1. Bölüm

Bundan önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi,batı dünyasının elde ettiği bilimsel bulguların, yüzyıllar önce bunları deneyimlerle dile getiren doğu dünyasıyla paralellik göstermesine karşın, yeteri derecede özenin İslam mistisizmine gösterilmemesi ya da daha detayına inilmemesi nedeniyle , maddeye dönük bir biçimde algılayan hologramik mikrodalga yapılı (bilinçli) cinlerin,hem boyutsal hem de ontolojik varlıklar olmaları,insanların da bunlarla olan cebri ya da ihtiyari ilişkileri sonucu, insanlar üzerindeki etkileri göz ardı edilerek,bunların neden oldukları fenomenlerin Mistik deneyimler olarak nitelendirilmesi Metafiziksel Yanılgıları doğurmuştur.

Buna karşın, İslam dünyasında;Dinde reform adı altında rasyonel akılcılık ön plana çıkartılıp,bilimsellik etiketi altında eski materyalist felsefenin Tanrısallaştırılmış versiyonu ile Dinsel veriler yorumlanıp, mecazlar gerçek sanılarak, akıllara uymadığı için de Hadisler ve ona dayalı yorumlar bir kalemde reddedilmektedir. (ya da işine gelenler kabullenilmektedir.) Bu anlayışın sonucunda da,mikrodalga bilinçli varlıkların etkileri,fenomenlerini neredeyse sıfıra indirgenip bu da mistik kaynakların yine sebolik anlatımlarını hakikât sanan ve bu tür varlıkların yönlendirmeleri sonunda,  ne ana kaynaklardan ne de günümüz biliminden  haberdar olan insanların dini anlayışlarına karşı bir etki olarak görülmektedir. Başka bir deyişle, Elektromanyetik bilinçli varlıklar,bir yandan kendilerini neredeyse yok saydırtarak ya da tamamen soyut varlıklarmış gibi göstererek, diğer yandan da  Resullerin getirdikleri gerçekleri saptırıp açık ya da kapalı olarak insanlara dini bilgiler ilham ederek kendi varlıklarını çok iyi gizlemektedirler.

Bu yanılgılara kaynaklık eden fenomenlere Akaşalar, Reankarnasyon ve Hologram ve Boyutsal yansımalar yazısında bir miktar değinmiştik.Şimdi ise bunlara ek olarak, Mikrodalga varlıklarla ilgili bazı özellikler vererek bu yanılgıların hangi boyutlarda nasıl açığa çıktıklarını tekrar görmeye çalışalım.Bunlar sırasıyla;

1.)    Cinler İnsanlar gibi sülaleler halinde ve nüfus olarak insanların en az on katı bir kalabalığa sahiptirler.Bu durum hadiste “yer yüzünde insanların on katı kadar cin,cinlerin on  katı kadar da melek bulunmaktadır” şeklinde ifade edilmektedir.

2.)    Bu varlıklar kendilerini çeşitli isimler ve suretler şeklinde mesela,hortlak,peri,ruh,hayalet,ışık dost varlıkları,melekler,eski ulu insanların ruhu veya uzaylılar...vb şeklinde,metafiziksel deneyimlerle, rüyada yada maddesel, açık ve net olarak kendilerini gösterirler.

3.)    Kendilerini o kişiye resmen bildirerek veya  hiç bildirmeden,fark ettirmeden (ki kişinin kendi din ve anlayışına göre insancıl,hümanist fikirler öne sürerek) ya da başka isimler adı altında kendilerini tanıtıp gerektiğinde de olağanüstü haller göstererek veya yaşatarak onları kendilerine bağlarlar.

4.)    Semanın üst katlarına çıkarak geleceğe yönelik haberleri öğrenmelerine karşılık, Hz Muhammed (s.a.v)’ in Risalet görevini alıp icraata başlamasıyla Şihab denilen,meteor,kayan ve atmosfere girince yanan ya da çok yüksek frekanslı kozmik radyasyonlar tarafından bu haber alışları önlenmektedir.

5.)    Vahdet ve Kader sırları onlara kapalı olduğu için gelen Astrolojik tesirleri okumalarına rağmen, detaya inemedikleri için geleceğe yönelik bu bilgileri,verileri değerlendirmeleri % 85-90 hatalı olup Resul ve Nebilerin gelecek ile ilgili bildirdiklerini farklı göstertip gerçekleri saptırırlar. Bununla birlikte, her ne kadar hızlı bir yapıya sahip olsalar da bütün yer yüzünü aynı anda algılayamadıkları için, zamana tâbidirler.(bkz. Zamanın Doğası-Sufizm ve İnsan/fizik)

6.)    Bu tür varlıkların gıdası, koku olup, bunların içinde de en çok sigara kokusunu sevdikleri gibi, uyuşturucu kullanan beyinleri de beğenirler. Çünkü bunların beyinde oluşturdukları zayıflık, onların daha kolay etkilemesine olanak sağlamaktadır.

7.)    Beşinci maddeden dolayı Panteist görüşü “Uluhiyyet” kavramı olarak nitelendirip Vahdeti Vücut teorisini,Panteist görüş şeklinde insanlara sunarak  kendilerinin, bazen de etkiledikleri insanların Tanrı, İlah olduklarını ilka ederler.

8.)    Elektromanyetik yapılı bu varlıklar,özellikle ,asabi huylu kadınlar,(erkekler de dahildir) ile doğum sonrasında  ve ateşli hastalıklar,  kazalar  ya da trans halinde oluşan fenomenler esnasında,beynin bu durumunda bedenin çeşitli yerlerindeki aşırı faliyetleri ile meşgul olmasından kaynaklanan zayıflıktan yararlanıp ilgili merkezleri etkileyerek  mesela acı duyma merkezine gönderdiği impulsla acı çekmesini ,korku merkezini uyararak korkmasını (ki bu nedenle küçük şeylerden büyük korkular duyurtarak o şeyi yaptırmasını sağlar), görme,duyma...vb duyuları da etkileyerek kendisini maddesel olarak algılatabilmekte ya da o birime aynı sistemle birçok çeşitli fenomen deneyimletebilmektedirler. Bilimsel olarak da beynin belli noktalarına elektroşok verilerek kişiye istenilenin yaptırılması ile aynı mekanizmayı kullanan cinlerin neden olduğu bu olaylar,ister kadın isterse erkek olsun onların sex merkezlerini irrite edip sanki gerçek bir insanla cinsel ilişkiye girercesine tatmin  duygusu vermeleri ile,medyumlardan açığa çıkan belli sıvı ya da gaz türü bir yapıyla şekillenip maddesel olarak görünerek insanları etkileme hallerine de açıklık getirmektedir.

9.)    Bu ışınsal varlıklar,mantıksal bir bütünlüğe sahip değillerdir.Büyüklük duygusu çok aşırı düzeyde olup kendilerini kontrol etme  mekanizması da  çok zayıftır ve de çok tekrarlamalarda bulunurlar. Karakter olarak da insandan çok zayıf bir yapıya sahip olup olumsuz olarak isimlendirilen davranışları fazlaca ortaya koyma eğilimindedirler. Bu nedenle bu davranışlarına paralel işlerle ilgilenir,uğraşırlar.Gerçekleri de her zaman farklı alanlara çekerek istismar edip çarptırırlar ve ilişkide bulunan insanlara ya da o boyutu algılayan insanlara aynen bunu yansıtırlar. Mesela;Mistik kaynaklarda  ifade edildiğine göre, bizden ayrı fakat organik olarak yaşayan canlıların varlığı mevcut iken bu gerçeği istismar ederek ufo olarak bilinen fenomenleri oluştururlar.  (Bilimsel olarak yapılan hesaplara göre  galaksimizde bizden ayrı organik bedenli canlıların varlığı olasıdır.)

10.)  Yapıları gereği çok gelişmiş bir yapıya sahip olmalarından dolayı, düşünce ve bilinç seviyesi olarak insandan üstün olanları da mevcuttur; fakat üstün insan,her zaman üstün cinden üstündür.

11.)  Belli metafiziksel deneyim yaşattığı insanlar aracılığıyla,Resul ve Nebilerin de aslında birer medyum,kahin olduklarını söyleyerek gerçekte onlarla bağlantı kuranlarında aynı kaynaktan beslendiklerini, dolayısıyla Resul ve Nebilere gelenin de yine kendileri olduklarını bu nedenle de  insanlara yol gösterdiklerini belirtmektedirler.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak bu yanılgılara neden olan olayları hem Resullerin hem de bilimsel bulguların ortaya koyduğu gerçekler ışığında açıklamaya çalışalım.

Bunlardan ilki Ruh ve Madde kavramıdır.

Görecelik kuramı bize,cisimler hızlandırıldığı taktirde bu hızlanmalarına bağlı olarak onların yapıtaşları olan farklı formlarına dönüşeceğini söylemektedir.Örneğin,elimizde bir kurşun kalem olduğunu bunu da yavaş yavaş salladığımızı düşünelim.Öncelikle cismin görüntüsü sallanmasıyla birlikte yavaş yavaş değişir ve bu hareketin neden olduğu etkiyle de, havadaki molekülleri titreştirmek suretiyle ses olarak algılanacaktır.Eğer hızı çok yüksek değerlere taşırsak o zaman da cisim önce molekül, sonra da atom, elektron (tanecik) ve frekansına bağlı olarak ısı ve ışık şeklinde, eğer ışık hızını da aşarsa en temel yapı taşları olan salt bilinç (takyon) olarak algılanacaktır .Dolayısıyla madde dediğimiz şey gerçekte bilincin örtünmesi sonucu aldığı bir isim olarak karşımıza çıkar.

Bu, birimsel anlamda olduğu gibi, evrensel anlamda da böyledir.Dolayısıyla tüm kainat ve paralel evrenler hep bu Ruh ile meydana gelirler.Onun bölünmesi ve parçalanması mümkün olmadığı gibi,boyutsal olarak sonsuz mekansal olarak da sınırsızdır.Bu mikrodalga boyutta Ruh ismini alan yapı Nur boyutunda Bilinç ismini alır.(Bkz. Birleşik Alanlar 7/ Sıfır Nokta Enerjisi-Sufizm Ve İnsan/ fizik)

Bu ayrıca Bilinç (ilim) yönüyle Aklı Evvel, Kudret yönüyle Ruhu Azam,Kimliği ve kişiliği ile İnsanı Kâmil, Nefsi yönüyle Nefsi Küll,Hüviyeti yönüyle Hakikatı Muhammediye ismiyle  anılmaktadır.

Bununla birlikte tüm sistemi yöneten bir Ana Ruh olduğu gibi (Ruhu Azam),bir de sistemin Ruhu söz konusudur ki buna Ruh’ul Kuds,sahip olduğu bilince de Aklı Küll adı verilir.Ayrıca Kürsü tabiri de kullanılmaktadır ki, günümüz bilimsel diliyle bu yapıya Galaksi denir. İçindeki melekler bu Galaktik Ruhun (holografik)yoğunlaşmasıyla meydana gelmiştir.

Bu bize evrende, her şeyin gölgesinin var olduğu gibi, bir karşıtının, simetrik bir kardeşinin varlığını da gösterir .Zaten evrende her şey Nar ve Nur boyutlarıyla vardır. Örneğin, biz güneşin şu anda hidrojenin helyuma dönüşmesiyle var olan maddesel yanını algılarken,ikizi olan paralel mikrodalga boyutların da kendine has canlıları söz konusudur.Zebani gibi.Bir de Nur boyutunda.Aynı şekilde bizler de,maddesel bedenlerimizle bu boyutta yaşarken Ruh boyutunda(yani berzah boyutu denilen,dünyanın manyetik çekim alanı içerisindeki yeryüzünün  ikizi olan ışınsal dünyada bulunan ruhların, kıyametle birlikte güneşin ışınsal ikizi* olan cehennem boyutuna geçmesiyle) Kabir ve cehennem boyutunu, Nur bedende de cennet boyutunu yaşayacağız.Nar bedende,maddesel bedenimizdeki gibi,sabit bir beden,suret görüntümüz olsa da,Nur bedenimiz için aynı şeyi söyleyemeyiz.Sufizmde bir bilinçli varlık olarak,Ruhu Nurani ismiyle de anılan insanın bu boyutta bir beden şekli olmamasına karşın salt bilinç boyutu olarak hayal ettiğini canlı olarak yaşar ve dilediği beden şekline,suretine bürünerek karşısındaki birimin  bulunduğu boyut itibariyle veri tabanında açığa çıkar.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta,ikiz kavramının bir nesnenin,Nar ve Nur boyutlarındaki hali anlamında olmadığı gibi bir nesnenin tüm olası durumunu veren bir yapı da olmadığıdır.(Her ne kadar bunları içerse de...).Bunun yerine, bir nesnenin boyutsal derinliğinde sonsuz formlarının olması şeklinde düşünebiliriz.Keza paralel evrenler de böyledir.

Dikkât edilmesi gereken ikinci durum, (ki bu konunun en can alıcı noktasını teşkil etmektedir) evrendeki tüm cisimlerin hayatıyetini sağlayıp onu yönlendirenin Ruh olmasına karşın, aynı durumun insan için geçerli olmamasıdır.Yani,insanın sahip olduğu Ruh,kendi bedenini şekillendirmeyip ya da var kılmayıp,bedeninin ,beyninin birimsel Ruhunu meydan getirmesidir.Dolayısıyla bir insan bedeni var olmadan önce Birimsel Ruhu mevcut değildir.Bu nedenle de “Ruhlar sınıf sınıf toplanmış cemaatlerdir...Bundan ötürü,içlerinden birbirleriyle tanışanlar,sevişip anlaşmışlardır.Birbirleriyle birleşmeyenler ise,ihtilafa düşmüşler,anlaşamamışlardır...” hadisi ruhların daha önce bir yerlerde mevcut olduğunu göstermez.Çünkü bu durum,beyin faaliyetlerinin mikrodalga bedeni üretip özelliklerini ona yüklerken,dışa da yayın yapması ve üretilen frekansların beyinler arası uyuşum sağlayıp sağlayamamasıyla meydana gelmektedir.Çünkü beyin ve üretimin nedeni olan Astrolojik tesirler, çeşitli gruplarda sınıflanmaktadırlar.Ayrıca bununla ilgili bir yanılgı da İnsan bedeni etrafında var olan ayrı bir enerji alanının (ki buna Aura,ya da Mistik anlatımla  Ruhi hayvani,ya da Harareti Griziye de denir) birimsel Ruhu ile karıştırılmasıdır.Bu enerji alanı aynı zamanda hem canlı hem de cansızlarda da mevcuttur (bkz. Elektromanyetik Alanlar Ve Biz-Sufizm ve İnsan/fizik).

Şimdi, hep karıştırılan Auranın nitelik ve niceliğine geçmeden önce insanın gerçek Ruhuna ait olan özellik ve vasıflarını görmeye çalışalım:

Tarihte birçok insan, Ruhu kendi kapasitelerince değerlendirmeye çalışmış,kimi her şeyin aslının ve Ruhunun bölünmez parçalanmaz su, kimi hava, kimi de dört element olduğunu söylemiş, doğumların bu elementlerin kendi aralarındaki birleşmelerine, ölümü de bunların birbirlerinden ayrılmalarına bağlamıştır. Kimi ise Ruhu en ince,latif ve hiç durmaksızın hareket eden atomlardan oluşmuş bir yapı olarak tanımlamaya çalışırken bunlardan bazıları Ruhun doğumdan önce var olduğunu ve insanın doğmasıyla bedene girdiğini söylemiştir. Bazıları da Ruhun  bedenle beraber meydana geldiğini,bir kısmı da ruhların gerçekte  reenkarne biçiminde var olduklarını düşünmüşler bu yüzden de bir sonraki aşamada bitki ya da hayvan olarak gelen ruhlara acı vermemek için hayvan ve bazı bitkiler yememişlerdir. Kimisi de Ruhun katmanlarını,bitkisel,hayvansal ve insani olmak üzere üç kısma ayırmış,bitkisel ve hayvansal ruhun (ki kendi aralarında belli özelliklere sahiptir) bedenle ölmesine rağmen, bu ikisinin amacı olan ya da hizmet edip meydana getirdiği insani ruhun ölümsüz olduğunu belirtmişlerdir. Ama genelde hepsinin ortak yönü Ruhun asla parçalara bölünmez bir bütün olarak öncesiz ve sonrasız var olmasıdır.

Kendi içinden çıkılmayacak kadar karışık olan bu  konu hakkında yine de bir sınıflandırma yaparsak,bunu iki grupta açıklayabiliriz. İlki Monizm (Tekçi yaklaşım),İkincisi ise Dualizm (pulurizm olarak da geçen çoğulculuk) ‘dir. Monizm de kendi içinde ikiye ayrılır.İlki,Varlığın temel yapı taşlarının madde olup sürekli bir dönüşüm içinde olduğunu söyler. Buna göre madde zamanla tek hücreye  buradan da çok hücreliye dönüşmesiyle hareketli canlı varlıkları meydana getirmiştir.Yani hayvanlar ve daha gelişmiş varlık  olan insan.Onların ölümüyle de tekrar aslı olan maddeye dönüşür.Bu anlayışta bilince,ruha bir yaratıcı kavramına yer yoktur ve her şeyi bir tesadüfler zinciri içerisinde meydana gelmiş  bir Bütünlük olarak görür.Bu görüşe Materyalizm de denir.

İkincisi ise aynı kavrama Ruhu ekler ve hiçbir şeyin tesadüfi olmadığına, her şeyin Tek bir Bilinç tarafından yönlendirildiğine inanır.Bu bütünlüğün ,parçalardan meydana geldiğini parçalarda da o bütünün bilgisinin aynen mevcut olduğunu söyler.Ahiret inancını reenkarnasyon biçiminde tanımladığı gibi,ötelerdeki cennet cehennem yerine, kendi boyutlarının farkına varmasıyla oluşan bir gerçeklik olarak tanımlar.Genelde bu düşünceye sahip olanlara Ruhçu ismi verilir.

Bu görüşün  noktalarından biri de şudur: Doğa (canlı ve şuurlu bir varlıktır) kendi kendini idare eder ve ihtiyaç duyduğunu meydana getirdiği gibi, ihtiyacı olmayanı da yok eder. İslam Mistisizmi ile çok benzer anlayışlara sahip olan bu görüş her ne kadar sufizme yaklaşsa da yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı gerçeği tam yansıtamamakta ve en temel görüş olan vahdet-i vücut anlayışını bile,Panteist bir kavramla algılamaktadır.Bu nedenle, modern bilimin gelişmesiyle otomatik olarak kendini yok eden Materyalizm ile hiçbir mistik anlayışa yeterince cevap veremeyen Dualist anlayışı bir kenara bırakarak,bu tür yazılarımız boyunca yanılgıların odağı olan Ruhçuluk görüşü üzerinde duracağız.

Pulurizmin dualist görüşü, bir madde bir de  onu kapsayan bir Ruh ve de hepsinin içinde ifade edilen, ama hep ötelerde olup bir kumanda ile tüm her şeyi  yöneten bir Tanrı anlayışına dayanır.Ve bu Tanrı da Melekleri vasıtasıyla yeryüzünde seçtiği insanlar aracılığıyla mesajlarını tüm dünyaya duyurur.İnsanların Ruhları, ezelde yaratılmış olup dışarıdan bedenlere girmesiyle birlikte  dünyada hayat bulup yaşarken ölmesiyle de  bedenden ayrılarak yaptıklarının karşılığı almak üzere hesap vereceği ötelerdeki, önce Tanrısının huzuruna oradan da  mükâfat için cennete,cezasını çekmek içinse cehennem denilen yere gider.

Dualist olmayan pulurizmde ise,çeşitli ruhlara,ataların ruhlarına...vb)Ruhlara inanç vardır.Ama gene de diğerlerindeki gibi (her biri birbirinden farklı şekillerde algılamış olsalar da ) Tek bir Ruha,yaratıcıya,Tanrıya inanılır.

Şimdi ise,İslam mistik kaynaklarında geçen Ruh kavramını günümüz bilimsel anlayışı açısından irdelemeye çalışalım:

İnsanın Ruhu, anne karnında 120. gününde meydana gelir ve dört katmandan oluşur. Bazılarında ise,üç. Bunlar sırasıyla taşıyıcı dalgalar, Antiçekim dalgaları, enerji dalgaları ve Bellek dalgalarıdır.Bunlar da kat kat ayrı biçimlerde olmayıp T.V dalgalarına benzer. Yani, üst üste bindirilmiş görüntü ve ses dalgaları gibidir.Bunlardan Anti çekim dalgaları çok önemlidir.Çünkü beyin eğer anti çekim dalgalarını üretip taşıyıcı dalgalar olan ana yapıya yüklerse,o kişinin ölümü ile  biyoelektrik faaliyetlerinin kesilmesi sonucu Ruhu bedene bağlayan elektromanyetik alanın kalkmasıyla da önce dünyanın sonra da güneşin çekim alanından kurtularak  galaksinin derinliklerine doğru uzaya açılıp boyutsal dönüşümünü sağlar.Belirli beyinsel çalışmalar ile bu dalgalar güçlendirilebileceği gibi,dogmatik bir biçimde de üretilmeye devam eder.Bedensel yer değiştirme denilen fenomenler de ancak bu dalganın varlığıyla söz konusu olabilmektedir. Yani, dalga/parçacık ikileminin neden olduğu,maddenin madde ötesi olan enerji boyutuna dönüştürülmesi gibi,enerjinin de tekrar madde biçimine dönüştürülerek, Mistiklerin İsra ya da Tayyı mekan dedikleri olayın oluşmasını temin eder.

Ancak benzer fenomenleri, bizden farklı frekans boyutunda yaşayan Cinler de insanlar üzerinde oluşturabilmektedir.Dini terminolojide Antiçekim dalgasına sahip olanlara said,yani cennetlik,olmayanlara ise,Şaki,yani cehennemlikle hüküm olunmuş denmektedir.

Bununla birlikte,ölüm ötesi yaşamı,kişiliğimizi ve bedenimizi oluşturan yapı ise,Taşıyıcı dalgalardır.Bu yapı hologramik görüntüye sahip Elektromanyetik bir yapıdadır.Astral yapı,perisperi de denilmektedir ki, insan bilincinin ölümsüzlüğünü sağlayan yapıdır.Ayrıca mikrodalga varlıklar olan cinlerin bedeniyle de aynı yapısal özelliklere sahiptir.Bununla beraber,farklı nedenlerden dolayı,bu beden deforme olsa bile, daha sonraki aşamalarda tekrar eski hallerine dönme özellikleri vardır.Tüm zihinsel fonksiyonlar yani,tüm düşünceler,duygular,istekler,korkular,eylem ve düşünceler, anında bellek dalgaları vasıtasıyla bu taşıyıcı dalgalara yüklenir.Böylece taşıyıcı dalgalar,ölüm ötesindeki bedenimiz,bellek dalgaları da bu Ruhtaki kişiliğimizi oluşturur. Böylece Ruhun bedenden ayrılması durumunda ,tüm geçmişe ait yüklenmiş olan bu eylem ve düşünceler, çok kısa bir zaman aralığında yani an içinde seyredilir.Seyyal bir yapıya sahip olmasından dolayı da uzay-zamandan bağımsız hareket eder ve aynı anda birkaç yerde bulunabilme yeteneğine de sahiptir. Bu bedenin bir şekli olması nedeniyle biçimi, bedenini terk ettiği andaki görüntüsündedir.Bir özelliği de bedene ait organların biri kopmuş olsa da aynen varmışçasına bu holografik bedende mevcut olmasıdır.Çünkü beynin holografik sistemle çalıştığından, ürettiği ışınsal bedene de aynı bu özellikleri yansıtır. Böylece, daha önce sahip olduğu özellikler bedenden silinse de,Ruhta aynen korunur. Ayrıca aynı nicelik ve nitelikler bedeni saran Aura için de geçerlidir. Bununla birlikte,bellek dalgalarına yüklenmiş ve enerji dalgaları olarak yerini almış menfi düşünce ve duygular eğer silinmemişse,bu bedenin sahip olduğu şeffaflık dolayısıyla o boyutlarda da bir başka birimsel Ruh tarafından da okunabilecektir.

Enerji dalgaları ise,beynin ürettiği ya da başka beyinlerin ürettiklerini alarak kullandığı pozitif ve negatif dalga türüdür.Dinde sevap kavramı olarak da geçen pozitif enerji, beynin “verici” niteliğindeki günah ismiyle adlandırılan ise,”alıcı” birimsel menfatine dönük” eylem ve düşüncelerin  ürünü olarak meydana gelir ve ilki,kişinin kendisini tanıdığı ilk kişilik şuur hallerinde iken üretilirken (bu yüzden birime beş –altı yaşlarından itibaren faydalı çalışmalar önerilir), ikincisi ise büluğ çağında devreye girer ki, bu durum dinde sembolik olarak  “büluğ yaşından önce birime günah yazılmaz” şeklinde  ifade edilmiştir. Bununla beraber,pozitif olan enerjiler antiçekim dalgalarına direkt yüklenirken, negatif olan türü ise,direkt taşıyıcı dalgalar üzerine yüklenir.Eğer bir birimde Antiçekim dalgası üretilmemişse ,pozitif dalgalar o kişiye hiçbir yarar sağlayamayacak, üzerine tutunmadan akıp gidecektir.Ancak bunun faydalarını dünya hayatındayken görür. Antiçekim, Enerji ve Bellek dalgaları arasındaki farka gelince, Anti çekim dalgaları birimi,dünyanın ve güneşin manyetik çekim alanından kurtarmayı sağlarken,bu iş için hareket ve bulunacağı yeni ortamdaki gücünü ise,enerji dalgaları sağlar.Bu gücün hangi seviyede ve nasıl kullanılacağını bellek dalgalarında sahip olunan ilim belirler.(Bu da ölüm ötesine dönük ,o boyutlara ait olan ilimdir.) Bu nedenle beyni olabildiğince kullanarak,kapasiteyi genişletip,güçlü bir ilim için güçlü bir enerjiyle Ruha yüklemek gerekmektedir.Bu da bu dünya hayatında iken mümkündür. Ayrıca, Ruhun bedenden önce yaratılmayıp,beynin üretmesi sonucu oluşması dolayısıyla da,Ruh tüm özelliklerini (bilgi ve enerjisini) beyinden alırken ,beyin de ruhtaki enerji ve sahip olduğu bellek ile takviye edilir.Çünkü bellek dalgaları aslında,astral bedenin bilgi yüküdür,bilincidir,bilincin bedenidir.Bu yüzden beynin herhangi bir fonksiyonunun yetersizliğinden (Ruh hastalığı da aslında söz konusu olmayıp beynin fonksiyonlarının yetersizliğinden ya da bozuk çalışmasından ileri gelir ki bu durumda da  beynin hastalığından söz edebiliriz) bu ışınsal bedendeki bilgiler geri çekilemediği için,hatırlayamama,unma denilen haller oluşur.(Bkz.Ruh,İnsan,Cin-Evrensel Sırlar-İnsan Ve Sırları 1-Tekin Seyri-Kendini Tanı-Sistemin Seslenişi-Cennet/Ahmed Hulusi,Ruh ve Aura/Ahmed Fevzi Yüksel-Sufizm ve İnsan)

Şimdi bu verileri gördükten sonra, artık,İnsan Ruhu ile benzer özellikler gösteren Auranın yapısını,akademik düzeydeki bilim adamları tarafından  elde edilen bulguları ile bunun nedeni olarak gösterilen  fenomenlere geçebiliriz.

(Devam edecek)

 

İstanbul - 06.06.2001
http://sufizmveinsan.com

*Dünyanın yok olmasıyla Ruhların kendilerini güneşin plartformunda bulması,dinde sembolik olarak “insanların kabirlerinden” çıkması şeklinde ifade edilmiştir.

 


Üst Ana sayfa e-mail