Günümüzde
yüklü parçacıkların dolayısıyla Elektromanyetik alanların
tüm insanlar ve canlılar üzerine olan etkileri ( ister dışarıdan
gelsin, isterse de canlılar tarafından üretilmiş olsun, ölçümlenemeyen
kısımları bir yana) yapılan laboratuar deneyleriyle de
ispatlanmış bulunmaktadır.
Örneğin,
Alman Biofizikçi Frittz Popp canlı hücrelerin zayıf bir
ışık yaydığını bularak "bio-foton" olarak
isimlendirdiği çalışmasıyla fotonların hücre çalışmasında
önemli bir rol oynadığını göstermiştir.
Bunun
dışında yapılan araştırmalarda ise, Dünyanın manyetik
alanında büyük ve düzensiz değişimler olduğu zamanlarda
hastanelere başvuranların sayısının arttığı,hastalıklar,ölümler
ve çeşitli zamanlarda bu alanda meydana gelen karışıklıklar
arasında güçlü bir ilişkinin var olduğu ortaya konmuştur.
Bunun gibi uzun süren araştırmalar sonunda yerin
manyetik alanındaki düzensiz değişimlerle jeolojik
parametreler değişimi arasında da ilişkiler olduğu ortaya
çıkmıştır. Parisli Prof.Rochart tarafından yapılan ayrı
bir çalışmada da
manyetik alan değişimlerinin, kandaki molekül çekirdeklerinin
kemiklerdeki çekirdeklerden farklı frekanslarda titreşmesine
sebep olduğu bulunmuştur.
Ayrıca,
dünyanın manyetik alanının yaklaşık binde biri kadar bir
alana bir yıl boyunca bırakılan farelerin ömürlerinin kısaldığı,
kısırlığın meydana geldiği ve farelerin normal dışı vahşi,sert
tepkiler gösterdikleri gözlemlenmiştir. Buna benzer alana bırakılan
bakterilerin ise kolonilerinde sayı ve ölçü olarak on beş
kat azaldığı,basit deniz yosunlarının büyüme oranının hızlandığı
ve düşük alana bırakılan yonca tohumlarının filizlenme
oranında da artış görülmüştür. Bu tür ortamlarda, titreşen
bir ışığı gözlemleyen insanlarda ise, ışığın sürekli
olmadığını tanımlama yeteneklerinin azalmış oldukları gösterilmiştir.
Bazı
hayvanların ise,vücuttan yayınlanan ve ısı dalgaları
olarak adlandırılan kızıl ötesi (ki bunun dışında mor ötesi
ışınlar da yaymaktadır) ışınları algılayarak gece
karanlığında göremedikleri avlarını (bu yöntemle onların
boyut, ağırlık, hız ve konumlarını saptarlar) tesbit
ettikleri, bazı hayvanların ise bizim duyamadığımız
frekansta ses ya da radar dalgaları vasıtasıyla (ki yansıyan
dalgaları tekrar değerlendirerek aynı şekilde avlarını
belirlerler) iletişim kurdukları anlaşılmıştır. Mesela,köpekbalığı
ile vatos balığının ortak sınıfı olan yine bir balık türü"elasmobranch"ların
kum içinde olsalar da pisi balığının solungaç
hareketlerinin yol açtığı dakikada 1 cm başına milivoltluk
elektriksel alanı hissedebildikleri
ortaya çıkmıştır."Gymnarchus"adlı bir balık
ise, ileri geri hareketlerinde dengesini kaybetmemesini, kuyruğunun
yanında ürettiği elektriğe borçludur.
Teknolojide
de kızıl ötesi ışınlardan yararlanılarak elde edilen gece
görüş dürbünleri askeri alanda kullanıldığı gibi, sağlık
alanında da, özel
kameralar ile vücuttan çıkan ısı dalgaları tespit
edilerek,vücudun normal kısımlarına göre daha fazla sıcaklığın
yayıldığı alanlarda tümör olarak tanımlanan kanserli bölgeler
tesbit edilebilmektedir.
Birkaç bin gaussluk alana bırakılan kanserli hastaların
hepsinin acılarında bir azalma olup
yaşam süreleri artarken, dört yüz gaussluk bir alanda,
farelerin, oestrus döneminin bozulmuş olduğu ancak daha düşük
alanlarda ise çeşitli hastalıkların tedavisi yönünde başarılı
cevaplar verildiği görülmüştür.
Yine,
yerin manyetik alanının canlılar üzerindeki etkisini açıklayan
bir örnek de şöyle: Güneşi kullanmadıkları zaman, bu
manyetik alanı kullanan güvercinlere, yer alanının etkisini
yok etmek için
mıknatıs bağlandığında, bulutlu bir havada yollarını ve
yuvalarını bulamadıkları görülmüştür. Bunun dışında
bazı hayvanların ise yuvalarının manyetik alan yönünde
olduğu, yer altında da bu alan vasıtasıyla yönlerini tesbit
ettikleri ispatlanmıştır.
Çok
ilginç bir bulgu da, insanların dişlerindeki dolgu maddesini
minyatür bir alıcı gibi kullanarak radyo dalgalarını
hissedebildikleri gibi direkt olarak altıncı duyularıyla da
algılayabilmeleridir. Bunu açıklayan olay ise, 1965 yılının
yılbaşı akşamının bir gün öncesinde İngiltere’de
ki Barwell’ e düşen meteroidin düşmeden önce vızıltıya
benzer veya ışık gibi gelen bir ses biçiminde algılanmasıydı
(bu tür fenomenler dünyanın birçok yerinde aynı tarzda
rapor edilmiştir).İşin enteresan yanı,bu durumun, havası az
olan bir ortamda ses dalgalarını oluşturamamasına karşın, yine
de duyulmuş olmasıdır. Daha sonra yapılan deneylerde radar
dalgalarının çok zayıf bir ışınına bırakılan pek çok
insanın ıslık,vızıltı,çıtırtı veya tıkırtı gibi
sesleri hissettikleri ortaya çıkartılarak meteorun algılanan
sesinde üretilen elektromanyetik radyasyon tarafından meydana
geldiği anlaşılmış oldu.(Böyle bir olayı bizatihi ben de
deneyimledim.)
Bu
da bize gösteriyor ki,ister bir cisimden gelsin isterse bir
varlıktan ya da bizim tarafımızdan üretilip tekrar yansıyarak
bize geri dönmesi durumunda bunun beynimiz tarafından kendi
veri tabanına göre değerlendirilmesi sonucu oluşan
fenomenler olsun, fark etmemektedir ve açıklayamadığımız
birçok metafiziksel olaya açıklık getirebildiğini bize göstermektedir.
E-M
dalgaların sinir sistemini direkt olarak etkilediğine ilişkin
en önemli bir deney de, izole
edilmiş bir kaplumbağa kalbinin belli frekanstaki
mikro-dalgalara maruz bırakılması sonucunda, kalp atışında
bir azalmaya sebep olması ve bunun da sadece verilen gücün çok
dar bir scalada olması idi.
Verilen
güç daha yüksek düzeylere çıkartıldığında ise, kalp atışının
bir ısınma etkisiyle birlikte arttığı görülmüştür. Ayrıca
kalp atışındaki azalmanın, bu kalbin dış yüzeyine yapışıp
kalan belirli sinir hücrelerinin yüksek uyarılması sonucunda
da görülmüştür.(Sinir sisteminde akan elektron akımının
E-M alan yaydığını daha önce de belirtmiştik)
Doğal
süreçlerin mesela,elektrik fırtınalarının ve rüzgârların
çeşitli formlarının insanlar üzerine olan direkt etkileri
de bulunmaktadır. Hatta bundan iki bin dört yüz yıl önce
Hipokrat şöyle söylemişti: "Kuzey rüzgârları, öksürük,
boğaz ağrısı, kabızlık,idrar kesikliği meydana
getirir."
Bununla birlikte bu tür rüzgârların estiği ülkelerde
ve de şiddetin yüksek olduğu günlerde doktorlar
ameliyat sonrası,bunun komplikasyonları artırması yüzünden
ameliyat yapmaktan kaçınmaktadırlar. Ayrıca, İsrail’de,
halkın %30’unu etkileyen ve yılın 1/3’ ünde etkili olan
Saharov Rüzgârlarının ise,etkili olduğu günlerde
psikosomatik olarak isimlendirilen uykusuzluk,sinirlilik,migren
alerji,mide bulantısı,kusma,kızarmalar,heyecanlar,terleme,yorgunluk,kayıtsızlık,
bitkinlik,depresyon,şaşkınlık,beden faaliyetlerinde düzensizlik,çarpıntı,...vb)
hastalıkların arttırdığı görülmüştür. Bunun dışında
bu rüzgârlarla direkt olarak etkisi kanıtlanan bir diğer
rahatsızlık da tromboz
(kan pıhtılaşması)denen hastalıktır.
Bu
ve bu gibi reaksiyonların nedeni ise, rüzgâr sürtünmesi
veya elektriksel aktivite sonucu, havadaki su ve oksijen moleküllerinin
elektronlarının kaybından oluşan pozitif iyonların hava içindeki
oranlarının artmasıdır. Böylece bu ve buna benzer pozitif yüklü
taneciklerin canlı bir dokunun yüzeyinde toplanarak onun
metabolik faaliyetlerini değiştirmektedir. Bu nedenle Saharov
rüzgârlarında yapılan ölçümlerde,hava içindeki iyonların
yoğunluğu cm küp başına 4500 gibi normalin üç kat üstünde
bir değere çıktığı görülmüştür. Bu olumsuz durumu
ortadan kaldırmak için ise, negatif iyon üreten araçlar geliştirilmektedir.
Benzer
biçimde, akan bir su ise ,yararlı olabilen negatif iyonlar
yani etrafını negatif elektrikle yüklemektedir. Topraktan fışkıran
su çok küçük elektriksel alan üretebildiği gibi, bir
lavaboya veya küvete akan su daha kuvvetli negatif alanlar oluşturmakta
ve hatta bir duşu açtığımızda bu,
metre başına yaklaşık bin volta kadar çıkmaktadır.
Benzer
biçimde güneşteki lekelerin ve patlamaların dünyadaki canlılar
ve bilhassa bitkiler üzerindeki etkileri de kanıtlanmıştır.(Bkz
Discovery Channel-Discovery Magazine)
Bu
ve buna benzer (ve de bundan önce yazılarımızda değindiğimiz
birçok örnekte olduğu gibi, (bkz E-m Alanlar ve Biz-sufizm ve
insan) ayrıca araştırmalar insanın radyo dalgalarına daha
fazla olmak üzere, diğer E-m radyasyonun frekanslarına duyarlı
olduğunu açık olarak göstermektedir. Yani, 1 cm kare başına
1 wattın milyonda birinden çok daha az bir seviyeye kadar
tesbit edilebilmekte, kızılötesi ve görülen ışığı deri
ve gözler ile iyi bir dedektör gibi algılamakta, beyinlerimiz
ise direkt olarak radyasyona karşı duyarlı olmakta,organlarımız
düşük frekanslı akımlara cevap vererek şifa denilen olayı
açığa çıkartmaktadır.
Bu
konuda ünlü Rus bilimi adamı, Fizyolog Leonid Vasiliev de
Telepati deneylerinden sonra:
"Biz
zaten bunun radyo dalgalarından başka bir şeyin olamayacağından
emindik" diyerek 1950 yılında Almanya’da yapılan bir
deneyi yazdığı Experiments in Distant İnfluence adlı kitabında
ipnotize edilmiş bir deneğin normal duyularıyla hiçbir bilgi
alamayacağı şekilde düzenlenmiş bir ortamda, ipnotizmacının
ağzına aldığı şeylerin tatlarını tanımlamakla kalmamış,araştırmacının
kendi gözüne bir ışık tuttuğunda gözünü kırpıştırmış,
amonyak kokladığında suje de aksırmış,ipnotizmacının
kendi kulağına dayadığı saatin tıkırtısını dahi duymuştur.
Bunun yanında,iğne batırdığında ise kendine batırılıyormuşçasına
bunun acısını hissettiğini aktarmıştır.
Ayrıca,en
temel noktada zamana ve mekâna bağlı olmaksızın holografik
olarak düzenlenmiş bir sistemin boyutumuzdaki yansımasının
madde ve de ona göre varsaydığımız enerjinin
bu maddeler arası iletişimi sağladığını daha önceki
yazılarımızda belirtmiş bunun da bir çok açıklayamadığımız
olaylara açıklık getirdiğini söylemiştik. Bu nedenle eğer
bir arkadaşımızı aramaya kalktığımızda onun bizi aradığını
görünce pek şaşırmamız gerekir. Çünkü biz düşündüğümüz
anda beynimizden yayınlanan dalgaların yoğunlaşarak ışık
hızıyla karşımızdaki kişinin beyni tarafından değerlendirmesi
bizi aramasını doğurmuştur. Yine benzer biçimde, uzun yıllar
önce görmediğimiz biri, düşündüğümüz
birkaç dakika ya da saat içinde karşımıza çıkıyorsa,onu
düşündüğümüz anda o kişinin beyin dalgalarının
yakalanması ya da uzun süre düşündüğümüz eski bir filmi
o gece veya birkaç gün içinde görmemizin, TV’ de o filmin
yayınına izin veren kişinin beyin dalgalarını değerlendirmemiz
olarak düşünebiliriz.
Bunu
bir adım daha ilerletirsek,ortaya koyduğumuz bir çok düşünce
ve fiilin aslında kolektif bir frekansal alanın veri tabanımızca
değerlendirilerek bizden açığa çıktığını söyleyebiliriz.
Bu durum kendi dünyamızla
da sınırlı olmayıp diğer planetlerin ikiz boyutlarında
yaşayan canlılarla bizim aramızda da aynen mevcuttur.
Mesela,Jüpiter’in ikiz boyutunda yaşayan ve o planetin yaydığı
enerjiden hayat bulan, sırf olumlu düşüncelerden,iyilik ve güzelliklerden
oluşmuş çok yüksek frekanslı topluluklar olan varlıkların
(tıpkı güneşin kendine has canlılarının, ateş yiyip
kusan ve bu nedenle de maddeyi bile ağızları ile önce
eriterek sıvı hale getiren, sonra da buharlaştırıp yok
edebilen bir yapıya sahip oluşunun o ortamın radyasyonundan-
ki gıdaları da bu radyasyondur- meydana gelmeleri gibi)
sistemimize yaymış oldukları dalgaların bizler tarafından
değerlendirilip pozitif düşünce ve eylemlerimizin bir kısmını
oluşturması gibi, aynı şekilde Mars gezegeninin bize göre
ışınsal boyutunda ve yine o planetin enerjisinden oluşmuş,
ancak sahip oldukları özelliklerinin,şiddet,hırs,benlik
egosu,bedensel zevkler arzusu olması dolayısıyla bu varlıkların
da yaydığı dalgalar beyinlerimizi etkileyerek bizim
boyutumuzda bu özellikler doğrultusunda düşünce ve
eylemleri ortaya koymamıza neden olurlar. Elbette bu durum da
bizi etkileyen etmenlerden
sadece biridir. Benzer biçimde onlar da,yapıları itibariyle
bizden yayınlanan dalgaları algılayarak varlığımızdan
haberdar olabilmektedirler.
Keza
bunun gibi her planetin ve yıldızın boyutsal
derinliklerinde,kendine has varlıklar olduğu da mistik
kaynaklarda bildirilmektedir.
Bu
olaylarda olduğu gibi, farkında olmadan kurulan karşılıklı
bağlantılar da birtakım araştırmalar sonunda ortaya çıkmıştır.
Mesela, farklı odalarda olmalarına karşın,bir odadakine
verilen elektriksel şokun diğer odadaki kişinin
"Poligrafi"kayıtlarında ortaya çıkması, bir deneğin
gözüne ışık çaktırıldığında farklı odada yalıtılmış
durumda bulunan kişinin EEG kayıtlarında da bunun belirmesi
ve başka bir odaya gönderilen bir yakını, kendilerinin hiç
tanımadığı bir isim listesinde,her ikisinin de tanıdığı
bir isimle karşılaştığında diğer odadaki deneğin parmaklarındaki
kanın hacminin değişmesi ki, bu olay duyarlı bir otomatik
sinirsel fonksiyon ölçen "plethismograf" tarafından
tespit edilmiştir.
Bu
konuyla ilgili örneklerimizi çoğaltabiliriz. Örneğin bazı
arkadaşlarımızla buluşup yanından ayrıldığımızda
enerjimizin azaldığını hissediyorsak,bu o kişinin bizden
enerji aldığını, eğer sinirli ve stresli bir kişinin yanında
bulunuyorsak o birimin yaydığı enerjinin bizi ve yanındakileri
etkileyerek ortamın gerildiğini sezinleriz. Ayrıca yine
belgelenmiş olan Psikokinetik (pk) fenomenlerin de, mesela
evdeki veya bürodaki eşyaların hareket etmesi ya da
devrilmesi,vazo,cam...vb) eşyaların kırılması, saatlerin
veya bilgisayar gibi elektrikli eşyaların bozulmasının hep
orada bulunan (büyük çoğunlukla)bir veya iki kişinin varlığıyla
ilişkili olduğu ortaya konmuştur ki, bunlar genellikle bu
fenomene neden olduklarını bilmemektedirler. Buna karşın
bilerek bu tür fenomenleri oluşturabilen insanlar da
bulunmaktadır.
Bunların başında da dünyanın en önde gelen kurum ve bilim
adamlarınca da defalarca teste tutulan ve de şüphecilerin
dahi açıklama getiremedikleri Uri Geller ve İgno Swan’ın
birçok parapsikolojik fenomenini gerçekleştirebildikleri gibi
bilgisayar ve diğer elektrikli cihazlar ile
pusulalar,saatler,..vb) ölçü aletlerine yaptıkları etkiler
kanıtlanarak onaylanmıştır.
Bunların
dışında yedi yaşındaki bir kızın uzaktan magnetik şeritleri
silmesi ise bu ve bunun gibi insanların yaptıkları işlerin
nerelere kadar uzanabileceğini bize göstermektedir.(Bkz.
Maddenin Gölgesi -Sufizm
Ve İnsan/Fizik).
Zaten,
Kuantum fiziğinin her alanda kendini hissettirdiği ve gerçek
ile hayal arasındaki sınırları iyice zorladığı günümüzde
doğal afetler ve toplumsal hareketlilikler de artık gökyüzünden,
uydulardan gelmektedir. Hatta bir TV programında bu yöntemlerle
deprem yaratılabileceğini saçmalık olarak nitelendiren bir
bilim adamımızın,olayın daha sonra
ABD başkanı tarafından açıklanmasıyla sonrasındaki
yayına katılmayışını izlemiştim (amacım değerli bilim
adamımızı küçük düşürmek değil, ön yargılı oluşunun
bilimsel kişiliği ile çelişkili olduğunu vurgulamaktır.)
Buna
karşın,dahilerin çalıştığı Novossibrisk Akademisi bünyesinde
kurulan özel bir laboratuarda çalışan ve Rusya Bilimler
Akademisinin
en saygın üyelerinden ve en ünlü bilim adamı olan
Prf. Vlail Kaznatcheev de, insan beyninin, bedenin bulunduğu
noktanın çok daha uzağında bulunan insanlar,düşünceler ve
elektronik donanımlar üzerinde etkili olabileceğini ve dolayısıyla
savaşları dahi etkileyebileceğini belirterek,Rusya’da katıldığı
bir TV programında laboratuarda bulunan bir bitkiyi uzun süre
gösterip bunun gelişimini, izleyenlerden bir saat boyunca düşünmelerini
istedi. Sonuç olağanüstü bir biçimde şaşırtıcıydı.
Çünkü çok kısa bir zaman içinde bitkide gözle görülür
bir gelişme sağlanmıştı. (Bkz.Evrensel Sırlar/Dua Ve Zikir
-Ahmed Hulusi/National Geographic Channel-The Built of the
Killer /Süper Zihinler-Prof.John Taylor-King's Ünv.London/Michael
Talbot-Holografik Evren)
(Devam
edecek...)
İstanbul
- 25.12.2001
http://sufizmveinsan.com
|