2. Bölüm

Dalga/parçacık duali zihin/madde,bağlantılar/şeyler, kavramına açıklık getirdiği gibi,Ruh /beden ikilemine de açıklık getirmektedir. Çünkü bizler, tanecik yanımızla bir bedene,dalgasal yanımızla da bir Ruha sahibiz. Ruh boyutuna geçtiğimiz taktirde, o boyutu her ne kadar dalgasal bir yapı olarak algılasak da, o boyut,kendi kuralları içerisinde bizim için maddesel olacaktır.Yani tanecik özelliğimizi yansıtacaktır.Ancak bu durumda da şuur boyutu bizim için tekrar  dalgasal yanımız olacaktır. O halde şimdi bu Ruh için oluşan yanılgılara geçebiliriz.

Elektromanyetik Alanlar Ve Biz adlı yazımızda Aura nın bilimsel olarak nasıl meydana geldiğini ve bunun yanında da bazı özelliklerine değinmiştik. Aura konusu, sadece günümüzde ya da bundan birkaç yüzyıl öncesine ait bir gerçeklik değil, M.Ö dönemdeki toplumlarda ve kutsal kitaplara dayalı mistik verilerde de bilinen bir olgu olup 97 ayrı kültürde 97 farklı isimle geçmektedir. Bunlardan, Hindistan kutsal metinlerinde Prana,Çinlilerde Çai’ dir ki, bu enerji akapunktur çizgileri boyunca akmaktadır. Yahudi Mistik kitabı Kabala’ da ise,bu yaşamsal enerji alanı Nefis olarak adlandırılıp , insan bedenini saran küçük kabarcıklar şeklinde var olduğu belirtilir. Ayrıca kutsal olduğuna inanılan kişilerin de etrafında bu ışınsal alanlar çok daha belirgin olarak (aralarında Hindistan,Çin,Japon,Tibet,Mısır,İran...vb) baş üzerinde hale ya da yuvarlak şekillerde tanımlanmıştır.(Tablolarda Azizlerin ve meleklerin üzerine de resmedilmiştir). Bunlardan bazıları  çok net olarak algılanabilmektedir. En bilinen örneği, Mistik Hazret İnayet Han’ın aurasının neden olduğu ışığın altında yazı okunabilmesiydi. Bu alan görülmekle beraber, bazen de sadece hissedilmekte idi.

Auranın bazı insanlarda güçlü olması,beynin biyoelektrik faaliyetlerinin güçlü olmasından kaynaklanmaktadır.Ancak kutsal nitelikli insanlarla,ona benzer fenomenler ortaya koyan insanlarınkini ayrı kategoride düşünmek gerekli. Çünkü bu Resuller ve Nebiler,özden açığa çıkanı dışarıdan, burçlardan gelen güçlü Elektromanyetik alanları ya da dini terminolojiyle meleklerin yaydığı ışınları beyinlerinde daha fazla  değerlendirmeleri sonucunda  auralarını güçlü kılarken, benzer fenomenleri ortaya koyanlarda, bu durum mikrodalga varlıklar olan cinler tarafından gönderilen elektromanyetik sinyaller sonucu meydana gelmektedir.Çünkü daha önceki yazılarda da belirttiğim üzere, tüm oluşumlar beyinsel işlevlere dayanmaktadır.

Ayrıca Meleklerin ve de Cinlerin aynı zamanda boyutsal kavramlar  olmaları dolayısıyla, etkilerin beyin kapasitesiyle de ilgili olduğunu söyleyebiliriz.Bu etki beyin aracılığıyla Aurayı güçlü kıldığı gibi,aynı zamanda beynin dışa yaydığı dalgaların da güçlü yayılımını sağlayarak çevresinde de güçlü ışınsal etkiler oluşturmaktadır.

Dışa yayımlanan dalgalar da iki türlüdür:
Birincisi, genel yayın dalgaları, ikincisi de yönlendirilmiş dalgalardır ki, birincisi genelde yayımlanması ile ilgili iken, ikincisi belli istek ve arzuların oluşturulması için, odaklanmayla ilgilidir. Bu etkilerle ilgili örnek olarak, Hz Muhammed (s.a.v) deve üzerindeyken  vahyin gelmesiyle devenin çökmesi ve yine  vahiy geldiğinde etrafında bulunan insanların (sahabenin) üzerinde  titreme, terleme, daha iyi algılama...vb) etkilerin görülmesini verebiliriz.

Bu tür etkilerle aynı kategoride değerlendirilmeye tabi tutulan medyumların seansları sırasında girdikleri transta sergiledikleri davranışları ve de beyinlerinden dışa yayılan dalgaların orada bulunan birimlerin beyinlerinin ilgili hücrelerini irrite etmesi sonucu ortaya çıkan fenomenleri,deneyimleri de bu grup için örnek olarak gösterebiliriz. Öyle ki bu seanslarda Cinler kendilerini farklı varlıklar olarak tanıtarak oradaki insanlara seslenmekte,çeşitli bilgiler vermekte ve hatta medyum aracılığıyla maddeleşebilmekte ve orada bulunan insanlara metafizik deneyimler yaşatabilmekte, sonucunda da büyük yanılgıların doğmasına yol açmaktadırlar. Bunlardan birine örnek olarak, Ektoplazma adı verilen  ve insanda Auranın dışında farklı bir bedeni de varmış sanısını veren bir sıvı ya da gaz gibi köpüğümsü maddeyi verebiliriz..Ruhçulara göre,bedensiz bir varlığın, medyumun ağzından (ya da burun, makad,...vb açık bölgelerinden) çıkan insan vücudunun organik yapısıyla aynı olan macunumsu veya buharımsı, ince titreşimli maddeler topluluğunu (ki dokunulduğunda bir tül ya da örümcek ağına değiyormuş hissini verir) şekillendirmesiyle insan...vb suretinde görünür.Ancak bu durumu her medyum yapamaz, çünkü oluşturması için çok derin bir transa girmesi gereklidir.Medyum aracılığı olmadan da bunlar görülebilmektedir. Yani,mezarlıkta,tekinsiz ya da perili evlerde görülen fenomenlerin de uzaktan ya da yakındaki bir birime ait astral bedenden yararlanılarak meydana geldiği ifade edilmektedir.

Bu nedenle Hz. Muhammed (s.a.v)’in hadislerinde belirtildiği gibi, Cebrail (a.s)’ in ve İblis’in İnsan suretinde Ashabının bulunduğu meclise gelip karşılıklı konuşmalarını yukarıdaki örneğe benzeterek ,O’nu medyum seviyesine indirmektedirler. Halbuki durum gerçekte böyle değildir.Çünkü, görüntünün ya da maddeleşmenin sebebini Ektoplazma sistemiyle açıklayan Cinlerdir.”Neden Aurayı Ruhmuş gibi gösterip buna bağlı olarak da hem enerji bedenleri hem de ektoplazma ya da benzeri maddesel bedenlerin var olduğunu lanse etmektedirler?” sorusuna verilecek cevap ise ; insanların gerçek bilgilere ulaşamamaları ve kendi asıllarına vâkıf olmamaları  dolayısıyla Cinlerin, insanların kendileri hakkında gerçek bilgileri öğrenmesine engel olup karşı tedbir almalarını engelleyerek ölüm ötesi boyutta güçsüz kalmalarını ve o boyutlarda da burada olduğu gibi insanlara hükmedebilmeyi sağlamak içindir.

Aurayı görüp değerlendirebilenler ya doğuştan bu özelliğe sahip oluyorlar ya da bir şok,kaza veye bir korku...vb olaylarla karşılaşarak veya belli çalışma teknikleriyle...
İster canlı isterse de cansız nesneler olsun, etraflarında var olan bu enerji alanlarını görmenin dışında,sadece hissederek de algılayabilmektedirler. Hatta hiç görmedikleri halde, çok uzak mesafeler arasında da bu alanları tanımlayıp ifade ettikleri anlamları okuyabilmektedirler.

Bunun bilimsel temeli de yine Holograma (diğer birkaç teoriyle de açıklanmaktadır) dayanır. Çünkü enerji dalgalarının oluşturdukları girişim dalgaları uzay ve zamandan bağımsızdır. Ancak, daha önce de belirttiğimiz nedenlerden dolayı, bunun sebebi de   enerji bedenli varlıklara dayanmaktadır.
Bunlar arasında dünyada otoriteleri tartışılmayan Üniversitelerde akademik düzeydeki Bilim adamları da mevcuttur.(İsimler ve unvanları bir hayli uzun olduğu için yazmadım.)

Şimdi Ruhçulara göre Ruhun mahiyetini biraz daha irdelemeye çalışalım:
Ruh özünde sahip olduğu sonsuz kudret sebebiyle doğrudan doğruya maddeyle temas edemediğinden ,bu tesiri oluşturabilmek için, arada ayrı enerji bedenlere ihtiyaç duyar.Bu ara bedenlere de Perisperi adı verilir.Nasıl ki,bilinç enerjiye,enerji de maddeye tesir edip onu şekillendiriyorsa işte özdeki ruh da (enerji) bu ara bedenlere sırasıyla yoğunlaşarak maddeyle etkileşir.Bu ara enerji bedenlere,perisperi ya da diğer isimlerle Astral beden (ektoplazmayı şekillendiren enerji beden de budur),Süptil beden  adı verilerek bu bedenin sürekli ışıma yapması nedeniyle de(Kirlian fotoğrafçılığı tarafından resmedilen enerji alanı) Aura da denilmektedir.

Astral bedenin yaydığı bu ışınım ,daha özdeki Ruhun yoğunlaşması dolayısıyla maddesel bedenden kaynaklanmayıp direkt bu elektromıknatıssal bedenin yayımladığı biyomanyetiksel bir ışınımdan kaynaklanmaktadır. Cinleri de Aura bedenler olarak tanımlarlar.Halbuki İslam mistisizmine göre, Bilinç mükemmeliyeti olarak insandan sonra evrende bulunan en mükemmel varlıktır ve “ben”bilincini yine mutlak Ruhtan alırlar. Kendi varlıklarını bilmeleri ise, perisperiye (ışınsal beden) bürünmelerinden itibaren olmaktadır ki, bu da cinlerin doğumu demektir. Yani,Ruhçuların dediği gibi,Aura yapısında değildir.Cinlerin mutlak ölümleri ise, kıyamet anında insanlardaki gibi olmaktadır.Bizim anladığımız, basit anlamdaki ölümleri de ömürleri sonunda ışınsal bedenlerinden soyutlanmaları şeklinde olmakta ve bu durumu da aralarından birden kaybolma biçiminde algılamaktadırlar.

Ruhçulara geri dönersek, kişilerin ölmesiyle birlikte ,bu astral beden,yaşamını devam ettirerek tekamülünü sağlamak için Spatyom adı verilen, daha ince titreşimli duyular ötesi ortama  gider ve burada da sonsuz ve sınırsız bir teklik anlayışı deneyimleyerek tahayyül,imajinasyon yoluyla kendi programını (kaderini) kendi belirleyip tekamül için yeni yeni bedenlenmelere yoğunlaşmak suretiyle tekrar yeryüzüne gelirler.

Bu üç boyutlu enerji bedenler arasındaki katmanlar, belli bir sıralama ile dizilmektedirler.Bu katmanların yoğunluğu da,en yoğundan,az yoğun olana doğru dizilerek daha az görünür hale gelmektedir. Yani,daha süptil. Bu bedenlerin isimleri ise, Eterik beden, Duygusal beden,Zihinsel beden ve sezgisel bedenlerdir. Diğer üç beden ise daha yüksek Ruhsal ilişkilerle ya da farkındalıklarla ilgilidir.

Bununla birlikte, belkemiğinin dibinden başlamak üzere belkemiği boyunca çeşitli enerji merkezleri de bulunmaktadır. Bunlar Auranın bedene bağlandığı noktalardır.Auraya Ruh olarak bakıldığı için ,Ruhun bağlı olduğu  düğümler olarak da ifade edilmekte ve bunlara bir diğer isimle Şakra denilmektedir.Bunların yerleri sırasıyla, kuyruk sokumundan başlamak üzere göbek altında ve üstünde,kalp hizasında,boğazda,alında ve tepe noktasında olmak üzere yedi  tanedir. Her insanda bulunan bu enerji düğümleri çok alt düzeyde çalışmakta yani durgun vaziyettedir.Eğer bir kişi belli tekniklerle bu enerji düğümlerini sırasıyla harekete geçirirse,kendi özüne doğru farklı boyutlarında farkındalığını deneyimler.Bunlar ise, belli mantralar,meditasyonlar ya da dinde yapılan belli çalışmalardır.

Ancak araya girerek belirtelim, burada bir konuya dikkat etmemiz gerekir ki , bunun için de Mistik anlayıştaki Enfüs,Afak kavamını,en alt düzeyde de olsa bilmek zorundayız.Ya da bilimsel dille Hologram Prensibindeki içten dışa projeksiyon açısıyla, bu açının oluşturmuş olduğu dıştan içe algılatması. Dolayısıyla, birim öze doğru ilerlerken ikinci bakış açısıyla Tekliği yakalarken (ki bu kendi skalasında sonsuz boyutları barındırır) bunun en pik noktasında ikinci bakış açısı birinci bakış açısına dönüşür.Bunlardan ikinci bakış açısına maddeye dönük bakış açısı denilirken,birinci bakış açısına da öze dönük bakış açısı ismini verebiliriz. Dolayısıyla, yukarıda ifade ettiğimiz belli çalışmalar sonucu beyinde devreye giren ek kapasitenin ( bu Müslümanlık için de geçerlidir ki, bu yüzden tarikatların bozulmasının ve hurafeciliğin artmasının en temel nedenlerinden birini oluşturmuştur) Cinler vasıtasıyla değerlendirilmesi sonucu bu şakralar ,maddeye dönük olarak en alttan en üste doğru açılabilmekte, dolayısıyla da ikinci bakış açısından değerlendirmenin belli boyutlarında takılarak bir üst seviyeye geçişi engellemektedirler.Yanılgısız bir değerlendirme, ancak birinci bakış açısıyla algılamakla mümkün olmalıdır ki, beyinsel işlevler sonucu oluşan şakralar tam ve eksiksiz olarak çalışabilsin.

Enerji noktaları içerisinde en önemli olan şakra, tepe şakrasıdır. Çünkü Ruhsal uyanışın zirveye ulaştığını gösterir.Bu enerji alanı bir siklon gibi üç-beş cm.’den 30 cm.’ ye kadar uzanmaktadır.Auranın en etkin alanı da aşağı yukarı aynı mesafelerde olup kişinin davranış biçimleriyle   orantılıdır. Mesela,kişi eğer mutlu,neşeli bir anında ise Aurası parlak bir hal alır ve siklon büyür.Eğer,dans veya hareket ederse bir mum ışığındaki ateşin, aşağı  yukarı ve iki yana sallanması gibi hareket eder.Auralarla ilgili bir özellik de, normal insanların auraları basit ve tek düze iken,karmaşık insanların enerji alanları da karmaşık ve  bir o kadar da ilginç olmaktadır.Ayrıca her birimin aurası parmak izi gibi birbirlerinden tamamen farklıdır.Aura genelde mavimsi beyaz olarak bilinse de,daha detaylı incelendiğinde birçok renge sahip olduğu ve bu renklerin bulanık ve yoğunluk durumları ile bu ışınsal bedenin içinde bulunduğu yerlerin, birimin zihinsel, duygusal ve de fiziksel sağlığıyla yakın ilişkisi bulunduğu da ortaya çıkmıştır. Bu enerji alanı ile ilgili olarak, UCLA’ da görevli olan sağlık uzmanı ve Kinesiyoloji  profesörü Valarie Hunt, auranın varlığını deneysel olarak saptayan bir teknik geliştirmiş ve Elektrokardiyografın, kasların elektriksel hareketlerini ölçümlediği gibi insan enerji alanını da algılayabildiğini göstermiştir. Zaten bugün tıp, insanın elektromanyetik alanlara sahip bir canlı olduğunu kabul etmekte ve kalp ile beynin elektriksel davranışlarını incelemek için (EKG) elektrokardiyografları ve (EEG) elektroansefalografları kullanmaktadır.

Normalde beyindeki elektriksel davranışların frekansı, saniyede 0-100 cps (saniyedeki çevrim sayısı) arasında ölçümlenirken, genelde bu 0-30 cps arasında bir değerde bulunmaktadır.Kas frekansları için bu değer ise 225 cps ‘e kadar yükselirken kalp için bu 250 cps’e ulaşır. Ancak Hunt, EKG’ nin kalp, kas, beyin gibi organlardan yayınlanmayan, fakat bedenin şakra olarak ifade edilen noktalarından yayımlanan çok güçlü bir enerji alanı tesbit etti. Öyle ki, bu enerji,organların yayınladıklarından daha süptil ve dalga boyu daha kısaydı.(Dolayısıyla frekansı daha yüksek).Frekansları ise 100-1600 cps arasında değişmekte olup bazen daha da yüksek değerlere çıkıyabiliyordu.

Bununla birlikte Hunt, enerji bedenleri okuyabilen insanların bu aura bedenlerde renk tesbiti yaptıklarında, aletin hep belirli bir frekansı verdiğini de görmüştür.Bu örneği Osilaskopta da görmeyi başarmıştır. Hunt bir gün deneylerin birinde birbirleriyle aynı fikre sahip olup olmadıklarını anlamak için sekiz aura okuyucusunu Osiloskopla denetlemek istediğinde hayretle hepsinin aynı şeyi gördüğünü tesbit etti.

Bununla beraber, Hunt şuurun meylettiği alanla,enerji alanı arasında ilginç bir bağın da olduğunu fark etmiştir. Mesela,bir kişinin  zihni, eğer dünyaya, maddeye dönük olarak odaklanmışsa enerji alan frekanslarının düşük olma eğilimine kayarak normal bedenin biyolojik fonksiyonlarının frekansı olan 25 cps civarında olduğunu fakat psişik yetenekleri olan şifacı...vb)ların  400~800 cps arasındaki frekansa sahip olduklarını ,Transa girip farklı boyutlara kanal açarak bilgi sahibi olanların ise,800-900cps arasında dar bir skalada bulunduklarını, buna karşın, 900cps ve üstünde olan birimlerin ise, mistik deneyimleri bulunan kişiler olduklarını bulmuştur.Çünkü medyumlar,aracı olarak trans hali ile farklı boyutlardan bilgi transferi gerçekleştirirken,mistik kişilikler bu bilgileri direkt almakta ve farkında olarak nasıl kullanacağını bilebilmekte, dolayısıyla da bu kişiler çok daha yüksek frekanslı alanlarla rezonansa girdikleri için normal insanlardan çok daha yüksek enerji alanlarına sahip olmaktadırlar. Hunt bunu daha iyi görmek için geliştirilmiş elektromiyogram ile (normali ancak 20000cps frekansında ölçüm alınmaktadır)200000 cps frekansına sahip birimleri ölçümleyebilmiştir.

Bununla birlikte, auranın holografik bir özellik gösterdiğini”holografik alan gerçekliği” ismini vererek bunu şöyle tesbit etmiştir:
Bir (EEG)ölçümün elektriksel hareketliliğinin en fazla beyinde olmasına karşın,ayak baş parmağında da aynı ölçüm alınabilmekte,bir parmaktan da (EEG) ölçümü yapılabilmektedir.Ancak,merkezinde dalganın gücü ve genliği daha yüksek olsa da merkezden uzakta ölçülen dalgaların frekansları ve osiloskopta çıkan örnekleri bedenin her yerinde aynıdır.Bunun anlamı da elbette holografik gerçekliktir.Ancak nasıl ki bedenimiz de gerçekte holografik bir yapıda olup (bkz. Elektromanyetik alanlar ve Biz/ Sufizm ve İnsan / fizik) farklı olarak algılanıyorsa, bu alan da holografik özelliklere sahip olmasına rağmen,farklı parçalar birbirleriyle tıpatıp benzer olmamakta, bu da enerji bedeni sabit bir holografik beden olmaktan kurtararak ona dinamik ve akıcı bir nitelik kazandırmaktadır. Bunu daha iyi anlamamız için şöyle bir örnek de verebiliriz:

Bir galaksiyi göz önüne aldığımızda, bu galaksinin tüm özellikleri onun yapısını meydana getiren en küçük gezegende,bulutsuda,yıldızda,insanda aynen mevcuttur. Fakat boyutsal yansıma kavramınca bir yıldıza ,bir insana baktığımızda bir galaksi şekli görememekteyiz.Nedeni de varlık,çokluk aleminin meydana gelmesiyle ilgilidir.En azından bugün tek bir insan beyin hücresini 200 milyon kat büyüttüğümüzde karşımıza galaksinin kendisinin açığa çıktığını bilmekteyiz.(Bkz .Galaksinin Resmi / Ahmet F. Yüksel -Sufizm Ve İnsan)

Yine Ruhçulara göre, İnsanın maddi bedeninin, auranın girişim desenlerinden meydana gelmiş,enerji alanlarından sadece biri olması ve bunun da enerji bedenlerin belli bir enrji yoğunluğu sıralamasıyla açığa çıkması, bu bedenler arası iletişim varlığını da göstermektedir. Yani,maddesel beden Eterik bedene, eterik beden duygusal bedene,duygusal beden de mantal bedene bağlı olarak devam edip gitmektedir. Bu da daha önce tartıştığımız, Ruhun bedeni şekillendirip onu meydana getirdiği fikri ile paralellik göstermektedir. Bunu destekler gibi görünen bir kanıt da bir insanın hastalığının bedeninde belirmeden önce saatlerce,günlerce önce bu enerji alanlarında ortaya çıkmasıdır.Bu da zihnin enerji alanındaki imgesinin yoğunlaşmasıyla bedende açığa çıktığını dolayısıyla da şuursuzca bile bir hastalığı düşünmek,devamlı olarak onu enerji alanında var olmaya zorlamaya ve hastalığın belli bir süre sonra bedende oluşması,planlama anlamına gelmektedir. Bunun tam tersi de doğrudur yani,iyileştirme yönünde.Bu imgenin çıktığı enerji seviyesi ne kadar süptil ise,bu etkinin meydana gelişi daha kısa sürede ve daha güçlü oluşmaktadır.

Ancak,bu işaretler Ruhun önce yaratıldığını gösterdiği gibi,bedenin önce yaratılması gerçeğine dayalı sistemi de gösterebilmektedir. Bunun da bir çok kanıtı vardır.

Öncelikle biz,sistemi aşağıdan yukarı doğru çıkarak incelemektense,Resullerin ortaya koydukları gerçekleri temel alıp bilimsel bulguların el verdiği ölçüde açıklamalar getirmek durumundayız.0 İkinci olarak, hastalıkların enerji bedeninde öncelikle çıktğı gibi,yapılan araştırmalar beynin kendisi içinde gerçekleştiğini, dolayısıyla da bunun auraya yansıyarak öncelikle aurada sanısını yaratmakta olduğunu söyleyebiliriz.

Üçüncü olarak,Cinlerin yapıları nedeniyle hemen hemen tüm bilimsel gerçekliğimize vakıf olmaları dolayısıyla, insan beyninde oluşturdukları etkilerin sonucu, doğru olan bir yapıyı,sistemi çarpıtarak (ki nedenini yukarıda belirtmiştik) insana sunması, bizim yine projekte açısından değerlendirmemizi engelleyerek yanılgıların içine düşmemize sebep olmaktadırlar.

Dördüncü olarak da, İnsan şuurunun saklı düzendeki enerji seviyelerine inip,onu şekillendirmesiyle kendi alıcılarına göre var kılması,insan enerji alanını okuyan birimlerin bu enerji alanlarını kendi veri tabanlarına göre değerlendirmeleri, bize kuantum fiziğinin öngörülerini ve dolayısıyla plasebo etkisini hatırlatmaktadır.

Zaten Bio-fizikçilerin, gözün retina tabası üzerinde yaptıkları çalışmalar sonucu,insan beynindeki sinir hücrelerinin tek bir fotonun emilimini (bir elektronun atomdaki yörüngeler arası ya da bir enerji durumundan bir diğerine geçişini yansıtarak) kaydedecek hassasiyette olduğu bulunmuştur.Aynı şekilde bu hassasiyet indeterminizm ve yerel olmayan etkiler de dahil, kuantum düzeylerinde tüm garip davranışlardan etkilenecek derecededir (ki bu durum, kuantum altı düzeyi için de geçerlidir.) Kuantum fiziğinin belirsizlik ilkesinin beynin sinir hücrelerinin birleşme noktalarını yani, nöron snapslarını çevreleyen kimyasal konsantreleri içindeki varyasyonlar şeklinde olan formasyonlarından ileri geldiği de daha sonraki deneylerle ortaya konmuştur.

Bhom da bu konuda “Eğer kuantum kuramı bugünkü klasik sınırına sahip olmasaydı,yaşam bildiğimiz gibi olmayacaktı;onun sonuçlarını mantıksal bir terminolojiyle açıklayamadığımız sürece de bildiğimiz düşüncenin varlığı mümkün olmayacaktı” der.

Bu durumun enerji alanlarıyla olan ilişkisi ise,bu ışınsal bedenleri görenlerden kimi bu alanların birkaç kattan meydana geldiğini görürken kimisi de bu enerji alanını görmesine karşın katları ayırt edememektedir. Kimisi de baktıkları kişinin karakterini,hastalıklarını yani o kişi hakkındaki bilgileri,onun aurasında beliren belli resimlere göre tanımlama yaparken bunlardan bazıları da auradaki renklerin durumuna göre algılamaktadır. Ayrıca,yalnız enerji alanını hissedip bu alanda kendine göre yaptığı tanımlamalarla istenilen bilgilere ulaşanlar da bulunmaktadır.

En ilginç olanları da,tarihte bu alanlar hakkında bilgi verilenler istikametinde bugün aynı şeyi  tesbit edenlerin yanı sıra,aynı ışınsal bedeni algılamasına rağmen, bu benzer görüntüleri algılamayanlar da mevcuttur. Fakat hepsinin ortak yönü,bu konuda sabit bir sistemin olmamasına karşın, algılayan gözlemcinin kendine özgü sistemi yaratması sonucunda tamamının hastalıklar,karakterler...vb bilgileri akademisyenler önünde doğru olarak tesbit etmeleridir.(Bkz.Ruh İnsan Cin- Ahmed Hulusi, Ruh Ve Aura- Galaksinin Resmi- Ahmed Fevzi Yüksel)

İstanbul - 13.06.2001
http://sufizmveinsan.com

*Ektoplazmanın kimyasal analizleri sonucu,insandan çabucak kopabilen yağ,epital hücreleri...vb maddeler olduğu tesbit edilmiştir.

** Bunun ile ilgili en eski fotoğraflar 1890 yıllara kadar uzanmaktadır.


Üst Ana sayfa e-mail