10. Bölüm

Günümüzde yüklü parçacıkların dolayısıyla Elektromanyetik alanların tüm insanlar ve canlılar üzerine olan etkileri ( ister dışarıdan gelsin, isterse de canlılar tarafından üretilmiş olsun, ölçümlenemeyen kısımları bir yana) yapılan laboratuar deneyleriyle de ispatlanmış bulunmaktadır.

Örneğin, Alman Biofizikçi Frittz Popp canlı hücrelerin zayıf bir ışık yaydığını bularak "bio-foton" olarak isimlendirdiği çalışmasıyla fotonların hücre çalışmasında önemli bir rol oynadığını göstermiştir.

Bunun dışında yapılan araştırmalarda ise, Dünyanın manyetik alanında büyük ve düzensiz değişimler olduğu zamanlarda hastanelere başvuranların sayısının arttığı,hastalıklar,ölümler ve çeşitli zamanlarda bu alanda meydana gelen karışıklıklar arasında güçlü bir ilişkinin var olduğu ortaya konmuştur. Bunun gibi uzun süren araştırmalar sonunda  yerin manyetik alanındaki düzensiz değişimlerle jeolojik parametreler değişimi arasında da ilişkiler olduğu ortaya çıkmıştır. Parisli Prof.Rochart tarafından yapılan ayrı bir çalışmada  da manyetik alan değişimlerinin, kandaki molekül çekirdeklerinin kemiklerdeki çekirdeklerden farklı frekanslarda titreşmesine sebep olduğu bulunmuştur.

Ayrıca, dünyanın manyetik alanının yaklaşık binde biri kadar bir alana bir yıl boyunca bırakılan farelerin ömürlerinin kısaldığı, kısırlığın meydana geldiği ve farelerin normal dışı vahşi,sert tepkiler gösterdikleri gözlemlenmiştir. Buna benzer alana bırakılan bakterilerin ise kolonilerinde sayı ve ölçü olarak on beş kat azaldığı,basit deniz yosunlarının büyüme oranının  hızlandığı ve düşük alana bırakılan yonca tohumlarının filizlenme oranında da artış görülmüştür. Bu tür ortamlarda, titreşen bir ışığı gözlemleyen insanlarda ise, ışığın sürekli olmadığını tanımlama yeteneklerinin azalmış oldukları gösterilmiştir.

Bazı hayvanların ise,vücuttan yayınlanan ve ısı dalgaları olarak adlandırılan kızıl ötesi (ki bunun dışında mor ötesi ışınlar da yaymaktadır) ışınları algılayarak gece karanlığında göremedikleri avlarını (bu yöntemle onların boyut, ağırlık, hız ve konumlarını saptarlar) tesbit ettikleri, bazı hayvanların ise bizim duyamadığımız frekansta ses ya da radar dalgaları vasıtasıyla (ki yansıyan dalgaları tekrar değerlendirerek aynı şekilde avlarını belirlerler) iletişim kurdukları anlaşılmıştır. Mesela,köpekbalığı ile vatos balığının ortak sınıfı olan yine bir balık türü"elasmobranch"ların kum içinde olsalar da pisi balığının solungaç hareketlerinin yol açtığı dakikada 1 cm başına milivoltluk elektriksel alanı  hissedebildikleri ortaya çıkmıştır."Gymnarchus"adlı bir balık ise, ileri geri hareketlerinde dengesini kaybetmemesini, kuyruğunun yanında ürettiği elektriğe borçludur.

Teknolojide de kızıl ötesi ışınlardan yararlanılarak elde edilen gece görüş dürbünleri askeri alanda kullanıldığı gibi, sağlık alanında da, özel kameralar ile vücuttan çıkan ısı dalgaları tespit edilerek,vücudun normal kısımlarına göre daha fazla sıcaklığın yayıldığı alanlarda tümör olarak tanımlanan kanserli bölgeler tesbit edilebilmektedir.
Birkaç bin gaussluk alana bırakılan kanserli hastaların hepsinin acılarında bir azalma  olup yaşam süreleri artarken, dört yüz gaussluk bir alanda, farelerin, oestrus döneminin bozulmuş olduğu ancak daha düşük alanlarda ise çeşitli hastalıkların tedavisi yönünde başarılı cevaplar verildiği görülmüştür.

Yine, yerin manyetik alanının canlılar üzerindeki etkisini açıklayan bir örnek de şöyle: Güneşi kullanmadıkları zaman, bu manyetik alanı kullanan güvercinlere, yer alanının etkisini yok etmek  için mıknatıs bağlandığında, bulutlu bir havada yollarını ve yuvalarını bulamadıkları görülmüştür. Bunun dışında bazı hayvanların ise yuvalarının manyetik alan yönünde olduğu, yer altında da bu alan vasıtasıyla yönlerini tesbit ettikleri ispatlanmıştır.

Çok ilginç bir bulgu da, insanların dişlerindeki dolgu maddesini minyatür bir alıcı gibi kullanarak radyo dalgalarını hissedebildikleri gibi direkt olarak altıncı duyularıyla da algılayabilmeleridir. Bunu açıklayan olay ise, 1965 yılının yılbaşı akşamının bir gün öncesinde İngiltere’de ki Barwell’ e düşen meteroidin düşmeden önce vızıltıya benzer veya ışık gibi gelen bir ses biçiminde algılanmasıydı (bu tür fenomenler dünyanın birçok yerinde aynı tarzda rapor edilmiştir).İşin enteresan yanı,bu durumun, havası az olan bir ortamda ses dalgalarını oluşturamamasına karşın,  yine de duyulmuş olmasıdır. Daha sonra yapılan deneylerde radar dalgalarının çok zayıf bir ışınına bırakılan pek çok insanın ıslık,vızıltı,çıtırtı veya tıkırtı gibi sesleri hissettikleri ortaya çıkartılarak meteorun algılanan sesinde üretilen elektromanyetik radyasyon tarafından meydana geldiği anlaşılmış oldu.(Böyle bir olayı bizatihi ben de deneyimledim.)

Bu da bize gösteriyor ki,ister bir cisimden gelsin isterse bir varlıktan ya da bizim tarafımızdan üretilip tekrar yansıyarak bize geri dönmesi durumunda bunun beynimiz tarafından kendi veri tabanına göre değerlendirilmesi sonucu oluşan fenomenler olsun, fark etmemektedir ve   açıklayamadığımız birçok metafiziksel olaya açıklık getirebildiğini bize göstermektedir.

E-M dalgaların sinir sistemini direkt olarak etkilediğine ilişkin en önemli bir deney de, izole  edilmiş bir kaplumbağa kalbinin belli frekanstaki mikro-dalgalara maruz bırakılması sonucunda, kalp atışında bir azalmaya sebep olması ve bunun da sadece verilen gücün çok dar bir scalada olması idi.

Verilen güç daha yüksek düzeylere çıkartıldığında ise, kalp atışının bir ısınma etkisiyle birlikte arttığı görülmüştür. Ayrıca kalp atışındaki azalmanın, bu kalbin dış yüzeyine yapışıp kalan belirli sinir hücrelerinin yüksek uyarılması sonucunda da görülmüştür.(Sinir sisteminde akan elektron akımının E-M alan yaydığını daha önce de belirtmiştik)

Doğal süreçlerin mesela,elektrik fırtınalarının ve rüzgârların çeşitli formlarının insanlar üzerine olan direkt etkileri de bulunmaktadır. Hatta bundan iki bin dört yüz yıl önce Hipokrat şöyle söylemişti: "Kuzey rüzgârları, öksürük, boğaz ağrısı, kabızlık,idrar kesikliği meydana getirir."
Bununla birlikte bu tür rüzgârların estiği ülkelerde  ve de şiddetin yüksek olduğu günlerde doktorlar ameliyat sonrası,bunun komplikasyonları artırması yüzünden ameliyat yapmaktan kaçınmaktadırlar. Ayrıca, İsrail’de, halkın %30’unu etkileyen ve yılın 1/3’ ünde etkili olan Saharov Rüzgârlarının ise,etkili olduğu günlerde psikosomatik olarak isimlendirilen uykusuzluk,sinirlilik,migren alerji,mide bulantısı,kusma,kızarmalar,heyecanlar,terleme,yorgunluk,kayıtsızlık, bitkinlik,depresyon,şaşkınlık,beden faaliyetlerinde düzensizlik,çarpıntı,...vb) hastalıkların arttırdığı görülmüştür. Bunun dışında bu rüzgârlarla direkt olarak etkisi kanıtlanan bir diğer rahatsızlık da  tromboz (kan pıhtılaşması)denen hastalıktır.

Bu ve bu gibi reaksiyonların nedeni ise, rüzgâr sürtünmesi veya elektriksel aktivite sonucu, havadaki su ve oksijen moleküllerinin elektronlarının kaybından oluşan pozitif iyonların hava içindeki oranlarının artmasıdır. Böylece bu ve buna benzer pozitif yüklü taneciklerin canlı bir dokunun yüzeyinde toplanarak onun metabolik faaliyetlerini değiştirmektedir. Bu nedenle Saharov rüzgârlarında yapılan ölçümlerde,hava içindeki iyonların yoğunluğu cm küp başına 4500 gibi normalin üç kat üstünde bir değere çıktığı görülmüştür. Bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak için ise, negatif iyon üreten araçlar geliştirilmektedir.

Benzer biçimde, akan bir su ise ,yararlı olabilen negatif iyonlar yani etrafını negatif elektrikle yüklemektedir. Topraktan fışkıran su çok küçük elektriksel alan üretebildiği gibi, bir lavaboya veya küvete akan su daha kuvvetli negatif alanlar oluşturmakta ve hatta bir duşu açtığımızda  bu, metre başına yaklaşık bin volta kadar çıkmaktadır.

Benzer biçimde güneşteki lekelerin ve patlamaların dünyadaki canlılar ve bilhassa bitkiler üzerindeki etkileri de kanıtlanmıştır.(Bkz Discovery Channel-Discovery Magazine)

Bu ve buna benzer (ve de bundan önce yazılarımızda değindiğimiz birçok örnekte olduğu gibi, (bkz E-m Alanlar ve Biz-sufizm ve insan) ayrıca araştırmalar insanın radyo dalgalarına daha fazla olmak üzere, diğer E-m radyasyonun frekanslarına duyarlı olduğunu açık olarak göstermektedir. Yani, 1 cm kare başına 1 wattın milyonda birinden çok daha az bir seviyeye kadar tesbit edilebilmekte, kızılötesi ve görülen ışığı deri ve gözler ile iyi bir dedektör gibi algılamakta, beyinlerimiz ise direkt olarak radyasyona karşı duyarlı olmakta,organlarımız düşük frekanslı akımlara cevap vererek şifa denilen olayı açığa çıkartmaktadır.

Bu konuda ünlü Rus bilimi adamı, Fizyolog Leonid Vasiliev de Telepati deneylerinden sonra:

 "Biz zaten bunun radyo dalgalarından başka bir şeyin olamayacağından emindik" diyerek 1950 yılında Almanya’da yapılan bir deneyi yazdığı Experiments in Distant İnfluence adlı kitabında ipnotize edilmiş bir deneğin normal duyularıyla hiçbir bilgi alamayacağı şekilde düzenlenmiş bir ortamda, ipnotizmacının ağzına aldığı şeylerin tatlarını tanımlamakla kalmamış,araştırmacının kendi gözüne bir ışık tuttuğunda gözünü kırpıştırmış, amonyak kokladığında suje de aksırmış,ipnotizmacının kendi kulağına dayadığı saatin tıkırtısını dahi duymuştur. Bunun yanında,iğne batırdığında ise kendine batırılıyormuşçasına bunun acısını hissettiğini aktarmıştır.

Ayrıca,en temel noktada zamana ve mekâna bağlı olmaksızın holografik olarak düzenlenmiş bir sistemin boyutumuzdaki yansımasının madde ve de ona göre varsaydığımız enerjinin  bu maddeler arası iletişimi sağladığını daha önceki yazılarımızda belirtmiş bunun da bir çok açıklayamadığımız olaylara açıklık getirdiğini söylemiştik. Bu nedenle eğer bir arkadaşımızı aramaya kalktığımızda onun bizi aradığını görünce pek şaşırmamız gerekir. Çünkü biz düşündüğümüz anda beynimizden yayınlanan dalgaların yoğunlaşarak ışık hızıyla karşımızdaki kişinin beyni tarafından değerlendirmesi bizi aramasını doğurmuştur. Yine benzer biçimde, uzun yıllar önce görmediğimiz biri,  düşündüğümüz  birkaç dakika ya da saat içinde karşımıza çıkıyorsa,onu düşündüğümüz anda o kişinin beyin dalgalarının yakalanması ya da uzun süre düşündüğümüz eski bir filmi o gece veya birkaç gün içinde görmemizin, TV’ de o filmin yayınına izin veren kişinin beyin dalgalarını değerlendirmemiz olarak düşünebiliriz.

Bunu bir adım daha ilerletirsek,ortaya koyduğumuz bir çok düşünce ve fiilin aslında kolektif bir frekansal alanın veri tabanımızca değerlendirilerek bizden açığa çıktığını söyleyebiliriz.
Bu durum kendi dünyamızla  da sınırlı olmayıp diğer planetlerin ikiz boyutlarında yaşayan canlılarla bizim aramızda da aynen mevcuttur. Mesela,Jüpiter’in ikiz boyutunda yaşayan ve o planetin yaydığı enerjiden hayat bulan, sırf olumlu düşüncelerden,iyilik ve güzelliklerden oluşmuş çok yüksek frekanslı topluluklar olan varlıkların (tıpkı güneşin kendine has canlılarının, ateş yiyip kusan ve bu nedenle de maddeyi bile ağızları ile önce eriterek sıvı hale getiren, sonra da buharlaştırıp yok edebilen bir yapıya sahip oluşunun o ortamın radyasyonundan- ki gıdaları da bu radyasyondur- meydana gelmeleri gibi) sistemimize yaymış oldukları dalgaların bizler tarafından değerlendirilip pozitif düşünce ve eylemlerimizin bir kısmını oluşturması gibi, aynı şekilde Mars gezegeninin bize göre ışınsal boyutunda ve yine o planetin enerjisinden oluşmuş, ancak sahip oldukları özelliklerinin,şiddet,hırs,benlik egosu,bedensel zevkler arzusu olması dolayısıyla bu varlıkların da yaydığı dalgalar beyinlerimizi etkileyerek bizim boyutumuzda bu özellikler doğrultusunda düşünce ve eylemleri ortaya koymamıza neden olurlar. Elbette bu durum da bizi etkileyen  etmenlerden sadece biridir. Benzer biçimde onlar da,yapıları itibariyle bizden yayınlanan dalgaları algılayarak varlığımızdan haberdar olabilmektedirler.

Keza bunun gibi her planetin ve yıldızın boyutsal derinliklerinde,kendine has varlıklar olduğu da mistik kaynaklarda bildirilmektedir.

Bu olaylarda olduğu gibi, farkında olmadan kurulan  karşılıklı bağlantılar da birtakım araştırmalar sonunda ortaya çıkmıştır. Mesela, farklı odalarda olmalarına karşın,bir odadakine verilen elektriksel şokun diğer odadaki kişinin "Poligrafi"kayıtlarında ortaya çıkması, bir deneğin gözüne ışık çaktırıldığında farklı odada yalıtılmış durumda bulunan kişinin EEG kayıtlarında da bunun belirmesi ve başka bir odaya gönderilen bir yakını, kendilerinin hiç tanımadığı bir isim listesinde,her ikisinin de tanıdığı bir isimle karşılaştığında diğer odadaki deneğin  parmaklarındaki kanın hacminin değişmesi ki, bu olay duyarlı bir otomatik sinirsel fonksiyon ölçen "plethismograf" tarafından tespit edilmiştir.

Bu konuyla ilgili örneklerimizi çoğaltabiliriz. Örneğin bazı arkadaşlarımızla buluşup yanından ayrıldığımızda enerjimizin azaldığını hissediyorsak,bu o kişinin bizden enerji aldığını, eğer sinirli ve stresli bir kişinin yanında bulunuyorsak o birimin yaydığı enerjinin bizi ve yanındakileri etkileyerek ortamın gerildiğini sezinleriz. Ayrıca yine belgelenmiş olan Psikokinetik (pk) fenomenlerin de, mesela evdeki veya bürodaki eşyaların hareket etmesi ya da devrilmesi,vazo,cam...vb) eşyaların kırılması, saatlerin veya bilgisayar gibi elektrikli eşyaların bozulmasının hep orada bulunan (büyük çoğunlukla)bir veya iki kişinin varlığıyla ilişkili olduğu ortaya konmuştur ki, bunlar genellikle bu fenomene neden olduklarını bilmemektedirler. Buna karşın bilerek bu tür fenomenleri oluşturabilen insanlar da bulunmaktadır.
Bunların başında da dünyanın en önde gelen kurum ve bilim adamlarınca da defalarca teste tutulan ve de şüphecilerin dahi açıklama getiremedikleri Uri Geller ve İgno Swan’ın birçok parapsikolojik fenomenini gerçekleştirebildikleri gibi bilgisayar ve diğer elektrikli cihazlar ile pusulalar,saatler,..vb) ölçü aletlerine yaptıkları etkiler kanıtlanarak onaylanmıştır.

Bunların dışında yedi yaşındaki bir kızın uzaktan magnetik şeritleri silmesi ise bu ve bunun gibi insanların yaptıkları işlerin nerelere kadar uzanabileceğini bize göstermektedir.(Bkz. Maddenin Gölgesi  -Sufizm Ve İnsan/Fizik).

Zaten, Kuantum fiziğinin her alanda kendini hissettirdiği ve gerçek ile hayal arasındaki sınırları iyice zorladığı günümüzde doğal afetler ve toplumsal hareketlilikler de artık gökyüzünden, uydulardan gelmektedir. Hatta bir TV programında bu yöntemlerle deprem yaratılabileceğini saçmalık olarak nitelendiren bir bilim adamımızın,olayın daha sonra  ABD başkanı tarafından açıklanmasıyla sonrasındaki yayına katılmayışını izlemiştim (amacım değerli bilim adamımızı küçük düşürmek değil, ön yargılı oluşunun bilimsel kişiliği ile çelişkili olduğunu vurgulamaktır.)

Buna karşın,dahilerin çalıştığı Novossibrisk Akademisi bünyesinde kurulan özel bir laboratuarda çalışan ve Rusya Bilimler Akademisinin  en saygın üyelerinden ve en ünlü bilim adamı olan Prf. Vlail Kaznatcheev de, insan beyninin, bedenin bulunduğu noktanın çok daha uzağında bulunan insanlar,düşünceler ve elektronik donanımlar üzerinde etkili olabileceğini ve dolayısıyla savaşları dahi etkileyebileceğini belirterek,Rusya’da katıldığı bir TV programında laboratuarda bulunan bir bitkiyi uzun süre gösterip bunun gelişimini, izleyenlerden bir saat boyunca düşünmelerini istedi. Sonuç olağanüstü bir biçimde şaşırtıcıydı. Çünkü çok kısa bir zaman içinde bitkide gözle görülür bir gelişme sağlanmıştı. (Bkz.Evrensel Sırlar/Dua Ve Zikir -Ahmed Hulusi/National Geographic Channel-The Built of the Killer /Süper Zihinler-Prof.John Taylor-King's Ünv.London/Michael Talbot-Holografik Evren)

(Devam edecek...)

İstanbul - 25.12.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail