5. Bölüm

ÖYD ile ilgili ilginç araştırmalar, son zamanlarda basında da kendini sıkça gösterdi. 1 Temmuz 2001 tarihli Hürriyet Gazetesindeki habere göre, İngiltere’de Southampton Hastanesi doktorlarından Dr. Peter Fenwick ve Sam Pernia, California Teknoloji Enstitüsünde yaptıkları açıklamada, beyin ölümü meydana geldikten sonra bilincin canlı kaldığını ve Kalp krizi geçirdikten sonra beyin faaliyetleri duran altmış üç hastadan elli altısının hiç bir şey hatırlamadığını (ki genelde bu fenomenler daha sonra hatırlanmaktadır) fakat dört hastanın ölü oldukları sırada hafızalarının açık kaldığını, akıl yürüttüklerini ve diğerleriyle iletişim kurduklarını, bir diğer hastanın , parlak bir ışık gördüğünü ve başka bir boyuta geçerek ölen yakınlarıyla iletişim kurduğunu, müdahaleyle yaşama döndürüldükten sonra anlattıklarını belirterek, bunun yanında her iki olay esnasında da yoğun bir mutluluk ve huzur duyduklarını söylemişlerdir. Ve Pernia şöyle devam ediyor: “Bu kişilerin yaşadığı deneyimler, bizim beklemediğimiz zamanlarda olmuştur. Bize göre böyle anlarda, beynin açık ve net prosesleri gerçekleştirecek kadar dayanıklı olmaması veya bu işlemlerin hafızada yer etmesini sağlayamaması gerekir.’’

Buna karşın şartlanmalı bilim çevreleri, bu tür konulara ilgi göstermemelerine rağmen, şu açıklamalara girişmektedirler: “Ölüm anında kalbin devreden çıkmasıyla vücuda ve beyne gönderilen kan akışının  durmakta, bunun sonucu olarak da beyin hücreleri ölerek snaps bağlantıları kopmaya başlamaktadır . Ancak bu durum bir anda olmayıp çok kısa da olsa bir zaman alır. Bu esnada dışarıdan gelen ışık, henüz ölmemiş göz hücreleri vasıtasıyla sinyalleri beyne ulaştırmaya devam ettiği gibi, beynin içinden de snaptik tepkimeler kortexteki görme merkezini uyarıp halüsinasyonlara neden olur.”
İşte tam bu noktada “Öyd’cilerin ileri sürdükleri parlak ışıkların  ve gördüklerini söyledikleri fenomenlerin bu ışık oyunlarından ve halüsinasyonlardan kaynaklanmakta olduğu” şeklindedir ki,  konuyu anlamaları bir tarafa, ifadeleri bilimin kurallarına uymayan bir biçimde çok komik kalmaktadır. Çünkü bu açıklamanın, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, konuyla yakından uzaktan hiçbir alakası bulunmamaktadır.

Bazı araştırmacılar da bu tür olayların metafizik içerikli olduğunu ve bilimsel içeriğinin bugün beynin hangi bölümlerinin çalışmasından kaynaklanmakta olduklarını bildikleri şeklindedir ki, bu anlayış da evrensel sistemi en geniş şekilde  açıklamaya çalışan Dini görünür boyutun ötesine soyut, hayali boyutlara atmaktadır. Halbuki Din adı altında anlatılan sistem, görünür boyutu da kapsayacak biçimde bütüne ait olanı açıklamakta olup bu anlayış maddesel beynin çalışma prensiplerinden  de ayrı bir yere sahip değildir. Çünkü sistemi okuma esasına dayalı olan Kuran’da, iman ehlinden, müminlerden bahsederken, bir taraftan da ikan ehlinden, muttakilerden ...vb) bahsetmektedir.

Kendi konumuza tekrar dönersek, Öyd olaylarında birimlerin karşılaştıkları fenomenlerin, Resullerin bildirdikleri sisteme ait gerçeklerin ışınsal varlıklar tarafından saptırılarak sunulmasına bir örnek de şöyledir. Ölüm anında, fakat ölüm tam gerçekleşmeden hemen önce “sekerat hali” denen durumda  birim, maddesel boyutumuza ait olan bağlarının zayıflayarak, mikrodalga boyutu algılamaya başlamasıyla birlikte cinleri de açık seçik olarak görmeye başlar.(Bu ölüme yakın hal dışında uyku esnasında da olmaktadır) Bu durumda beyin normal faaliyetlerini sürdürdüğü için düşünce ve muhakeme gücü yerindedir. Bu nedenle algılanan her şey ışınsal bedene yüklenmeye devam eder. Ancak, bu yükleme ölüm ile birlikte son bulup, son halindeki bilgi ve idrakı ile sonsuza dek kendi boyutlarında ve o boyutun kurallarına göre yaşam devam edeceğinden son andaki yükleme, o birimin sonsuza dek bakış açısını oluşturup eskilerin ölüm anında şeytanın o birimin imanını almaya gelmesi denen olay gerçekleşir ve şeytani cinlerin bu son anı en iyi şekilde değerlendirmeleri için, geçmiş aile büyükleri ya da inandığı kişiler suretinde veya mistik kaynaklarda  sembolik olarak bildirilen ifadeleri gerçekmiş gibi göstererek (ki bunlar belli bir vizyonel biçimde olmaktadır) o güne kadarki imanının boş olduğunu,Tanrının var olmadığını, Hz. Muhammed’in (ve diğer Resul ve Nebilerin) peygamber olmayıp insanlığı iyiliğe sevk etmek için gelmiş, akıllı, normal bir insan olduğunu ilka ederek, bunların boş olduğunu, dolayısıyla bırakması gerektiğini, çünkü gideceği bir sonraki boyutların, âlemlerin bu değerlerle uzaktan yakından ilgisi olmayıp kendisini yeni boyutlara ve o boyutun şartlarına hazırlamasını söyler.

Ya da o söylenenlerin yapılması şartıyla, birimin, hastalığı veya o anda hissettiği (hissettirildiği) susuzluk, açlık,duygusal çöküntü...vb. acılarına son verileceği telkini ile imanını almaya çalışır. Eğer birim, sağlam ve güçlü bir bilgi birikimine veya imana sahip değilse, kendini bu telkinlere kaptırarak imansız bir biçimde ölüm ötesi boyuta geçer. Zaten ister dünya hayatında olsun isterse de Sekerat halinde olsun fark etmez, var oluş mertebelerinde,birçok varlığın kendi görevlerini yapmaları veya imtihana tabi tutulmaları, bu mikrodalga kökenli varlıklar tarafından olmaktadır (bkz. Akıl Ve İman-Ahmed Hulusi)

Burada şöyle bir soru sorulabilir:

“Öyd durumunda (mistik kaynaklarda anlatılan) bu fenomeni yaşayan birimlerin kendilerini Dine, bilgilenmeye vermeleri hem kendileri hem de çevreleri için iyi bir durum değil midir?”

Buna verilecek cevap; buradaki durum mutlak manâda olmadığı için yaşanılan fenomenlerin öğreticiliği yanında gerçek olmayan saptırılmış birtakım şeylerin de o birimlere verildiği ve her ne kadar bu olaylar birimlerin kendi  özlerine yönelikmiş gibi çalışmalara girişseler de bu fenomenlerin bilinçlerde oluşturduğu güçlü şartlanmalar etrafında (açısından) değerlendirileceğinden yanılgıların meydana geleceği açıktır.

Hologramın en ilginç özelliklerinden biri de büyük ve küçük kavramlarının olmamasıdır. Yani sonsuz küçüklük ve sonsuz büyüklük aynı yerdedir ve hatta aynıdır. Dolayısıyla, bu tür kavramların anlaşılamaması tamamen algıladığımız boyutun sınırlı değer yargılarının sonucudur. Çünkü “büyüklük” ve “küçüklük” kavramları, bulunduğu boyut itibariyle mevcut olup izafidir.

Aynı durum daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere zaman kavramı için de geçerlidir. Yani Tek bir anda ,tüm anlar olmuş bitmiş olarak bizatihi mevcuttur. Böylece geçmiş-şimdi-gelecek zaman ayrımı anlamını yitirip Evren Tek bir zaman boyutu biçiminde, her şeyin,bir boyutta yaşanmakta olanın, bir önceki boyutta yaşanmış, bitmiş bir olay olarak açığa çıkmasından ibaret olur.(Bkz Tepkinin Etkisi /Sufizm ve İnsan-fizik).

Tıpkı hologram plakasında tüme ait olan bilgilerin girişim deseni olarak kayıt halinde (olaylar belli fakat belli bir sıralama söz konusu olmaksızın)mevcut olup plakanın sağa sola hareketlendirilmesi veya açısının değiştirilmesiyle ard arda hareketli görüntünün (dolayısıyla zamanın)meydan gelmesi gibi. Dolayısıyla,gerçekte var olan An dır.Bölünemeyen zaman.Böylece, zaman,bölünemeyen bu An’ın hareketli bir görünümüdür ki buda izafidir.An,bu izafi zamana göre de var olan bir kavram da değil,göreceli zamanın varlığından söz edilmeksizin mevcut olan bir kavramdır.Yani, arkası ve önü olmayan,durağanlılıkta hareketliliktir.Aksi durumda,bir zaman bir de An gibi iki farklı şey ortaya çıkar ki bu da Tek’lik kavramına aykırı bir durumdur.Tıpkı,Bir sayısının ve bu sayıdan türetilmiş sayıların gerçekte var olmayıp,tüm sayıların bir sayısının görünümlerinden ibaret olması gibi.Zamanın olmadığı yerde mekanında söz konusu olmayacağı için,her ikisinin olmadığı yerde Boyutsallık kavramı söz konusu olur.Bu nedenle;mistik kaynaklarda geçen,evrenin altı günde yaratılıp yedinci günde kemale ermesinin,yerlerin iki günde oluşması..vb gibi ifadeler hep bu An yani boyutsallık kavramıyla anlaşılmalıdır ki, bu durumda da evrenin yedi ayrı boyutta veya yedi aşamada meydana geldiği anlamı çıkar.

Bu sebeple; Kur’an da, gelecekte ki olaylar, olmuş bitmiş (yaşanmış)şeyler olarak geçmiş zaman ile  ifade edilmiştir. Yine Mistik kaynaklarda bu durum “Dehr” kelimesiyle dile getirilerek şöyle denmektedir (bkz. Metafiziksel Yanılgılar-4):

“İnsan üzerinden, kendisinin anılır bir şey olmadığı , Dehr içre bir Zaman geçmedi mi”  (İnsan suresi-1)

“İnsanoğlu bana eziyet eder! Ey kahpe Dehr (zaman) der. Kimse Ey kahpe Dehr demesin. Şüphesiz  ki Dehr Benim. Geceyi gündüze çevirenim.”  (Kudsi hadis)

“Ademoğlu Dehre sövüyor. Şüphesiz ki Dehr Benim! Gece ve gündüzü değiştiren Benim.”  (Kudsi hadis)

“An,O An dır” (Hz. Ali)

Bir birim, uygun çalışmalarla eğer beynin üst alıcı devrelerini devreye sokabilirse, bu Evrensel alana girerek Özü olan Tekil Bilince ait O Tek An’ı deneyimler. Resuller ve Nebiler, geçmişe, geleceğe ve şu ana ait olan tüm bilgilere bu şekilde sahip olmaktadırlar.

Buna rağmen,Bilinci zaman kavramının geçerli olmadığı boyuta yer alan birimler gelecek olaylar hakkında bilgiler verirken kesin tarih bildirmezler.Çünkü,zamansızlık boyutunun yaşamı bunu gerekli kılmaktadır.Bu nedenle Hz muh(sav) de gelecekle ilgili hadislerinde olayları bildirmesine karşın zaman bildirmemiştir.Zaten bunu günlük hayatta ki yansımaları ise, bazı insanların,”benim Rüyalarım çıkar” “şu gün şu rüyayı gördüm,takip eden birkaç gün içerisinde çıktı” veya “Ben böyle bir rüya görünce,kesinlikle hep şu şekilde çıkar” şeklindeki sözlerini duymanıza (yada bizzat kendinizin deneyimlemenize) karşın yine de tam olarak tarih verilememektedir.(Rüyalarda bir zaman ve mekan söz konusu değil).Aynı şekilde, yine boyutsallığın varlığı nedeniyle kuran da geçen diğer kavramlarda da zaman söz konusu değildir.

Bununla ilgili ve hep karıştırılan ve de bir türlü açıklık getirilemeyen bir konuda Gayb konusudur.Genellikle de gayb denilince hep geleceğin bilinmezliği anlaşılmaktadır ki bu da gayb ile ifade edilen anlamın sadece bir bölümünü teşkil eder.Oysa durum etraflıca incelendiğinde tam olarak böyle olmadığı görülecektir.Çünkü Gayb ın kelime anlamı;algıladığımız maddesel boyutumuzun dışında kalan ve algılanamayan boyut(alem) ve o boyutun varlıklarının bilinememesi demektir.Ancak evrenin hem mekansal hem de Boyutsal anlamda göreceli olması dolayısıyla Karşımıza tek bir gayb değil iki anlamda Gayb ın söz konusu olduğunu görürüz.Bunlardan ilki,Göresel(izafi)Gayb,ikincisi ise,Mutlak Gayb dır.

İzafi gayb derken de;bir birim için bilinmez bir şeyin,bir başka birim için bilinir olduğu anlamına gelir.Yani,Göresel algılanamayandır.Bunu yaşadığımız boyutta da görebiliriz.Mesela insan,4-7 bin A.arasındaki dalga boylarını değerlendirip görürken,6-16 bin hz lik  ses dalgalarını  deşifre edip duyabilmektedir.Bunun dışında kalanı ise,yok hükmünde kabul eder.Oysa bizim algılayamadığımız bir çok şeyin hayvanlar tarafından algılanabilmekte olduğu bilimsel bir gerçektir.Aynı şekilde moleküllerin atomların ve enerjinin yapı taşlarının varlığı ve yapıları yaklaşık yüz yıl öncesine kadar bilinmez(Gayb) iken bu gün için aynı şey söz konusu değildir.

Bununla birlikte,göreselliğin boyutsal bir anlamda ifade etmesi dolayısıyla da,bizim için Gayb hükmünde olan,ışınsal varlıkların yapıları sayesinde,Gayb olmamakta,Cinler için Gayb olanda,melekler için Gayb değildir.

Zaten,cisimlerin,insanların (dolayısıyla Bilincin)ışık hızına doğru hızlanarak tam bu hıza ulaştığında boyutsal sınırlılıkları bir kenara bırakırsak, zamanın,Bütüne(yani An da ki Tüm zamanlara) algılamanın,idrakın da tüme yayılması ve onunla bütünleşmesiyle öncede ifade ettiğimiz gibi,geçmiş-şimdi-gelecek  kavramlarının bir yanılsama olarak anlamını yitirmesine neden olur.Böylece,bu boyuta göre bilenmez olan zaman bilinir hale geçer.Elbette bilinen sadece zaman değil,kabir alemi,berzah alemi,Mahşer ve sırat alemi,cehennem ve cennet boyutları da Gayb hükmünden çıkarak,Bilinci bu boyutları deşifre edebilen birimler için bilinir hale gelir.Bu nedenle, bu boyutlarda,İzafi Gayb hükmündedir.Veli ismiyle işaret edilen  birimlerin sahip oldukları olağan üstü özellikleri ile,bu duruma benzeyen ancak yine boyutsal çok büyük farklar bulunan istidraç sahibi birimlerin bizim algılayamadığımız gerçeklere vakıf olmalarının sebebi de budur.

Mistik kaynaklarda ifade edilen,gerek Hz.Nuh(as) ile Hz İsa(as)ın gerek Hz Muh.(sav) in*gerekse tüm Resul,Nebi ve velilerin Gayb ile ilgili olarak,normal ,alelade insanlarmış gibi,ikili ve sınırlı anlatımlarının  nedenlerinden biride ,Tüm sistemin Tek Bir Bütün olması ve sınırlı yapısı nedeniyle bilinmezliğin esas olduğu boyutumuzun bu sistem içerisinde yer alması ve de Din adı altındaki sistemin bu boyutla kayıtlı olan insanlar göz önünde bulundurularak Genele anlatılması(ifade edilmesi)dolayısıyladır.

Buna karşın,Mutlak Gayb ise,algılanması tamamıyla ihtimal dışı (mümkün olmayan) Gayb dır.Bu nedenle ayette bildirilen”Gaybı ancak Allah bilir,başkası bilmez”  şeklinde ki  Gayb ifadesi mistik anlatımla Allah ın Zat ı dır ki bilinmesi,kavranılması,tefekkürü,algılanması tamamıyla imkan dışıdır.Çünkü burada her tür kavram düşer.

Bu nedenle,bulunduğumuz boyut itibariyle geleceğin (ve diğer alemlerin)bilinememesi ayrı bir şey Bilincin gerçek öz boyutlarında bunların bilinir halde olması apayrı şeylerdir.Ancak şu da göz ardı edilmemelidir ki,bilincin bu arınışları sırasında tampon görevi gören Cin boyutunda bildiğimiz anlamdaki zaman algılayışının kalkması,gelecek ve diğer boyutlar ile ilgili bilgilerin bilinişinde yanılgıların doğmasına neden olmaktadır.

Yani;buna benzer fakat, Evrensel frekansal alanı, yine bu alanın meydana getirdiği birimin terkipsel deşifre ile algılamasıyla, Evrensel bilgiyi bütünden kopuk değerlendirmesi sonucu, cinni etkileşimlerin neden olduğu, medyum, kâhin, müneccim...vb.) adlar verilen insanda da  nadir de olsa, bunlar  görülmektedir. Bu kişilerin yöntemleri de aynı olmayıp kendi içlerinde farklılıklar göstermektedir. Kimileri olayı direkt yaşarlarken, kimileri sembolik anlatımlarla, vizyon ya da seslerle algılamakta, kimileri ise, direkt üstün bir varlıktan bilgileri almaktadırlar. Bunların en meşhur olanı, ünlü kahin Nostradamus’tur.

Nostradamus’ un kehanetlerini  incelediğimizde, birçok kaynaktan yararlandığını görmekteyiz. Bunların başında Astroloji gelirken, kehanette bulunmanın metotlarını ve ayinlerini anlatan yüzyıllar öncesine ait büyü kitaplarını ve el yazmalarını görmekteyiz. Bununla birlikte, evinin teras katında hazırlamış olduğu özel yöntemlerle,trans haline girerek Evrensel alan dediğimiz boyuttan bilgileri almaya çalışır. İçi su dolu kaba konsantre sağlayarak transa girmek için ise, uyuşturucu nitelikteki birçok ot karışımı, tütsüler kullanmak suretiyle  çeşitli ruhlarla rezonansa girip geleceğe ait bilgileri haber almakta ve hatta çoğu zaman karşısında Kutsal Ruhu görmek suretiyle bunu gerçekleştirmektedir.(Bkz. Discovery Channal-Divine Magic/Nostradamus) Ancak, bu sırada %10-15’lik gibi doğruluk payını göz ardı etmemek gerekir.

Dikkât edilmesi gereken bir husus da Meleklerden gelen (Meleki boyuttan alınan) bilginin kesin doğru olduğudur. Bu durumda kesin zaman verilir ve zamanında hiçbir değişiklik olmadan çıkar. Halbuki cinlerden (ya da cin boyutundan) alınan bilgiler kesinlikle çok büyük bir oranla yanlış çıkar ve eğer verdiği bilgi doğruluk içeriyorsa bu sefer de  verdikleri zaman hiçbir vakit tutmamakta ve zamanında  çıkmamaktadır.

Bunlardan bir diğeri de 20. yüzyılın en ünlü kâhini olarak bilinen Edgar Cayce’dir ki, kendi ismiyle anılan vakıf tarafından tüm kehanetleri belgelenmiş bulunmaktadır. Uyuyan Kâhin olarak da tanınan Cayce, karşı koyamayacağı bir şekilde kendinden geçerek uyku durumunda bütün kehanetlerini sunmuştur. Öyle ki, değişik şuur hallerine girerek Dünyanın bilinci ile rezonans kurmasıyla, dünyaya ait bilgi kayıtlarını algılayarak dünyanın geleceği ile ilgili bilgiler vermiştir. Bunun yanı sıra trans halinde iken birçok psişik yeteneklerini de kullanarak, mesela hiçbir tıbbi bilgiye sahip olmamasına rağmen, birçok hastalığa teşhis koyabilmiştir.

İnsan bilincinin bu özelliğine sahip olabileceğine ilişkin en önemli bulguları, Psikiyatrist Prof. Hans Eysenck ve Cambridg’li Parapsikolog Dr Carl Segent “Açıklanamayanı Açıklama” adlı kitapta belirtmişler ve  araştırmalarını çok sıkı bilimsel şartlar altında gerçekleştirmişlerdir. Araştırmanın sonucunda, Dünyanın her yerinden otuz civarında üniversite departmanından ve değişik alanlardan  alınan bilgiler ile az sayıda da olsa diğer insanların zihinlerinden veya dış dünyadan bilgi alan bu tür yeteneğe sahip insanların, bilim tarafından henüz bilinmeyen araçlarla, yöntemlerle, yollarla bu tür özelliklerini ortaya koyabileceklerini göstermişlerdir.

(Bkz. İnsan Ve Sırları 2/Akıl Ve İman/Sistemin Seslenişi-Ahmed Hulusi
Kare Kare Ölüme Doğru/Boyut Kavramı/Zaman-Ahmet F. Yüksel-Sufizm ve İnsan/Araştırma ,Tasavvuf)
Discovery Channal/Divine Magic-Hürriyet Gazetesi-1 Temmuz-2001)

Not:
Metafiziksel Yanılgılar (IV) Öyd olayında hesap verici bir varlığın olmama kavramı “Siz Nefsinize hesap vereceksiniz. Hesap görücü olarak Nefsiniz size yeter” âyetinin mutlak anlamdaki anlamının anlatılan nedenlerden dolayı saptırılması sonucu deneyimlenen bir fenomendir.

<Devam Edecek>

Kuran da Hz Nuh (as);Ben size 'Allah’ın hazineleri benim yanımdadır' demiyorum. Gaybı da bilemem. Bir melek olduğumu da söylemiyorum.” (Hud / 31)
“Ben dahi ölüm ötesinde nasıl muamele ile karşılaşacağımı bilmiyorum” Hadis
 

İstanbul - 19.09.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail