28. Bölüm

Bununla birlikte; keşişler de kiliseye bağlılıklarını göstermek için Budist, Hint ve Müslüman fakirleri gibi çeşitli türden (levitasyon, materyalizasyon, şifa, astral seyahat, tayyı mekan, telepati, duru görü...vb maddeye hakim olma gösterileri sergilemekteydiler ki, bunların arasında ateşe karşı bağışıklıkları da olanlar da bulunmaktadır. Zaten bir insanın Azizlik mertebesine ulaşabilmesi için insan toplulukları ya da güvenilir kişiler önünde en az birkaç istidraç göstermesi gerekmektedir. Zaten, Azizlik; kilise tarafından dini görevlerini yerine getiren, nefsini terbiye edip dinsel yaşamda her türlü fedakarlığı yapan ve katlanan ve çeşitli olağan üstü yeteneklere sahip olarak bu halleri sergileyen, gösteren kişilere verilen unvandır. Önceleri bir kişinin Azizliği,  mahalle kiliseleri tarafından belirlenirken, 1234’ ten itibaren bu hak, sadece Papalara tanınmış, verilme şekilleri ve kuralları da 1588’ de Papa V. Sixte, 1634’ te Papa VIII. Urban tarafından konmuş 17.yy sonlarına doğru da Papa XIV. Benoit tarafından bunlara yeni hükümler getirilmiştir. Kısaca Azizlik unvanı bir kişiye kolay kolay verilmemektedir.

Hep yanlış algılanan bir nokta da; Hıristiyanlıktaki Azizlerin, Yahudilikteki (ğadoşların), Hindu, Budist...vs uzak doğu dinlerindeki fakirlerin, kutsal insanların, İslamiyet’teki “Allah dostu”, “Velisi Allah olan kişiler” yani Velilerle (çoğulu Evliyadır) karıştırılmasıdır. Yani bu kelimelerle  işaret edilen mertebeler, “Veli” adı ile işaret edilmek istenen Boyutların karşılığı değillerdir. Ayrıca Azizlik (ki aynı zamanda tüm dinlerdeki kutsal kişilere verilen ortak isimdir) unvanı, dışta görünen birtakım hallere bakılarak ve hatta o özelliklere bile hiç sahip olmayan Papalar tarafından verilirken, İslamiyet’ teki Velilik unvanını zahiren verecek bir kurum, kuruluş yoktur. Çünkü Azizler gibi onların dışarıda kendilerini gösterecekleri bir işaretleri, izleri yoktur. Fakat bu Batınen, Batıni anlamda yoktur anlamında değillerdir. Bu konuda bir Kudsi Hadis “ Onlar  benim örtümün altındadır. Hiç kimse onları tanı(ya)maz” diyerek kısaca olayı bize özetlemektedir. Yani, Veli ismiyle işaret edilen İnsan, sonsuz ve sınırsız Nur Bilinç boyutunu kapasitelerince (hiyerarşik bir şekilde) yansıtan ve varlığı da bulundukları boyut açısından algılayan, değerlendiren ve varlıkta çeşitli oluşumlar meydana getiren birimlerdir. Bu yüzden bir Azizi, bir Budist Rahibi, bir Medyumu... herkes tanımasına karşın, bir Veli’yi ancak bir Veli tanır. Böylece, İnsanların imanlarını artırmak ve Öz Bilince ait birtakım nitelik ve niceliklere işaret etmek amacıyla tamamen gayri ihtiyari, kendi istek ve arzuları dışında, Mutlak Benlik noktasından kaynaklanan fenomenlere “Mucize”, aynı şeyler Evliya’dan meydana geliyorsa “keramet” adı verilmektedir. Eğer bu olağanüstü fenomenler, çokluk boyutuna göre varsaydıkları benlik açısından meydana getiriliyorsa, o zamanda buna istidraç denmektedir.

Özetlersek; Velayet, , birtakım normal üstü yeteneklere sahip olmalarından ötürü bu birimlere üst bilinç(ler) tarafından verilen bir unvan, nişan, isim değil, Nur yapılı bilinçlerin, direkt bu birimlerin bilincinde açığa çıkması suretiyle bu insanların, Hakikâtleri olan Salt Bilinç boyutunda kendilerini tanımaları ile oluşan yaşantının adıdır.(1) Dolayısıyla bir Veli keramet sergileyecek diye bir kural da yoktur. Kaldı ki, bu tür Kudret tezahürleri Mistik alanda hoş karşılanmamakta ve önemli olanın ilmi keramet olduğu bu tür halleri ortaya koyan birimlerce dahi dile getirilmektedir.

Resul ve Nebiler,  bu görevi almadan önce Velayetleriyle yaşarlar. Yani, zahirde Nübüvet kemalatı ile yaşarlarken, Batınlarında da velayet kemalatıyla yaşarlar. Nübüvet Kemalatı ölüm ile son bulurken, Velayet yönleri sonsuza dek devam eder. Bu yüzden, Ahir zamanda Astral (Işınsal) bedenini biyolojik bedene dönüştürerek İmamı Mehdi’nin yanında Muhammedi boyutu ortaya koyacak olan olan Hz. İsa (as)’nın, bu Boyutsal inişi de Nübüvet değil, Velayeti yönüyle olacaktır. Çünkü; Nübüvet, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizle son bulmuştur.

Bununla birlikte; Resul ve Nebiler varlığını (aslında tüm varlık) ilk var olmuş Boyut olan Muhammedi Boyuttan alırken Veliler de, bir madeni  paranın yazı-turası gibi, aynı şeyin diğer bir yüzü olan İmamı Mehdiden alırlar.(2) (Bu yüzleri de mekânsal anlamda değil, yine  boyutsal olarak düşünmek gerekir). Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.) “ Haberiniz olsun ki Allah ilk halk ettiğinde, Kalemi halk etti; de ona; ‘yaz’ dedi. ‘Ya Rabb ne yazayım? diye sordu... ‘kaderi yaz’ dedi... “ işte o saatte kalem, olmuş ve ebeden olacak her şeyi yazdı...” der. Mistik alanda; Evrende var olmuş ve olacak her şeyi oluşturan Kalem’e İnsanı Kâmil, (Hakikâti Muhammedi) denir. Bu İnsanı Kâmil’in Aklına Aklı Evvel, Ruhuna da Ruhu Azam (Ruhu Muhammedi) denmektedir. Günümüz bilimince ise; Kalem’e, İlim Sıfatının Mazharı olan Kozmik Bilinç, Salt Şuur ya da Salt Nur adı verilmektedir. Yine bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.) “Ya Cabir, Allah önce Aklımı yarattı” “ Ya Cabir Allah önce Benim Nurumu yarattı ve bütün mahlukatın nurunu da Benim Nurumdan halk etti” diyerek her birimin Özünde holografik olarak mevcut olduğunu ifade etmektedir. Aynı şekilde; “Tüm Âlemlerin onun yüzü suyu hürmetine, O’nun için yaratılması ya da Âlemlere Rahmet olarak gelmesi ...” denilen halde, yine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin bizim kendi algılarımıza göre kabul ettiğimiz yönüyle değil, pik noktada sahip olduğu Evrenselliğin yani Sonsuz Sınırsız Bilinci ve Kudreti yönüyledir.(Bkz. Sistemin Seslenişi I / Hz. Muhammed Neyi Oku du / Kendini Tanı – Ahmed Hulusi )  

Dolayısıyla, bu Nurdan yaratılan tüm varlık ve insan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bu anlamda, Boyutsal olarak ne kadar yaklaşırsa o oranda hem kendi Hakikâtni hem de Evrensel sistemin işleyiş prensiplerini algılar. Bu yüzden, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i gerçek anlamda değerlendirmek için, bu Bilinç noktası açısından bakabilmek gerekir ki, o zaman da O’nu değerlendiren acaba kim olur.?

Tekrar konumuza dönersek; böyle yeteneklere sahip olup da isteği dışında bu tür fenomenlerin açığa çıkması Aziz ve Azizelerde görülmektedir, diyebilriz. Bunlardan 16. yy.da yaşamış Avilalı Azize Teresa, kendi isteği dışında havalanmasıyla ünlüydü. Öyle ki levitasyon hissi kendisine geldiğinde, diğer rahibelerden kendisini tutmaları için yardım istemekteydi. Bu durumu Azize şöyle ifade etmektedir: “ Havaya yükselme hissi geldiğinde ne yapacağımı şaşırıyorum. Karşı koymaya çalıştığımda, ayaklarımın altından gelen büyük bir güçle havaya itiliyorum ya da kaldırılıyorum”  

Olağanüstü yetenekleriyle ünlü bir başka Aziz, Paulalı St. Francis de nar gibi olmuş korları rahatlıkla eline alıp tutabilmekte, buna karşın hiçbir zarar görmemekteydi. Hatta 1519 yılında güvenilir sekiz tanığın gözleri önünde, yanmakta olan fırının içine girmiş ve fırının kırılmış duvarlarını tamir etmiştir. Alev alev yanan fırının tam içine girip uzun bir süre kalmasına rağmen, vücudunun ve elbiselerinin üzerinde en ufak bir yanma izi görülmemiştir.

Bu hayatın zevk ve eğlence dünyası olmadığını, bu yüzden de insanın aslına ve dolayısıyla cennete ulaşması için çile çekmesi gerektiğine inanan ve bu yolda yaşam sürdüren bir başka kutsal insan da 17.yy. da yaşamış olan Aziz Joseph’tir. Çocuk denecek yaşta kendini dine adayarak bazen günlerce yemeden içmeden duran, soğuk günlerde ince elbiselerle dışarıda saatlerce, günlerce dolaşan, az uyuyarak daima derin bir tefekkür ve ibadet halinde olan ve hatta kendini kırbaçlamaktan dahi çekinmeyen bu kişide de birtakım olağanüstü hallerin yanında levitasyon fenomeni de gözlemlenmiştir. Azizi saran vecd halinin getirdiği duygusallık ve heyecan  onun bir anda havaya yükselmesine neden olmaktaydı. Hatta bir keresinde halkın topluca bulunduğu pazar ayini sırasında bu olay cereyan edince, insanlar tarafından tepki çekmeye başlar ve bu durumdan yavaş yavaş rahatsız olan kilise yetkilileri de onu insanlardan uzaklaştırarak bir manastıra kapatırlar (orada da havalanma olayları hız kesmeksizin aynen devam eder). Ancak papa VIII. Urban, onu ziyaret edip kendisi de bu olaylara tanık olunca bu işin Tanrı’ nın bir mucizesi olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyip onun bir Aziz olduğunu dile getirir(ilan eder). 

Kutsal kitaplarda da,ateşe atılan insanların inançları sayesinde hiçbir zarar görmeksizin kurtuldukları yazılıdır. Örneğin, Tevrat’ta Kral Nabukednazar’ın Kudus’ü işgâl ettikten sonra halka kendi heykeline tapınması için baskı yaptığı belirtilir. Ancak Shadrack (Şadrak), Meshach (Meşak) ve Abednego inançları uğruna bunları reddder ve kralın emrine karşı gelirler. Buna karşın, kral da bu üç kişiyi, her zaman hiç sönmeksizin yanan fırının içine atar. Fırın o kadar sıcaktır ki, alevler, onları ateşe atan cellatları bile yakarak öldürmüştür. Fakat bu üç kişi, imanlarının kendilerine verdiği güç sayesinde kurtulurlar. Öyle ki, saçları, kirpikleri ve elbiselerinde en ufak bir yara, iz olmadığı gibi, üzerlerinde duman kokusu bile yoktur. Bu olay şöyle anlatılır: “Prensler, valiler, denizciler ve kralın danışmanları toplandılar. Bu adamların gövdelerini, ateşin etkilemediğini gördüler. Ne saçlarının tek bir teli alazlandı ne giysilerine bir şey oldu, ne de yanık kokusu çıktı”.

İlkçağ tarihçilerin kayıtlarında, felsefecilerin, yazarların eserlerinde ya da takip eden tarihlerde, hükümet ve Kiliseye ait çeşitli resmi raporlarda, inançlarından ötürü (ya farklı dinlere mensup ya da mezhep kavgaları yüzünden) yakalanarak ateşe atılan medyumların, benzeri fiziksel etkilerle veya ateşe atılarak yakılmak istendiği ancak ateşin içinde kalmalarına karşın hiçbir zarar görmeksizin kurtuldukları da belirtilmektedir. Birden fazla fenomeni içinde barındırması bakımından ilginç bir örnek de; 17. yy sonlarında Kral 14. Lous’in Protestan bir hareket olan Huguenotları işkence ve katliam da dahil olmak üzere Fransa’dan temizlemeye çalıştığı sırada, Cevennes Vadisi’nde yaşayan Camisardlar olarak adlandırılan tarikat üyelerinde görülen benzeri olaylardır. Fransız birliğinin başı olan Albay Jean Cavalier, giriştiği bu eylemin başarısızlığından dolayı İngiltere’ye sürülmüş ve orada buna neden olan olağanüstü olayları 1707 yılında “çölde bir çığlık” adlı kitabında yazmıştır. Öyle ki, bu gruba ne uygulanırsa uygulansın, bir türlü zarar verilemiyordu. Kurşuna dizilmelerine karşın, saçmalar elbiselerini delmiş, fakat bedenlerinde en ufak bir iz dahi oluşturamamış ve saçmalar,  yassılaşmış bir şekilde, yerlerde ya da elbise ile vücut aralarında bulunmuştur. Bu duruma sinirlenen işkenceciler, bu insanların ellerini kızgın kömürler üzerine bastırmalarından da bir sonuç alamayınca bu sefer gaza bulanmış pamuklara sarıp  ateşe verirler. Ancak yine başarılı olamazlar. Üstüne üstlük,  dini hareketin lideri Claris de, kendi isteği ile bir odun yığını yaptırtıp bunun üzerinde vecd içinde bir konuşma yapar ve bu durumda iken odunun ateşe verilmesini ister. Ateşin içinde kalmasına ve alevlerin her yerini sarmasına rağmen, altı yüz kişinin gözleri önünde konuşmasına aynen devam eder. Odunlar yanıp tükendiğinde ise, Claris’in elbiselerinde, saçlarında,kirpiklerinde en küçük bir yanma belirtisinin olmadığı görülür. Bu olayların ayrıntılı bir dokümanı, resmi bir rapor halinde Roma’ ya gönderilir.

İstidraç yeteneklerini çok geniş bir alanda rahatlıkla (zorlanmaksızın) ortaya koyan başak bir kutsal insan da Hintli Satya Sai Baba’dır. İllüzyonist ve bilim adamlarınca da incelenip araştırılarak, hile olasılığının dahi düşünülemeyeceği bir biçimde sergilediği olağan üstü yetenekleri onaylanan Sai Baba, şifa vererek  her tür ölümcül hastalıkları iyileştirdiği gibi, isteğe bağlı olarak çeşitli nesneler, altın mücevherler ve her tür yiyecekler materyalize edebilmekte yanı sırada nesneleri farklı maddelere dönüştürebilmekte ve hatta ölüleri dahi diriltebilmekteydi...

(Bkz. Sistemin Seslenişi I / Hz. Muhammed Neyi Okudu / Kendini Tanı – Ahmed Hulusi, Fusus ül Hikem / II. Fass – M. İbnü’l Arabi )  

(Devam edecek...)

 

                                                                                       hologramk@yahoo.com
İstanbul - 01.05.2003
http://gulizk.com

Dip Not;

(1). Elbette bu da bir anda değil, belli bir süre içerisinde hem ilmi hem de bedenen yapmış oldukları çalışmalar sonucunda, meydana gelmektedir.

(2) Bunu, gerek Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz gerekse de İmamı Mehdi’ nin, dünyaMIZ da görünen bedensel yönleriyle değil Evrensel Bilinç Boyutundaki yönleriyle düşünmemiz gerekir.

 


Üst Ana sayfa e-mail