zel göreliliğin
postulalarından en meşhuru, 1905’de Einstein’ın ortaya koyduğu
kütlenin bir enerji şekli olduğudur.
Einstein, kütle ile enerji arasındaki dönüşüm çarpanının
c2 (ışık hızının karesi) olduğunu buldu. Bir
dizi formül sonucunda bu ifadenin denklem olarak da E=mc2’ye
eşit oluğunu açıkladı. Bu denklemde verilen “m” kütle
“c” de ışık hızıdır.
Yeri gelmişken, kütle ile ağırlık kavramlarına kısaca
bir göz atalım. Kütle ve ağırlık günlük hayatımızda çok
kullandığımız iki kelimedir. Ama, teknik anlamları çok farklıdır.
Kütle ; bir cismin konumu değiştirildiğinde gösterdiği dirençtir.
Cismin kütlesi, onu oluşturan atom türlerine bağlıdır. Ağırlık
ise ; cismin yeryüzünün veya ayın merkezine çekiliş gücüdür.
Birçoğumuz kütlenin, ağırlıkla eşanlamlı olduğunu
zannederiz. Halbuki, fizikçiler kütleyi ; maddenin hareket değişikliğine
karşı gösterdiği direnç olarak tanımlar.
Einstein , klasik fiziğin zaman ve mekân gibi değişmez
kabul ettiği kütlenin , cismin hızına bağlı olarak arttığını
göstermiş, onun da göreceli olduğunu belirtmiştir. Hatta,
enerjinin bir kütlesi bulunduğunu, kütlenin de enerji olduğunu göstermiştir.
Klasik fizikte kütleye değişmez ve hızdan bağımsız
bir sabit olarak bakılırdı. İzafiyet fiziğinde ise; kütle değişkendir
ve hıza bağımlıdır.
Bir bardak suyu ısıtırsanız, suyun sıcaklığı ve ısı
miktarı değişir. Acaba ısınan bu suyun kütlesinde de bir değişiklik
olur mu? Klasik fizikçiye göre , herhangi bir değişiklik olmaz.
Fakat, izafiyet teorisine göre ; bir cismin enerji miktarı değişirse
, kütlesi de değişir. Enerjinin kütlesi , kütlenin de enerjisi vardır.
Artık enerji ve kütlenin ayrı ayrı korunum-sakınım yasaları
yok, tek bir yasa vardır. “
Kütle-Enerji korunum yasası”
Kütle ile enerji , kuruş ile liranın birbirinden farklı olduğu
kadar farklıdır. Lirayı kuruşa , kuruşu liraya çevirebileceğimiz
gibi, kütleyi enerjiye , enerjiyi de kütleye dönüştürme imkânı
vardır. Gerçekten kızdırılmış bir demir parçası , soğuk bir
demirden daha mı ağırdır? Evet daha ağırdır. Fakat bu ısınan
miktardaki artan kütle miktarını en hassas terazide bile tartmak mümkün
olmaz. Bu tıpkı milyarlık bir hesaba birkaç kuruş katmaya benzer.
Çoğumuz E= m c2 denkleminin atom bombasının gelişmesindeki
payını bilir. Formül, gerçek değerlere çevrildiği zaman gözlerimiz
faltaşı gibi açılacak, kütle ile enerji arasındaki ilişki çok
açık bir şekilde görülecektir. Örneğin 1 kg. kömür, tümüyle
enerjiye çevrilebilseydi, Türkiye’de bir yılda tüketilen toplam
enerji elde edilebilirdi. 1 kg. kömürü normal şekilde yaktığımız
zaman enerji elde etmiyor muyuz? Ediyoruz tabii, fakat bu tür sobada
yakma işlemi basit bir kimyasal işlemden ibarettir ve yakılan kömürün
çok büyük bir kısmı enerjiye dönüşmez, duman , is , kül ve
gaz gibi madde olarak kalmaya devam eder.
Einstein’ın formülü yirmi yıl boyunca fantezi bir buluş
olarak düşünülmüştü. Oysa o formül çekirdek enerjisinin kullanılma yolunu gösteriyordu. Nihayet, zincirleme buluşlar,
deneyler, zorunluluklar, 15 temmuz 1945 yılında Meksika eyaletinin
Alamorgodo çölünde eski bir çiftlik binasında iki
milyar dolara mal olan ilk atom bombasını patlatmayı başardı.
İnanılmaz bir şimşek, çölü ve etrafındaki dağları aydınlattı.
Parlaklığı yüz Güneşe eşitti. Korkunç patlamayı, on yedi km.
uzaklıktaki seyircilerin hissettikleri kuvvetli bir hava dalgası
izledi. Renkli bir bulut on üç km. kadar yükselip yayıldı. Dört
yüz metre çapındaki çölün
ortasında kum camlaştı.
Sıcaklık, yirmi milyon dereceyi bulmuştu.
1945 yılının 6 Ağustos’unda BR9 Superfortres uçağı on bin
metre yükseklikten Hiroşima’ya bir atom bombası attı. 9 Ağustos’ta
Nagasaki’ye bir tane daha atıldı. Yüz otuz bin ölü, yetmiş bin
yaralı olmak üzere kurbanların sayısı iki yüz bine yaklaştı.
Hiroşima’ya atılan 6000 gramlık bombanın patlamasıyla 1 gramlık
madde kaybı olmuş, o bir gramdan ; 1021 erg (20
kiloton) enerji açığa çıkmıştır. Bu muazzam gücü ortaya çıkaran,
yalnızca 1 gram maddenin enerjiye dönüşmesidir.
Verilen
bu örneklerden sonra, madde dediğimiz şeyin aslında sadece
enerjinin değişik bir formu olduğu gün gibi açık görülmektedir.
Algıladığımız tüm gezegenler, yıldızlar ve
galaksilerin aslı enerjidir. Alemlerin aslı enerjidir.
Klasik Fizik, yıldızların oluşumunu özetle şu şekilde
anlatmaktadır: Galaksi içinde serbest halde bulunan gaz ve toz parçacıkları
belirli bir çekim alanında toplanırlar. Toplanan parçacıklar,
merkeze doğru çok yüksek bir basınç uygular, basıncın sonucunda
merkezde yüksek bir sıcaklığa ulaşılır. Bu sıcaklık nükleer
fizyon tepkimelerini başlatır ve yıldız oluşumu tamamlanır. Böylelikle
yıldız, dışarıya ısı ve ışık yayar.
Yıldız
oluşumunun bazı kademeleri belirlenmiş olsa da, gaz ve toz parçacıklarının
nasıl meydana geldiği hâlâ tespit edilememektedir. Bizce bu parçacıklar
uzayın belirli bölgelerinden yayılan enerjilerin yoğunlaşmış
halleridir.
Ahmet
F. Yüksel
& Hasan Demir
http://sufizmveinsan.com
21.09.2000
Popüler
Bilim Dergisi
Eylül 2001
|