Nasıl
ki; Cinler birer boyut olarak örtük düzende mevcut olup bu
boyuttan algılanan ve ortaya konanlar da “istidraçları”
oluşturuyorsa, aynı şekilde meleklerin (Meleki özelliklerin) bir boyut olarak birimin Gizli
Düzeninde var olması da, mucizelerin ve kerametlerin bu boyuttan
kaynaklandığını bize göstermektedir.
Bununla birlikte; İstidraç sahiplerinde görülen olağan üstü
haller, “Keşfi Kubur” ve “Fethi Zulmani”, Mucize
ve Keramet ehlinde meydana gelen harikulade olaylar da,
Keşfi Nurani ve Fethi Nurani özelliklerinin sonucu
olarak ortaya çıkar. Ayrıca, ifade etmeye çalıştığımız Bilincin
bu özellikleri de, kendi içerisinde çeşitli düzeylere
ayrılmaktadır. İlham, İstidraç sahiplerinde
maddeye (çokluk boyutuna) dönük olarak belirirken,
Velilerde sisteme ve öze dönük olarak meydana gelir.
Vahiy ise, sadece Resul ve Nebilerde açığa çıkar. Bu
nedenle, ilham ile vahiy kesinlikle bir birine
karıştırılmamalıdır.
Şimdi, mucizelerle ile ilgili örneklere geçmeden önce, bu konuyu
çok iyi anlayabilmemiz için mucizeleri üç grupta sınıflandırmaya
çalışalım:
Birinci bölümdeki mucizeler; gerçekte anlatıldığı şekliyle
var olmayıp tamamen insan bilincinin
boyutsallığındaki belli gerçeklere işaret etmek amacıyla
anlatılmış olan Mecazi, Sembolik ifadelerdir.
Mesela,
Yunus Nebi’nin, gerçekte yunus balığının karnına girmeyip
Nübüveti sırasında kimsenin kendisini dinlememesi üzerine bu
durumu “Hidayet Allah’tandır” hükmünce değil de,
bu başarısızlığı kendinden bilmesi sonucu (hakikâtinden
perdelenerek) Nefsine zulmetmek suretiyle, kendisini dünyevi
değerlere, beşeri işlere salıvermesi, bırakması (burada dünya ve
değerleri balık olarak tasvir edilmiştir),
Hz. Muhammed (sav)’in gerçekte gölgesi olmasına karşın,
“gölgesinin olmadığı” sözünün mistik dille “fena fillah”
anlayışını ifade etmesi (Papaz Bahira’nın Hz. Muhammed (sav)’ in
daha küçükken ona gölgelik oluşturması için peşinden giden
bulutu görmesi, münferit bir olay olarak doğrudur.),
Hz. Muhammed (sav)’in çocukken ve miraç öncesinde, bildiğimiz
anlamda kalbinin fiziki olarak yarılarak temizlenmeyip,
Evrensel Bilinci taşıyabilmesi için genetik yollu
intikal eden beşeriyete ait şartlanmalar, değer yargıları ve
duyguların Cebrail (as) tarafından belli dalgalar
gönderilmek suretiyle Şuurunda arındırma işleminin
gerçekleştirilmesi,
Hz Adem(as)’ın, Nuh (as)’un gerçekte 900~1000 yıl gibi uzun
yaşamayıp normal ömür sürdürmeleri, bu ifadelerin onların
şeriatlarının geçerli olduğu yıl, sene olması...vb
İkinci gruptakiler ise; gerçekte olmamasına (oluşmamasına)
karşın, sadece onu algılayanlar tarafından oluştuğunun
görülmesidir ki, bunlar da birer mucizedir. Mesela; Hz.
Muhammed (sav)’in, Ebu Bekir ...vd. ile birlikte yolda yürürken,
orada olması ve yanındakileri tarafından görülmesine
karşın, onu yerden aldığı taşla öldürmeye gelen Ebu Leheb’in
karısı tarafından görülmemesi ve onun nerede olduğunu
sorması,
Ay’ın gerçekten yarılmamasına karşın, Hz. Muhammed
(sav)’in beyninden yayınlanan bu istikametteki dalgaların mucize
isteyenlerle birlikte o bölgenin dışındaki bazı insanların
beyinleri tarafından alınıp değerlendirilmesiyle görülmesi,(o
ve önceki dönemlerde gökyüzündeki tüm gezegen ve yıldızlar her
an gözlemlenmekte olup bunların konumları, dolanım süreleri,
günümüzdeki bilgisayar ve teknolojik aletlerle elde edilen
veriler gibi hassas ölçülmesine rağmen, böyle bir olay
gözlemlenmemiş ve kaydedilmemiştir.)
Ebu Bekir ile birlikte hicret sırasında, kendilerini öldürmek
için takip eden Mekkelilerden saklanmak amacıyla girdikleri
mağaranın önünde bir anda beliren örümcek ağının ve kuş
yuvasının, yine Hz. Muhammed (sav) Efendimiz tarafından onların
beyinlerine gönderdiği impulslar sonucu maddeleşerek görünmesi,
Musa(as)’nın firavunun karşısında, elini koltuğunun altına sokup
tekrar çıkarttığında elinin gözleri kamaştıracak şekilde Nur
gibi parlaması,...vb
Üçüncü kısımdakiler ise; gerçekten bilfiil olmuş
mucizelerdir ki, örneklerini sunacaklarımız
genelde bu grupta olanlardır. (Ayrıca, gerçekten
gerçekleşmiş bu mucizelerin Batıni anlamları da bulunmaktadır.)
Örneğin; Hz. İbrahim (as)’in mancınıkla ateşin içine
atılması, fakat elbiseleri de dahil kendisine
hiçbir şey olmaması, bir kuşu dört parçaya bölüp bu
parçaların her birini çok uzak noktalara yerleştirdikten sonra
kuşu çağırmasıyla kuşun birleşip canlanması, Musa
(as)’nın kızıl denizi yarması ve kudret helvası ile
bıldırcın etini materyalize etmesi, Hz. Muhammed
(sav)’in Miraç hadisesi...vb.
Bu detaylı bilgileri verdikten sonra, şimdi Hz.İsa(as)’nın
mucizelerine geçebiliriz.
Bir gün öğrencileriyle kayığa binerek göle açılan İsa (as),
belli bir süre sonra uyumaya başlar. O sırada da fırtına patlak
verir göl çalkalanmaya başlar. Paniğe kapılan öğrenciler hemen
ona seslenirler ve Hz İsa (as) onlara korkmamaları gerektiğini
belirterek tabiata hükmetmek suretiyle, fırtınayı ve azgın
gölü azarlayarak ortamı sütliman hale dönüştürür.
Celile ile karşılıklı bir konumda bulunan Gerasalılara ait bir
bölgeye geldiğinde O’nu, cinlerin etkisi altında kalmış ve bu
yüzden mağaralarda, mezarlıklarda yaşayıp çıplak gezerek
insanları korkutan ve bazen de avaz avaz bağıran bir adam
karşılar. Öyle ki, adam ellerinden ve ayaklarından zincire
vurulmasına ve başına bir nöbetçi konmasına rağmen, cinlerin
etkisiyle kendinden geçtiği sırada bağlarından kurtulup ıssız
yerlere kaçıyor, insanlara saldırıyor, kendisini taşlarla
yaralıyor ve hiç kimse onu zapt edemiyordu. Çoğu zaman adamı ele
geçiren cin, nerede bulsa yere çalıyor, bağırmasına,
ağzından köpükler çıkartmasına, dişlerini gıcırdatmasına neden
oluyor ve bu esnada adamın vücudu öyle kaskatı kesiliyordu ki
kimse ellerini ve avuçlarını açamıyor böylece yara bere içinde
kalıyordu. Hatta birkaç kez, cinler onu öldürmek
için ateşe ve suya bile atmışlardı. Hz İsa (as)
‘nın yaklaşmasıyla ondan etkilenen cin, sıkıştırarak adama azap
vermeye ve her zamanki gibi onu yere vurup şiddetle sarsarak
aynı şeyleri oluşturmaya başladı.
Bu nedenle, çığlık atarak onun önünde diz çöken bu adam,
kendisine işkence etmemesi için yalvardı. Bu sırada, Hz. İsa
(as): “Ey kötü ruhlar adamın içinden çıkın ve ona bir daha
zarar vermeyin ” der demez çocuğun ses tellerini
kullanarak konuşan cinlerin isteğiyle yakınlarında bulunan iki
bin civarındaki domuz sürüsünün içine yönlendirildi ve içine
girdikleri domuzları, dik yamaçtan aşağıya atlatarak onları
öldürdüler. Böylece, adam tamamen normale döndü ve buna tanıklık
edenler, bu olayı her yere yaydılar.
Hastalıkların
her türüne şifa da verebilmekteydi
ki, bunlardan çoğu da anadan doğma (doğuştan) sakat ve
hastalıklı olanlardı. Mesela; iki kör adam gelerek
kendilerine yardım edilmesini isterler. İsa (as) “Bunu
yapabileceğime inanıyor musunuz?” diye sorar, “evet”
yanıtı alınca onları gözlerine dokunmak suretiyle
iyileştirir. Bu olaylara birebir şahit olan insanlar,
şifa bulmak amacıyla gelmeye devam ederler. Bunların biri de,
cinni etki altında kalarak konuşamaz, dilsiz bir halde olan
bir insandır ki, İsa (as) bu insanı da cinlerden
kurtarır ve böylece adam konuşmaya başlar.
Kimi şifa mucizelerini de, hastayı hiç görmeksizin
uzak mesafelerden meydana getirebilmekteydi. Bunların
birinde bir saray memuru Hz İsa (as)’ya gelerek “çocuğum
ölmeden yetiş” diyerek yardım ister. Ha İsa( as) da “git
oğlun yaşayacak” der. Adam hemen Celile’den Kefernahum’a döner
ve çocuğunun iyileştiğini görür. Bunun ne zaman
gerçekleştiğini sorduğunda ise, tam İsa (as) ile konuştuğu
sırada gerçekleştiğini anlar. Buna benzer bir olayda da,
bir yüzbaşı, ölüm döşeğindeki felçli uşağı için yardım ister,
fakat ona layık olmadığını düşündüğünden evine çağırmaz ve adam
“sen yeter ki bir söz söyle, uşağım iyileşir” der.
İsa (as) adamın bu davranışı ve ona karşı söylemiş olduğu sözler
üzerine “ Size doğrusunu söyleyeyim. Ben böyle bir imanı
İsrail'de kimsede görmedim” der ve yüzbaşıya dönerek “Git,
inandığın gibi olsun” dediği sırada, uşak
iyileşir.
Bir defasında da, cinni etkilere maruz kalmış saralı bir
çocuğu havarileri iyileştiremediği için babası onu İsa(as) ‘ya
getirir. O sırada kendilerinin neden yapamadıklarını
sorduklarında İsa(as) “ İmanınız kıt olduğu için...Bir
hardal tanesi kadar imanınız olsa dahi, şu dağa ‘buradan, şuraya
göç’ derseniz, göçer. Sizin için imkânsız bir şey kalmaz”
der. Aynı şey Thomas İncilinde şöyle ifade edilir. “
ikiyi Bir yapınca İnsanoğlu olursunuz. Ve eğer derseniz “uzaklaş
ey dağ” dağ uzaklaşacaktır.”
Sur bölgesinden ayrılıp, Sayda yoluyla Dekapolis’ten
geçerek Celile Gölü’ne geldiğinde, ona sağır ve dilsiz bir adam
getirirler. İsa (as), parmaklarını adamın kulaklarına
sokup daha sonra da diline tükürmesiyle birlikte elini dilin
üzerine dokundurur. Bu sırada da göğe doğru bakıp içini çekerek
adama “açıl” der. O sırada hemen adamın kulakları açılır ve dili
de çözülerek düzgün bir biçimde konuşmaya başlar.
Yine bir gün İsa (as), havarileriyle yolda yürürken
kör bir adam görür ve hemen yere tükürerek tükürüğüyle
oluşturduğu çamuru adamın gözlerine sürmeye başlar.
Sonrada adama Şiloha Havuzuna giderek orada yıkanmasını
söyler. Adam denileni yapar, yıkanır yıkanmaz
gözleri açılır.
Her tarafını cüzzam kaplamış olan bir adam da bir gün Hz
İsa(as)’nın önünde diz çöker ve ona, isterse hastalığından
kendisini kurtarabileceğini söyleyerek yardım diler. Hz
İsa (as) ona dokunur dokunmaz, adam hemen cüzzamdan
kurtularak tertemiz olur. Tamamen iyileştirdiği hastalar
arasında felçliler de bulunmaktadır ki, böyle biri dört kişi
tarafından kendisine getirildiğinde uzaktan adama “sana
söylüyorum, kalk döşeğini topla evine git” der. Ona
dokunmaksızın şifa verdiği adam hiçbir şey yokmuş
gibi kalkar ve evine gider.
Elbette, şifa verme olayları bu anlatılanlarla sınırlı değil.
Çünkü, bir günde yüzlerce hasta geldiği gibi, gelemeyenlere de
kendi gitmekte ve yaptığı mucizelerle halkı imana davet
etmekteydi. Ayrıca bilinip de kayıtlara geçmeyen, yazılmayan
çeşitli birçok mucizesi de bulunmaktadır.
Bir defasında da, hem onu dinlemek hem de hastalıklarına kesin
şifa bulmak amacıyla köylerden ve kasabalardan onun yanına
gelmişlerdir. Vakit geç olunca da havarileri gelerek halkın
açlıklarını gidermesi için kente dönmelerine izin vermesini
isterler. Hz. İsa (as) bunu kabul etmez ve “elinizde ne varsa
verin” der. Fakat havariler, ellerinde sadece beş ekmekle
iki balıktan başka bir şey olmadığını bunun da 6~7 bin kişiye
yetmeyeceğini söylerler. İsa (as) ise malzemeleri alarak
halkın çimenlerin üstüne oturmasını söyler. Dua ettikten sonra,
balık ve ekmekleri havarilere vererek bunları halka dağıtmasını
ister. Öyle ki, yiyecekler yoktan materyalize olup sonunda
on iki sepet dolusu yiyecek artmak suretiyle herkes tamamen
doyar.
Bundan sonra İsa(as), oradakileri evlerine uğurlayıp dağa
çıkarak dua edeceğini bu yüzden de öğrencilerinin kendisinden
önce, karşı kıyıdaki Beytsayda’ya doğru gitmelerini buyurur.
Akşama doğru yalnız kalan Hz. İsa(as), havarilerinin ters yönde
esmekte olan rüzgar dolayısıyla kürek çekmekte çok
zorlandıklarını ve Celile Gölü’nün ancak ortasına kadar
gidebildiklerini görür. Sabaha karşı İsa (as), suyun
üstünde yürüyerek onların yanına doğru gider. Onun
geldiğini fark edemeyen havariler ise hayalet gördüklerini
zannederek korkuya kapılırlar. Ancak gelmekte olanın İsa (as)
olduğunu görünce rahatlarlar. İçlerinden Petrus, İsa
(as)’dan izin alarak su üstünde yürümek suretiyle onun yanına
gitmek ister, kayıktan iner. Fakat rüzgarın sert
estiğini fark edince korkmaya, panik duymaya (vehim
oluşturarak) sonucunda da yavaş yavaş suya batmaya başlar
ve “Rab yardım et” diye bağırır. Elinden
tutan İsa (as) ona “ ey imanı kıt adam, neden
kuşkuya düştün!” der. Sonra kayığa binerler. O sırada
rüzgar da hemen diner.
Nesneleri farklı cisimlere dönüştürmesiyle
ilgili bir mucizeyi de, Celile’nin, Kana köyünde bir düğün
sırasında gerçekleştirdi ki (kırk günlük bebek iken
konuşması hariç), bu onun ilk mucizesi
olarak bilinmektedir. Hz. Meryem oğlunun yanına gelerek her biri
seksenle yüz yirmi litre olan altı taş küp
dolusu şarabın bittiğini söyler. Havarileriyle düğüne
katılan Hz. İsa (as) da, hizmetçilere bunların ağzına
kadar su ile doldurulmasını sonra da şölen başına
götürülmesini söyler. Hiçbir şeyden haberi olmayan şölen başı
şaraba dönüştürülen bu suyun tadına bakar ve “herkes önce
iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar. Ama sen iyi
şarabı şimdiye dek saklamışsın” diyerek bunun “şarapların
en iyisi” olduğunu belirtir.
Nesneleri var etme ile ilgili bir örnekte de, henüz yeni iman
etmiş olan havarilerin, İsa (as)’dan kendileri için
mucizevi bir sofranın indirilmesini (materyalize edilmesini)
istemeleridir. Buna karşın İsa (as) ise, böyle bir
talebin iman sahiplerince istenmemesi, hatta teklifin bile
düşünülmemesi gerektiğini, çünkü bunun, hem Allah’ın kudretine
hem de kendi Nübüvetine şüphe duyulduğu ve bunun da küfür
anlamına geleceğini söyleyerek mucizelerin ancak
inançsız olanları imana davet etmek amacıyla ortaya konan bir
şey olduğunu belirtir. Ancak havariler bu isteklerinin
iman meselesi değil, hem İlahi bir lutfa mazhar
hem de Allah’a daha yakin (İkan sahibi) olmak
anlamında kalplerinin (şuurlarının) mutmain olması
ve onun Nübüvetinin doğruluğunu Hakkel Yakin
olarak görmek, bilmek için bunu dile getirdiklerini söylerler.
Niyetlerinin bu şekilde olduğunu anlayan İsa(as), bunun üzerine
onlar için sofrayı oluşturur (materyalize eder). (1)
Yapmış olduğu en büyük mucize şüphesiz, cansız nesnelere
ve ölü canlı bedenlere hayat vererek ölüleri diriltmesiydi
( ki bu sayı da en az dört olarak bilinmektedir.) Öyle ki,
yerden aldığı çamurdan bir kuş yapar ve ona üfleyerek gerçek bir
kuşa dönüştürürdü. Hayat bulan kuş da Hz İsa(as)’nın avuçları
arasından çıkarak uçmaya başlardı. Beyazidi Bestami hazretleri
de, öldürdüğü bir karıncayı avuçlarının arasına alıp ona üflemek
suretiyle tekrar diriltmişti.
Diriltme ile ilgili bu örnekler ise şöyledir:Bir gün kentin
birinde iken, bir havra yöneticisi İsa (as)’nın ayaklarına
kapanarak ölmekte olan küçük kızı için yardım
ister. Çünkü adam, eğer İsa (as) çocuğun üzerine elini
koyarsa onun dirileceğine inanmaktadır. Bu sırada On
iki yıldır kanaması olan bir kadın da, Hz İsa(as)’nın
elbisesine dokunduğu taktirde şifa bulacağına
inanır ve öyle de olur. İsa (as) “bana kim dokundu”
deyince, havarisi Petrus, etrafının kalabalık olduğunu
dolayısıyla bunun kazayla olduğunu söyler. İsa (as) tekrar eder:
“Birisi bana dokundu...içimden bir gücün akıp gittiğini
hissettim” dediğinde, kadın davranışını saklayamayarak,
korkar bir vaziyette onun ayaklarına kapanır ve yaptığının
nedenini anlatır. Cevaben İsa (as) ise, “ kızım, imanın
seni kurtardı. Esenlikle git” der. Bu sırada kızın
bulunduğu evden gelen biri, babasına kızının öldüğünü, bu
nedenle İsa(as)’yı artık rahatsız etmemesini söyler. Fakat, Hz.
İsa(as) adama döner “korkma iman et, kızın kurtulacak,...O
ölmedi sadece uyuyor” der ve hemen kızın yanına gider.
Ancak, evin içine yalnızca birkaç havarisi ile birlikte kızın
ailesinin girmesini ister. Bazıları ise, dışarıda kızın kesin
öldüğünü bildikleri için onunla alay etmeye başlarlar. İsa (as),
ölmüş olan kızın elini tutarak “kızım kalk” der,
kız hemen canlanır ve ayağa kalkarak yürümeye başlar. Sonrada
kıza yemesi için bir şeyler verilmesini ister. (İslam
kaynaklarında, bu kızın bir gün ölü kaldıktan sonra diriltildiği
yazılmaktadır.
Bir başka diriltme olayında ise, İsa (as) Nain adlı bir kente
geldiğinde, dul bir kadının tek oğlu olan bir adamın cenazesi
kaldırılmaktaydı. İsa (as) kadına acır ve götürülmekte olan
cenaze sedyesine dokunarak onları durdurur. Birden “delikanlı...sana
kalk diyorum” der. Adam dirilir sonra da
herkesle konuşmaya başlar.
Diğer bir örnek de, ablaları Meryem ve Marta, İsa (as)’ ya
gelerek kendisinin de çok sevdiği kardeşleri Lazarus’ un ölmekte
olduğunu ve her an kaybedebileceklerini, bu yüzden onun yanına
giderek yardım etmesini isterler. İsa (as) da korkmamaları
gerektiğini, çünkü bu hastalığın ölümle sonuçlanmayacağını,
dolayısıyla Lazar’ın yaşayacağını söyler. İki kız kardeş bu
haberle evlerine döndüklerinde kardeşlerinin ölüsü ile
karşılaşır. Buna karşın İsa(as), Lazar’ın yanına Yahuda’ya hemen
gitmez, üstüne üstlük iki gün de orada oyalanır. Lazar ‘ın
yanına şehre yaklaşırken, onu karşılayan ablası Marta, artık her
şeyin çok geç olduğunu ve ona hiçbir şey yapılamayacağını, çünkü
onun öleli dört gün olduğunu bildirir. Allah’tan ümidin
kesilmeyeceğini Marta’ya söyleyen İsa(as): “
Diriliş ve Yaşam Benim. Bana iman eden kişi, ölse de
yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Bana
iman ediyor musun?” sorusuna “evet” cevabını alan İsa
(as), kendisinin mezara götürülmesini söyler. Mezar bir
mağaranın içinde bulunmaktaydı. Girişinde de büyük bir taşla
kapatılmıştı. Hz. İsa(as) taşın kaldırılmasını söylediğinde,
oradakiler ölünün kokmuş olduğunu, bu yüzden bunun
bir işe yaramayacağını düşünürken, birden İsa (as) “Lazar
dışarı çık” diye haykırır. Lazarus elleri, ayakları
sargıyla, yüzü de bezle sarılmış olarak dışarı çıkar yaşama
devam eder. Bu mucize karşısında, ona inanmayanların birçokları
hemen ona iman ederler.
Ancak Hz, İsa(as)’nın ortaya koyduğu bunca olağanüstü hallere
karşın, hâlâ bir türlü tatmin olmayan Yahudilerden
bazıları vardı ki, bu diriltilen kişilerin belki de
gerçekte ölmediğini, bu yüzden de ondan daha büyük bir mucize
oluşturmasını ve bunun bir iki günlük değil de birkaç bin
gibi çok uzun yıllar önce ölmüş birinin diriltilmesi şeklinde
olmasını isterler. Mesela bu, Hz. Nuh’ un oğlu Sam
olabilirdi. Bunu kabul eden İsa (as), Sam’ın mezarı başına
giderek onu diriltir. Hayata dönen Sam, oradakilerle konuşarak
Hz. İsa (as)’nın Risaletine şahadet eder ve tekrar ölür.
Ancak bu büyük mucizeye karşı iman edenler çıkmış olsa da
yine de çoğunluğu, bunun apaçık bir sihir olduğunu
dile getirerek yine onu red, inkâr etme yoluna giderler.
Bkz. Cuma Sohbetleri, Dua Ve Zikir - Ahmed Hulusi / Matta,
Markos, Luka ve Yuhanna İncili, Barnabas İncili)
Devam edecek...
hologramk@yahoo.com
İstanbul
- 18.09.2003
http://gulizk.com
Dip Not;
(1)Bu ve
benzeri konularda geçen, gökten indirme, gökten gelme (inme),
gökten getirme...vb kavramlar, istenilen şeyi imgesel
boyuttan melekler aracılığıyla maddesel boyutta var kılmak,
oluşturmak,oluşmak... demektir. Yoksa; ötelerde,
gökyüzünün her hangi bir yerinde, ötesinde veya boyutlarında
hazırlanmış birtakım şeyler var da onlar kanatlı melekler
tarafından buraya getirilmiş değildir.
|