26. Bölüm

Işınsal varlıkların istinasız her birimin örtük düzeninde bir boyut olarak var olması dolayısıyla, bu Nar boyutun çeşitli düzeylerinde yapılan bir programlama, görünen dünyamızda en basitinden en karmaşık ve zor olana doğru, her türlü normal üstü fenomenlerin açığa çıkmasına neden olmaktaydı.

İşte bu olaylardan biride; 18. yy Avrupa’sında en çok konuşulan ve Azizlik mertebesine ulaşmış bir Jansenist (1) diyokozu François de Paris’in 1 mayıs 1727 yılında ölümün ardından, cenazesinin Paris’teki Saint-Medard mezarlığına gömülmesiyle meydana gelen olağanüstü fenomenlerdir. Bu mucizevi olaylar, Azizin ölümünü takip eden yıllar boyunca bile devam etmiş ve mezarlık her gün kalabalıklar tarafından 24 saat ziyaret edilmiştir. Hatta bu durum, daha sonraları festivallere, uluslararası kutlamalara, şölenlere de dönüşmüştür. Ancak bu fenomenlere bire bir tanıklık etmelerine karşın,  Roma Katolik kilisesi, Fransız sarayı ve yandaşları, bu olayları ve kendilerinin atadıkları araştırmacıların raporlarını örtbas etmeye çalışmış ve birçoğunun da hapse gitmelerini sağlamışlardır. Fakat daha sonra kilise, tanıkların çokluğu ve olayların gerçekliğinin meydana getirdiği baskılar nedeniyle bu mucizevi fenomenleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak bu sefer de, bu tür şeylerin mucize değil, kendi düşünce sistemlerine karşı gelen Jansenistlerin, şeytanlarla yapmış oldukları antlaşmalarının sonucu olarak oluştuğunu kabul (itiraf) etmiş ve bu yönde de  fetvalar vermişlerdir.

Zaten kilise mensupları tarihin her döneminde inançları ve çıkarları dışında hareket eden tüm insanları, yapıları, vasıfları ve özellikleri hakkında en ufak bir bilgileri ol(a)madığı halde, kendi tahayyüllerine, hayallerine, zanlarına göre düşündükleri şeytanlarla iş birliği yapmakla suçlamışlardır. Çünkü; boyutsal bir kavram olmasını bir kenara bıraksak dahi, (ruhlara inanmalarına karşın) Hıristiyanlıkta Cin konusunun olmaması nedeniyle Batı dünyası onlar hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildir. Dolayısıyla, bu varlıkların çeşitli suretlerde gerçekleştirdiği fenomenlere, etkilere vakıf olamadıkları için de birçok şeyi ayırt edememekte ve onların (mezhep, tarikat, cemaat, kuruluş...vb kuruluş adı altında gerçekleştirdikleri) birçok varyasyonlarını Meleki etkiler, Ulvi nitelikli değerler olarak algılamaktadırlar.(Hıristiyanlığın ya da Yahudiliğin şeytani bir din olduğu anlamında değil) Kaldı ki; onların yapıları, tüm özellikleri ve insanlarla olan etkileşimleri hakkında birçok bilgi verilmesine karşın, etiketi, vasfı ne olursa olsun Müslüman inanalar dahi, çeşitli sebeplerden ötürü onlarla ilgili bilgi sahibi olamamakta, bildiğini zannedenler de, eldeki bu verileri boyutsal anlamlarda değerlendirmedikleri için batı dünyasından pek aşağı kalmamaktadırlar.

Bu durum; Ruh hakkında kendisine gelerek soru soran Yahudilere “Sana soruyorlar, Ruh nedir?..De ki (o Yahudilere) Ruh Rabb’imin Emrindedir!.. Ve bunun ilminden size Kalil bir ölçü verilmiştir.” şeklinde ayetle cevap veren Hz Muhammed (sav) Efendimizin, Yahudilere bu konuda az bir bilgi, Müslümanlara ise tam bilgi verildiğini belirtmesine karşın, bizim Ruh hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmayışımıza benzemektedir. Yani; ister bilgi boyutunda isterse de bilincin boyutsal katmanlarında Ruha ait ilim ve gücün algılanıp kullanabilme yeteneklerinin yeterli olmadığını, bu yüzden de bilinenlerin ve ortaya konan güçlerin yanıltıcı olarak Mutlak Benlik yönüyle değil, var saydıkları benliğe ait olduğunu (ki mistik alanda, Yahudilik ve Hıristiyanlığın Mutlak Benlik açısından Boyutsal olarak ele alındığında bile, bu Bilinç düzeyine sahip birimlerin Evrensel Sistemi algılamadaki Kemalatlarının (kapasitelerinin) tam olamadığı şeklinde ifade edilmektedir. Buna karşın, (aynı zamanda bir boyut olan) Muhammedi Boyuta sahip olanlarca ise, bunun en kapsamlı biçimde bilinebileceğini belirtmektedir. Böylece; bu verileri evrensel içerikli Boyutsal anlamlar açısından değerlendiremediğimiz için, her ne kadar kendimizi Müslüman olarak görmüş olsak da, aslında diğer birçok ( ki Allah, Peygamber, kitap, kader, ölüm, berzah, cennet, cehennem,...vb) konularında olduğu gibi  Yahudi ve Hıristiyan anlayışından pek bir farkımız olamamaktadır.

Bu nedenle; bu kavramlara veya bu ve benzeri diğer fenomenlere baktığımızda önemli olan bu Keramettir, bu da İstidraçtır ya da bu olay Cinnidir, bu da Melekidir... demek değil, bu adlarla ifade edilmek istenilen şeyin, bu hallerin, görünen fenomenlerin ne olduklarını, hangi boyuttan kaynaklandıklarını ve boyutlar arası ilişkileri ile ortaya çıkış sistemlerini (dolayısıyla günümüz bilimiyle ifade edilişlerini), bunların Cinni ya da Meleki kavramlarla, boyutlarla olan bağlantıları ve yine tüm bunların hem bu dünyada hem de ölüm ötesi açısından ne anlama geldiğini, bizlere neler kazandırıp neler kaybettirdiklerini bilmemiz, algılamamız gerekmektedir.

Oysa biz, tüm bu isimlerle işaret edilen kavramları somut bir obje olarak öteye atmakta ve bunların nelere, hangi gerçeklere işaret ettiklerini, neler olduklarını, ne anlama geldiklerini algılamaksızın, sadece isimlerini, hayalimizde oluşan şekillerini kabullenmekte, dolayısıyla da anladığımızı zannetmekteyiz. Böylece, keramet ve istidraçları da ya (inanca sahip olunmasına rağmen) başta reddetmekte, ya ayırt etmeksizin kabullenmekte ya da Mevlana, Arabi...gibi Evliya’nın bu konudaki (bilhassa keramet hakkındaki) belli başlı sözlerine dayanarak, bu iki kavramı küçümsemekte, hafife almaktayız. Halbuki; bu sözler, belli bir Bilinç düzeyinin, Evrensel gerçeklerin algılanışı sonucu ortaya konmuş ifadelerdir. Bu yüzden, Sonsuz Duyulara sahip birimlerin sadece sözlerine bakarak beş duyumuza göre bunlar hakkında bilgi, fikir sahibi olup değerlendirmede bulunmak kesinlikle doğru değildir. (Aslında bu durum,  şu aralar  popüler  olan Kur’an’ın şifresi, ebced hesabı... başta olmak üzere dinsel anlamdaki her konu için de geçerlidir.)

Yoksa, aynı kaynaktan gelmesine karşın ayrı ayrı düzeylerden açığa çıkan bu kavramları birbirinden ayırt edemeyerek, her ikisini karıştırmak suretiyle çeşitli yanılgılara düşeriz, sonucunda da bu konulara bakış açımız, anlayışımız gerçekte hiçbir anlam taşımayan, ezberci düşüncelerden, ifadelerden bir adım dahi öteye gidemez.

Fazla dağıtmadan konumuza dönersek; mezarlık ve çevresinde oluşan olayların tanıkları o kadar çoktu ki, bunlar arasında ünlü matematikçi Pascal’ ın yeğeni başta olmak üzere (ki gözündeki ciddi bir yaradan Jansenist mucizesiyle iki saat içinde tamamen kurtulmuştu) parlamento üyeleri yanı sıra da filozoflar, bilim adamları, her eğitim seviyesinden ve dinden bürokratlar, din adamları, eğitmenler, hükümet kuruluşlarında çalışan saygın üst düzey yetkililer ile saygınlıkları tartışılmayan binlerce insan bulunmaktaydı.

Hatta, hazırlanan sayısız özel ve resmi tutanaklardan biri olan 1733 tarihli belgelere göre, üç bin civarındaki gönüllünün sadece trans halindeki kadınların yanında bulunmak suretiyle bunların farkında olmaksızın sergiledikleri davranışları sonucu çıplak ya da uygunsuz hallerini o anda müdahaleyle önlemek için onlara eşlik ettiğini yazmaktaydı.

Hatta ünlü filozof Voltaire de bu Hıristiyan ekolünün ortaya koyduğu mucizeleri bir ara durdurmak için Kral 15. Louis’ in mezarlığı kapatmasına karşılık “Tanrı’nın burada mucize göstermesi Kralın emri ile yasaklanmıştır” şeklinde görüşlerini ifade etmiştir. Ancak Kral bu hareketinde başarısız olmuş, daha sonra baskılar karşısında tekrar mezarlığı açmak zorunda kalmıştı.

İskoçlu bir filozof olan David Hume de düşüncelerini, Felsefe Makalelerinde “....Bu mucizelerden çoğu, bu bilim çağında ve artık sahnesi dünya olan en önemli tiyatroda, yargılarının saygınlığı su götürmeyecek kişilerin tanıklığı önünde, hemen bulundukları yerde kanıtlanmıştır.” sözleriyle dile getirir.

15. Louis de bir taraftan,  Monarşi ve Kiliseye açık cephe alması ve halk tarafından da çok sevilmesi dolayısıyla taraftar toplayan bu tarikatı tamamen ortadan kaldırmak için birtakım çalışmalar yaparken bir taraftan da bu mucize olaylarını incelemek için araştırmacılar görevlendiriyordu ki, bunlardan biri de Louis Basile Carre de Montgeron’dur.

Montgeron bire bir tanık olduğu bu mucizeleri önce rapor haline getirmiş sonra da 1737 yılında dört ciltlik kalın kitap olarak “La Varite des Miracles” ismiyle yayımlamıştır.

Mezar ve civarında gerçekleşen bu olağanüstü fenomenleri ise, iki kategoride inceleyebiliriz. Bunlardan birinci grupta olanlar, çeşitli hastalıklara karşı şifa olayları yani, iyileşmesi imkânsız ya da zor ve o günlerde çaresi olmayan hastalıkların mucizevi iyileşmeleri ile orada bulunan birçok insanda meydana gelen çeşitli medyumik yeteneklerdir.

İkinci gruptakiler de, çeşitli acılara, ıstıraplara bazı nesnelerle uygulanan darbelere ve ateşe karşı bağışıklık...vb hallerdir.

Şimdi bunları biraz daha açalım. Birinci gruptakilerin başında şifalar gelmekteydi ki, aslında her bir Jensanist (rahibi) önderi, şifa verme başta olmak üzere birçok istidraça sahip çok yetenekli özel kişiliğe sahiptiler. Bu yolla iyileştirilen hastalıklar kabaca, kanserli tümörler, felçler, sağırlık, körlük, artritler, romatizmalar, ülserler, damar çatlamasından kaynaklanan bol kanamalı bir hastalık olan Hemoroloji, sürekli ateşli hastalıklar...vb.

Trans halindeki bu insanların bazıları da, durugörü yeteneklerinin ortaya çıkmasıyla, bilinmeyen, gizli kalmış, saklanmış nesneleri ve birtakım olayları görebilmekte, ölü ya da diri kişiler arasında telepati kurarak onlar hakkında bilgi verebilmekte, kiminin de başları, gözleri tamamen sıkıca örtülü, kapalı olmasına karşın, bu durumdan etkilenmeksizin net olarak görebilmekteydiler. Kimi de, levitörlerden (ki bunun anlamı hiçbir fiziksel alet ve insandan yardım almaksızın havaya yükselen kişi demektir) biri olan  Colin Evens, Hintli yogi Subbayah Pullavar, 16.yy’dan Rahibe Azize Teresa, 17.yy’dan Rahip Aziz Joseph, Medyum D.D.Home...vb’nin gerçekleştirdiklerine benzer bir güçte havalanabilmekte ve belli bir süre öylece kalabilmekteydiler. Bunlardan bir Jansenist Rahibi de olan Montpellier li Bescherand kendinden geçmiş vaziyette iken havaya doğru öyle güçlü yükseliyordu ki, onu tutmaya çalışanlar bile bu durumu engelliyemiyorlardı.

İkinci grupta ise; bazı insanlar tıpkı Cinni etkilere maruz kalmış kişilerde olduğu gibi iç ve dış organlarında istem dışı bükülmeler,kasılmalar, titremeler, sarsılmalar, kendilerini sağa sola atarak çırpınmalar görülmekteydi.

Çırpınanlar olarak adlandırılan bu insanların kolları bacakları alışılmışın dışında eğilmekte, bükülmekte ve bu da yetmiyormuş gibi topaç gibi dönüyorlardı. Trans halinde kendinden geçmiş bu insanlar, buna neden olan şeylerin oluşturduğu dayanılmaz acıları hafifletmek, azaltmak amacıyla kendilerine sert, keskin, sivri, ağır ve kalın nesnelerle (metallerle) vurulmasını çeşitli işkenceler yapılmasını istiyorlardı. Montgeron böyle bir durumdaki Jeanne Maulet adlı bir kadını incelemiş ve bu kişinin gönüllüler arasından çok güçlü bir erkeği seçerek 13,5 kg.’lık bir çekiçle, duvara dayalı bir vaziyetteki vücuduna durmaksızın vurmasını istiyordu. Adam kadının midesine bütün gücüyle yüz kez vurmasına karşın trans halinde çırpınan kadında en ufak bir şey meydana gelmemişti. Montgeron daha sonra kadının sırtını dayadığı duvara direkt vurmak suretiyle bu gücü ölçmek istediğinde 21. vuruşta, taş duvar otuz metre genişliğinde bir delik bırakarak yıkılır.

Bir kemer üzerinde sırt üstü yatarak çırpınan bir kız da, vücudunun yan kısmına sivri bir kazık batar bir vaziyette iken halata bağlanmış 22,5 kg.’ lık bir taşın çok yüksek bir mesafeden midesinin üzerine bırakılmasına ve bu işlemin birçok defa peş peşe tekrarlanmasına karşın, kız bu işlemin durmasını istememiş ve “ daha da hızlı vurun, daha da...” diye bağırarak yapılan şeye devam edilmesini söylemişti. Fakat işin ilginç yanı, bu olay sırasında kadında en ufak bir acı, ıstırap çektiğine dair bir belirti olmaması ayrıca, olay bittiğinde kadının hiçbir şey yokmuş gibi davranması, sırtında ya da vücudunun herhangi bir yerinde hiçbir yara izi, leke, çizgi dahi bulunmaması idi.

Montgeron’un incelediği bir başka olayda da; çırpınma nöbeti sırasındaki bir kişi vecd duygusu içinde taş, beton, ...vb çok sert nesneleri kırmakta kullanılan sivri uçlu delgi kalemini midesine dayamak suretiyle büyük bir çekiçle güçlü bir insan tarafından karnına vurulmasını istemişti. Bu işlem sırasında tanıklar normalde adamın karnının ve vücudunun delinerek organlarının parçalanacağını ve bel kemiğinin dağılacağını beklerlerken diğer benzerlerinde olduğu üzere bu güçlü darbeler  o kişide en ufak bir çürük izi dahi meydana getirmemişti. Üstelik, adam her darbede bir sonrakinin daha güçlü olması için bağırarak ona vuran kişiye cesaret vermeye çalışıyordu.

Büyülenmiş bu insanların, hiç etkilenmedikleri bir şey de ateş idi. Ve alevler, kızgın nesneler hiçbir şekilde onlara tesir edemiyordu. İki rahibe ile sarayda çalışan sekiz kişi, Montgeron’a, böyle bir özelliğe sahip olan iki kişiden bahsederek bunların  Marie Sonet ve Gabriella Moler olduklarını söylemişlerdi. Marie Sonet, birçok tanığın ve Montgeron’un gözleri önünde trans haline girerek kaskatı kesilen bedeniyle yanmış vaziyetteki bir ateşin üzerine tutturulmuş iki sandalyeye uzanarak tam otuz beş dakika kalmıştı. Alevlerin her yanını sarıp içinde kalmasına karşın, ne kendisine ne de üzerindeki incecik elbisesine en ufak bir şey olmuştu. Bir başka seansta da, yine aynı şartlarda, fakat bu kez ayakları yanar korların üzerinde olacak şekilde sandalyeye oturmuştu. Belli bir süre böyle bekledikten sonra bir öncekinin aksine, ayakkabıları ve çorapları büyük oranda yanmasına karşın ayak derisinde en ufak bir yara olmadığı görülmüştür.

Moler’in sergilediği fenomen ise, Sonet’in ortaya koyduklarından çok daha dikkat çekiciydi. Çünkü Moler’de araştırmacı Montgeron ve tanıklar huzurunda tamamen alev almış ocağın içine sadece başını sokmakla kalmamış, belli bir süre de böylece bekletmiştir. Bilinen klasik yasalarca başının yüzde yüz olasılıkla tamamen yanması gerekirken, başını ocaktan çıkardığında elbisesine aşırı ısınmasından dolayı kimse el süremezken direkt alevlerin içinde kalan Moler’in derisinde hiçbir iz olmadığı gibi, kirpik, kaş ve saçlarında da en ufak bir yanık izi bile bulunamamıştır.

Moler’in gösterisi bunlarla sınırlı da değildi. Üzerine fiziksel temas eder vaziyette kılıçlarla saldırmalarına ve aynı zamanda bir kürekle şiddetle vurulmasına, dövülmesine rağmen, üzerinde en küçük bir incinme belirtisi dahi oluşturulamamıştı.

Ancak, Montgeron’un  akıl almaz bu vakaları ayrıntılarıyla inceleyerek rapor haline getirmesi, hem sarayı hem de kilise yetkilileri tarafından rahatsızlıkla karşılanınca onu hemen Bastille hapishanesine kapatırlar.

Elbette fenomenler bu olay ve kişilerce sınırlı olmayıp yüzlerce, binlerce örnek bulunmaktadır. Eğer genel olarak bu vakaları ele alırsak, bu olayların daha önceki yazılarımızda değindiğimiz festivallerdeki fenomenlerden çok daha da büyük olduğunu görürüz. Çünkü, isteri nöbeti geçiren bu insanlar bedenlerini her duruma karşın açık bırakmış yani; herhangi bir fiziksel işkence (ağır darbeler, büyük dayaklar) karşısında engel çıkartmayarak, gizlenmeyerek, saklanmayarak ve bu vaziyetteyken de seçtikleri güçlü kuvvetli gönüllüler yardımıyla şiş, kılıç, balta, bıçak...vb başta olmak üzere kalın kütük, kalas, demir (metal) zincir ve sopalarla, büyük balyozlarla kendilerine saldırtarak tüm alışılmış bilimsel yasalara meydan okumuşlardır. Tüm bunları izleyen ve inceleyen kişiler ise, maruz kaldıkları şiddetli etkiler nedeniyle bu insanların, parça-parça, delik deşik olmaları, kesilip biçilmeleri, yanıp kül olmaları, kemiklerinin kırılmaları, boğazlarına saldırmaları yüzünden boğulmaları, çarmıha gerildikleri için ölmeleri gerekirken bunların hiçbiri olmamış, ayrıca en ufak bir çürük, yara...vb izine belirtisine dahi rastlayamamışlardır.

İlginç olan bir yön de; bırakılan ağır nesnelerin, bu kişilerin bedenlerini yerden belli bir yüksekliğe sıçratması ya da ağır nesnelerle şiddetlice vurulmasının o kişilerin ayaklarını yerden kesmesi gerekirken, bu olaylarda böyle bir şeyin gerçekleşmemesidir. Bu da klasik fizik yasalarına aykırı bir durumdur. Çünkü, bir cisim diğer bir cisme çarptığı taktirde enerjisinin bir kısmını ya da tamamını aktararak (o nesnenin yapısına ve çarpışma durumuna göre) nesnenin titremesine, eğilip bükülmesine, hareket etmesine... neden olur. Oysa bu olayda aktarılan enerji, vücuda hiç değmemecesine bir yöne doğru aktarılmış durumdadır ki, bu ateşin yakmaması hali için de geçerlidir.

Kilise öğretisine ters düşen Jansenist Rahibin mezarlığında meydana gelen bu olağanüstü fenomenler, aslında dünyanın çeşitli yerlerinde, malum nedenlerden ötürü, hem belli süreler içinde geçici olarak böyle yeteneklere sahip insanlar hem de farkında olarak Budist rahipleri, Hint fakirleri, Yahudi ve Hıristiyan Azizleri ve Medyumlar tarafından  istenilen her tür yer, zaman ve şartlarda ortaya konmuştur ve de konmaktadır.

Bununla birlikte; bilincin saflaşması yerine, kendilerini kanıtlama, bedene, maddeye hakim olma gösterileri ve shovlar, Müslüman din mensuplarınca da kişisel ya da cemaat, tarikat adı altında da sergilenmektedir ki, bunlar, mistisizmdeki gerçek Tarikat kavramı, sistemiyle ismen (şeklen) aynı olarak görünse de gerçekte hiçbir alakası, ilişkisi yoktur. (Bkz Ruh, İnsan, Cin / Ahmed Hulusi - Holografik Evren / Michael Talbot)

(Devam edecek...)

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 08.04.2003
http://gulizk.com

Dip Not;
(1) Jansenizm, 17 yy. da Cornelius Jansen tarafından Roma Katolik kilisesinden bir Augustinci hareket olarak ortaya çıkan ve Hollanda etkisinde kalmış tutucu bir tarikattır.


Üst Ana sayfa e-mail