Not:
Bu yazıyı okumak için gerek ve yeter şart Matrix filminin
izlenmiş olmasıdır…
Yine
de izlememiş olanlar için kaba bir tanımlama dizisi oluşturalım.
Kimbilir, belki izlediğini düşünenlerde de izlememiş
oldukları hissi uyanabilir. Matrix kendisiyle aynı adı taşıyan
filmin gizli öznesi, gizli başrol oyuncusu, bir bilgisayar
sisteminin adıdır.
Matrix,
kelime anlamı olarak matematik yönüyle sayı tablosu şeklinde
tarif edilebilir. Örneğin; dama ve satranç oyunlarında
taşın yeri, Excel`de
bilginin bulunduğu hücre matris şeklinde ifade edilir.
Matrix kelimesinin filmin içeriğiyle belki bilerek belki
bilmeden ilişkilendirilmiş olan bir başka anlamı, anatomi yönüyle
rahim`dir. Evet
Matrix anotomide rahim
olarak geçmektedir. Film de gerçekten ana rahmi kadar sistemli
bir üretim olamasa da iyi bir üretimin sonucudur.
Tekrar
filme dönelim. Matrix, insanları tümüyle ele geçirmiş,
onların hayal kurarken ürettikleri enerjiyi tümüyle biyolojik pil
niyetine kullanan bir bilgisayar sistemidir. Tarlalarda
üretilen insanlar uygun koşullarda büyütülerek
bilgisayar sistemi tarafından üretilen hayal silsilesi içinde
yaşatılmaktadır. Bu hayal silsilesi tek
bir kaynaktan, Matrix tarafından, oluşturulduğu için tüm
insanlar aynı hayali gerçekmişçesine paylaşmaktadırlar...
Evet,
filmin bu kısmına kadar olanı izlemeyenler içindi… Çünkü,
asıl anlatılmak istenen konuyu anlamak için bu kadarı
yeterli olur diye düşünüyorum. Geri kalanını merak edenler
VCD olarak izleyebilirler.
Etrafınıza
bakın, birçok renk ve bu renklerle bütünleşmiş yapılar söz
konusu. Kırmızıdır gül değil mi? Mavidir deniz değil mi?
Yeşildir ağaçlar değil mi?
Bakalım,
gerçekten böyle mi?
Önce
renk nedir, nasıl oluşur sorusunu cevaplayalım?
Renk
de, her işte parmağı olan Atomlar`ın işidir… Atom çevresinde
dönen elektronlar belirli enerji düzeylerinde bulunmak
zorundadırlar. Bazen bulundukları düzeyden bir üst enerji düzeyine
seyahat ederler. Tıpkı bizlerin İstanbul`un bir yerinden kalkıp
diğer yerine gitmemiz gibi… Nasıl ki biz bunu yapmak için
belirli bir enerji (veya para) harcarsak, elektronun da bunu başarabilmesi
için kendisinde bulunandan daha fazla enerjiye ihtiyacı vardır.
İşte bu enerji Güneş`ten sağlanır. Güneş`in enreji
paketleri olan fotonlar, seyahate çıkmak için bekleyen
elektrona ihtiyacı olan enerjiyi verir. Elektron bu enerjiyi alır
ve bir süreliğine üst düzey bir enerji seviyesine tutunur.
Maalesef, kendisinde bu enerji sabit olmadığı için enerjiyi
dışarıdan almış olduğu için bir süre sonra eski enerji düzeyine
geri döner. Her atomun elektronları farklı enerji
seviyelerinde olmaları nedeniyle farklı enerjilerle yer değiştirirler.
Güneş
ise bütün bu atomlara eşit düzeyde enerjisini aktarır.
Atomlar bu enerjiyi seyahat edebilecek elektronlarının enerji
düzeyine göre soğurur, yani bir üst seviyeye seyahat
edebilecek elektronlar ihtiyaçları olan enerji miktarını alırlar.
Geri kalan enerji soğurulmadan yansır. İşte, artakalan bu
enerji bize renk olarak gözükür. Bir cisim siyah gözüküyorsa,
bu onun doyumsuzluğuna işarettir diyebiliriz… Çünkü siyah
cisim içindeki atomlar beyaz ışığın içindeki tüm enerji
düzeylerini soğururlar. Bu durumda beyaz ışıkta, beyaz gözüken
cisimler de tatmin olmuş cisimlerdir diyebiliriz. Çünkü
gelen ışıktan enerji soğurmazlar.
Peki
Güneş kırmızı olsaydı, bugün gördüğümüz renkler ne
durumda olacaktı? Bu soruyu basit bir soruyla cevaplayalım: Güneş
batarken beyaz bulutlar ne renk olur?
Evet
her şey başka bir renk olacaktı. Bildiğimiz renklerin çoğu
kaybolacak, Kırmızı Güneş`in istediği şekilde algılanan
bir Dünya olacaktı. Hayatınızdaki en basit şey bile Kırmızı
Güneş`in istediği şekilde bize görünecekti. Bir papatya
beyaz yapraklar yerine kırmızı yapraklara sahip olacaktı.
Yoksa olacak mı demeliydim? Çok değil birkaç milyon yıl
sonra Güneş kırmızı olacak…
Tek
bir kaynaktan yönetilen renkler alemi aynı zamanda bizim hayal
dünyamızı da renklendiriyor. Tıpkı Matrix gibi bir Güneş…
Hayatımızın büyk bir çoğunluğu onun sunduğu renk cümbüşü
içinde geçiyor ve sunulan renkleri kesin ve son zannederek…
Oysa daha ne renkler var sunulmayan…
Ya da sunulduğu halde alınamayan
kızılötesi, morötesi frekanslarda…
Ve
bir püf noktası daha var tüm bu cümbüş içinde; Matrix
varlığı için ihtiyaç duyduğu enrjiyi insanların
hayallerinden aldığı gibi Güneş de hayallerimizin baş köşesinde
varlık kazanmıyor mu?
Fiz.Müh.
Serter Saltık
http://sufizmveinsan.com
25.12.2001
|