Dalga/parçacık
duali zihin/madde,bağlantılar/şeyler, kavramına açıklık
getirdiği gibi,Ruh /beden ikilemine de açıklık
getirmektedir. Çünkü bizler, tanecik yanımızla bir
bedene,dalgasal yanımızla da bir Ruha sahibiz. Ruh boyutuna geçtiğimiz
taktirde, o boyutu her ne kadar dalgasal bir yapı olarak algılasak
da, o boyut,kendi kuralları içerisinde bizim için maddesel
olacaktır.Yani tanecik özelliğimizi yansıtacaktır.Ancak bu
durumda da şuur boyutu bizim için tekrar
dalgasal yanımız olacaktır. O halde şimdi bu Ruh için
oluşan yanılgılara geçebiliriz.
Elektromanyetik
Alanlar Ve Biz
adlı yazımızda Aura nın bilimsel olarak nasıl meydana geldiğini
ve bunun yanında da bazı özelliklerine değinmiştik. Aura
konusu, sadece günümüzde ya da bundan birkaç yüzyıl öncesine
ait bir gerçeklik değil, M.Ö dönemdeki toplumlarda ve kutsal
kitaplara dayalı mistik verilerde de bilinen bir olgu olup 97
ayrı kültürde 97 farklı isimle geçmektedir. Bunlardan,
Hindistan kutsal metinlerinde Prana,Çinlilerde
Çai’ dir ki, bu
enerji akapunktur çizgileri boyunca akmaktadır. Yahudi Mistik
kitabı Kabala’ da ise,bu yaşamsal enerji alanı Nefis
olarak adlandırılıp , insan bedenini saran küçük
kabarcıklar şeklinde var olduğu belirtilir. Ayrıca kutsal
olduğuna inanılan kişilerin de etrafında bu ışınsal
alanlar çok daha belirgin olarak (aralarında Hindistan,Çin,Japon,Tibet,Mısır,İran...vb)
baş üzerinde hale ya da yuvarlak şekillerde tanımlanmıştır.(Tablolarda
Azizlerin ve meleklerin üzerine de resmedilmiştir). Bunlardan
bazıları çok net
olarak algılanabilmektedir. En bilinen örneği, Mistik Hazret
İnayet Han’ın aurasının neden olduğu ışığın altında
yazı okunabilmesiydi. Bu alan görülmekle beraber, bazen de
sadece hissedilmekte idi.
Auranın
bazı insanlarda güçlü olması,beynin biyoelektrik
faaliyetlerinin güçlü olmasından kaynaklanmaktadır.Ancak
kutsal nitelikli insanlarla,ona benzer fenomenler ortaya koyan
insanlarınkini ayrı kategoride düşünmek gerekli. Çünkü
bu Resuller ve Nebiler,özden açığa çıkanı dışarıdan,
burçlardan gelen güçlü Elektromanyetik alanları ya da dini
terminolojiyle meleklerin yaydığı ışınları beyinlerinde
daha fazla değerlendirmeleri
sonucunda auralarını
güçlü kılarken, benzer fenomenleri ortaya koyanlarda, bu
durum mikrodalga varlıklar olan cinler tarafından gönderilen
elektromanyetik sinyaller sonucu meydana gelmektedir.Çünkü
daha önceki yazılarda da belirttiğim üzere, tüm oluşumlar
beyinsel işlevlere dayanmaktadır.
Ayrıca
Meleklerin ve de Cinlerin aynı zamanda boyutsal kavramlar
olmaları dolayısıyla, etkilerin beyin kapasitesiyle de
ilgili olduğunu söyleyebiliriz.Bu etki beyin aracılığıyla
Aurayı güçlü kıldığı gibi,aynı zamanda beynin dışa
yaydığı dalgaların da güçlü yayılımını sağlayarak çevresinde
de güçlü ışınsal etkiler oluşturmaktadır.
Dışa
yayımlanan dalgalar da iki türlüdür:
Birincisi, genel yayın
dalgaları, ikincisi de yönlendirilmiş
dalgalardır ki, birincisi genelde yayımlanması ile ilgili
iken, ikincisi belli istek ve arzuların oluşturulması için,
odaklanmayla ilgilidir. Bu etkilerle ilgili örnek olarak, Hz
Muhammed (s.a.v) deve üzerindeyken
vahyin gelmesiyle devenin çökmesi ve yine vahiy geldiğinde etrafında bulunan insanların (sahabenin)
üzerinde titreme,
terleme, daha iyi algılama...vb) etkilerin görülmesini
verebiliriz.
Bu
tür etkilerle aynı kategoride değerlendirilmeye tabi tutulan
medyumların seansları sırasında girdikleri transta
sergiledikleri davranışları ve de beyinlerinden dışa yayılan
dalgaların orada bulunan birimlerin beyinlerinin ilgili hücrelerini
irrite etmesi sonucu ortaya çıkan fenomenleri,deneyimleri de
bu grup için örnek olarak gösterebiliriz. Öyle ki bu
seanslarda Cinler kendilerini farklı varlıklar olarak tanıtarak
oradaki insanlara seslenmekte,çeşitli bilgiler vermekte ve
hatta medyum aracılığıyla maddeleşebilmekte ve orada
bulunan insanlara metafizik deneyimler yaşatabilmekte,
sonucunda da büyük yanılgıların doğmasına yol açmaktadırlar.
Bunlardan birine örnek olarak, Ektoplazma adı verilen ve insanda Auranın dışında farklı bir bedeni de varmış
sanısını veren bir sıvı ya da gaz gibi köpüğümsü
maddeyi verebiliriz..Ruhçulara göre,bedensiz bir varlığın,
medyumun ağzından (ya da burun, makad,...vb açık bölgelerinden)
çıkan insan vücudunun organik yapısıyla aynı olan
macunumsu veya buharımsı, ince titreşimli maddeler topluluğunu
(ki dokunulduğunda bir tül ya da örümcek ağına değiyormuş
hissini verir) şekillendirmesiyle insan...vb suretinde görünür.Ancak
bu durumu her medyum yapamaz, çünkü oluşturması için çok
derin bir transa girmesi gereklidir.Medyum aracılığı olmadan
da bunlar görülebilmektedir. Yani,mezarlıkta,tekinsiz ya da
perili evlerde görülen fenomenlerin de uzaktan ya da yakındaki
bir birime ait astral bedenden yararlanılarak meydana geldiği
ifade edilmektedir.
Bu
nedenle Hz. Muhammed (s.a.v)’in hadislerinde belirtildiği
gibi, Cebrail (a.s)’ in ve İblis’in İnsan suretinde Ashabının
bulunduğu meclise gelip karşılıklı konuşmalarını yukarıdaki
örneğe benzeterek ,O’nu medyum seviyesine indirmektedirler.
Halbuki durum gerçekte böyle değildir.Çünkü, görüntünün
ya da maddeleşmenin sebebini Ektoplazma sistemiyle açıklayan
Cinlerdir.”Neden Aurayı Ruhmuş gibi gösterip buna bağlı
olarak da hem enerji bedenleri hem de ektoplazma ya da benzeri
maddesel bedenlerin var olduğunu lanse etmektedirler?”
sorusuna verilecek cevap ise ; insanların gerçek bilgilere ulaşamamaları
ve kendi asıllarına vâkıf olmamaları
dolayısıyla Cinlerin, insanların kendileri hakkında
gerçek bilgileri öğrenmesine engel olup karşı tedbir
almalarını engelleyerek ölüm ötesi boyutta güçsüz
kalmalarını ve o boyutlarda
da burada olduğu gibi insanlara hükmedebilmeyi sağlamak içindir.
Aurayı
görüp değerlendirebilenler ya doğuştan bu özelliğe sahip
oluyorlar ya da bir şok,kaza veye bir korku...vb olaylarla karşılaşarak
veya belli çalışma teknikleriyle...
İster canlı isterse de cansız nesneler olsun, etraflarında
var olan bu enerji alanlarını görmenin dışında,sadece
hissederek de algılayabilmektedirler. Hatta hiç görmedikleri
halde, çok uzak mesafeler arasında da bu alanları tanımlayıp
ifade ettikleri anlamları okuyabilmektedirler.
Bunun
bilimsel temeli de yine Holograma (diğer birkaç teoriyle de açıklanmaktadır)
dayanır. Çünkü enerji dalgalarının oluşturdukları girişim
dalgaları uzay ve zamandan bağımsızdır. Ancak, daha önce
de belirttiğimiz nedenlerden dolayı, bunun sebebi de
enerji bedenli varlıklara dayanmaktadır.
Bunlar arasında dünyada otoriteleri tartışılmayan Üniversitelerde
akademik düzeydeki Bilim adamları da mevcuttur.(İsimler ve
unvanları bir hayli uzun olduğu için yazmadım.)
Şimdi
Ruhçulara göre Ruhun mahiyetini biraz daha irdelemeye çalışalım:
Ruh özünde sahip olduğu sonsuz kudret sebebiyle doğrudan doğruya
maddeyle temas edemediğinden ,bu tesiri oluşturabilmek için,
arada ayrı enerji bedenlere ihtiyaç duyar.Bu ara bedenlere de
Perisperi adı verilir.Nasıl ki,bilinç enerjiye,enerji de
maddeye tesir edip onu şekillendiriyorsa işte özdeki ruh da
(enerji) bu ara bedenlere sırasıyla yoğunlaşarak maddeyle
etkileşir.Bu ara enerji bedenlere,perisperi ya da diğer
isimlerle Astral beden (ektoplazmayı şekillendiren enerji
beden de
budur),Süptil beden adı
verilerek bu bedenin sürekli ışıma yapması nedeniyle
de(Kirlian fotoğrafçılığı tarafından resmedilen enerji
alanı) Aura da denilmektedir.
Astral
bedenin yaydığı bu ışınım ,daha özdeki Ruhun yoğunlaşması
dolayısıyla maddesel bedenden kaynaklanmayıp direkt bu
elektromıknatıssal bedenin yayımladığı biyomanyetiksel bir
ışınımdan kaynaklanmaktadır. Cinleri de Aura bedenler
olarak tanımlarlar.Halbuki İslam mistisizmine göre, Bilinç mükemmeliyeti
olarak insandan sonra evrende bulunan en mükemmel varlıktır
ve “ben”bilincini yine mutlak Ruhtan alırlar. Kendi varlıklarını
bilmeleri ise, perisperiye (ışınsal beden) bürünmelerinden
itibaren olmaktadır ki, bu da cinlerin doğumu demektir.
Yani,Ruhçuların dediği gibi,Aura yapısında değildir.Cinlerin
mutlak ölümleri ise, kıyamet anında insanlardaki gibi
olmaktadır.Bizim anladığımız, basit anlamdaki ölümleri de
ömürleri sonunda ışınsal bedenlerinden soyutlanmaları şeklinde
olmakta ve bu durumu da aralarından birden kaybolma biçiminde
algılamaktadırlar.
Ruhçulara
geri dönersek, kişilerin ölmesiyle birlikte ,bu astral
beden,yaşamını devam ettirerek tekamülünü sağlamak için
Spatyom adı verilen, daha ince titreşimli duyular ötesi
ortama gider ve
burada da sonsuz ve sınırsız bir teklik anlayışı
deneyimleyerek tahayyül,imajinasyon yoluyla kendi programını
(kaderini) kendi belirleyip tekamül için yeni yeni
bedenlenmelere yoğunlaşmak suretiyle tekrar yeryüzüne
gelirler.
Bu
üç boyutlu enerji bedenler arasındaki katmanlar, belli bir sıralama
ile dizilmektedirler.Bu katmanların yoğunluğu da,en yoğundan,az
yoğun olana doğru dizilerek daha az görünür hale
gelmektedir. Yani,daha süptil. Bu bedenlerin isimleri ise,
Eterik beden, Duygusal beden,Zihinsel beden ve sezgisel
bedenlerdir. Diğer üç beden ise daha yüksek Ruhsal ilişkilerle
ya da farkındalıklarla ilgilidir.
Bununla
birlikte, belkemiğinin dibinden başlamak üzere belkemiği
boyunca çeşitli enerji merkezleri de bulunmaktadır. Bunlar
Auranın bedene bağlandığı noktalardır.Auraya Ruh olarak
bakıldığı için ,Ruhun bağlı olduğu
düğümler olarak da ifade edilmekte ve bunlara bir diğer
isimle Şakra
denilmektedir.Bunların yerleri sırasıyla, kuyruk sokumundan
başlamak üzere göbek altında ve üstünde,kalp hizasında,boğazda,alında
ve tepe noktasında olmak üzere yedi
tanedir. Her insanda bulunan bu enerji düğümleri çok
alt düzeyde çalışmakta yani durgun vaziyettedir.Eğer bir kişi
belli tekniklerle bu enerji düğümlerini sırasıyla harekete
geçirirse,kendi özüne doğru farklı boyutlarında farkındalığını
deneyimler.Bunlar ise, belli mantralar,meditasyonlar ya da dinde
yapılan belli çalışmalardır.
Ancak
araya girerek belirtelim, burada bir konuya dikkat etmemiz
gerekir ki , bunun için de Mistik anlayıştaki Enfüs,Afak
kavamını,en alt düzeyde de olsa bilmek zorundayız.Ya da
bilimsel dille Hologram
Prensibindeki içten dışa projeksiyon açısıyla, bu açının
oluşturmuş olduğu dıştan içe algılatması. Dolayısıyla, birim öze doğru ilerlerken ikinci bakış açısıyla
Tekliği yakalarken (ki bu kendi skalasında sonsuz boyutları
barındırır) bunun en pik noktasında ikinci bakış açısı
birinci bakış açısına dönüşür.Bunlardan ikinci bakış
açısına maddeye dönük
bakış açısı
denilirken,birinci bakış açısına da öze
dönük bakış açısı
ismini verebiliriz. Dolayısıyla, yukarıda ifade ettiğimiz
belli çalışmalar sonucu beyinde devreye giren ek kapasitenin
( bu Müslümanlık için de geçerlidir ki, bu yüzden
tarikatların bozulmasının ve hurafeciliğin artmasının en
temel nedenlerinden birini oluşturmuştur) Cinler vasıtasıyla
değerlendirilmesi sonucu bu şakralar ,maddeye dönük olarak
en alttan en üste doğru açılabilmekte, dolayısıyla da
ikinci bakış açısından değerlendirmenin belli boyutlarında
takılarak bir üst seviyeye geçişi engellemektedirler.Yanılgısız
bir değerlendirme, ancak birinci bakış açısıyla algılamakla
mümkün olmalıdır ki, beyinsel işlevler sonucu oluşan şakralar
tam ve eksiksiz olarak çalışabilsin.
Enerji
noktaları içerisinde en önemli olan şakra, tepe şakrasıdır.
Çünkü Ruhsal uyanışın zirveye ulaştığını gösterir.Bu
enerji alanı bir siklon gibi üç-beş cm.’den 30 cm.’ ye
kadar uzanmaktadır.Auranın en etkin alanı da aşağı yukarı
aynı mesafelerde olup kişinin davranış biçimleriyle orantılıdır. Mesela,kişi eğer mutlu,neşeli bir anında
ise Aurası parlak bir hal alır ve siklon büyür.Eğer,dans
veya hareket ederse bir mum ışığındaki ateşin, aşağı
yukarı ve iki yana sallanması gibi hareket
eder.Auralarla ilgili bir özellik de, normal insanların
auraları basit ve tek düze iken,karmaşık insanların enerji
alanları da karmaşık ve
bir o kadar da ilginç olmaktadır.Ayrıca her birimin
aurası parmak izi gibi birbirlerinden tamamen farklıdır.Aura
genelde mavimsi beyaz olarak bilinse de,daha detaylı incelendiğinde
birçok renge sahip olduğu ve bu renklerin bulanık ve yoğunluk
durumları ile bu ışınsal bedenin içinde bulunduğu
yerlerin, birimin zihinsel, duygusal ve de fiziksel sağlığıyla
yakın ilişkisi bulunduğu da ortaya çıkmıştır. Bu enerji
alanı ile ilgili olarak, UCLA’ da görevli olan sağlık
uzmanı ve Kinesiyoloji profesörü
Valarie Hunt, auranın varlığını deneysel olarak saptayan
bir teknik geliştirmiş ve Elektrokardiyografın, kasların
elektriksel hareketlerini ölçümlediği gibi insan enerji alanını
da algılayabildiğini göstermiştir. Zaten bugün tıp, insanın
elektromanyetik alanlara sahip bir canlı olduğunu kabul
etmekte ve kalp ile beynin elektriksel davranışlarını
incelemek için (EKG) elektrokardiyografları ve (EEG)
elektroansefalografları kullanmaktadır.
Normalde
beyindeki elektriksel davranışların frekansı, saniyede 0-100
cps (saniyedeki çevrim sayısı) arasında ölçümlenirken,
genelde bu 0-30 cps arasında bir değerde bulunmaktadır.Kas
frekansları için bu değer ise 225 cps ‘e kadar yükselirken
kalp için bu 250 cps’e ulaşır. Ancak Hunt, EKG’ nin kalp,
kas, beyin gibi organlardan yayınlanmayan, fakat bedenin şakra
olarak ifade edilen noktalarından yayımlanan çok güçlü bir
enerji alanı tesbit etti. Öyle ki, bu enerji,organların yayınladıklarından
daha süptil ve dalga boyu daha kısaydı.(Dolayısıyla frekansı
daha yüksek).Frekansları ise 100-1600 cps arasında değişmekte
olup bazen daha da yüksek değerlere çıkıyabiliyordu.
Bununla
birlikte Hunt, enerji bedenleri okuyabilen insanların bu aura
bedenlerde renk tesbiti yaptıklarında, aletin hep belirli bir
frekansı verdiğini de görmüştür.Bu örneği Osilaskopta da
görmeyi başarmıştır. Hunt bir gün deneylerin birinde
birbirleriyle aynı fikre sahip olup olmadıklarını anlamak için
sekiz aura okuyucusunu Osiloskopla denetlemek istediğinde
hayretle hepsinin aynı şeyi gördüğünü tesbit etti.
Bununla
beraber, Hunt şuurun meylettiği alanla,enerji alanı arasında
ilginç bir bağın da olduğunu fark etmiştir. Mesela,bir kişinin
zihni, eğer dünyaya, maddeye dönük olarak odaklanmışsa
enerji alan frekanslarının düşük olma eğilimine kayarak
normal bedenin biyolojik fonksiyonlarının frekansı olan 25
cps civarında olduğunu fakat psişik yetenekleri olan şifacı...vb)ların
400~800 cps arasındaki frekansa sahip olduklarını
,Transa girip farklı boyutlara kanal açarak bilgi sahibi
olanların ise,800-900cps arasında dar bir skalada bulunduklarını,
buna karşın, 900cps ve üstünde olan birimlerin ise, mistik
deneyimleri bulunan kişiler olduklarını bulmuştur.Çünkü medyumlar,aracı
olarak trans hali ile farklı boyutlardan bilgi transferi gerçekleştirirken,mistik
kişilikler bu bilgileri direkt almakta ve farkında olarak nasıl
kullanacağını bilebilmekte, dolayısıyla da bu kişiler çok
daha yüksek frekanslı alanlarla rezonansa girdikleri için
normal insanlardan çok daha yüksek enerji alanlarına sahip
olmaktadırlar. Hunt
bunu daha iyi görmek için geliştirilmiş elektromiyogram ile
(normali ancak 20000cps frekansında ölçüm alınmaktadır)200000
cps frekansına sahip birimleri ölçümleyebilmiştir.
Bununla
birlikte, auranın holografik bir özellik gösterdiğini”holografik
alan gerçekliği” ismini vererek bunu şöyle tesbit etmiştir:
Bir (EEG)ölçümün elektriksel hareketliliğinin en fazla
beyinde olmasına karşın,ayak baş parmağında da aynı ölçüm
alınabilmekte,bir parmaktan da (EEG) ölçümü yapılabilmektedir.Ancak,merkezinde
dalganın gücü ve genliği daha yüksek olsa da merkezden
uzakta ölçülen dalgaların frekansları ve osiloskopta çıkan
örnekleri bedenin her yerinde aynıdır.Bunun anlamı da
elbette holografik gerçekliktir.Ancak nasıl ki bedenimiz de
gerçekte holografik bir yapıda olup (bkz. Elektromanyetik
alanlar ve Biz/ Sufizm ve İnsan / fizik) farklı olarak algılanıyorsa,
bu alan da holografik özelliklere sahip olmasına rağmen,farklı
parçalar birbirleriyle tıpatıp benzer olmamakta, bu da enerji
bedeni sabit bir holografik beden olmaktan kurtararak ona
dinamik ve akıcı bir nitelik kazandırmaktadır. Bunu daha iyi
anlamamız için şöyle bir örnek de verebiliriz:
Bir
galaksiyi göz önüne aldığımızda, bu galaksinin tüm özellikleri
onun yapısını meydana getiren en küçük
gezegende,bulutsuda,yıldızda,insanda aynen mevcuttur. Fakat
boyutsal yansıma kavramınca bir yıldıza ,bir insana baktığımızda
bir galaksi şekli görememekteyiz.Nedeni de varlık,çokluk
aleminin meydana gelmesiyle ilgilidir.En azından bugün tek bir
insan beyin hücresini 200 milyon kat büyüttüğümüzde karşımıza
galaksinin kendisinin açığa çıktığını bilmekteyiz.(Bkz
.Galaksinin Resmi / Ahmet F. Yüksel -Sufizm Ve İnsan)
Yine
Ruhçulara göre, İnsanın maddi bedeninin, auranın girişim
desenlerinden meydana gelmiş,enerji alanlarından sadece biri
olması ve bunun da enerji bedenlerin belli bir enrji yoğunluğu
sıralamasıyla açığa çıkması, bu bedenler arası iletişim
varlığını da göstermektedir. Yani,maddesel beden Eterik
bedene, eterik beden duygusal bedene,duygusal beden de mantal
bedene bağlı olarak devam edip gitmektedir. Bu da daha önce
tartıştığımız, Ruhun bedeni şekillendirip onu meydana
getirdiği fikri ile paralellik göstermektedir. Bunu destekler
gibi görünen bir kanıt da bir insanın hastalığının
bedeninde belirmeden önce saatlerce,günlerce önce bu enerji
alanlarında ortaya çıkmasıdır.Bu da zihnin enerji alanındaki
imgesinin yoğunlaşmasıyla bedende açığa çıktığını
dolayısıyla da şuursuzca bile bir hastalığı düşünmek,devamlı
olarak onu enerji alanında var olmaya zorlamaya ve hastalığın
belli bir süre sonra bedende oluşması,planlama anlamına
gelmektedir. Bunun tam tersi de doğrudur yani,iyileştirme yönünde.Bu
imgenin çıktığı enerji seviyesi ne kadar süptil ise,bu
etkinin meydana gelişi daha kısa sürede ve daha güçlü oluşmaktadır.
Ancak,bu
işaretler Ruhun önce yaratıldığını gösterdiği
gibi,bedenin önce yaratılması gerçeğine dayalı sistemi de
gösterebilmektedir. Bunun da bir çok kanıtı vardır.
Öncelikle
biz,sistemi aşağıdan yukarı doğru çıkarak
incelemektense,Resullerin ortaya koydukları gerçekleri temel
alıp bilimsel bulguların el verdiği ölçüde açıklamalar
getirmek durumundayız.0 İkinci
olarak, hastalıkların enerji bedeninde öncelikle çıktğı
gibi,yapılan araştırmalar beynin kendisi içinde gerçekleştiğini,
dolayısıyla da bunun auraya yansıyarak öncelikle aurada sanısını
yaratmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Üçüncü
olarak,Cinlerin yapıları nedeniyle hemen hemen tüm bilimsel
gerçekliğimize vakıf olmaları dolayısıyla, insan beyninde
oluşturdukları etkilerin sonucu, doğru olan bir yapıyı,sistemi
çarpıtarak (ki nedenini yukarıda belirtmiştik) insana sunması,
bizim yine projekte açısından değerlendirmemizi engelleyerek
yanılgıların içine düşmemize sebep olmaktadırlar.
Dördüncü
olarak da, İnsan şuurunun saklı düzendeki enerji
seviyelerine inip,onu şekillendirmesiyle kendi alıcılarına göre
var kılması,insan enerji alanını okuyan birimlerin bu enerji
alanlarını kendi veri tabanlarına göre değerlendirmeleri,
bize kuantum fiziğinin öngörülerini ve dolayısıyla plasebo
etkisini hatırlatmaktadır.
Zaten
Bio-fizikçilerin, gözün retina tabası üzerinde yaptıkları
çalışmalar sonucu,insan beynindeki sinir hücrelerinin tek
bir fotonun emilimini (bir elektronun atomdaki yörüngeler arası
ya da bir enerji durumundan bir diğerine geçişini yansıtarak)
kaydedecek hassasiyette olduğu bulunmuştur.Aynı şekilde bu
hassasiyet indeterminizm ve yerel olmayan etkiler de dahil,
kuantum düzeylerinde tüm garip davranışlardan etkilenecek
derecededir (ki bu durum, kuantum altı düzeyi için de geçerlidir.)
Kuantum fiziğinin belirsizlik ilkesinin beynin sinir hücrelerinin
birleşme noktalarını yani, nöron snapslarını çevreleyen
kimyasal konsantreleri içindeki varyasyonlar şeklinde olan
formasyonlarından ileri geldiği de daha sonraki deneylerle
ortaya konmuştur.
Bhom
da bu konuda “Eğer kuantum kuramı bugünkü klasik sınırına
sahip olmasaydı,yaşam bildiğimiz gibi olmayacaktı;onun sonuçlarını
mantıksal bir terminolojiyle açıklayamadığımız sürece de
bildiğimiz düşüncenin varlığı mümkün olmayacaktı”
der.
Bu
durumun enerji alanlarıyla olan ilişkisi ise,bu ışınsal
bedenleri görenlerden kimi bu alanların birkaç kattan meydana
geldiğini görürken kimisi de bu enerji alanını görmesine
karşın katları ayırt edememektedir. Kimisi de baktıkları
kişinin karakterini,hastalıklarını yani o kişi hakkındaki
bilgileri,onun aurasında beliren belli resimlere göre tanımlama
yaparken bunlardan bazıları da auradaki renklerin durumuna göre
algılamaktadır. Ayrıca,yalnız enerji alanını hissedip bu
alanda kendine göre yaptığı tanımlamalarla istenilen
bilgilere ulaşanlar da bulunmaktadır.
En
ilginç olanları da,tarihte bu alanlar hakkında bilgi
verilenler istikametinde bugün aynı şeyi
tesbit edenlerin yanı sıra,aynı ışınsal bedeni algılamasına
rağmen, bu benzer görüntüleri algılamayanlar da mevcuttur.
Fakat hepsinin ortak yönü,bu konuda sabit bir sistemin olmamasına
karşın, algılayan gözlemcinin kendine özgü sistemi
yaratması sonucunda tamamının hastalıklar,karakterler...vb
bilgileri akademisyenler önünde doğru olarak tesbit
etmeleridir.(Bkz.Ruh İnsan Cin- Ahmed Hulusi, Ruh Ve Aura-
Galaksinin Resmi- Ahmed Fevzi Yüksel)
İstanbul
- 13.06.2001
http://sufizmveinsan.com
*Ektoplazmanın
kimyasal analizleri sonucu,insandan çabucak kopabilen yağ,epital
hücreleri...vb maddeler olduğu tesbit edilmiştir.
**
Bunun ile ilgili en eski fotoğraflar 1890 yıllara kadar
uzanmaktadır.
|