11. Bölüm

Dünyanın ilk zamanlarından günümüze, en ilkel kabilelerden, modern yaşantıya sahip birimlere kadar  geçerliliğini koruyan bir fenomen de büyü (sihir) ve büyücülüktür. Bu fenomenin en yoğun olduğu dönem ise Musa(as) ‘nın bulunduğu devirdir. Çünkü o dönemin en geçerli işi bu idi. Bu nedenle de Musa(as)’ nın mucizeleri hep bu alan ağırlıklı olmuştur. Tıpkı Hz İsa (as)’nın zamanında şifacılığın, Hz Muhammed (sav) döneminde de şiir ve güzel sözün yaygın olduğu gibi.

Şimdi bu konuyu biraz açmaya çalışalım; nasıl ki radyasyon, kendine yakın frekansları içerisinde insanın hem maddesel bedenine, hem de ruh bedenine direkt etki edebiliyorsa ve cinler de insan beyninde belli irritelerle, (görüntü, ses,...vb) şuursal etkide bulunabiliyorsa cehennem boyutunda da Nur orijin yapılı, zebun edici, yani karşısına çıkan (dünya yaşamından sahip olduğu şartlanma, değer yargıları ve duygular bütünü olan) güçsüz yapıları aşağılayıcı,onlara güçsüzlüklerini her alanda hissettiren zebani ismiyle anılan varlıklar aracılığıyla da, Ruh Bedenin Şuursal planında da arınmaları söz konusudur. Dolayısıyla, cinler gibi,meleklerin de insanın bilinci ve ruh yapılarında etkileri söz konusudur. Bu nedenledir ki Cebrail (as), Azrail(as) gibi diğer tüm melekler ,yaymış oldukları ışınsal dalgalar vasıtasıyla beyinleri, genetik dizilimleri (dolayısıyla mutasyonları) ve holografik mikrodalga bedenin beyinlerini etkileyerek, gerekli etkileri oluşturmaktadırlar. Keza Hz. Meryem in de hamile kalışını da bu sistemle açıklaya biliriz. Yani,Cebrail (as) adlı meleğin İnsan suretine bürünerek gönderdiği birtakım İmpulslarla meydana gelmiştir.

Burada şu noktayı hemen belirtmek gerekir ki, melekler İnsanların veri tabanlarına göre çeşitli şekillerde görülebileceği,algılanabileceği gibi,boyut boyut yoğunlaşarak maddesel olarak algıladığımız yıldız ve sistemlerinin bir Hologram Plakasına benzer şekilde meydana getirdiği kuşağın içinde de algılanan veya algılanamayan varlığı da oluşturmaktadırlar.(Bkz.Efeste Bir Azize-AFY/Sufizm Ve İnsan/Tasavvuf)

Bunun yanında, insan beyninin de yaydığı belli frekanstaki radyasyon dolayısıyla, kişi, beyninin ilgili hücrelerini harekete geçirmek suretiyle büyü dediğimiz olayların meydana getirip karşısındaki birimi etkisi altına alarak onun iradesini zorlayacak yönde yönelimini oluşturmak suretiyle, birimin arzulamadığı eylemleri ortaya koymasını sağlar.

Yine istem dışı olarak cereyan eden benzer türdeki olguya  nazar adı verilir.(Bkz E-M-Alanlar ve Biz/Sufizm ve İnsan Fizik) Bu nedenle de büyü Müslümanlıkta olduğu gibi,Hıristiyanlık ve Yahudilik dininde de yasaklanmıştır. Bunun dışında kalan kabile dinlerinde ise büyü ve sihir tamamen serbesttir, hatta bazılarında bu iş ayrı bir Din haline gelmiştir. Bunların en bilineni de, günümüzde yaklaşık kırk milyon* inananı ve merkezi Haiti olan ve kökü batı, güney Afrika’ ya dayanan zencilerin sömürge ülkelerine gönderilmesiyle (ki bilhassa güney Amerika’da çok daha fazla) yayılan Vodoo (tanrı,ruh anlamına gelmektedir) büyüsüdür. Başta bu ve bunun gibi büyüler, Ruhları,Tanrısal güçleri yani doğaüstü güçleri harekete geçirmek suretiyle düşmanları (ya da istenmeyen birini) lanetlemek ,yok etmek veya hastalıklara şifa vermek için kullanılmaktadır Bu ayinlerde kolay transa geçebilmek için de güçlü uyuşturucu otlar, tütsüler,davul,zil,çıngırak sesleri, yani belli bir ritm eşliğinde birtakım konsantrasyon objeleri (hayvan iskeletleri,kafatasları...vb) kullanılmaktadır. Hatta tarihte, Haiti adasında yapılan işkence ve insanlık dışı hareketlere maruz kalan ve bilhassa Vodoo ayinlerinin yasaklanması sonucunda ayaklanan zencilerin fiziksel ve ruhsal güçlere sahip Rahipler eşliğindeki ayinlerde transa geçirilerek sayı ve silahça çok üstün Fransız birliklerine karşı korkunç yenilgiler sağladıkları, savaş sırasında da bazı askerlerin doğaüstü birtakım güçlerle (varlıklarla) da savaştıkları kayıtlara geçmiştir.

Batılı araştırmacılar,bu kültür üzerine yapmış oldukları incelemelerde, kullanılan  karışımların içerisinde,sinir sistemini çok güçlü bir biçimde etkileyen tuzlu su, balığın iç organlarında ve derisinde bulunan tetra dodolsin adlı bir maddeyle karşılaşmışlardır. Yüksek düzeyde alındığında çok güçlü etkisinden dolayı, istenmeyen ya da suçlu insanlar bu büyüler kullanılarak cezalandırılır. Ancak bu uyuşturucunun geçici ölümlere yol açması yüzünden,gömülme esnasında veya hemen öncesinde kişiler  tekrar kendilerine gelmeleri sonucunda ( beyinde yapmış olduğu korkunç tahribat dolayısıyla da) ruhu alınmış bir kimse anlamına “zombi” diye adlandırılarak toplum dışına itilir ve kendinden habersiz şekilde yaşamaya bırakılır. Böylece, diğer kabile mensuplarına nisbetle cinlerin kontrolüne daha fazla açık hale gelir ve onların kuvvetli etkilerine direkt maruz kalarak, sefil bir biçimde hayatlarına devam emek sorunda kalırlar. (Bkz. Disccovery Channel/Divine Magic-The Pover Of the Vodoo).

Bununla birlikte Mistisizmde de sigaranın ve birçok uyuşturucunun cinlerin gıdası olduğu belirtilmektedir ki, bunun nedeni de,bu tür maddelerin beyin hücrelerini uyuşturarak yani, hücreler arasındaki snapsları tıkayarak, biyo-elektrik akışını engelleyip, beynin sürekli yayınladığı radyasyonun maddeye dönük bir biçimde yayımlanmasına neden olmasıdır. Bu da  cinlerin kendi bünyelerince yararlanacakları frekansları doğrultusunda olduğundan bu mikrodalga yayını alarak beslenmesini temin eder. Bunun yanında,duman ve kötü kokunun, cinlere insan beyni üzerinden olduğu gibi,direkt olarak da etkisi bulunmaktadır. Bu sebeple o varlıklar sigara kullanan kişilerin beyinlerine belli frekansta dalgalar göndererek onlarda bir sıkıntının oluşmasını sağlamakta,kişi de bu sıkıntıyı üzerinden atmak için hemen sigaraya başvurmaktadır. Zaten tıbben de insan vücudunun sigaraya ve diğer uyuşturucu maddelere ihtiyaç duymadığı ispatlanmış durumdadır. Ayrıca,sadece Dünyanın değil Ay,Merkür,Venüs ve Mars gezegenlerinin ışınsal boyutlarında yer alan cinler de gıdalarının büyük çoğunluğunu yeryüzünden temin ederler.

Mistisizmde ,yıldırım şimşek çakmasında bir kısım meleklerin ve cinlerin bunlardan gıdalarını aldıkları şeklinde bir ifade vardır ki onun sistemi de yine buna dayanır. Yani,elektrik deşarjının neden olduğu elektromanyetik dalgaların yine ışınsal varlıklar tarafından alınarak kendi yapılarınca değerlendirilmesi şeklindedir. Tıpkı güneş ışığının belli frekanstaki dalgalarının insan ve diğer tüm canlı bünyesinde faydalı kimyasal dönüşümleri meydana getirerek yaşamı ve devamını sağlaması gibi.

Bunun dışında ikinci rolü, bu maddeler nedeniyle uyuşan beyin hücreleri dolayısıyla, kişinin beyni üzerindeki hakimiyetinin azalmasını sağlamaktır ki, bu durum onların beyin üzerindeki tesirlerini artırmasını kolaylaştırır. Bu da bu tür maddeleri kullanan topluluğun birimlerinin mistik fenomenlerine (uçuşlar,yolculuklar) açıklık getirmektedir. Eğer bu uyuşturucunun etkisi yüksek seviyede ise, beyin kontrolü büyük oranla ya da tamamen onların eline geçer. Keza sokaklarda gördüğümüz,sersefil bir biçimde yaşayan, ki çoğunlukla alkolik ya da sigara bağımlısıdırlar) insanlar dahi bu türden, yani cinlerin çok güçlü bir şekilde hakimiyeti altında olan ve onların top gibi oynadıkları birimlerdir.

Üçüncü olarak da;bu tür maddeler, beynin atıl kısmının devreye sokulmasıyla evrensel gerçekliğe sıçrama yapmak yerine ,olan hücresel faaliyetleri de kesintiye uğratarak (ki beyin hücresi asla yenilenmez) hem şuursal hem de enerji planında holografik mikrodalga bedene normalin çok çok altında yüklemeye neden olur.Bunun sonucunda da ölüm ötesi boyutta ( cehennem boyutunda zebun edici varlıklara) cinlere karşı yeterli veya hiçbir koruma oluşmamasını getirir. Böylece de o boyutta onların oyuncağı haline gelmiş olurlar. (Bkz. Evrensel Sırlar/İnsan ve Sırları 1/Ruh İnsan Cin-Ahmed Hulûsi)

Burada önemli bir nokta da, Kur’ an’da açık ayetler ve tartışılmaz hadisler olmasına, büyük zatların herkesçe kabul edilen görüşlerinde büyü ve nazar olgusunun varlığı aynen kabul edilmesine karşın, günümüzde din konusu üzerinde düşünen, ancak çağımızın bilimsel gelişmelerine karşın hiçbir alt yapıya sahip olmayan bu nedenle de yetersizliklerini etiketleriyle kapatmaya çalışan birtakım çevreler ,sırf “akılcı değildir” (zaten bilemedikleri) “bilimselliğe aykırıdır” diyerek reddetme ilkelliğini göstermektedirler. Oysa bu durum "iman kavramını"ortadan kaldırdığı ve sadece lafta bıraktığı için, alenen küfür noktasına getirmektedir insanı. Ayrıca bir şeyin haram olmasının nedeni o şeyin yok olması değil, var olup insanın hem bu dünya hem de ahiret boyutundaki saadetini etkileyecek düzeyde çok büyük zarar vermesinden dolayıdır. Zararı veya yararı olmayan şeyin haram veya helal olmasından zaten bahsedilemez. Bunun en açık örneği Kur’an’da  Felak suresindedir. Bu surede yoruma gerek kalmayacak nitelikte açıklama getirilerek "...düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve hased eden hasetçilerin şerrinden" korunulması gerektiği ifade edilmektedir. Dikkât edilecek olursa, eğer büyü yok ise, büyüyü yapan da büyük çoğunlukla bilinmediği ve bunu uzaktan gerçekleştirdiğine göre, büyüye uğrayanın bundan haberi olmayacaktır. Haberi olmayan birinin de bundan etkilenmesi söz konusu da olamayacağına göre, bundan korunulması gerekliliğinin de akli hiçbir geçerliliği yoktur.Yani beklenmez. O zaman etkisi olmayan bir şeyin ayet olarak ifade edilmesinin de bir mantığı yoktur. (Hele ki evrensel sistemi anlatan bir kitap için!). İkinci örnek olarak da Bakara Suresi 102. Âyeti gösterebiliriz. Üçüncü örnek de  İmam Ahmed ibn Hanbel’in şu sözleri olabilir: "Bir kişi Hz Muhammed (sav)’e büyü yaptı. Resulullah günlerce hastalandı. Cebrail dedi ki, “Yahudilerden bir kişi sana büyü yaptı. Bir düğüm bağlayıp,falanca kuyunun dibine attı.” Resulullah da kuyunun bulunduğu yere Hz. Ali’yi gönderdi Hz. Ali de o büyüyü çıkartıp Efendimize getirdi. Resulullah düğümü çözdü ve ipten kurtulmuşçasına dinçleşip ayağı kalktı. (Felak ve Nas suresi de bu durum üzerine nazil olmuştur) (Bkz. Başucu kitabına iman II/AFY-Sufizm Ve İnsan/Tasavvuf)

Ne var ki, bu konularda yetkili sayılan birtakım insanlar, söz konusu gerçekleri nedenleriyle birlikte anlatarak bu tür şeyler peşinde koşanların bunlardan uzak tutulmasını temin edecekleri yerde, olan bir şeyi yok saymak suretiyle (ki cinlerin en büyük silahı da böyle şeylerin olmadığını ilka etmek idi) inanan insanların bu işlerle ve hiç alakası olmayan bazı sahtekarlara gitmelerine neden olmaktadırlar.

Gerçekte bu ve bu gibi konuların inkârının nedenini incelediğimizde, (art niyetle bunu yaptıklarına kesinlikle inanmadığım) bu düşünce adamlarının, evrensel sistemi algılayışlarında Newton fiziğinin hakim olduğunu görmekteyiz. Yani, farklı nesneler ve bu parçalar arasında iletişimi sağlayan güç vasıtasıyla da makine gibi çalışan mekanistik bir evren düşüncesi (Oysa kuantum fiziğine göre, evren bir makineden çok dev bir düşüncedir). Eğer bu anlayış bir şuura oturmuyorsa materyalizmi; bir mutlak güce, bilince dayanıyorsa o zaman da ötelerdeki tanrı anlayışını doğurmaktadır. Dinin verileri bu açıdan değerlendirildiği için de akıl ve mantığa,bilimselliğe uymadığı gerekçesiyle tabanda "iman esaslarına" göre varlığı kabul edilmesi gerekenler, “hurafe, gerçek dışı” olarak nitelendirilerek reddedilmekte bu sebeple de materyalist Müslümanlık anlayışı sergilenmektedir. Bunun sonucu olarak da ,evrensel sistemi anlatan kitabın ayetleri daha derin düzeydeki bilimsel gerçeklere göre değerlendirilmediği için basit düzeyde tatmin edici olmaktan uzak, çelişkilerle dolu açıklamalar getirilmekte ve o sistemi açıklayıcı,detaylandırıcı hadisler rivayet ya da uydurulmuş şeyler olarak belirtilerek kapasitelerdeki yetersizlik dolayısıyla da çok önemli kavramlar inkâr edilmektedir. Ya da bunun tam tersi olarak, kaynaklarda açık ve seçik bir biçimde ifade edilmesine rağmen, yine aynı nedenlerden dolayı birtakım gerçek dışı şeyler de kabul görmektedir.

Oysa Newton fiziği, göz boyutunda geçerliliğini korurken maddenin kökenine indiğimizde, bu durum kendini rölativite ve kuantum fiziğine bırakmaktadır ki, dini veriler bu açıdan ele alındığında idrak edemediğimizden dolayı, reddetme basitliği gösterilen konulara da açıklık getirildiğini görmekteyiz. Yine bu açıdan baktığımızda reddedilerek ilgili konulara beş duyu boyutunda alternatif sunulan görüşlerin iflas ederek geçersiz kılındığına da tanık olmaktayız.

Bu nedenle,çağa ayak uydurmak gerekçesiyle dinsel verilerin ayıklanarak kendi gerçeklerine uygun olanı alıp değerlendirme ile reform, yeniden yapılanma yerine(!), günümüz modern biliminin verilerini göz önüne alarak anlayış ve değerlendirme mekanizmasında reforma gitmek durumdayız. Sadece dinsel anlamda değil,bugün materyalist(ateist) düşünceyi de ortadan kaldıran kuantum fiziğinin öngördüğü, ancak metafiziksel fenomenlerin sistemine açıklık getirmesinden, yani Bilincin rolünü ön plana alması nedeniyle ve bunu da gerçekte var olmayan, fakat hayallerde var zannedilen bir tanrı anlayışının varlığını zorunlu kıldığını düşünmeleri dolayısıyla, mevcut  bilimsel kanıtları (ve bunların onayladığı mistik fenomenleri )görmezden gelmeleri (veya yok saymaları) sonucunda bu konudaki çalışmaları dahi yapmamaya ve kanıtları da reddetmelerine yol açmaktadır. Böylece Tanrı ve onun sistemine karşı bilim dini oluşturularak kendi egolarının yarattığı tapınaklarında,anlayışlarınca oluşturdukları bu dinin anayasasına uymayan görüşler, mistik alanın işaretlerini verdiğinden Afaroz edilmektedir.

Bu nedenle,bugünkü bilimsel gelişmeyi bir tarafa atarak, yeni bir bilimsel düşünce yaratmak yerine,var olan bilimsel görüşlerimizin ve yine bu verilerin öngördüğü bilimsel gerçeklerin işaretlerini dolayısıyla BİLİNCİ DE kapsayacak biçimde (ki bunun da temelleri vardır) tıpkı dinsel anlayışımızda olduğu gibi, bilimsel anlayışımızın algılanması,değerlendirilmesinde  de reforma,yeniden yapılanmaya gitmek durumundayız. Bu görüşü destekler mahiyette, eğer bugünkü modern bilimin doğuşunu ve gelişmesini sağlayan büyük devlerin görüşleri incelenirse, (ki bunlar M.Plank,P.Dirac, N.Bhor, D.Bhom ,A Einstein, Opheinhamer, P Edington,  Shördinger,Haysenberg, Sir James Jeans,J .A.Wheleer, Wigner,R.Feyman,Everett,J.Taylor, W.Pauli, F.Hoyle,F Capra,R Penrose,F.A.Wolf,Poul Davies,J Sarfatti...vb isimlerdir)  dünyaca tanınmış birçok bilim adamı, tabanda bilince açık olarak başvurmaksızın incelediğimiz sistemin bir anlamı olamayacağını söylemektedirler.(Farklılaşma detaylarda olmaktadır)

İkinci husus olarak da,dini anlatımlarla bilimsellik arasındaki ilişkidir. Çünkü biz evrensel sistemdeki meleklerin,cinlerin,zebanilerin,..vb) bilinçli varlıkların yapılarına bilimsel yöntemler kullanarak ulaşmış değiliz Yani, onları laboratuarlarda tespit edip ölçümleyip,tekrarlanabilir durumlardan geçirerek biliyor ya da algılıyor değil, Mutlak Bilincin var kıldığı sistemi kendi kapasitelerince okuyan Resul ve Nebi’lerin anlattıkları sistemin günün bilimsel verileri aracılığıyla bizim tarafımızdan değerlendirilerek özümüz olan hakikâtin özelliklerini bilmek, hissedip yaşamak için araç olarak kullanmaktayız. Çünkü zahir bilimlerdeki gelişmeler,aslında yansıması olduğu Hakikâte ait olan mistik alandaki gerçeklerin ortaya çıkışının bir sonucudur. Bence bu konuda işin püf noktası burasıdır. Yani, Dini verilerin anlatımlarının bilimsel yöntemlerle gidilerek araştırılıp bilinmesi,algılanması ayrı bir şeydir,din verilerinin bizim tarafımızdan daha iyi anlaşılması için yine bu verilerin çıkışına bağlı olarak gelişen bilimsel verileri kullanarak bu gerçeklerin ifade edilmesi ayrı bir şeydir. Bu da bize, bilimsel gerçekler ile dinsel gerçekler diye bir ayrımın olmadığını göstermektedir. Çünkü din adı altında anlatılanlar Evrensel sistemin ta kendisidir. Ancak dinsel verilerin uzay ve zamanın geçerli olmadığı mutlak bilinç(akıl) tarafından boyutsal olarak izhar edilmesi ve bizlerin de uzay ve zamana bağlı olarak bu gerçekleri yine kendimize göre değerlendirmemiz dolayısıyla, sanki iki farklı gerçeklik varmış gibi algılamamıza neden olmaktadır ki, günümüzde mistisizmin modern bilimle birleşmesi ve bunun sentezinden ortaya çıkan sonuçlar bu gerçeği göstermektedir. Bu dinsel anlamda da geçerli olup Mutlak Bilincin yansıtıcılarının ortaya koyduğu verileri,ötedeki bir tanrının yarattığı hayali boyutlarda değil, yine yaşadığımız bu sistemde yerlerini bulmakla sistemi değerlendirmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde evrensellikten bahsetmemiz tamamen yanlış ve hayali olur.

Bu noktada çok önemli şu soru sorulabilir: Hiç bir zaman bilimsel metodlarla tam olarak kanıtlanamayacak olan mistik veriler, nasıl oluyor da bilimsel gerçekliğe uyuyor diyebilmekteyiz? Bunun cevabını vermeden önce şunu bilmemiz gerekir ki, bir şeyin varlığının ya da yokluğunun o şeyin bilimsellik sınırları içerisinde mevcut olup olmamasıyla alakası kesinlikle yoktur. Bunun içindir ki, bu gerçekleri göz önüne almadan birtakım bilimsel görüşler sunmak ya da bu konularda açıklamalar,tartışmalar yapmak son derece yanlış ve de biimselliğin kendisine de aykırı bir davranış olur. Buna rağmen (bu tür olayları basında bilimsel ahlakı bir kenara bıraksak dahi) söylemleriyle çelişen, insanlık onuruna yakışmayan ilkel davranışların sergilenmekte oluşuna sıkça tanık olmaktayız. Bu nedenle, bu tür olaylarda, bilimsel ahlak bize,"şu an için bilemiyoruz ama olabilir" demeyi önerir, eğer durum iman meselesiyse o zaman da"şu an için çözemiyoruz, ama buna şartsız iman ediyoruz" demek gerekir. Buna bir örnek verirsek; radyoaktif ışınlarının bugün ne ise, varlıklarını bilmediğimiz binlerce,milyonlarca ,milyarlarca yıl önce de aynı gelecekte de aynı olacağı gibi. Dolayısıyla bilim, var olan gerçekliğin sadece belli bir bölümünün yine kendi belirlediği yöntemlerle var olduğunu öğreniyor yada keşfediyor. Bu öğrenme şeklini de kendi arasında üç şekilde inceleyebiliriz: Bunlardan ilkinde bilim direkt olarak bir şeyin varlığını gösterirken, ikinci durumda somut olarak görülmeyen ve de hiç bir zaman somut olarak göremeyeceğimiz, elimizle dokunamayacağımız gerçeklerin boyutumuza olan etkilerinin varlığını göstermektedir, üçüncüsünde ise, ne varlığını ne de yokluğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğimiz, ama varlığının yine boyutumuzdaki işaretlerinden giderek bilebildiğimiz gerçekleri göstermektedir. Bunun bir nedeni de bilimde matematiksel bilgilerin deneysel bilgilerden çok daha ötede olmasıdır.Bu yüzden birçok bilimsel gerçekler matematiğin öngörülerinin sonucu iken, bir kısım bilimsel gelişmeler de direkt deneysel bilgilerden gidilerek bunun üzerine matematiksel ifadelerin düzenlenmesi sonucu ortaya çıkartılmaktadır. Mesela kuantum fiziği böyledir. Şimdi genel olarak bu üç durumu sırasıyla örneklemeye çalışalım: Bildiğimiz gibi, katıların erime,sıvılaşma ve buharlaşma derecelerini,akım geçen telin oluşturduğu manyetik alanın ve yer değişen mağnetik alanlarında akım üretmesini yıldızların ve gezegen hareketlerini...vb) ölçümleyebiliyoruz. .Bunun yanında, ne atom çekirdeğini ne diğer parçacıkları ne de enerji parçacıkları olan Fotonları (dolayısıyla da kuvvet alanlarını)somut olarak görebiliyor,dokunabiliyoruz. Hiçbir zaman da bunu gerçekleştiremeyeceğiz. Çünkü doğanın yasaları böyle.Buna karşın biz bunların varlığını,gösterdikleri yığınsal etkileri yani var oluşlarının güçlü işaretlerini gözlemlemekte,algılamakta oluşumuzdan dolayı bilmekteyiz. Zaten Eintein de bu konuda, bu tür kavramların (yani,enerji,momentum...vb) sistemi anlayabilmemiz için, yine bizler tarafından kurulmuş teorik yapılar olduğunu belirtmekte idi. Bununla birlikte bir üstte anlattıklarımız laboratuarda,anlatılan şartlar içerisinde gözlemlenir, deneylenir,ölçümlenebilirken,bunun dışında mesela Big Bang teorisi, bu şartlarda dahi hiçbir zaman deneyimlenemeyeceği gibi,hiçbir zamanda o şartlarda gözlem yapılamayacaktır. Çünkü bunun için plank boyutlarına inmek ve 10 üssü (19) Gevlik enerjiye ayrı bir deyişle tüm (maddesel olarak bildiğimiz) evrenin sahip olduğu enerjiyi ele almamız,incelememiz gerekir ki, bu da mümkün değildir. (Bkz B.A.Terisi 6-Sufizm ve İnsan /Fizik). Dolayısıyla, big bang teorisini kabullenmemiz, bunun böyle olmasını gerekli kılan güçlü işaretlerinin olması nedeniyledir. Kaldı ki, tek tip big bang teorisi olmayıp birden fazla big bang teorisi yine bilimsel verilerle bugün mevcuttur. Aynı şekilde karadelikleri de örnek olarak verebiliriz. Çünkü önce Big bang teorisinde de olduğu gibi matematiksel(sezgisel) olarak varlığı öngörülürken daha sonra yapılan gözlemlerin değerlendirilmesi ve de karadeliğin olay ufkunun parçacık yayınlamasının ölçümlenmesiyle bu yapıların varlığı kesinleşmiştir. Buna karşın yapısı hakkında matematiksel olarak hesaplar yapılabilen olay ufkunun ardında, aynı nedenlerden dolayı neler olup bittiğini de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ancak bu durum yine de o boyuttaki gerçeklerin hiçbir zaman var olamayacağını da söyleyemez.

(Devam edecek...)

İstanbul - 01.01.2001
http://sufizmveinsan.com

* Bu kadar çok inananın hepsi büyü...vb. uğraşmamaktadır. Bunu ancak özel olarak yetişmiş yada yetiştirilmiş Rahipler gerçekleştirmekte diğerleride sadece ayinlere katılmakta yada hiç bir fiil sergilemeksizin inanmaktadırlar.


Üst Ana sayfa e-mail