bu düzleştirme işlemiyle miyopluk tedavi edilmiş
oluyor.
Atımlı
lazer, özellikle fizik bilimi için mucize bir silah niteliğinde. Lazer
aracılığıyla, birkaç yüz femtosaniye süren atomlar arası elektron
alışverişi bile araştırılabiliyor. Bunun için atomlar tek tek izole
ediliyor ve bir iyon tuzağına hapsediliyor. Bu tuzak, tek iyonları,
yani yüklü atomları uzun süre içinde tutuyor. İyonlar daha sonra lazer
ışığıyla ışıtılıyor.
Varsayalım ki, lazer ışını salınan iyonlara sol taraftan yansıtıldı;
sola doğru salınan iyonlar, atımlı lazer ışınına yöneleceklerdir. Bu
sırada, akustikten de tanıdığımız rezonans oluşuyor. Araştırmacılar,
bu rezonans enerjisini hassas ölçme cihazlarıyla, aynı bir kamerayla
izliyormuş gibi kaydediyorlar. Ne kadar çok rezonans oluşturulursa,
kaydedilen görüntü de o kadar netleşiyor. Bu arada elde edilen
bilgiler, bilgisayar ve telekomünikasyon alanında süper hızlı sinyal
aktarımı sağlayan hassas optoelektronik cihazların yapımı için
kullanılıyor.
Bütün
araştırmalar sırasında bilim adamları, attosaniyelik (femtosaniyenin
binde biri) atımlara sahip lazerleri geliştirmeye başladılar. Bu
lazerlerle çok hızlı işleyen kimyasal tepkimeler, hücresel boyutta ve
adım adım incelenebiliyor. Araştırmanın amacı, hastalığa neden olan
moleküllerin yapısını çözümleyebilmek ve bu bilgi ışığında hedefe
yönelik özel ilaçlar geliştirmek...
Bir gün,
lazer atımlarıyla küçük DNA'lar kesilebilecek ve parçalar, molekül
tasarımcılığının yardımıyla bir araya getirilip yepyeni bir başka gene
dönüştürülebilecek. Noktasal çalışabilen lazerle hücre çekirdeğine
girip, orada cerrahi bir operasyon yapmak da mümkün.
Atımlı
lazerler, sadece hayat kurtarmak amacıyla kullanılmıyor; sahip olduğu
enerji, onu tehlikeli bir silaha da dönüştürebiliyor. Amerikan ordusu
2001 yılının başında bir lazer silahını uydulara karşı başarıyla
kullandı. Uydunun elektronik sistemi tamamen tahrip edildi. Ancak, bu
deneyim sırasında askeri strateji uzmanları, kendi silahlarına karşı
dikkatli olmak zorunda olduklarını öğrendiler. Işık atımı, hedefini ya
da başka bir cismi vurduğu zaman, nereye gideceği belli olmayan
yansımalara neden oluyordu. Işınlar, hâlâ diğer uyduların -ki bu kendi
uyduları da olabilir- optik alıcılarına zarar verecek kadar yeterli
enerji içeriyorlardı. Bu tehlikenin önüne nasıl geçilebileceği henüz
bilinmiyor, ama düşman uyduları ya da roketleri vurmayı hedefleyen
lazer silahlarının 2007 yılında kullanıma hazır olması amaçlanıyor.
Bir yıl
sonra da, daha barışçıl ve aynı zamanda da bütün zamanların en heyecan
verici lazer projesi gerçekleştirilecek: Güneş'in simülasyonu...
Güneş'in içinde hidrojen çekirdekleri birbiriyle kaynaşarak helyuma
dönüşüyor. Bu çekirdek kaynaşması sonucu inanılmaz miktarlarda enerji
açığa çıkıyor (milyarlarca yıl boyunca 100 milyon santigrat derecede
yanan bir fırına benzetilebilir). Bilim adamları, lazer tekniği
aracılığıyla bu işlevi yeryüzünde simüle etmek istiyorlar. Bu kozmik
fırın taklit edilebildiği takdirde, yeryüzündeki enerji sorunu sonsuza
kadar çözülecek. Çünkü, yanıcı madde olarak kullanılan hidrojen,
yeryüzünde hem çok miktarda bulunuyor hem de ucuz.
Füzyon
yöntemi, ilk olarak 1980'li yıllarda, zamanın en güçlü lazerleriyle
denendi. Deney, başarıyla sonuçlanmıştı, ancak bütün bir bina
kompleksini kapsayacak büyüklükteki düzenek, ürettiğinden daha çok
enerji tüketiyordu. Şimdi, çekirdek kaynaşması (füzyonu) sonucu
ekonomik enerji üretme fikri yeniden gündemde:
California'daki National Ignition Facility (NIF), futbol stadyumu
büyüklüğünde bir düzenek hazırlıyor. 2008 yılında burada, 192 lazer
silahından çıkan ışınlarla hidrojen çekirdekleri kaynaştırılacak.
Füzyon sonucunda 5.000 milyar vat enerji açığa çıkması bekleniyor. Bu
çalışma başarılı olursa, insanoğlunun en büyük hayallerinden biri
gerçek olacak: Bütün dünyaya yetecek kadar ucuz enerjiye sahip
olmak...
http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00152/
İstanbul - 06.01.2004
http://gulizk.com
|