Bundan
önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi,batı dünyasının
elde ettiği bilimsel bulguların, yüzyıllar önce bunları
deneyimlerle dile getiren doğu dünyasıyla paralellik göstermesine
karşın, yeteri derecede özenin İslam mistisizmine gösterilmemesi
ya da daha detayına inilmemesi nedeniyle , maddeye dönük bir
biçimde algılayan hologramik mikrodalga yapılı (bilinçli)
cinlerin,hem boyutsal hem de ontolojik varlıklar olmaları,insanların
da bunlarla olan cebri ya da ihtiyari ilişkileri sonucu,
insanlar üzerindeki etkileri göz ardı edilerek,bunların
neden oldukları fenomenlerin Mistik deneyimler olarak
nitelendirilmesi Metafiziksel Yanılgıları doğurmuştur.
Buna
karşın, İslam dünyasında;Dinde reform adı altında
rasyonel akılcılık ön plana çıkartılıp,bilimsellik
etiketi altında eski materyalist felsefenin Tanrısallaştırılmış
versiyonu ile Dinsel veriler yorumlanıp, mecazlar gerçek sanılarak,
akıllara uymadığı için de Hadisler ve ona dayalı yorumlar
bir kalemde reddedilmektedir. (ya da işine gelenler
kabullenilmektedir.) Bu anlayışın sonucunda da,mikrodalga
bilinçli varlıkların etkileri,fenomenlerini neredeyse sıfıra
indirgenip bu da mistik kaynakların yine sebolik anlatımlarını
hakikât sanan ve bu tür varlıkların yönlendirmeleri
sonunda, ne ana
kaynaklardan ne de günümüz biliminden
haberdar olan insanların dini anlayışlarına karşı
bir etki olarak görülmektedir. Başka bir deyişle,
Elektromanyetik bilinçli varlıklar,bir yandan kendilerini
neredeyse yok saydırtarak ya da tamamen soyut varlıklarmış
gibi göstererek, diğer yandan da Resullerin getirdikleri gerçekleri saptırıp açık ya da
kapalı olarak insanlara dini bilgiler ilham ederek kendi varlıklarını
çok iyi gizlemektedirler.
Bu
yanılgılara kaynaklık eden fenomenlere Akaşalar,
Reankarnasyon ve Hologram ve Boyutsal yansımalar yazısında
bir miktar değinmiştik.Şimdi ise bunlara ek olarak,
Mikrodalga varlıklarla ilgili bazı özellikler vererek bu yanılgıların
hangi boyutlarda nasıl açığa çıktıklarını tekrar görmeye
çalışalım.Bunlar sırasıyla;
1.)
Cinler İnsanlar gibi sülaleler halinde ve nüfus olarak
insanların en az on katı bir kalabalığa sahiptirler.Bu durum
hadiste “yer yüzünde insanların on katı kadar cin,cinlerin
on katı kadar da
melek bulunmaktadır” şeklinde ifade edilmektedir.
2.)
Bu varlıklar kendilerini çeşitli isimler ve suretler
şeklinde mesela,hortlak,peri,ruh,hayalet,ışık dost varlıkları,melekler,eski
ulu insanların ruhu veya uzaylılar...vb şeklinde,metafiziksel
deneyimlerle, rüyada yada maddesel, açık ve net olarak
kendilerini gösterirler.
3.)
Kendilerini o kişiye resmen bildirerek veya hiç
bildirmeden,fark ettirmeden (ki kişinin kendi din ve anlayışına
göre insancıl,hümanist fikirler öne sürerek) ya da başka
isimler adı altında kendilerini tanıtıp gerektiğinde de olağanüstü
haller göstererek veya yaşatarak onları kendilerine bağlarlar.
4.)
Semanın üst katlarına çıkarak geleceğe yönelik
haberleri öğrenmelerine karşılık, Hz Muhammed (s.a.v)’ in
Risalet görevini alıp icraata başlamasıyla Şihab
denilen,meteor,kayan ve atmosfere girince yanan ya da çok yüksek
frekanslı kozmik radyasyonlar tarafından bu haber alışları
önlenmektedir.
5.)
Vahdet ve Kader sırları onlara kapalı olduğu için
gelen Astrolojik tesirleri okumalarına rağmen, detaya
inemedikleri için geleceğe yönelik bu bilgileri,verileri değerlendirmeleri
% 85-90 hatalı olup Resul ve Nebilerin gelecek ile ilgili
bildirdiklerini farklı göstertip gerçekleri saptırırlar.
Bununla birlikte, her ne kadar hızlı bir yapıya sahip olsalar
da bütün yer yüzünü aynı anda algılayamadıkları için,
zamana tâbidirler.(bkz. Zamanın Doğası-Sufizm ve İnsan/fizik)
6.)
Bu tür varlıkların gıdası, koku olup, bunların içinde
de en çok sigara kokusunu sevdikleri gibi, uyuşturucu kullanan
beyinleri de beğenirler. Çünkü bunların beyinde oluşturdukları
zayıflık, onların daha kolay etkilemesine olanak sağlamaktadır.
7.)
Beşinci maddeden dolayı Panteist görüşü
“Uluhiyyet” kavramı olarak nitelendirip Vahdeti Vücut
teorisini,Panteist görüş şeklinde insanlara sunarak
kendilerinin, bazen de etkiledikleri insanların Tanrı,
İlah olduklarını ilka ederler.
8.)
Elektromanyetik yapılı bu varlıklar,özellikle ,asabi
huylu kadınlar,(erkekler de dahildir) ile doğum sonrasında
ve ateşli hastalıklar, kazalar
ya da trans halinde oluşan fenomenler esnasında,beynin
bu durumunda bedenin çeşitli yerlerindeki aşırı faliyetleri
ile meşgul olmasından kaynaklanan zayıflıktan yararlanıp
ilgili merkezleri etkileyerek mesela acı duyma merkezine gönderdiği impulsla acı çekmesini
,korku merkezini uyararak korkmasını (ki bu nedenle küçük
şeylerden büyük korkular duyurtarak o şeyi yaptırmasını
sağlar), görme,duyma...vb duyuları da etkileyerek kendisini
maddesel olarak algılatabilmekte ya da o birime aynı sistemle
birçok çeşitli fenomen deneyimletebilmektedirler. Bilimsel
olarak da beynin belli noktalarına elektroşok verilerek kişiye
istenilenin yaptırılması ile aynı mekanizmayı kullanan
cinlerin neden olduğu bu olaylar,ister kadın isterse erkek
olsun onların sex merkezlerini irrite edip sanki gerçek bir
insanla cinsel ilişkiye girercesine tatmin duygusu
vermeleri ile,medyumlardan açığa çıkan belli sıvı ya da
gaz türü bir yapıyla şekillenip maddesel olarak görünerek
insanları etkileme hallerine de açıklık getirmektedir.
9.)
Bu ışınsal varlıklar,mantıksal bir bütünlüğe
sahip değillerdir.Büyüklük duygusu çok aşırı düzeyde
olup kendilerini kontrol etme
mekanizması da çok
zayıftır ve de çok tekrarlamalarda bulunurlar. Karakter
olarak da insandan çok zayıf bir yapıya sahip olup olumsuz
olarak isimlendirilen davranışları fazlaca ortaya koyma eğilimindedirler.
Bu nedenle bu davranışlarına paralel işlerle ilgilenir,uğraşırlar.Gerçekleri
de her zaman farklı alanlara çekerek istismar edip çarptırırlar
ve ilişkide bulunan insanlara ya da o boyutu algılayan
insanlara aynen bunu yansıtırlar. Mesela;Mistik kaynaklarda
ifade edildiğine göre, bizden ayrı fakat organik
olarak yaşayan canlıların varlığı mevcut iken bu gerçeği
istismar ederek ufo olarak bilinen fenomenleri oluştururlar.
(Bilimsel olarak yapılan hesaplara göre
galaksimizde bizden ayrı organik bedenli canlıların
varlığı olasıdır.)
10.)
Yapıları gereği çok gelişmiş bir yapıya sahip
olmalarından dolayı, düşünce ve bilinç seviyesi olarak
insandan üstün olanları da mevcuttur; fakat üstün insan,her
zaman üstün cinden üstündür.
11.)
Belli metafiziksel deneyim yaşattığı insanlar aracılığıyla,Resul
ve Nebilerin de aslında birer medyum,kahin olduklarını söyleyerek
gerçekte onlarla bağlantı kuranlarında aynı kaynaktan
beslendiklerini, dolayısıyla Resul ve Nebilere gelenin de yine
kendileri olduklarını bu nedenle de
insanlara yol gösterdiklerini belirtmektedirler.
Tüm
bunları göz önünde bulundurarak bu yanılgılara neden olan
olayları hem Resullerin hem de bilimsel bulguların ortaya
koyduğu gerçekler ışığında açıklamaya çalışalım.
Bunlardan
ilki Ruh ve Madde kavramıdır.
Görecelik
kuramı bize,cisimler hızlandırıldığı taktirde bu hızlanmalarına
bağlı olarak onların yapıtaşları olan farklı formlarına
dönüşeceğini söylemektedir.Örneğin,elimizde bir kurşun
kalem olduğunu bunu da yavaş yavaş salladığımızı düşünelim.Öncelikle
cismin görüntüsü sallanmasıyla birlikte yavaş yavaş değişir
ve bu hareketin neden olduğu etkiyle de, havadaki molekülleri
titreştirmek suretiyle ses olarak algılanacaktır.Eğer hızı
çok yüksek değerlere taşırsak o zaman da cisim önce molekül,
sonra da atom, elektron (tanecik) ve frekansına bağlı olarak
ısı ve ışık şeklinde, eğer ışık hızını da aşarsa
en temel yapı taşları olan salt bilinç (takyon) olarak algılanacaktır
.Dolayısıyla madde dediğimiz şey gerçekte bilincin örtünmesi
sonucu aldığı bir isim olarak karşımıza çıkar.
Bu,
birimsel anlamda olduğu gibi, evrensel anlamda da böyledir.Dolayısıyla
tüm kainat ve paralel evrenler hep bu Ruh ile meydana
gelirler.Onun bölünmesi ve parçalanması mümkün olmadığı
gibi,boyutsal olarak sonsuz mekansal olarak da sınırsızdır.Bu
mikrodalga boyutta Ruh ismini alan yapı Nur boyutunda Bilinç
ismini alır.(Bkz. Birleşik Alanlar 7/ Sıfır Nokta
Enerjisi-Sufizm Ve İnsan/ fizik)
Bu
ayrıca Bilinç (ilim) yönüyle Aklı Evvel, Kudret yönüyle
Ruhu Azam,Kimliği ve kişiliği ile İnsanı Kâmil, Nefsi yönüyle
Nefsi Küll,Hüviyeti yönüyle Hakikatı Muhammediye ismiyle anılmaktadır.
Bununla
birlikte tüm sistemi yöneten bir Ana Ruh olduğu gibi (Ruhu Azam),bir de sistemin Ruhu söz konusudur ki buna Ruh’ul
Kuds,sahip olduğu bilince de Aklı
Küll adı verilir.Ayrıca Kürsü tabiri de kullanılmaktadır
ki, günümüz bilimsel diliyle bu yapıya Galaksi denir. İçindeki
melekler bu Galaktik Ruhun (holografik)yoğunlaşmasıyla
meydana gelmiştir.
Bu
bize evrende, her şeyin gölgesinin var olduğu gibi, bir karşıtının,
simetrik bir kardeşinin varlığını da gösterir .Zaten
evrende her şey Nar ve Nur boyutlarıyla vardır. Örneğin,
biz güneşin şu anda hidrojenin helyuma dönüşmesiyle var
olan maddesel yanını algılarken,ikizi olan paralel mikrodalga
boyutların da kendine has canlıları söz konusudur.Zebani
gibi.Bir de Nur boyutunda.Aynı şekilde bizler de,maddesel
bedenlerimizle bu boyutta yaşarken Ruh boyutunda(yani berzah
boyutu denilen,dünyanın manyetik çekim alanı içerisindeki
yeryüzünün ikizi
olan ışınsal dünyada bulunan ruhların, kıyametle birlikte
güneşin ışınsal ikizi* olan cehennem boyutuna geçmesiyle)
Kabir ve cehennem boyutunu, Nur bedende de cennet boyutunu yaşayacağız.Nar
bedende,maddesel bedenimizdeki gibi,sabit bir beden,suret görüntümüz
olsa da,Nur bedenimiz için aynı şeyi söyleyemeyiz.Sufizmde
bir bilinçli varlık olarak,Ruhu Nurani ismiyle de anılan
insanın bu boyutta bir beden şekli olmamasına karşın salt
bilinç boyutu olarak hayal ettiğini canlı olarak yaşar ve
dilediği beden şekline,suretine bürünerek karşısındaki
birimin bulunduğu boyut itibariyle veri tabanında açığa çıkar.
Burada
dikkat edilmesi gereken nokta,ikiz kavramının bir nesnenin,Nar
ve Nur boyutlarındaki hali anlamında olmadığı gibi bir
nesnenin tüm olası durumunu veren bir yapı da olmadığıdır.(Her
ne kadar bunları içerse de...).Bunun yerine, bir nesnenin
boyutsal derinliğinde sonsuz formlarının olması şeklinde düşünebiliriz.Keza
paralel evrenler de böyledir.
Dikkât
edilmesi gereken ikinci durum, (ki bu konunun en can alıcı
noktasını teşkil etmektedir) evrendeki tüm cisimlerin hayatıyetini
sağlayıp onu yönlendirenin Ruh olmasına karşın, aynı
durumun insan için geçerli olmamasıdır.Yani,insanın sahip
olduğu Ruh,kendi bedenini şekillendirmeyip ya da var kılmayıp,bedeninin
,beyninin birimsel Ruhunu meydan getirmesidir.Dolayısıyla bir
insan bedeni var olmadan önce Birimsel Ruhu mevcut değildir.Bu
nedenle de “Ruhlar sınıf sınıf toplanmış
cemaatlerdir...Bundan ötürü,içlerinden birbirleriyle tanışanlar,sevişip
anlaşmışlardır.Birbirleriyle birleşmeyenler ise,ihtilafa düşmüşler,anlaşamamışlardır...”
hadisi ruhların daha önce bir yerlerde mevcut olduğunu göstermez.Çünkü
bu durum,beyin faaliyetlerinin mikrodalga bedeni üretip özelliklerini
ona yüklerken,dışa da yayın yapması ve üretilen frekansların
beyinler arası uyuşum sağlayıp sağlayamamasıyla meydana
gelmektedir.Çünkü beyin ve üretimin nedeni olan Astrolojik
tesirler, çeşitli gruplarda sınıflanmaktadırlar.Ayrıca
bununla ilgili bir yanılgı da İnsan bedeni etrafında var
olan ayrı bir enerji alanının (ki buna Aura,ya da Mistik
anlatımla Ruhi
hayvani,ya da Harareti Griziye de denir) birimsel Ruhu ile karıştırılmasıdır.Bu
enerji alanı aynı zamanda hem canlı hem de cansızlarda da
mevcuttur (bkz. Elektromanyetik Alanlar Ve Biz-Sufizm ve İnsan/fizik).
Şimdi,
hep karıştırılan Auranın nitelik ve niceliğine geçmeden
önce insanın gerçek Ruhuna ait olan özellik ve vasıflarını
görmeye çalışalım:
Tarihte
birçok insan, Ruhu kendi kapasitelerince değerlendirmeye çalışmış,kimi
her şeyin aslının ve Ruhunun bölünmez parçalanmaz su, kimi
hava, kimi de dört element olduğunu söylemiş, doğumların
bu elementlerin kendi aralarındaki birleşmelerine, ölümü de
bunların birbirlerinden ayrılmalarına bağlamıştır. Kimi
ise Ruhu en ince,latif ve hiç durmaksızın hareket eden
atomlardan oluşmuş bir yapı olarak tanımlamaya çalışırken
bunlardan bazıları Ruhun doğumdan önce var olduğunu ve
insanın doğmasıyla bedene girdiğini söylemiştir. Bazıları
da Ruhun bedenle
beraber meydana geldiğini,bir kısmı da ruhların gerçekte
reenkarne biçiminde var olduklarını düşünmüşler
bu yüzden de bir sonraki aşamada bitki ya da hayvan olarak
gelen ruhlara acı vermemek için hayvan ve bazı bitkiler
yememişlerdir. Kimisi de Ruhun katmanlarını,bitkisel,hayvansal
ve insani olmak üzere üç kısma ayırmış,bitkisel ve
hayvansal ruhun (ki kendi aralarında belli özelliklere
sahiptir) bedenle ölmesine rağmen, bu ikisinin amacı olan ya
da hizmet edip meydana getirdiği insani ruhun ölümsüz olduğunu
belirtmişlerdir. Ama genelde hepsinin ortak yönü Ruhun asla
parçalara bölünmez bir bütün olarak öncesiz ve sonrasız
var olmasıdır.
Kendi
içinden çıkılmayacak kadar karışık olan bu
konu hakkında yine de bir sınıflandırma yaparsak,bunu
iki grupta açıklayabiliriz. İlki Monizm (Tekçi yaklaşım),İkincisi
ise Dualizm (pulurizm olarak da geçen çoğulculuk) ‘dir.
Monizm de kendi içinde ikiye ayrılır.İlki,Varlığın temel
yapı taşlarının madde olup sürekli bir dönüşüm içinde
olduğunu söyler. Buna göre madde zamanla tek hücreye
buradan da çok hücreliye dönüşmesiyle hareketli canlı
varlıkları meydana getirmiştir.Yani hayvanlar ve daha gelişmiş
varlık olan
insan.Onların ölümüyle de tekrar aslı olan maddeye dönüşür.Bu
anlayışta bilince,ruha bir yaratıcı kavramına yer yoktur ve
her şeyi bir tesadüfler zinciri içerisinde meydana gelmiş
bir Bütünlük olarak görür.Bu görüşe Materyalizm
de denir.
İkincisi
ise aynı kavrama Ruhu ekler ve hiçbir şeyin tesadüfi olmadığına,
her şeyin Tek bir Bilinç tarafından yönlendirildiğine inanır.Bu
bütünlüğün ,parçalardan meydana geldiğini parçalarda da
o bütünün bilgisinin aynen mevcut olduğunu söyler.Ahiret
inancını reenkarnasyon biçiminde tanımladığı gibi,ötelerdeki
cennet cehennem yerine, kendi boyutlarının farkına varmasıyla
oluşan bir gerçeklik olarak tanımlar.Genelde bu düşünceye
sahip olanlara Ruhçu ismi verilir.
Bu
görüşün noktalarından
biri de şudur: Doğa (canlı ve şuurlu bir varlıktır) kendi
kendini idare eder ve ihtiyaç duyduğunu meydana getirdiği
gibi, ihtiyacı olmayanı da yok eder. İslam Mistisizmi ile çok
benzer anlayışlara sahip olan bu görüş her ne kadar sufizme
yaklaşsa da yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı gerçeği
tam yansıtamamakta ve en temel görüş olan vahdet-i vücut
anlayışını bile,Panteist bir kavramla algılamaktadır.Bu
nedenle, modern bilimin gelişmesiyle otomatik olarak kendini
yok eden Materyalizm ile hiçbir mistik anlayışa yeterince
cevap veremeyen Dualist anlayışı bir kenara bırakarak,bu tür
yazılarımız boyunca yanılgıların odağı olan Ruhçuluk görüşü
üzerinde duracağız.
Pulurizmin
dualist görüşü, bir madde bir de
onu kapsayan bir Ruh ve de hepsinin içinde ifade edilen,
ama hep ötelerde olup bir kumanda ile tüm her şeyi
yöneten bir Tanrı anlayışına dayanır.Ve bu Tanrı
da Melekleri vasıtasıyla yeryüzünde seçtiği insanlar aracılığıyla
mesajlarını tüm dünyaya duyurur.İnsanların Ruhları,
ezelde yaratılmış olup dışarıdan bedenlere girmesiyle
birlikte dünyada
hayat bulup yaşarken ölmesiyle de
bedenden ayrılarak yaptıklarının karşılığı almak
üzere hesap vereceği ötelerdeki, önce Tanrısının huzuruna
oradan da mükâfat
için cennete,cezasını çekmek içinse cehennem denilen yere
gider.
Dualist
olmayan pulurizmde ise,çeşitli ruhlara,ataların ruhlarına...vb)Ruhlara
inanç vardır.Ama gene de diğerlerindeki gibi (her biri
birbirinden farklı şekillerde algılamış olsalar da ) Tek
bir Ruha,yaratıcıya,Tanrıya inanılır.
Şimdi
ise,İslam mistik kaynaklarında geçen Ruh kavramını günümüz
bilimsel anlayışı açısından irdelemeye çalışalım:
İnsanın
Ruhu, anne karnında 120. gününde meydana gelir ve dört
katmandan oluşur. Bazılarında ise,üç. Bunlar sırasıyla taşıyıcı
dalgalar, Antiçekim dalgaları, enerji dalgaları ve Bellek
dalgalarıdır.Bunlar da kat kat ayrı biçimlerde olmayıp T.V
dalgalarına benzer. Yani, üst üste bindirilmiş görüntü ve
ses dalgaları gibidir.Bunlardan Anti çekim dalgaları çok önemlidir.Çünkü
beyin eğer anti çekim dalgalarını üretip taşıyıcı
dalgalar olan ana yapıya yüklerse,o kişinin ölümü ile
biyoelektrik faaliyetlerinin kesilmesi sonucu Ruhu bedene
bağlayan elektromanyetik alanın kalkmasıyla da önce dünyanın
sonra da güneşin çekim alanından kurtularak
galaksinin derinliklerine doğru uzaya açılıp boyutsal
dönüşümünü sağlar.Belirli beyinsel çalışmalar ile bu
dalgalar güçlendirilebileceği gibi,dogmatik bir biçimde de
üretilmeye devam eder.Bedensel yer değiştirme denilen
fenomenler de ancak bu dalganın varlığıyla söz konusu
olabilmektedir. Yani, dalga/parçacık ikileminin neden olduğu,maddenin
madde ötesi olan enerji boyutuna dönüştürülmesi
gibi,enerjinin de tekrar madde biçimine dönüştürülerek,
Mistiklerin İsra ya da Tayyı mekan dedikleri olayın oluşmasını
temin eder.
Ancak
benzer fenomenleri, bizden farklı frekans boyutunda yaşayan
Cinler de insanlar üzerinde oluşturabilmektedir.Dini
terminolojide Antiçekim dalgasına sahip olanlara said,yani
cennetlik,olmayanlara ise,Şaki,yani
cehennemlikle hüküm olunmuş denmektedir.
Bununla
birlikte,ölüm ötesi yaşamı,kişiliğimizi ve bedenimizi oluşturan
yapı ise,Taşıyıcı
dalgalardır.Bu yapı hologramik görüntüye sahip
Elektromanyetik bir yapıdadır.Astral yapı,perisperi de denilmektedir ki, insan bilincinin ölümsüzlüğünü
sağlayan yapıdır.Ayrıca mikrodalga varlıklar olan cinlerin
bedeniyle de aynı yapısal özelliklere sahiptir.Bununla
beraber,farklı nedenlerden dolayı,bu beden deforme olsa bile,
daha sonraki aşamalarda tekrar eski hallerine dönme özellikleri
vardır.Tüm zihinsel fonksiyonlar yani,tüm düşünceler,duygular,istekler,korkular,eylem
ve düşünceler, anında bellek dalgaları vasıtasıyla bu taşıyıcı
dalgalara yüklenir.Böylece taşıyıcı dalgalar,ölüm ötesindeki
bedenimiz,bellek dalgaları da bu Ruhtaki kişiliğimizi oluşturur.
Böylece Ruhun bedenden ayrılması durumunda ,tüm geçmişe
ait yüklenmiş olan bu eylem ve düşünceler, çok kısa bir
zaman aralığında yani an içinde seyredilir.Seyyal bir yapıya
sahip olmasından dolayı da uzay-zamandan bağımsız hareket
eder ve aynı anda birkaç yerde bulunabilme yeteneğine de
sahiptir. Bu bedenin bir şekli olması nedeniyle biçimi,
bedenini terk ettiği andaki görüntüsündedir.Bir özelliği
de bedene ait organların biri kopmuş olsa da aynen varmışçasına
bu holografik bedende mevcut olmasıdır.Çünkü beynin
holografik sistemle çalıştığından, ürettiği ışınsal
bedene de aynı bu özellikleri yansıtır. Böylece, daha önce
sahip olduğu özellikler bedenden silinse de,Ruhta aynen
korunur. Ayrıca aynı nicelik ve nitelikler bedeni saran Aura için
de geçerlidir. Bununla birlikte,bellek dalgalarına yüklenmiş
ve enerji dalgaları olarak yerini almış menfi düşünce ve
duygular eğer silinmemişse,bu bedenin sahip olduğu şeffaflık
dolayısıyla o boyutlarda da bir başka birimsel Ruh tarafından
da okunabilecektir.
Enerji
dalgaları ise,beynin ürettiği ya da başka beyinlerin ürettiklerini
alarak kullandığı pozitif ve negatif dalga türüdür.Dinde
sevap kavramı olarak da geçen pozitif enerji, beynin
“verici” niteliğindeki günah ismiyle adlandırılan
ise,”alıcı” birimsel menfatine dönük” eylem ve düşüncelerin
ürünü olarak meydana gelir ve ilki,kişinin kendisini
tanıdığı ilk kişilik şuur hallerinde iken üretilirken (bu
yüzden birime beş –altı yaşlarından itibaren faydalı çalışmalar
önerilir), ikincisi ise büluğ çağında devreye girer ki, bu
durum dinde sembolik olarak
“büluğ yaşından önce birime günah yazılmaz” şeklinde
ifade edilmiştir. Bununla beraber,pozitif olan enerjiler
antiçekim dalgalarına direkt yüklenirken, negatif olan türü
ise,direkt taşıyıcı dalgalar üzerine yüklenir.Eğer bir
birimde Antiçekim dalgası üretilmemişse ,pozitif dalgalar o
kişiye hiçbir yarar sağlayamayacak, üzerine tutunmadan akıp
gidecektir.Ancak bunun faydalarını dünya hayatındayken görür.
Antiçekim, Enerji ve Bellek dalgaları arasındaki farka
gelince, Anti çekim dalgaları birimi,dünyanın ve güneşin
manyetik çekim alanından kurtarmayı sağlarken,bu iş için
hareket ve bulunacağı yeni ortamdaki gücünü ise,enerji
dalgaları sağlar.Bu gücün hangi seviyede ve nasıl kullanılacağını
bellek dalgalarında sahip olunan ilim belirler.(Bu da ölüm ötesine
dönük ,o boyutlara ait olan ilimdir.) Bu nedenle beyni
olabildiğince kullanarak,kapasiteyi genişletip,güçlü bir
ilim için güçlü bir enerjiyle Ruha yüklemek
gerekmektedir.Bu da bu dünya hayatında iken mümkündür. Ayrıca,
Ruhun bedenden önce yaratılmayıp,beynin üretmesi sonucu oluşması
dolayısıyla da,Ruh tüm özelliklerini (bilgi ve enerjisini)
beyinden alırken ,beyin de ruhtaki enerji ve sahip olduğu
bellek ile takviye edilir.Çünkü bellek dalgaları aslında,astral
bedenin bilgi yüküdür,bilincidir,bilincin bedenidir.Bu yüzden
beynin herhangi bir fonksiyonunun yetersizliğinden (Ruh hastalığı
da aslında söz konusu olmayıp beynin fonksiyonlarının
yetersizliğinden ya da bozuk çalışmasından ileri gelir ki
bu durumda da beynin
hastalığından söz edebiliriz) bu ışınsal bedendeki
bilgiler geri çekilemediği için,hatırlayamama,unma denilen
haller oluşur.(Bkz.Ruh,İnsan,Cin-Evrensel Sırlar-İnsan Ve Sırları
1-Tekin Seyri-Kendini Tanı-Sistemin Seslenişi-Cennet/Ahmed
Hulusi,Ruh ve Aura/Ahmed Fevzi Yüksel-Sufizm ve İnsan)
Şimdi
bu verileri gördükten sonra, artık,İnsan Ruhu ile benzer özellikler
gösteren Auranın yapısını,akademik düzeydeki bilim adamları
tarafından elde edilen bulguları ile bunun nedeni olarak gösterilen
fenomenlere geçebiliriz.
(Devam
edecek)
İstanbul
- 06.06.2001
http://sufizmveinsan.com
*Dünyanın
yok olmasıyla Ruhların kendilerini güneşin plartformunda
bulması,dinde sembolik olarak “insanların
kabirlerinden” çıkması şeklinde ifade edilmiştir.
|