Bu
olay ayetlerde, “Ve biz Allah’ın Nebisi; Meryem oğlu İsa
Mesih’i öldürdük” demeleri ile de azaba müstehak oldular. İsa’yı
öldürmediler ve asmadılar. Lakin, onlara İsa gibi gösterildi.
(öldürülen kişi için) ... Ve yakinen onu öldürmediler” Nisa
157
“Allah,
İsa’ya, Ey
İsa ben seni vefat ettirip kendime yükseltip kaldıracağım. Seni
küfür ve günahlardan temizleyeceğim.”
Ali-İmran 55
İfadeleriyle
Hz.. İsa(as)’ın değil, onun benzerinin çarmıhta öldürüldüğü,
ancak Hz.. İsa(as)’ın da Vefat ettiğini (öldüğünü) de açıkça
ifade etmektedir. Bu nedenle, Hz. İsa (as)’ın tekrardan
yeryüzüne gelirken (ki hadislerde 33 yaşında harekete geçeceği
söylenmekte) ne herhangi bir araçla gökten zembille iner gibi
inecek ne de tıpkı Terminatör filmindeki gibi, fantastik bir
şekilde, karadelik tünellerini kullanarak o andaki bedeniyle
zamanda yolculuk yapar bir biçimde ortaya çıkacaktır. Çünkü,
boyutsal anlamda gökyüzünden yeryüzüne inme olayındaki gökyüzü
kavramı; şuur ve onun yönettiği Ruh (mikrodalga) boyutu,
yeryüzüne gelişi de bu boyuttan maddesel düzeye yönelmek
suretiyle ortaya çıkma şeklinde düşünülmelidir.
Zaten
sufizm kaynaklarında, bilindiği üzere, yedi mertebeden
oluşan Fetih özelliğinin sadece altıncı mertebesine
sahip olanların bunu gerçekleştirebildiği ve bu mertebeye sahip
olan Hz. İsa(as)’ın da Ruh bedenini, maddesel bedene dönüştürmek
suretiyle anne karnından tekrar bu boyuta döneceği ifade
edilmektedir. Fethin ilk iki mertebesi, Zulmani olarak istidraç
sahiplerinde mevcuttur. Üçüncü mertebeden itibaren de Fethi
Nurani olarak bilinir. Üçüncü mertebede her iki düzeydeki
özelliklerin yanı sıra Resulullah ve diğer Nebi, Resul ve üst
düzey Evliyaullahla her an direkt görüşülmekle birlikte, Bilinç
düzeyini artırarak birtakım evrensel sırlara vakıf
olmaktadırlar. Altıncı mertebede de, dünyaya geri dönme özelliği
vardır. Yedinci mertebe ise sadece Hz. Muhammed (sav),
(dolayısıyla İmamı Mehdi) ve o kemalata sahip üstün İnsanlara
aittir. Bu boyutun sahip olduğu Bilinç düzeyinin altında kalan
diğer bazı velilerin Bilinç seviyeleri için Hz. Muh (sav)
“Benim ümmetimin Âlimleri, Beni İsrail peygamberleri gibidir”
sözü ile ifade etmektedir. Hadiste ismi geçen bu Âlimler,
bildiğimiz anlamdaki kitapları yalayıp yutan, belli bir bilgi
birikimine sahip insanlar değil, Velayet Kemalatına sahip
Velilerin de en üst düzeyinde yer alan İnsanlardır.
Bunlarında sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Kaldı ki,
Resuller “Mutlak Benlik” boyutundaki aynı Bilinç
düzeyinde yer almalarına karşın, bu Bilinç düzeyinin de bir
tabanı ve bir tavanı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Resul vardır;
Resullerin Resulüdür, Resul vardır; Resulün Resulleridir. Hz.
Muhammed (sav) Efendimiz de, tüm Resullerin Resulü olarak bu
Bilinç boyutunun zirve noktasındadır.
Buna değinmemin nedeni, sadece altıncı mertebeye ait bir
özellik olan dünyaya geri dönme olayının, Zulmani Fetih
olarak istidraç sahiplerinde yanlış algılanması (ya da Cinler
tarafından algılatılması) sonucu ortaya çıkan
Reenkarnasyon ile yakından uzaktan bir ilişkisinin olmamasını
vurgulamak içindir. (1) Çünkü, ayet ve hadislerde;
“Her birine ölüm geldiğinde;
“Rabbim beni geri döndür dünya yaşamına da, yapmadıklarımı
yapayım” derler... Bu kesinlikle mümkün değildir! (Mahşerdeki)
Baas gününe kadar Berzahtadırlar.” (23-99/100)
“Öldükten sonra geri döndürülecek yoktur.”
denilerek Reenkarnasyonun açık ve net olarak mevcut
olmadığını söylemektedir.
Doğumu, yaşamı ve ölümü diğerlerine göre farklılıklar arz eden
Hz. İsa (as)’ın bir geliş nedeni de, İsevi boyutu da kapsamında
bulunduran
Hakikâti Muhammedi denilen o boyutun bilgisine sahip oluşuyla
ilgilidir. Çünkü, biyolojik beyin olmadan Ruha kaydedilme
işleminin gerçekleşmemesi dolayısıyla bu ilmin Berzah boyutunda
değil, beden boyutunda değerlendirilmesi, yaşama geçirilmesi
gerekmektedir. İsa(as)’ın dünya boyutunda İmamı Mehdi’nin
yanında yer alarak Muhammedi Ümmetten olmasının asıl nedeni,
işte bu boyutsal anlamdır.
“Neden çanağın dışını
yıkıyorsunuz? İçi Yaradan dışı da Yaradan’dır. Anlamıyor
musunuz?”
“
Yüzünün önünde olanı bil. Sana gizli olanın üstü açılacaktır.
Zira ortaya çıkmayacak saklı hiçbir şey yoktur.”
diyerek, görünenin ardında olanın
(Batının, tenzih anlayışının), görünende (teşbih anlayışında,
Zahirde) de aynen mevcut bulunduğunu dolayısıyla, Batın ve
Zahirin aynı şeyin farklı iki yönü şeklinde belirdiğini ve bunun
da algılayana göre isimlenerek zahirin aynı zamanda Batın,
Batınında aynı zamanda Zahirin kendisi olduğunu belirtmektedir.
Ancak boyutsal anlamda kavranılması gereken Zahir ve Batıni
hakikâte dayanan gerçekler, insanlar tarafından yanlış
algılanmakta ve bunun sonucu olarak da, Musa (as) kavminde
olduğu gibi Allah kavramı ötelere atılıp ötelerde olduğu kabul
edilerek, görünenin ötesinde kayıtlanmakta ya da İsa (as)
kavminin yaptığı gibi, Allah’ı burada bir bedende sınırlamak
suretiyle, o bedenin dışında kalan kendilerinde, çevrelerindeki
varlıklarda ve evrende O’nun varlığını müşahede
edememektedirler. Dolayısıyla, yine Allah’ı kayıt altına
almaktadırlar. Oysa Musa (as) tenzih, İsa (as) ise teşbih (2)
anlatımlarıyla insanlarda belli bir dengeleme sağlayarak tevhit
anlayışını oturtmak yerleştirmek istemişlerdi. Hz. Muhammed
(sav) ise, zirve nokta olması nedeniyle, hem tenzih hem de
teşbih anlayışını dengeli bir biçimde ortaya koymuştur. Bu durum
ayetlerde “Her ne yana dönerseniz Allah’ın vechini
görürsünüz”, “ O’ dur Evvel, Ahir, Zahir ve Batın”,
“Allah, âlemlerin Rabbıdır. Allah Âlemlerden Ganidir (beridir)”
şekliyle ifade edilmektedir. İslam’ın tevhit dini olmasının
nedeni budur.
Fakat, her ne kadar bugün İslam olduğunu söyleyen Muhammedi
ümmetten bir milyar küsur insan mevcut olsa da aslında, şuursal
(boyutsal) açıdan Müslümanların çok büyük çoğunluğunun bu iki
anlayıştan birine sahip olduğu ve tenzih anlayışının daha yaygın
olduğu görülmektedir.
Batın ve Zahir anlayışıyla ilgili olarak can alıcı şu örneği
verebiliriz: Bir gün Havarilerinden Filipus’un “ Rab bize
Babayı göster, bu bize yeter” isteğine karşılık, “Bunca
zamandır sizinle birlikteydim Beni daha tanımadınız mı? Beni
görmüş olan, Babayı görmüştür...Ben Babada, Baba da
bendedir...Ben ve Baba aynıyız...Size söylediğim sözleri
kendiliğimden söylemiyorum, ama Bende yaşayan Baba, kendi
işlerini yapıyor...(Bu nedenle) bana iman eden, O’na iman etmiş
olur, Beni kabul etmeyen de Onu kabul etmemiş olur...(Çünkü)
Yol, gerçek ve yaşam Benim” şeklinde karşılık veren İsa(as)’ın,
hem burada hem de birçok sözünde kullandığı Baba ifadesi,
“şeyleri (varlıkları) meydana getiren” anlamında “Aklı Kül”lü
ifade etmektedir. Oğul ise; “Kul” anlamında, Aklı Küll’ün
“oğul” adı altında bu boyuta zuhur ettiği mahaldir, surettir.
Yoksa, biri ötelerde, biri de burada olan iki ayrı şey var da
onlar önceden birlikteydi, şimdi ayrı sonra yine ona dönerek öte
bir yerlerde birleşecekler, bir olacaklar değil, söylediklerinin
ve yaptıklarının her an Özü olan Aklı Küll’ den
açığa çıkan şeyler olduklarını dile getirmektedir. Dolayısıyla,
burada bir ikilik söz konusu değildir. Bu yaşantının adı
Sufizimde “Fenafillah” anlayışı olarak ifade edilmektedir.
Bununla birlikte nasıl ki, tüm varlığın Babası Aklı Küll’e;
Evrende var olan Tek Bilinç (Akıl) deniyorsa, varlığın kaynağı
olan enerji boyutuna da, şeylerin Anası olarak “Nefsi Küll”
denmektedir.
İnsanların günahlarını bağışlamasına gelince; Hz. İsa (as),
“İnsanlara günahları affetme yetkisi verilmiştir” der.
Sufizm ise, burada ifade edilen İnsanın (Velayet Kemalatına
sahip İnsanlar arasında) ancak “Mutlak Benlik” yönüyle
Hakikâtini bilen İnsanın kastedildiğini belirtmektedir. Yoksa
bu, birçok Veli için bile olanaklı görünmezken, kendinden
haberi olmayan ve varlığıyla bile günah çukurunda bulunan
bir insanın, pederin, papazın, keşişin ve hatta birtakım
olağanüstü yeteneklere sahip Azizlerin bile insanların
günahlarını affetmesi kesinlikle mümkün değildir.
“Sizler belirtiler ve
harikalar görmedikçe iman etmeyecek misiniz?”
“ Vücuduyla uyanık
olup, ruhuyla uyuyan, kendinde değildir. Manevi kötürümlük,
maddi olandan daha çok ağırsa, iyileşmesi de daha zordur.”
“ O halde dikkât edin. Allah’tan
yoksun olan bir hayat ölüdür”
diyen Hz. İsa (as), önemli olanın insanın kendi Hakikâtini
bilmesi olduğunu, dolayısıyla aslında tüm insanların
mevcut halleri ile, Özü olan Mutlak Bilince ait
özelliklerine şuursal anlamda kör, sağır, dilsiz, topal ve ölü
olduklarını vurgulayarak bu hastalıktan nasıl kurtulup ölümsüz
olunacağını yine kendisi şu sözlerle işaret etmektedir.
(Bizler tarafından bu ifadeler çok basitmiş gibi algılansa da
gerçekte bunların hazmedilmesi hiç de kolay görülmemekte)
“Bu sözlerimin yorumunu bulan,
ölümü asla tatmayacak”
“ Hepinizin üzerinde
olan ışık benim. Bütün Benim! Bütün Benden çıktı ve Bütün Bana
erişti. Ağacı yarın! Ben oradayım; taşı kaldırın! Beni orada
bulursunuz.”
“Göklerin krallığına inanıyorsan, Benimle beraber olmak
istiyorsan, her şeyini terk et ve benimle gel”
“Benim, sizin
bilmediğiniz bir yiyeceğim var...Ağzımdan içen benim gibi
olacak. Ben de onun gibi olacağım. Ve saklı olan ona ifşa
olunacak...Yol, gerçek ve yaşam Benim...Yaşam ekmeği benim. Bana
gelen asla acıkmaz. Bana iman eden hiçbir kimse susamaz. Benim
vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su,
içinde sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak... ”
“Size gözün görmediği kulağın işitmediği, elin dokunmadığı ve
insanın yüreğine girmeyeni vereceğim”
“
Bana yakın olan, ateşe yakındır. Ve bana uzak olan, Melekuttan
da uzaktır.”
“Dileyin, size verilecektir; arayın bulacaksınız; kapıyı çalın
size açılacaktır. Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapıyı
çalana kapı açılır.”
“Dar kapıdan girin. Çünkü
kişiyi yıkıma götüren kapı, geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan
girenler çoktur. Yaşama götüren kapı ise dar, yolda çetindir. Bu
yolu bulanlar azdır.”
“Suretler (imgeler)
insanda tezahür ediyor ve onlarda olan ışık saklıdır. Babanın
ışığı suretinde, O kendi örtüsünü açacak ve kendi sureti
kendi ışığıyla saklanacak.”
“Arayan, aradığını bulana kadar aramayı bırakmasın; bulunca
şaşıracak ve şaşkınlıkta kalarak hayran olacak ve Her Şey
Üzerinde Hüküm Sürecek ”
“...Başlangıç nerede
ise, son orada olacak. Mesut o kimsedir ki başlangıçta
duracak ve sonu bilecek ve ölümü tatmayacak”
“
Gökyüzünün Krallığı gözle görülecek bir şey değildir. O sizin
içinizdedir...Semanın Krallığı hem içinizdedir hem de
dışınızdadır.”
“ Yüzünün önünde
olanı bil. Sana gizli olanın üstü açılacaktır. Zira ortaya
çıkmayacak saklı hiçbir şey yoktur...Gizli olan ne varsa, açığa
çıkarılmak üzere gizlenmiştir; saklı olan ne varsa , aydınlığa
çıkmak üzere saklanmıştır...”
“
İkiyi Bir, içinizi dışınız, dışınızı içiniz, yukarıdakini
aşağıdaki gibi yaptığınız zaman Melekuta gireceksiniz.”
“Bir kimse yeniden
doğmadıkça gökyüzünün krallığına giremez...Bir kimse sudan ve
ruhtan doğmadıkça gökyüzünün krallığına giremez. Bedenden doğan
bedendir. Ruhtan doğan ise, Ruhtur.”
“Semanın Krallığını bir çocuk gibi kabul etmeyen ona hiçbir
zaman giremeyecek...Utancınızdan vazgeçtiğiniz ve elbisenizi
küçük çocuklar gibi ayaklarının altına alıp çiğnediğiniz zaman,
Beni göreceksiniz ve korkmayacaksınız.”
“ ...Size derim ki,
düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size
lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua
edin. Kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana
öbür yanınızı da çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı
almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye
zorlayanla iki bin adım yürüyün. Sizden bir şey dileyen herkese
verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin, malınızı alandan
onu geri istemeyin. (Öyle ki) sadaka verdiğiniz zaman sol eliniz
sağ elinizin ne yaptığını bilmesin...İnsanların size nasıl
davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın.
Başkaların suçlarını bağışlayın ki, siz de bağışlanasınız...
Başkalarını yargılamayın ki siz de yargılanmayasınız...”
Zaten Hz. Muhammed (sav) de demiyor muydu?
“İlimle diri olan asla ölmez”, “
Her İnsan öldüğü zaman hakikâti görür”, “Ölmeden önce ölünüz”,
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”, “Ben’i gören Hakk’ı
görmüştür”, “ Nefsini bilen Rabb’ini bilir.”
(Bkz.
Dua ve Zikir, Cuma Sohbetleri, Tek’in Seyri, Sistemin Seslenişi
II – Ahmed Hulusi / Edep Ya Hu – Ahmed Fevzi Yüksel,
www.gulizk.com / Tasavvuf/ Matta, Markos, Luka, Yuhanna
İncilleri, Barnabas incili, Thomas İncili)
hologramk@yahoo.com
İstanbul
- 09.10.2003
http://gulizk.com
(1) Fethi
Zulmani sahiplerinin dışında, yine cinlerin direkt etkisiyle
sıradan insanlarda da Reenkarnasyon deneyimleri görülmektedir.
Bir de bunların dışında hiçbir deneyim yaşamamasına karşın,
sadece inanç bazında Reenkarnasyona inananlar bulunmaktadır.
(2) Deccal
lakaplı kişinin de müşahedesinde teşbih anlayışının ağırlıklı
olmasına karşın bunu yanlış değerlendirmesi, sahip olduğu bilinç
boyutunu Allah olarak kabul etmesine, dolayısıyla bedensel
boyutta bunun gereğini yaşamasına neden olur. Deccal’in, teşbih
anlayışını en geniş planda açıklayan ve bir alt sureti
olduğu Hz. İsa (as) tarafından ortadan kaldırılmasının bir
nedeni de budur. (Tenzih anlayışını zirve noktada açıklayan ise,
Musa(as)’dır.)
|