Dünyanın
ilk zamanlarından günümüze, en ilkel kabilelerden, modern yaşantıya
sahip birimlere kadar geçerliliğini
koruyan bir fenomen de büyü (sihir) ve büyücülüktür. Bu
fenomenin en yoğun olduğu dönem ise Musa(as) ‘nın bulunduğu
devirdir. Çünkü o dönemin en geçerli işi bu idi. Bu
nedenle de Musa(as)’ nın mucizeleri hep bu alan ağırlıklı
olmuştur. Tıpkı Hz İsa (as)’nın zamanında şifacılığın,
Hz Muhammed (sav) döneminde de şiir ve güzel sözün yaygın
olduğu gibi.
Şimdi
bu konuyu biraz açmaya çalışalım; nasıl ki radyasyon,
kendine yakın frekansları içerisinde insanın hem maddesel
bedenine, hem de ruh bedenine direkt etki edebiliyorsa ve cinler
de insan beyninde belli irritelerle, (görüntü, ses,...vb) şuursal
etkide bulunabiliyorsa cehennem boyutunda da Nur orijin yapılı,
zebun edici, yani karşısına çıkan (dünya yaşamından
sahip olduğu şartlanma, değer yargıları ve duygular bütünü
olan) güçsüz yapıları aşağılayıcı,onlara güçsüzlüklerini
her alanda hissettiren zebani
ismiyle anılan varlıklar aracılığıyla da, Ruh Bedenin Şuursal
planında da arınmaları söz konusudur. Dolayısıyla, cinler
gibi,meleklerin de insanın bilinci ve ruh yapılarında
etkileri söz konusudur. Bu nedenledir ki Cebrail (as),
Azrail(as) gibi diğer tüm melekler ,yaymış oldukları ışınsal
dalgalar vasıtasıyla beyinleri, genetik dizilimleri (dolayısıyla
mutasyonları) ve holografik mikrodalga bedenin beyinlerini
etkileyerek, gerekli etkileri oluşturmaktadırlar. Keza Hz.
Meryem in de hamile kalışını da bu sistemle açıklaya
biliriz. Yani,Cebrail (as) adlı meleğin İnsan suretine bürünerek
gönderdiği birtakım İmpulslarla meydana gelmiştir.
Burada
şu noktayı hemen belirtmek gerekir ki, melekler İnsanların
veri tabanlarına göre çeşitli şekillerde görülebileceği,algılanabileceği
gibi,boyut boyut yoğunlaşarak maddesel olarak algıladığımız
yıldız ve sistemlerinin bir Hologram Plakasına benzer şekilde
meydana getirdiği kuşağın içinde de algılanan veya algılanamayan
varlığı da oluşturmaktadırlar.(Bkz.Efeste Bir
Azize-AFY/Sufizm Ve İnsan/Tasavvuf)
Bunun
yanında, insan beyninin de yaydığı belli frekanstaki
radyasyon dolayısıyla, kişi, beyninin ilgili hücrelerini
harekete geçirmek suretiyle büyü
dediğimiz olayların meydana getirip karşısındaki birimi
etkisi altına alarak onun iradesini zorlayacak yönde yönelimini
oluşturmak suretiyle, birimin arzulamadığı eylemleri ortaya
koymasını sağlar.
Yine
istem dışı olarak cereyan eden benzer türdeki olguya
nazar adı verilir.(Bkz E-M-Alanlar ve Biz/Sufizm ve İnsan Fizik)
Bu nedenle de büyü Müslümanlıkta olduğu gibi,Hıristiyanlık
ve Yahudilik dininde de yasaklanmıştır. Bunun dışında
kalan kabile dinlerinde ise büyü ve sihir tamamen serbesttir,
hatta bazılarında bu iş ayrı bir Din haline gelmiştir.
Bunların en bilineni de, günümüzde yaklaşık kırk milyon*
inananı ve merkezi Haiti olan ve kökü batı, güney Afrika’
ya dayanan zencilerin sömürge ülkelerine gönderilmesiyle (ki
bilhassa güney Amerika’da çok daha fazla) yayılan Vodoo
(tanrı,ruh anlamına gelmektedir) büyüsüdür. Başta bu ve
bunun gibi büyüler, Ruhları,Tanrısal güçleri yani doğaüstü
güçleri harekete geçirmek suretiyle düşmanları (ya da
istenmeyen birini) lanetlemek ,yok etmek veya hastalıklara şifa
vermek için kullanılmaktadır Bu ayinlerde kolay transa geçebilmek
için de güçlü uyuşturucu otlar, tütsüler,davul,zil,çıngırak
sesleri, yani belli bir ritm eşliğinde birtakım konsantrasyon
objeleri (hayvan iskeletleri,kafatasları...vb) kullanılmaktadır.
Hatta tarihte, Haiti adasında yapılan işkence ve insanlık dışı
hareketlere maruz kalan ve bilhassa Vodoo ayinlerinin
yasaklanması sonucunda ayaklanan zencilerin fiziksel ve ruhsal
güçlere sahip Rahipler eşliğindeki ayinlerde transa geçirilerek
sayı ve silahça çok üstün Fransız birliklerine karşı
korkunç yenilgiler sağladıkları, savaş sırasında da bazı
askerlerin doğaüstü birtakım güçlerle (varlıklarla) da
savaştıkları kayıtlara geçmiştir.
Batılı
araştırmacılar,bu kültür üzerine yapmış oldukları
incelemelerde, kullanılan
karışımların içerisinde,sinir sistemini çok güçlü
bir biçimde etkileyen tuzlu su, balığın iç organlarında ve
derisinde bulunan tetra dodolsin adlı bir maddeyle karşılaşmışlardır.
Yüksek düzeyde alındığında çok güçlü etkisinden dolayı,
istenmeyen ya da suçlu insanlar bu büyüler kullanılarak
cezalandırılır. Ancak bu uyuşturucunun geçici ölümlere
yol açması yüzünden,gömülme esnasında veya hemen öncesinde
kişiler tekrar
kendilerine gelmeleri sonucunda ( beyinde yapmış olduğu
korkunç tahribat dolayısıyla da) ruhu alınmış bir kimse
anlamına “zombi” diye adlandırılarak toplum dışına
itilir ve kendinden habersiz şekilde yaşamaya bırakılır. Böylece,
diğer kabile mensuplarına nisbetle cinlerin kontrolüne daha
fazla açık hale gelir ve onların kuvvetli etkilerine direkt
maruz kalarak, sefil bir biçimde hayatlarına devam emek
sorunda kalırlar. (Bkz. Disccovery Channel/Divine Magic-The
Pover Of the Vodoo).
Bununla
birlikte Mistisizmde de sigaranın ve birçok uyuşturucunun
cinlerin gıdası olduğu belirtilmektedir ki, bunun nedeni
de,bu tür maddelerin beyin hücrelerini uyuşturarak yani, hücreler
arasındaki snapsları tıkayarak, biyo-elektrik akışını
engelleyip, beynin sürekli yayınladığı radyasyonun maddeye
dönük bir biçimde yayımlanmasına neden olmasıdır. Bu da
cinlerin kendi bünyelerince yararlanacakları frekansları
doğrultusunda olduğundan bu mikrodalga yayını alarak
beslenmesini temin eder. Bunun yanında,duman ve kötü kokunun,
cinlere insan beyni üzerinden olduğu gibi,direkt olarak da
etkisi bulunmaktadır. Bu sebeple o varlıklar sigara kullanan
kişilerin beyinlerine belli frekansta dalgalar göndererek
onlarda bir sıkıntının oluşmasını sağlamakta,kişi de bu
sıkıntıyı üzerinden atmak için hemen sigaraya başvurmaktadır.
Zaten tıbben de insan vücudunun sigaraya ve diğer uyuşturucu
maddelere ihtiyaç duymadığı ispatlanmış durumdadır. Ayrıca,sadece
Dünyanın değil Ay,Merkür,Venüs ve Mars gezegenlerinin
ışınsal boyutlarında yer alan cinler de gıdalarının büyük
çoğunluğunu yeryüzünden temin ederler.
Mistisizmde
,yıldırım şimşek çakmasında bir kısım meleklerin ve
cinlerin bunlardan gıdalarını aldıkları şeklinde bir ifade
vardır ki onun sistemi de yine buna dayanır. Yani,elektrik deşarjının
neden olduğu elektromanyetik dalgaların yine ışınsal varlıklar
tarafından alınarak kendi yapılarınca değerlendirilmesi şeklindedir.
Tıpkı güneş ışığının belli frekanstaki dalgalarının
insan ve diğer tüm canlı bünyesinde faydalı kimyasal dönüşümleri
meydana getirerek yaşamı ve devamını sağlaması gibi.
Bunun
dışında ikinci rolü, bu maddeler nedeniyle uyuşan beyin hücreleri
dolayısıyla, kişinin beyni üzerindeki hakimiyetinin azalmasını
sağlamaktır ki, bu durum onların beyin üzerindeki
tesirlerini artırmasını kolaylaştırır. Bu da bu tür
maddeleri kullanan topluluğun birimlerinin mistik fenomenlerine
(uçuşlar,yolculuklar) açıklık getirmektedir. Eğer bu uyuşturucunun
etkisi yüksek seviyede ise, beyin kontrolü büyük oranla ya
da tamamen onların eline geçer. Keza sokaklarda gördüğümüz,sersefil
bir biçimde yaşayan, ki çoğunlukla alkolik ya da sigara bağımlısıdırlar)
insanlar dahi bu türden, yani cinlerin çok güçlü bir şekilde
hakimiyeti altında olan ve onların top gibi oynadıkları
birimlerdir.
Üçüncü
olarak da;bu tür maddeler, beynin atıl kısmının devreye
sokulmasıyla evrensel gerçekliğe sıçrama yapmak yerine
,olan hücresel faaliyetleri de kesintiye uğratarak (ki beyin hücresi
asla yenilenmez) hem şuursal hem de enerji planında holografik
mikrodalga bedene normalin çok çok altında yüklemeye neden
olur.Bunun sonucunda da ölüm ötesi boyutta ( cehennem
boyutunda zebun edici varlıklara) cinlere karşı yeterli veya
hiçbir koruma oluşmamasını getirir. Böylece de o boyutta
onların oyuncağı haline gelmiş olurlar. (Bkz. Evrensel Sırlar/İnsan
ve Sırları 1/Ruh İnsan Cin-Ahmed Hulûsi)
Burada
önemli bir nokta da, Kur’ an’da açık ayetler ve tartışılmaz
hadisler olmasına, büyük zatların herkesçe kabul edilen görüşlerinde
büyü ve nazar olgusunun varlığı aynen kabul edilmesine karşın,
günümüzde din konusu üzerinde düşünen, ancak çağımızın
bilimsel gelişmelerine karşın hiçbir alt yapıya sahip
olmayan bu nedenle de yetersizliklerini etiketleriyle kapatmaya
çalışan birtakım çevreler ,sırf “akılcı değildir”
(zaten bilemedikleri) “bilimselliğe aykırıdır” diyerek
reddetme ilkelliğini göstermektedirler. Oysa bu durum
"iman kavramını"ortadan kaldırdığı ve sadece
lafta bıraktığı için, alenen küfür noktasına
getirmektedir insanı. Ayrıca bir şeyin haram olmasının
nedeni o şeyin yok olması değil, var olup insanın hem bu dünya
hem de ahiret boyutundaki saadetini etkileyecek düzeyde çok büyük
zarar vermesinden dolayıdır. Zararı veya yararı olmayan şeyin
haram veya helal olmasından zaten bahsedilemez. Bunun en açık
örneği Kur’an’da Felak
suresindedir. Bu surede yoruma gerek kalmayacak nitelikte açıklama
getirilerek "...düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve hased eden hasetçilerin
şerrinden" korunulması gerektiği ifade edilmektedir.
Dikkât edilecek olursa, eğer büyü yok ise, büyüyü yapan
da büyük çoğunlukla bilinmediği ve bunu uzaktan gerçekleştirdiğine
göre, büyüye uğrayanın bundan haberi olmayacaktır. Haberi
olmayan birinin de bundan etkilenmesi söz konusu da olamayacağına
göre, bundan korunulması gerekliliğinin de akli hiçbir geçerliliği
yoktur.Yani beklenmez. O zaman etkisi olmayan bir şeyin ayet
olarak ifade edilmesinin de bir mantığı yoktur. (Hele ki
evrensel sistemi anlatan bir kitap için!). İkinci örnek
olarak da Bakara Suresi 102. Âyeti gösterebiliriz. Üçüncü
örnek de İmam
Ahmed ibn Hanbel’in şu sözleri olabilir: "Bir kişi Hz
Muhammed (sav)’e büyü yaptı. Resulullah günlerce hastalandı.
Cebrail dedi ki, “Yahudilerden bir kişi sana büyü yaptı.
Bir düğüm bağlayıp,falanca kuyunun dibine attı.”
Resulullah da kuyunun bulunduğu yere Hz. Ali’yi gönderdi Hz.
Ali de o büyüyü çıkartıp Efendimize getirdi. Resulullah düğümü
çözdü ve ipten kurtulmuşçasına dinçleşip ayağı kalktı.
(Felak ve Nas suresi de bu durum üzerine nazil olmuştur) (Bkz.
Başucu kitabına iman II/AFY-Sufizm Ve İnsan/Tasavvuf)
Ne
var ki, bu konularda yetkili sayılan birtakım insanlar, söz
konusu gerçekleri nedenleriyle birlikte anlatarak bu tür şeyler
peşinde koşanların bunlardan uzak tutulmasını temin
edecekleri yerde, olan bir şeyi yok saymak suretiyle (ki
cinlerin en büyük silahı da böyle şeylerin olmadığını
ilka etmek idi) inanan insanların bu işlerle ve hiç alakası
olmayan bazı sahtekarlara gitmelerine neden olmaktadırlar.
Gerçekte
bu ve bu gibi konuların inkârının nedenini incelediğimizde,
(art niyetle bunu yaptıklarına kesinlikle inanmadığım) bu düşünce
adamlarının, evrensel sistemi algılayışlarında Newton fiziğinin
hakim olduğunu görmekteyiz. Yani, farklı nesneler ve bu parçalar
arasında iletişimi sağlayan güç vasıtasıyla da makine
gibi çalışan mekanistik bir evren düşüncesi (Oysa kuantum
fiziğine göre, evren bir makineden çok dev bir düşüncedir).
Eğer bu anlayış bir şuura
oturmuyorsa materyalizmi;
bir mutlak güce, bilince dayanıyorsa
o zaman da ötelerdeki
tanrı anlayışını doğurmaktadır. Dinin verileri bu açıdan
değerlendirildiği için de akıl ve mantığa,bilimselliğe
uymadığı gerekçesiyle tabanda "iman esaslarına" göre
varlığı kabul edilmesi gerekenler, “hurafe, gerçek dışı”
olarak nitelendirilerek reddedilmekte bu sebeple de materyalist Müslümanlık anlayışı sergilenmektedir. Bunun
sonucu olarak da ,evrensel sistemi anlatan kitabın ayetleri
daha derin düzeydeki bilimsel gerçeklere göre değerlendirilmediği
için basit düzeyde tatmin edici olmaktan uzak, çelişkilerle
dolu açıklamalar getirilmekte ve o sistemi açıklayıcı,detaylandırıcı
hadisler rivayet ya da uydurulmuş şeyler olarak belirtilerek
kapasitelerdeki yetersizlik dolayısıyla da çok önemli
kavramlar inkâr edilmektedir. Ya da bunun tam tersi olarak,
kaynaklarda açık ve seçik bir biçimde ifade edilmesine rağmen,
yine aynı nedenlerden dolayı birtakım gerçek dışı şeyler
de kabul görmektedir.
Oysa
Newton fiziği, göz boyutunda geçerliliğini korurken maddenin
kökenine indiğimizde, bu durum kendini rölativite ve kuantum
fiziğine bırakmaktadır ki, dini veriler bu açıdan ele alındığında
idrak edemediğimizden dolayı, reddetme basitliği gösterilen
konulara da açıklık getirildiğini görmekteyiz. Yine bu açıdan
baktığımızda reddedilerek ilgili konulara beş duyu
boyutunda alternatif sunulan görüşlerin iflas ederek geçersiz
kılındığına da tanık olmaktayız.
Bu
nedenle,çağa ayak uydurmak gerekçesiyle dinsel verilerin ayıklanarak
kendi gerçeklerine uygun olanı alıp değerlendirme ile
reform, yeniden yapılanma yerine(!), günümüz
modern biliminin verilerini göz önüne alarak anlayış ve değerlendirme
mekanizmasında reforma gitmek durumdayız. Sadece dinsel
anlamda değil,bugün materyalist(ateist) düşünceyi de
ortadan kaldıran kuantum fiziğinin öngördüğü, ancak
metafiziksel fenomenlerin sistemine açıklık getirmesinden,
yani Bilincin rolünü ön plana alması nedeniyle ve bunu da
gerçekte var olmayan, fakat hayallerde var zannedilen bir tanrı
anlayışının varlığını zorunlu kıldığını düşünmeleri
dolayısıyla, mevcut bilimsel
kanıtları (ve bunların onayladığı mistik fenomenleri )görmezden
gelmeleri (veya yok saymaları) sonucunda bu konudaki çalışmaları
dahi yapmamaya ve kanıtları da reddetmelerine yol açmaktadır.
Böylece Tanrı ve onun sistemine karşı bilim
dini oluşturularak kendi egolarının yarattığı tapınaklarında,anlayışlarınca
oluşturdukları bu dinin anayasasına uymayan görüşler,
mistik alanın işaretlerini verdiğinden Afaroz edilmektedir.
Bu
nedenle,bugünkü bilimsel gelişmeyi bir tarafa atarak, yeni
bir bilimsel düşünce yaratmak yerine,var olan bilimsel görüşlerimizin
ve yine bu verilerin öngördüğü bilimsel gerçeklerin işaretlerini
dolayısıyla BİLİNCİ DE kapsayacak biçimde (ki bunun da
temelleri vardır) tıpkı dinsel anlayışımızda olduğu
gibi, bilimsel anlayışımızın algılanması,değerlendirilmesinde
de reforma,yeniden yapılanmaya gitmek durumundayız. Bu
görüşü destekler mahiyette, eğer bugünkü modern bilimin
doğuşunu ve gelişmesini sağlayan büyük devlerin görüşleri
incelenirse, (ki bunlar M.Plank,P.Dirac, N.Bhor, D.Bhom ,A
Einstein, Opheinhamer, P Edington,
Shördinger,Haysenberg, Sir James Jeans,J .A.Wheleer,
Wigner,R.Feyman,Everett,J.Taylor, W.Pauli, F.Hoyle,F Capra,R
Penrose,F.A.Wolf,Poul Davies,J Sarfatti...vb isimlerdir)
dünyaca tanınmış birçok bilim adamı, tabanda
bilince açık olarak başvurmaksızın incelediğimiz sistemin
bir anlamı olamayacağını söylemektedirler.(Farklılaşma
detaylarda olmaktadır)
İkinci
husus olarak da,dini anlatımlarla bilimsellik arasındaki ilişkidir.
Çünkü biz evrensel sistemdeki
meleklerin,cinlerin,zebanilerin,..vb) bilinçli varlıkların
yapılarına bilimsel yöntemler kullanarak ulaşmış değiliz
Yani, onları laboratuarlarda tespit edip ölçümleyip,tekrarlanabilir
durumlardan geçirerek biliyor ya da algılıyor değil, Mutlak
Bilincin var kıldığı sistemi kendi kapasitelerince okuyan
Resul ve Nebi’lerin anlattıkları sistemin günün bilimsel
verileri aracılığıyla bizim tarafımızdan değerlendirilerek
özümüz olan hakikâtin özelliklerini bilmek, hissedip yaşamak
için araç olarak kullanmaktayız. Çünkü zahir bilimlerdeki gelişmeler,aslında yansıması olduğu
Hakikâte ait olan mistik alandaki gerçeklerin ortaya çıkışının
bir sonucudur. Bence bu konuda işin püf noktası burasıdır.
Yani, Dini verilerin anlatımlarının bilimsel yöntemlerle
gidilerek araştırılıp bilinmesi,algılanması ayrı bir şeydir,din
verilerinin bizim tarafımızdan daha iyi anlaşılması için
yine bu verilerin çıkışına bağlı olarak gelişen bilimsel
verileri kullanarak bu gerçeklerin ifade edilmesi ayrı bir şeydir.
Bu da bize, bilimsel gerçekler ile dinsel gerçekler diye bir ayrımın olmadığını
göstermektedir. Çünkü din adı altında anlatılanlar
Evrensel sistemin ta kendisidir. Ancak dinsel verilerin uzay
ve zamanın geçerli olmadığı mutlak bilinç(akıl) tarafından
boyutsal olarak izhar edilmesi ve bizlerin de uzay ve zamana bağlı
olarak bu gerçekleri yine kendimize göre değerlendirmemiz
dolayısıyla, sanki iki farklı gerçeklik varmış gibi algılamamıza
neden olmaktadır ki, günümüzde mistisizmin modern bilimle
birleşmesi ve bunun sentezinden ortaya çıkan sonuçlar bu gerçeği
göstermektedir. Bu
dinsel anlamda da geçerli olup Mutlak Bilincin yansıtıcılarının
ortaya koyduğu verileri,ötedeki bir tanrının yarattığı
hayali boyutlarda değil, yine yaşadığımız bu sistemde
yerlerini bulmakla sistemi değerlendirmemiz gerekmektedir.
Aksi takdirde evrensellikten bahsetmemiz tamamen yanlış ve
hayali olur.
Bu
noktada çok önemli şu soru sorulabilir: Hiç bir zaman bilimsel metodlarla tam olarak kanıtlanamayacak olan
mistik veriler, nasıl oluyor da bilimsel gerçekliğe uyuyor
diyebilmekteyiz? Bunun cevabını vermeden önce şunu
bilmemiz gerekir ki, bir şeyin varlığının ya da yokluğunun
o şeyin bilimsellik sınırları içerisinde mevcut olup
olmamasıyla alakası kesinlikle yoktur. Bunun içindir ki, bu
gerçekleri göz önüne almadan birtakım bilimsel görüşler
sunmak ya da bu konularda açıklamalar,tartışmalar yapmak son
derece yanlış ve de biimselliğin kendisine de aykırı bir
davranış olur. Buna rağmen (bu tür olayları basında
bilimsel ahlakı bir kenara bıraksak dahi) söylemleriyle çelişen,
insanlık onuruna yakışmayan ilkel davranışların
sergilenmekte oluşuna sıkça tanık olmaktayız. Bu nedenle,
bu tür olaylarda, bilimsel ahlak bize,"şu an için
bilemiyoruz ama olabilir" demeyi önerir, eğer durum iman
meselesiyse o zaman da"şu an için çözemiyoruz, ama buna
şartsız iman ediyoruz" demek gerekir. Buna bir örnek
verirsek; radyoaktif ışınlarının bugün ne ise, varlıklarını
bilmediğimiz binlerce,milyonlarca ,milyarlarca yıl önce de
aynı gelecekte de aynı olacağı gibi. Dolayısıyla bilim,
var olan gerçekliğin sadece belli bir bölümünün yine kendi belirlediği yöntemlerle
var olduğunu öğreniyor yada keşfediyor. Bu öğrenme şeklini
de kendi arasında üç şekilde inceleyebiliriz: Bunlardan
ilkinde bilim direkt olarak bir şeyin varlığını gösterirken, ikinci durumda somut
olarak görülmeyen ve de hiç bir zaman somut olarak göremeyeceğimiz,
elimizle dokunamayacağımız gerçeklerin boyutumuza olan
etkilerinin varlığını göstermektedir, üçüncüsünde
ise, ne varlığını ne
de yokluğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğimiz, ama varlığının
yine boyutumuzdaki işaretlerinden giderek bilebildiğimiz gerçekleri
göstermektedir. Bunun bir nedeni de bilimde matematiksel
bilgilerin deneysel bilgilerden çok daha ötede olmasıdır.Bu
yüzden birçok bilimsel gerçekler matematiğin öngörülerinin
sonucu iken, bir kısım bilimsel gelişmeler de direkt deneysel
bilgilerden gidilerek bunun üzerine matematiksel ifadelerin düzenlenmesi
sonucu ortaya çıkartılmaktadır. Mesela kuantum fiziği böyledir.
Şimdi genel olarak bu üç durumu sırasıyla örneklemeye çalışalım:
Bildiğimiz gibi, katıların erime,sıvılaşma ve buharlaşma
derecelerini,akım geçen telin oluşturduğu manyetik alanın
ve yer değişen mağnetik alanlarında akım üretmesini yıldızların
ve gezegen hareketlerini...vb) ölçümleyebiliyoruz. .Bunun yanında,
ne atom çekirdeğini ne diğer parçacıkları ne de enerji parçacıkları
olan Fotonları (dolayısıyla da kuvvet alanlarını)somut
olarak görebiliyor,dokunabiliyoruz. Hiçbir zaman da bunu gerçekleştiremeyeceğiz.
Çünkü doğanın yasaları böyle.Buna karşın biz bunların
varlığını,gösterdikleri yığınsal etkileri yani var oluşlarının
güçlü işaretlerini gözlemlemekte,algılamakta oluşumuzdan
dolayı bilmekteyiz. Zaten Eintein de bu konuda, bu tür
kavramların (yani,enerji,momentum...vb) sistemi anlayabilmemiz
için, yine bizler tarafından kurulmuş teorik yapılar olduğunu
belirtmekte idi. Bununla birlikte bir üstte anlattıklarımız
laboratuarda,anlatılan şartlar içerisinde gözlemlenir,
deneylenir,ölçümlenebilirken,bunun dışında mesela Big Bang
teorisi, bu şartlarda dahi hiçbir zaman deneyimlenemeyeceği
gibi,hiçbir zamanda o şartlarda gözlem yapılamayacaktır.
Çünkü bunun için plank boyutlarına inmek ve 10 üssü (19)
Gevlik enerjiye ayrı bir deyişle tüm (maddesel olarak bildiğimiz)
evrenin sahip olduğu enerjiyi ele almamız,incelememiz gerekir
ki, bu da mümkün değildir. (Bkz B.A.Terisi 6-Sufizm ve İnsan
/Fizik). Dolayısıyla, big bang teorisini kabullenmemiz, bunun
böyle olmasını gerekli kılan güçlü işaretlerinin olması
nedeniyledir. Kaldı ki, tek tip big bang teorisi olmayıp
birden fazla big bang teorisi yine bilimsel verilerle bugün
mevcuttur. Aynı şekilde karadelikleri de örnek olarak
verebiliriz. Çünkü önce Big bang teorisinde de olduğu gibi
matematiksel(sezgisel) olarak varlığı öngörülürken daha
sonra yapılan gözlemlerin değerlendirilmesi ve de karadeliğin
olay ufkunun parçacık yayınlamasının ölçümlenmesiyle bu
yapıların varlığı kesinleşmiştir. Buna karşın yapısı
hakkında matematiksel olarak hesaplar yapılabilen olay ufkunun
ardında, aynı nedenlerden dolayı neler olup bittiğini de hiçbir
zaman öğrenemeyeceğiz. Ancak bu durum yine de o boyuttaki gerçeklerin
hiçbir zaman var olamayacağını da söyleyemez.
(Devam
edecek...)
İstanbul
- 01.01.2001
http://sufizmveinsan.com
*
Bu kadar çok inananın hepsi büyü...vb. uğraşmamaktadır.
Bunu ancak özel olarak yetişmiş yada yetiştirilmiş Rahipler
gerçekleştirmekte diğerleride sadece ayinlere katılmakta
yada hiç bir fiil sergilemeksizin inanmaktadırlar.
|