Bundan
bir önceki yazımızda da değindiğimiz üzere, bizler beş
duyudan yola çıkarak aşağıdan yukarı bir biçimde sistemi
algılamaya çalıştığımızdan, mutlak sistemin çok küçük
bir bölümüne ait gerçeklere vakıf olduğumuz zaman,
sistemin göremediğimiz yanlarını o gerçeklere göre
hayalimizde tamamlamaya çalışmakta ve bu düşünceyi mutlak
kabul ettiğimiz için de buna uymayan görüşleri yanlış
olarak değerlendirmekteyiz. Bu, hem bilimsel hem de dinsel
anlamda böyledir. Bunun sonucunda da mutlak sistemin farklı
bir gerçekliğini gördüğümüzde, bu gerçeği kurduğumuz
modele oturtamadığımız ve de açıklanamayan birçok soru
meydana getirdiği için bu gerçekler yok sayılarak hasır altı
edilmektedir. Oysa Resullerin ve Nebilerin açıkladıkları
mutlak sistemi göz önüne alarak günümüz bilimini yukarıda
açıklamaya çalıştığımız bakış açısıyla değerlendirmiş
olursak, Ruhun, meleklerin, Cinlerin...vb)varlıkların ve
olayların bilimsel
işaretlerinin açıklanabileceğini görürüz.
Mesela,
Mistisizmin de kabul ettiği gibi, Ruh ya da Ruhu Azam ismi ile
işaret edilen kuantsal boyutun, tüm algıladığımız veya
algılayamadığımız her şeyin hakikâti olan Tekil bir yapı
olarak sahip olduğu bilincin, Kuantların her Anki
değişikliği dolayısıyla
yeni bir şandadır.
Bu nedenle her şey, zaman ve mekândan bağımsız olarak
kuantsal boyutun kendi kendisini seyrin den ibarettir. Böylece “Nokta”
diye tarif edilen kuantsal boyutuyla, Tekil bir yapı olan evren
de Allah ismi ile işaret edilene bağlanır, şeklinde
ifade edilir.
Aynı
şekilde, dinsel verilerdeki “melek kelimesi(çoğulu
melikedir) Melk kökünden “güç, kudret, enerji” anlamıyla
uzay-zamanları yani mekânsallığı
dolayısıyla, ona göre işleyen zamanları meydana
getiren yapının kendisi olarak düşünülebileceği
gibi,bunları meydana getiren
uzay-zamandan bağımsız, boyutsallık içeren kavramlar
için de geçerlidir. Veya buna biz, kâinatta olan her şey,
Ruh adlı meleğin ilminden ve gücünden meydana geldi diyelim,
ya da Kozmik bilincin sahip olduğu Nur (veya boyutsal olarak tüm
özelliklerini yansıttığı Nar boyutu) dediğimiz salt enerji
ile tüm evreni meydana getirmiştir diyelim, fark etmez aynı
şeydir. Ayrıca,Cinler, Nur yapının Nar boyutuna yansıyan ve
radyasyonun bir türü olan Elektromanyetik dalga yapılı
terkipsel bir bileşimidir.
Keza,
Miraç hadisesindeki,Hz Muhammed’in (s.a.v) Kudüs’e
giderken üzerine bindiği ve sembolik olarak ifade edilen bir tür
binek hayvanı olan “Burak”ın da kelime anlamı “şimşek,ışık,ışık
hızı”dır ki, biz buna yüksek
hız frekansı da diyebiliriz.İsra olarak da adlandırılan
Hz Muh.(sav) in Mekke den Kudüs e,fiziksel bedeni ile yaptığı
yolculuktan yani,mekansal anlamdaki yer değiştirdikten sonra
Kudüs den de Gök katlarına yükselme,benzer değişle,Sema
katlarındaki çeşitli alemleri gezmesi fakat gerçekte
ise,Berzah boyutu da denilen ışınsal boyutu ve o boyutun yaşamını
Holografik esasa
dayalı Astral,Işınsal ,Ruh Bedenle yükselmesi de Miraç
hadisesi olarak adlandırılmaktadır ki fiziki,maddi bedenle
yapılmış bir gezinti değildir.Zaten bu mekan değiştirme
olayı,insanında bir
katmanı olan Kuantum düzeylerinde parçacıkların temel özelliklerinden
biridir.Yani,bir taneciğin olması mümkün olmayan bir çok
yerde aynı anda var olması,görünmesi
gibi.Kuantum altı boyut itibariyle de,parçacıklar,gözlemlenmedikleri
zaman,bütünün kendisinde var olmaktadırlar.
Yine,
Miraçta mecazi olarak Allah’ın huzuruna çıkmasını sağlayan
ve Cebrail (a.s)’ın “bir
adım daha atarsam yanarım” diyerek
başka bir tür araç olan Refref
isimli bineğe binmesi ise,Yükseltici
anlamında, boyutsal yüksek hız frekansı, yani bildiğimiz
anlamdaki enerjinin bittiği (Elektromanyetik dalgaların) anlamını
yitirdiği yerde, daha öz boyutlara,Kozmik Bilince ait olan vasıf
ve özelliklerine Bilinçsel sıçramayı sağlayan güç
diyebiliriz.
Işık
hızı söz konusu olunca ,cinlerin etkisi altında olan kişiler
hemen, Hz Muhammed (s.a v)’in Ufolar tarafından Tanrılarının
veya insanların Tanrısının huzuruna götürüldüğünü
iddia ederek, açıkça Resulü onların altındaki bir konumda
göstermek suretiyle Din adı altındaki gerçeklerin onlar
tarafından sunulduğunu ifade etmekte ve işi sıradan hale
getirmeye çalışmaktadırlar. Hatta, onlara göre Resuller ve
Nebilerle ilgili önemli olaylarda da, uzaylılar
bu ışıklı küreler (ufo lar) aracılığıyla görevdedirler.
Mesela, İsa(a.s) ‘ın doğduğu gece Beytlehem’ de nöbet
tutan uzay aracı, Meryem’e görünen Cebrail, Tufan önce ve
sonrasında Hz. Nuh (a.s)’a gemi yapımında ve yol gösterici
olarak, Musa (a.s)’ın Kızıl denizi yardığında...vb) hep
oradadırlar.(Hatırladığım kadarıyla, İsa (a.s) ‘yı görmek
üzere Astrologlara yol gösteren bu gökyüzünde görülen
ışık ya kuyruklu yıldızdı ya da bir Süper Nova patlamasının
o tarihlerdeki görüntüsü idi.)Ve Hz. İsa’nın (a.s)
tekrar dönüşünün de yine bu Ufolar tarafından olacağı söylenmektedir.
Zaten
günümüzde de bu ve bunun gibi açıklamalarla, dinlerin
sonunun geldiğini söyleyerek Hz.
Muhammed ve diğerlerinin getirdikleri hükümleri geçersiz
kılmak için uğraşmaktadırlar.Oysa insanlar, kulaktan dolma
bilgiler yerine bizzat kaynakları inceleme zahmetinde
bulunsalar, ne Miraç hadisesinin ne de diğer olayların bu tür
uzaylı varlıklarla uzaktan yakından alakasının olamayacağını
kolaylıkla göreceklerdir.
Ama maalesef, Müslümanların dahi, Miraç olayını bundan pek
farklı gördükleri de söylenemez.Bu olaya inananlar, Hz.
Muhammed (s.a.v)’in gerçekte boyutsal anlam ifade eden gök
katlarını, Cebrail (as)’la
Burak’a binip bir Noel Baba gibi gezdikten sonra, bir
de güneş sistemi, yıldızlar, galaksi ve evrenin ötesinde
tanrısını ziyarete gittiği şeklinde tahayyül ederlerken,
Miraç hadisesine pek sıcak bakmayan diğer Müslümanlar ise,
bilimsellik ve akılcılık adına reddetmektedirler. Oysa, aynı
olaya ve mistik kaynaklarda geçen diğer mecazi anlamlara yine
günün bilimi ışığında açıklama getirildiğinde, o zaman
da “”efendim bu tür şeyler bilimle izah edilemez, çünkü
bilim her an değişkendir”diyerek bilimselliğin ne olduğu
konusunda da bir bilgiye sahip olmadıklarını, kendi içsel çelişkilerinin
dışa vurumu dolayısıyla bilimsellik adına kendilerinin
izah etmeye çalıştıkları şeyin de geçersizliğini
ifade etmiş olmaktadırlar.Hal böyle olunca, olayın sıcağı
sıcağına geliştiği bir dönemde birinci ağızdan
dinlemelerine rağmen kabul etmeyenlerin konumuna düşmektedirler.Onların
bakış açısından değerlendirdiğimde ise, “iman” kavramının
ne işe yaradığını da pek anlamış değilim.Ama bir gerçek
ortaya çıkmaktadır ki o da iman kavramının dahi kolay,
basit bir şey olmadığıdır.Nerede iman doğrultusundaki
bilgileri hissedip somut bir biçimde deneyimleyerek yaşamak!..
Mistik
kaynakları iyice araştırdığımızda miraç olayının,dışımızda
algıladığımız dünyamızı beyinlerimiz aracılığıyla
meydana getiren, Holografik olarak düzenlenmiş Sonsuz-Sınırsız
enerji okyanusundaki girişim desenlerinin sonsuza ait olan
bilgiyi içermesi dolayısıyla, Meçhul Frekansa doğru
Evrensel tüm dalga boylarına yayılması, deşifre etmesi şeklinde
düşünebiliriz ki, bunu da yukarıda ifade ettiğimiz gibi
Resul, sembolik olarak iki aşamada Burak ve Refref ile gerçekleştirmektedir.
Bununla
birlikte, daha öz boyutlardaki ya da gelecekle ilgili anlatımlarda,
yine sembolik olarak, “bin yıl, elli bin yıl...”vb
tabirler kullanılarak zamanın ve mekânın izafiliğinden,
“Dehr”, “Gün” ismi ile de zamansızlığı (dolayısıyla
mekânsızlığı) An
kavramını ifade etmektedir.
Çok
daha ilginci de, (yukarıda ifade edilenler için de geçerlidir)
beş duyuya ait sesin, havadaki moleküllerin titreşerek kulağa,
görüntünün ise,cisimden yansıyan E-M dalgaların göze,
oradan da elektrik sinyalleri biçiminde beynin ilgili bölümlerinde
değerlendirilmek suretiyle, bildiğimiz türden algıyı oluşturmasına
karşın, daha alt boyutlara inildiğinde bu algıyı oluşturan
şuurun ortadan kalkmasıyla, bilinç dönüşümlerinin algı
değişimleri nedeniyle, algıladığımız dünya bambaşka bir
niteliğe sahip olur. Yani, konuşmak, duymak, dokunmak,
koklamak...vb duyular, tamamıyla maddesel bedenimize ait özellikler
olup Nar ve Nur boyutlarında anlamını yitirirler.
Dolayısıyla,
fizik ve fizik ötesindeki alt boyutlara ait gerçekler yani, ister evrensel kitabın
ayetlerinde isterse de Hadislerde belirtilen,
konuşmalar ya da daha açık söylersek, Allah’ın
Resul ve Nebilerle,Cehennemle, Meleklerle, Şeytanla (İblisle)
karşılıklı diyologları (ki altından ırmaklar akan
cennetler, içindeki huriler, gılmanlar, ölümden sonra tekrar
topraktan bedenlenmeler...vb için de geçerlidir) tamamıyla
mecaz olup bizleri, bu sembolün altında yatan farklı gerçeğine
yönlendirmek için bizim boyutumuzun algılarına göre oluşturulmuş
anlatımlardır.Benzer deyişle bu konuşmalar,anlatımlar,sistemin
işleyiş mekanizmasını ve bu mekanizmanın hem boyutsal hem
de mekânsal olarak işleyişini,çıkışlarını,dönüşümünü
hareketliliğini yine boyutsal yansıma kuralınca ifade
etmektedir.(Bkz. Sistemin Seslenişi/ Kendini Tanı; Ahmed Hulûsi)
Bu
kavramları bilemediğimiz ya da şuurlarımıza oturtamadığımız
için geçmişte olduğu gibi günümüzde de,birçok eski inanç
başta olmak üzere,Tevrat’ın İncil’in (ki bilhassa vahiy
bölümünde geçen) ve İslam kaynaklarında da ahir zamanda
cereyan edeceği sembolik olarak belirtilen Mehdi, Mesih,
Anti-Mesih (ve hatta şeytanla) ile ilgili tasvirler dahi,
sistemden tamamen kopuk bir biçimde çalışan beyinlerimizin
zanlara dayalı hayallerimizin birer ürünü olarak değerlendirmeye
tabi tutulduğu için, onları direkt böyleymiş gibi düşünmek
gerçeği yansıtmamaktadır. Zaten, cinlerin en büyük oyunlarından
biri de,dinlerde anlatılan mecazi kavramları, gerçek
ifadelermiş gibi beyinlere ilka ederek insanların sembollere
takılmasını sağlayıp hakikat bilgisine ulaşmaktan alıkoymak,
ulaşmışlarsa da onu çarpıtarak sistemi algılamasını
engellemeye çalışmaktır.(Genelde de hep başarılı olmuşlardır)
Dolayısıyla da, yanlış bir şekilde filmlere de sıkça
aksettirilen bu kavramı gerçekte,Teklik anlayışı içerisindeki
sistemin boyutsallığının, sembolik boyutumuza belirişi şeklinde
düşünmemiz gerekmektedir.Bununla birlikte,Afakta algılananın
da aslında bizden açığa çıktığını göz önüne alırsak,
bu olayların bizim kendi boyutumuzla ilgili olduğunu görürüz.Bu
nedenle, Resul ve Nebiler, sosyolog ve tarihçilerin dediği
gibi gelecekle ilgili anlatımlarıyla insanları kendilerine çekerek
bir Din oluşturmak amacıyla birer kâhin olmadıkları gibi,
sadece var olan evrensel mekanizmayı anlatmak gayesiyle kitap
adı altında anlattıkları sistemin de, kehanetler bildirgesi
ile bir ilgisi yoktur.(Bkz.Discovery Channel-Divine
Macig/Nostradamus)
Keza,
meleklerde,kişinin beyinsel veri tabanına göre belli
suretlerde görülebilmekte yada maddesel dünyamızda
etkilerini göstermektedirler.Mesela bu meleklerin bir türü
olan yeryüzü melaikesinin Rahmet ve Gazap melekleri biçiminde
iki grubu vardır ki,bunlardan Rahmet melaikeleri, yeryüzünde
insan suretinde gezerek zorda kalanlara,ölümle sonuçlanabilecek
kazalarda ve çeşitli şekillerde insanlara yardım ederler.Bu
melekler,o kişinin daha önceden bildiği ölmüş olan bir
akrabası veya tanıdığı olduğu gibi,hiç tanımadığı
suretlerde de açığa çıkabilmektedirler.Bazen de bu
meleklerin yapmış oldukları eylemler kimse tarafından görülmez
veya sadece yardım ettiği kişilerce görülebilmektedirler.
Bunlardan
en çok bilineni, 50-100-150 m.’ den düşüp de burnu bile
kanamayan veya ufak
tefek sıyrıklarla kurtulan insanlardır.Bunlardan en ilginç
olanı da, Julliana Ceopke adlı babası gibi bir biyoloğun başından
geçen olaydır. Ceopke, annesiyle birlikte Avrupa dan,güney
Amerika’ daki evine dönerken bindiği uçağın,amazon
ormanlarının yaklaşık 3500 m üzerinde iken,bir nedenden
dolayı uçağın kapısının açılmasıyla oluşan türbülans
ile içerisindeki yolcularla birlikte koltuğuna bağlı olarak
yaklaşık 3000 m.’ den amazon ormanlarına düşer.Onunla
beraber düşenlerin toprağa 15 m gömülmesine karşın,o
kolunda bir çıkık ve ufak sıyrıklarla kurtulur. Çocukluğundan
beri Amazonda büyüyen Ceopke, biyoloji bilgileri vasıtasıyla
da ormanın tehlikelerinden korunarak birkaç gün içinde evine
kavuşur.Ancak daha sonra, yüzde yüz ölümle sonuçlanacak böyle
bir kazadan kurtulmasına hiçbir bilimsel mantıklı bir açıklama
getirilemez.(Bkz. Discovery Channel/Discovery Magazine)
Buna
benzer bilinen bir olay da, II. Dünya savaşında Almanya üzerinde
uçağı düşürülen bir İngiliz pilotun uçağıyla aynı
kaderi paylaşmamak için paraşütüyle atlaması üzerine
meydana gelir. Adam yaklaşık 1500 m.’den düşmesine karşın,
yine ufak tefek kırık ve sıyrıklarla kurtulmuştur. Olaydan
sonra birtakım açıklamalar getirilmeye çalışılsa da, düştüğü
yerin 4-5 m. karla kaplı olması ve düşerken çarptığı ağacın
dalları normalden birkaç metre yüksek olsa bile, böyle bir yükseklikten
düşen birinin kurtulmasının bilimsel olarak da mümkün
olmayan bir ihtimalle eşdeğer olduğu bilinmektedir.
Çarpıcı
bir örnek de, 13 kasım 1965 yılının ilk saatlerinde,Yarmout
Castle adlı bir Trans-Atlantiğin*depo olarak kullanılan 610
numaralı odasında başlayan yangında Atlantik’in 3000 m.
derinliğine gömülmesiyle sonuçlanan olayda Key.M.Thomson ve
kız kardeşinin başına gelen olağanüstü bir olaydır. Şöyle
gerçekleşir: Yangın insanları gece uykuda yakalar ve bir
dizi yanlış uygulama ve ihtimal sonucuyla da gemideki yangın
önlenemez bir hızla yayılır.Bu kız kardeşler ise kaçma sırasında
geminin bir bölümünde sıkışırlar, kaçacak yer bulamadıkları
gibi geri de dönemezler.Bu sırada alevler de dumanla birlikte
etraflarını sarmıştır.Tam ölmeyi beklerlerken aniden bir
adam belirir ve onların o ana kadar görmedikleri veya fark
edemedikleri bir merdiveni gösterir. Ve onlara kesinlikle ölmeyeceklerini
bu nedenle de kurtulacaklarını söyler ve merdivenden çıkmalarına
yardım eder.Ancak kız kardeşler bu adama teşekkür
edecekleri sırada, geldiği gibi yine bir anda ortadan
kaybolur. Daha önceden de görmedikleri bu adamın kim olduğunu
ise hiçbir zaman öğrenemediler.(Bkz Discovery Channel-Gemi
Kazaları)
Bunun
yanında gazap melaikeleri ise, deprem,afet ve kazaları meydana
getirirler.Bazen de, tüm toplumu,ülkeyi veya dünyayı yönlendiren
insanların beyinlerini etkileyerek onların alabilecekleri
kararla büyük olayların,savaşların meydana gelmesini sağlamaktadırlar.Elbette
bu varlıklar da,çok daha üst bilinçler tarafından kullanılmaktadırlar.Çünkü
evrende,algılayalım ya da algılamayalım, hokkabaz değneğine
(dolayısıyla Tanrısallığa) yer yoktur ve her şey bir
sistem ve bir program dahilinde cereyan etmektedir.
Burada
çok dikkât edilmesi gereken bir nokta da,bu olayların yine
ışınsal yapılı cinler tarafından,holografik görüntüler
oluşturmak suretiyle,saptırılarak,insanları kurtarmak amacıyla
üst sistemlerden gelen Ufo düzmeceleri ile yeryüzünde
cereyan eden oluşumlarda kâh hiçbir şeye karışmayıp
kendilerinin sahip oldukları bilinç Ahlak ve kemal
seviyelerini anlatmak için insanların bilinçlenmesini,
kendilerinin bulunduğu düzeylere ulaşmalarını beklemekte, kâh
yaşam kaynağının nedeni olarak Dünyadaki her şeye müdahale
etmekte,bunun yanı sıra da yeryüzü melaikelerini algılamaları
dolayısıyla kendilerini onların yerine koyup birer melek
olarak lanse ederek gerektiğinde insanlara her türlü yardım
etmekte, bazen de toplulukları,toplumları,yönlendirmek için
farklı planetlerin ikizlerinde yaşayan üstün düzeyli,
yetenekli varlıklar veya Peygamber Ruhları,Cebrail, Mikail, Büyük,Ulu
Ruh,gibi Melekler ya da Allah’ın ta kendisi olarak (ki
Peygamberleri dolayısıyla Velileri medyum konumuna düşürmekte
ve medyumların da aldıkları mesajların aslında vahiy olduğunu
belirtmektedirler) insanların aralarından seçtiği medyumlar
aracılığıyla verdiği tebliğlerle de evrensel sistemin
mekanizmasını kendilerince anlatarak insanların tekamül sürecini
tamamlamaya çalıştıklarını söylemektedirler.Bazen bu
medyumlar,bir Şeyh kılığında,bazen bir Mesih,Peygamber,
bazen de,bilge bir kişilikte açığa çıkmaktadır.Hatta
bunlardan ferdi olarak (grup halinde değil)Tanrıyla görüşenler,Tanrı
ile sohbet adı altında,ya da benzer isimlerle görüştüklerini,
kitaplar aracılığıyla yayımlamaktadırlar. Bu sohbetlerin içeriğinde
ise,hümanizm, insancıllık, doğruluk, dürüstlük,iyi ahlak
sahibi olmak,Reenkarnasyon, geçmişe ve geleceğe ait
bilgiler,kehanetler...vb) kavramlar ön planda tutularak bilinen
anlamda Tanrısallığın olmadığını,özde bir olunduğu,dolayısıyla
berzah,kabir,cehennem boyutlarında azabın olmayacağını,
panteist içerikli sistemi anlatmaya çalışarak,insanların
Tanrıya ulaşabilmesinin sırlarını açıklar.Halbuki şefkat,merhamet
gibi duygular tüm hayvanlarda da mevcut, oysa mistik anlayış,iyi
ahlak öğretisi olmayıp bu duyguların ötesinde,insanın
iyilik sever hümanist,merhametli olmasıyla değil,hayvanlardan
ayırıcı özelliği olan Aklını kullanarak geniş tefekkür
sahibi olmasını ön planda tutar ve sağlar. Bu nedenle, her
ne kadar bu anlatılanlar Mistik anlayışla benzerlik taşırmış
gibi görünse de,tamamen mistik anlayışın çarpıtılmış
formlarıdır. Maalesef, bu anlayışla yakından uzaktan ilgisi
olmayan Mevlana, M.İ. Arabi,Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli...
gibi ünlü mistikler de kendileriyle aynı fikirdeymişçesine
Tasavvuftan, Kur’an ve Hadisten bir haber veya bütünüyle değerlendirmemiş
insanları etkilemektedirler.
Oysa
verilen bu bilgiler incelendiğinde, başıyla sonu arasında
birçok açık çelişki olduğu ve dini kaynaklarda ifade
edilen mecazi kavramları da günün bilimi ışığında açıklamaya
girişerek zaten bilinen şeyleri bilinmeyen,hiç anlatılmamış
şeylermiş gibi göstermektedirler.Bunu yaparlarken de ne
Mistik kaynaklarla
ne de bilimsellikle alakası olmayan bilgileri de araya sokuşturarak
saptırma yoluna girerler.Bu durum bazen kendini saçmalık
derecesinde bile göstermektedir.Cinlerin yapıları dolayısıyla
sahip oldukları algılamaları sayesinde, bizim bildiğimiz birçok
bilimsel gerçeğe vakıf olduklarını da asla unutmamamız
gerekir.
Günün
bilimi ile açıklanabilen bir kavram da,bir insanın doğumundan
itibaren,onunla ilgili ve beraber olarak yaratılmış olan bir
melek ve de bir cinle ilgili olandır.(Bunu bilincin boyutsallığı
biçiminde de düşünebiliriz) Beynin kendisine has açılımından
kaynaklanan bu varlıklardan meleki olanı,o kişiyi meleki güçlere,ulviyete,madde
ötesi gerçeklere yükseltmek isterken ,sahip olduğu cin ise
onun sufliyete, maddeye,dünya değerlerine,hayallere,çokluk
boyutuna saplanması için uğraşır.Böylece, kişi hayatı
boyunca ya meleki güçlere ya da cine tabii olur.
Mesela,yukarıdaki
ifadelerle de bağlantılı olarak,bu tasvirler doğrultusunda
kendilerinin sınırladığını düşündükleri gökyüzündeki
tanrıya başkaldırarak,şeytani güçlere inanan ve onlardan
yardım isteyen,terkibiyete,tabi istek ve arzularına
yani,seks,uyuşturucu,alkol...vb sınırsız özgürlük taşıyan
cazibeye kapılarak da ayinlerinde her türlü sufli manâları
ortaya koyarak tapınan satanistlerin,mantık dışı ve bir o
kadar da tehlikeli eylemlerinin** kaynağı da yine
cinlerdir.(Bu noktada diğerlerine göre kendilerini biraz daha
açıktan göstermekte.)
İnsanları
kendi hükümlerine alan cinler, normal cinlerden olabildiği
gibi,bazı durumlarda da onların önde,ileri gelenlerinden yani
yöneticilerinden biri de olabilmekte ve seçtiği insanlarda
genelde 15-24 yaşları arasında olup o frekansa açık kişiler
olmaktadır. Direkt veya sekarat halinde göründükleri kişi
ya da kişilere,çeşitli hayallerle,umutlarla seçilmiş ayrıcalıklı
insanlar olduklarını ilka ederek geçici ve sınırlı
verdikleri güçlerle de beyinlerini kullanıp çevrelerindeki o
frekansa açık birimleri etkilemekte ve böylece de kendilerine
bağlayarak yayılmaktadırlar. Bu etkileme,o kişinin haberi
olsun ya da olmasın, beyinlerini belli irritelerle ya rüyalarda
gördükleri bir şeyin ertesi günde ortaya çıkması veya gördükleri
birtakım halüsinasyonlar ya da o kişilere gayb hükmünde
olan (ama cinlere olmayan) birtakım şeylerin açılması ve kişinin
doğum tarihi saati,isimlerinin baş harfi ,...yani kendisiyle
ilgili birtakım sayı ve rakamların,yüz şeklinin kutsal
kitaplarda,tarihi önemli olaylarla ilişkisini görerek
kendisine (kendilerine)işaret ettiğine
bunun da sistemde yeri varmış gibi görünmesi ile olağanüstü
olarak nitelendirdikleri olaylarla olmaktadır.
Ayette
bu, açıkça şöyle dile getirilmektedir “Onları mutlaka şaşırtıp
saptıracağım;boş umutlara,varsayımlara boğacağım!Onlara
hükmedeceğim de davarların kulaklarını kesip
yaracaklar,onlara elbette hükmedeceğim de Allah’ın yarattığını
değiştirecekler!...
Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı veli,hami,dost edinirse,o
kesinlikle zarara girer!..
Şeytan onları boş vaadlerle hırs sahibi yapar;onun bütün
vaadleri hep onları aldatmak içindir.”(4-118/120)
“Şeytani cinlerle ilişki de olanlar hüsrana uğramışlardır.!”(58-19)
Zaten
bu tür insanların büyük çoğunluğunun hayatı da hüsranla
noktalanmakta,bunlardan kimi tımarhaneyi boylarken kimi intihar
etmekte,kimi uyuşturucu veya cinayetten hapsi boylamakta (bazı
ülkelerde idam edilmekte) kimi de kullanılan maddelerin ve
maruz kaldıkları sinir ve stresin neticesinde erken yaşta
hastalanarak ölmektedir. Sadece bunlardan birkaçı
kurtulabilmektedir.
Bir
de bunun dışında insanın sağ ve sol omuzunda var olduğu ve
sevap ile günahları yazdıkları söylenen Kiramen Kâtibeyn
adı verilen iki melek de bulunmaktadır. Bu sembolik anlatımın
açıklaması ise, kişinin madde ötesi yaşama,öze yönelik
verici yöndeki eylem ve düşüncelerin beyindeki aktivitesi
pozitif olarak değerlendirilerek hem dışa bu dalgalar yayınlanmakta,
hem de bu Ruh bedene kayıtlanmaktadır.Bu da hem mekânsal hem
de bilinç dönüşümü açısından dünyanın ve güneşin
manyetik çekim alanından kurtararak birimi cennet denilen Nur
boyutuna girişini sağlar.
Keza
maddeye,dünyaya dönük,alıcı,menfi yöndeki düşünce ve
fiillerde beyinde negatif olarak değerlendirilerek (nasıl ki
bilgisayarda görüntü olmayıp bilgiler 1 ve 0 formatında
mevcutsa ,beyinde de ortaya konan eylemlerin niyet dediğimiz iç
düşünceler istikametinde (+) ve (-) biçiminde Ruha
kaydedilir.) negatif yönlü dalgaların oluşması sağlanıp Ruha negatif olarak yansır ve bunun sonucunda da
önce dünyanın sonra da cehennemin çekiminden kurtulamayarak
Nar boyutunda yerini alır.
Bu
aynı zamanda sinir sistemi vasıtasıyla da Auraya da yansır.
Çinlilerin iki bin yıldan beri bu boyut itibari ile
Akupunkturun esasını da teşkil eden sağ yöndeki pozitif yük
ile sol yöndeki negatif yükü tespit ettikleri de bilinmektedir.
Böylece,beyinsel
işlevlerdeki pozitif ve negatif yükün kaynağı,dini anlatımda
insanın günah ve sevaplarını yazan omuzlarındaki melek diye
anlatılmaya çalışılmıştır.
Bununla
birlikte bizlerin,hem bizim dışımızdaki boyutları ve o
boyutta yaşayan canlıları hem de şuur planındaki evrensel
gerçekliği algılayamamamızın en büyük sebebi,Meçhul
Frekansın sonsuz görüntüsü ve açılımının meydana
getirdiği enerjinin sonsuz bir skalaya sahip olması ve bizim
de yani,madde olarak algıladığımız yapının bu sonsuz
skaladaki bant üzerinde hiç denilebilecek bir aralıkta yer
almamız ve de her şeyi de buna göre değerlendirmemiz dolayısıyladır.Böylece
birçok canlı türünü onların bulundukları enerji skalasını
algılayamama,ölçümleyememe sorunu sebebiyle yok saymaktayız.Kaldı
ki, bugün bile beynin yaymış olduğu dalgaların sadece çok
küçük bir kısmını ölçümleyebilmekteyiz.
Bulunduğumuz
boyutun sınırlı olması dolayısıyla büyük çoğunlukla bu
ve buna benzer dalgaları çözümleyemeyecek olsak da, Mistik
kaynaklarda,cin ismiyle anılan bilinçli ışınsal varlıklarla
iletişim kurabileceğimiz, yani onların bize görünmek
istedikleri biçimde enerji
dalgalarını çözebilecek cihazların geliştirileceği
bildirilmektedir.Hatta bununla ilgili bir hadis de,Dünyanın
son devirlerinin yaklaştığı zaman,cinlerin yeryüzünde görünmeye
ve insanlarla çeşitli şekillerde temas kurmaya başlayacaklarını
belirtmektedir.(Bkz.Sistemin Seslenişi/Ruh,İnsan,Cin/Akıl Ve
İman/Kendini Tanı-Ahmed Hulûsi)
(Devam
edecek...)
İstanbul
- 29.01.2001
http://sufizmveinsan.com
*
Bu gemi 379 yolcu,176 kişilik mürettebatla yola çıkıyor ve
kazada,87 kişi ölüyor.
** Bu düşüncenin sembol olarak kullanıldığı kelimeler,Şeytan ve
Anti-christ (İsa karşıtı) ağılıklı olmakla birlikte, müziklerinde
Evıl,Devıl,Death,Capricorn, Carpenter,resimlerinde,ters haç işareti,kuru
kafa,keçi koç başı,yine vahiy bölümüne dayanan 666 sayısı,
çatallı oklar,7 başlı Ejderha figürü,Pentagram işareti
yani 5 köşeli yıldızdır (İsrail bayrağındaki,6 köşeli
David yıldızı veya Amerikan savunma bakanlığındaki
Pentagon değil) ki bunların isim benzerliği dışında gerçekle
bir ilgisi yoktur. Bu kavramları kullanan kişilerin
eylemlerden bazıları iğrençlik verici düzeyde olup
bunlardan birkaçı,toplu seks halinde uyuşturucu partileri
vermek,kedi,köpek,at...gibi hayvanları ve bazen de insanları
“şeytana kurban veriyoruz” diyerek işkenceyle öldürüp
bazen de kanlarını içmek,bir tasa doldurulan tükürük,balgam
ve ya idrarları içmek...vs şeklindedir.
|