7. Bölüm

İnsan ve insansı ayrımını da çok iyi belirten ünlü fizikçi Einstein, “Hayatta yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak, diğeri her şey mucize imiş gibi yaşamaktır.” derken bu söz ile paralel ve bir o kadar da açıklayıcı olan  ünlü  Martı kitabının da yazarı olan Richard Bach, “Gerçekte hiçbir şey mucize değildir. Çünkü bir sihirbazın bildiğini öğrendiğin an, o artık sihirli değildir.” İfadesi, bize aynı zamanda metafiziksel fenomenlerin herkeste bizatihi mevcut olduğunu, ancak birimlerin kendilerini inkâr etmeleri sonucu (atıl olarak potansiyel kalmasıyla birlikte) bu özellik ve vasıflarını karşılarındaki birim ya da birimlerde gördükleri zaman, “olağanüstü nitelendirerek ya ötelerdeki birinin kullarına bağışladığı bir güç gösterisi veya bu tür şeylerin bir göz boyamaktan veyahut uydurulmuş hikayelerden ibaret olduğunu düşünüp ortak yanılgılar içerisinde buluşurlar.

Şimdi bunu göz önünde bulundurarak mucizeler, kerametler ve materyalizasyon ile buna benzer fenomenleri yine holografik olarak incelemeye çalışalım:

Hologram plakasını göz önüne aldığımızda tüm gerçeklikler, pribram frekansal alanındaki girişim desenlerinde mevcut olup beyin aracılığıyla algıladığımız somut gerçekliğe dönüştürülmektedir. (Bu ister içten dışa, isterse de dıştan içe olsun, fark etmez.) Bu dönüşümler sonucunda algıladığımız tüm nesneler enerji titreşimlerinden meydana gelmiş üç boyutlu görüntüler olup maddesel yapıları dolayısıyla da yaşadığımız düzeyin yasalarını oluştururlar. (Newton, Einstein yasaları, kuantum fiziği, holografik teori...).

Böylece, gizli düzendeki pribram frekansal alanında aynı olan ancak beyin tarafından boyutumuzda belirdiği zaman madde ve şuur ikilemi şeklinde açığa çıkmasıyla algıladığımız fiziksel gerçeklik meydana gelir. Bunu biraz daha açarsak; hologram plakasındaki anlamların, boyutumuzda var kıldığı beyinler aracılığıyla oluşturulmuş olan gerçeklikler, beynin sınırsız özellikleri yardımıyla her an yeni-yeni şekillendirilebilir.Dolayısıyla, algıladığımız boyutun gerçeklikleri tek gerçeklik alanı değildir.(Daha önce de, maddelerin ikiz yapısından bahsetmiştik.)
Bunu göz önüne aldığımızda, özden dışa doğru bir imge, bilgi, algıladığımız dünyamızda bu boyutun kurallarına göre enerji olarak açığa çıkıp beyinler arası iletişim sağlayarak o beyinlerin ilgili hücrelerinin bu doğrultuda irrite edilmesiyle her tür bilgi ve enerjinin(gücün) o birimlere ulaştırılabileceği gibi aynı zamanda, mucizeler,kerametler,materyalizasyon, poltergeist vakaları... vb gibi tüm metafiziksel fenomenler de açıklayabilmektedir.Algıladığımız boyut itibariyle enerji (veya bilgi) bir noktadan diğer bir noktaya aktarılmasına karşın, hologram plakası açısından böyle gelme gitme gibi kavramlar söz konusu değildir.

Böylece, olay çok güçlü bir şekilde açığa çıktığında diğer beyinleri  o beyinlerin sahip oldukları veri tabanları istikametinde etkileyerek aynı ya da benzer türden oluşumları meydana getirmektedir.Bu nedenle sistemi okuyan, algılayan Nebi ve Resuller, zorlandıkları noktalarda sistemi o çağın kültürüne, şartlanmalarına, değer yargılarına göre gerçeğine işaretle, semboller biçiminde anlatmışlardır.

Buna örnek olarak; Hz Muhammed’ e (sav) vahiy geldiğinde onda meydana gelen birtakım fiziksel oluşların, yanındaki sahabelerde de oluşması (terlemesi, titremesi...), algılarının normal üstü bir düzeyde çalışması sonucu yeteneklerinin artması, yeni gelen vahiyleri bir okunuşta ezberlemeleri... ve bunun sonucu olarak da yaşama geçirmelerinin daha çabuk ve güçlü olması ile Cebrail (as)’in İnsan suretinde gelerek Hz Muhammed’e soru sorması ve bunun diğer sahabeleri tarafından da görülmesini verebiliriz.

Ruh bedenin yapısı ile aynı tür dalgasal yani,elektromanyetik yapılı olması dolayısıyla ölüm ötesi yaşamda Ruh boyutunda yaşamına devam etmekte olan ve Veli ismi ile adlandırılan birim (ki dünya yaşamında elde ettiği ilim ve güç ile dünyanın sahip olduğu elektromanyetik çekim gücüne karşı koyarak  bu hapishaneye bağlı olmaksızın yerin ikiz boyutundan) gönderdiği belli anlam yüklü dalgalarla ilgili birim ya da birimlerin beyinlerini etkileyerek (ki göz aracılığıyla değil de beynin direkt olarak algılamasıyla) materyalize olabilmekte ve bir fiziki beden sureti ile görülebilmektedir.Rüyada gördüklerimiz ile ışınsal varlıkların belli suretlere bürünerek ister sekerat halinde isterse uyanık haldeyken görünmeleri de yine aynı sisteme dayanmaktadır. Yani, holografik bir görüntü şeklinde görülebileceği gibi, maddesel biçimde yani yiyip içen, konuşan, temas edilebilen bir biçimde de algılanabilmektedir. Aynı şekilde Hz. İsa(as)’nın çarmıha gerildikten (ki gerçekte çarmıhta onun yerine gerilen Yahuda İskaryot’ tur) üç gün sonra havarileri ile halka görünmesi ve belli mesajlar vermesi ile Hz.  Hızır (as) ‘ın görülmesi bu şekildedir. (bkz. Mesajlar-Ahmed Hulusi/
Hz İsa Dönecek mi?-Ahmed Fevzi Yüksel/Sufizm Ve İnsan)

Aynı şekilde, bir ufo gözlemlendiğinde bu olay gören (ya da görenler) tarafından, güçlü beyin aracılığıyla yayılarak diğer beyinleri bu yönde etkilemeleri sonucu onlarda da kolektif  olarak görülmesine, materyalize olmasına neden olmaktadır.Buna başlıca örnek olarak, Fatıma olayını, ağlayan Meryem ve İsa heykellerini (ve de canlı biçimde görülmelerini) psikokinetik ve telepatik fenomenleri ve insanların maruz kaldıkları Cin etkileşmelerini (poltergeist), yoktan bir anda madde oluşumlarını ...vb) verebiliriz.

Şuursal plandaki anlamları bir tarafa, Mucizelerin kökeni de bu sisteme dayanmakta olup, mesela Hz. İsa (as)’nın Yahuda’ yı kendine benzetmesi, balıkçı teknesinde iken çıkan fırtınayı dindirmesi, hastaları iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi, çölde halkını doyurması, Hz. Musa (as)’nın asasının yılana dönüşmesi, kızıl denizi yarması, Belkıs’ın tahtının taşınması, Hz. Muhammed (sav)’in kendisini taşlamaya gelen Ebu Leheb’in karısının karşısında yok görünmesi, Ay’ı ikiye bölmesi,...vb) olayları da açıklayabilmektedir. Bu mucizeler, birimleri kendi veri tabanları istikametinde etkilediğinden kiminin imanlarını artırırken, birçoğunun da beklenenin aksine, daha fazla imansızlığa saptıkları görülmüştür.

Bu mucizeler, Resul ve Nebilerin varisi olan Velilerde de görülmekte olup keramet adını alır. Bununla birlikte, belli disipline çalışmaları yapmak suretiyle buna benzeyen, ancak özü itibariyle farklı olarak ortaya konan, olağanüstü fenomenlere ise İstidraç adı verilmektedir. Yine, bunlardan ayrı olarak  bu isimle adlandırılan, ancak Cinlerin direkt etkisiyle neden oldukları (o birim farkında olsun ya da olmasın) birtakım normal üstü fenomenler de bulunmaktadır. Burada dikkât edilmesi gereken nokta, her dört olayın da,dışarıdan bakan birisi için aynı olaylar şeklinde algılanmasıdır ki, bu da en büyük yanılgılardan biridir (bu farklılıklar, bir sonraki yazıda örneklerle açıkça ifade edilecektir.)

Bu sistem dolayısıyla, artık konu üzerinde çalışan psikolog,fizikçi... gibi bilimciler de şuurun aslında beyin tarafından oluşturulmadığı ancak, beynin daha özdeki bilinç tarafından meydana getirildiğini düşünmektedirler. Örneğin,Virginia Intermot Koejinden Psikolog Keith Floyd, “Herkesin düşündüğünün aksine, şuuru yaratan beyin olmayabilir, belki de beynin ortaya çıkmasını, maddeyi, uzay-zamanı ve fiziksel evren olarak yorumlamaktan hoşnut olduğumuz her şeyi yaratan şuurdur.” demektedir.

Bu durumun en büyük işaretlerinden birisi de beynin gerçekte holografik özelliğe sahip olmasına rağmen, yaşadığımız boyutta kendini sanki parçalardan oluşmuş, belli bölgelerinde ayrı-ayrı işlev yapan bir yapı olarak göstermesidir.Halbuki son yapılan çalışmalarda, mesela hafızanın beynin belli bölgelerinde depolanmadığını bunun  yerine beynin her yerinde kayıtlı olduğu ve beyin hücrelerinin kendi görevleri dışında da diğer bir başka görevleri üslendiği ortaya çıkartılarak gösterilmiştir.

Ancak bu kendini o kadar güçlü gösterir ki, beyin farklı gerçeklik düzeylerinin çıkışına ve algılanmasına izin vermeyecek biçimde düzenlenmiş olduğundan, ister dini anlamda isterse de bilimsel anlamda olsun tüm algılayışımız tek bir fiziksel gerçekliğe göre var olmakta ve her şeyi de buna göre tanımlamaktayız.

Bu nedenle, farklı fiziksel gerçekliğe ait olan, beş duyu alanımızda belirdiğinde bunun nedenini, niçinini algılayamayarak mucize, keramet,materyalizasyon, psikokinetik, telepati...vb fenomenleri kabul edememekteyiz.Böylece Din, iman kavramı ötesinde sistem olarak algılanmamakta ve sistemi, yaşadığımız boyut ve sistemde bulmaya çalışmak yerine, ötelerdeki asılsız hayaller içinde değerlendirmekteyiz. Yine aynı nedenlerden dolayı bilimi yönlendiren beyinler de, bilimin kendisinin temelinde var olan bu farklı fiziksel gerçekliğine  rağmen (buna klasik fiziğin yasaları ile kuantum fiziğinin yasalarını örnek olarak verebiliriz.) tüm boyutlarıyla sistemin kendisi olan Dinin anlatımlarındaki bir önceki kavramları reddetmektedirler.

Hologram teorisini bir kenara bıraksak dahi, Zihin ve parçacıklar arasındaki ilişkinin varlığı bu fenomenleri açıklamak için yeterli olmasına karşın, deve kuşu misali, kafamızı gömerek bu tür gerçekleri görmezden gelmekteyiz. Tıpkı Sayracuse Üniversitesi kuantum fizikçisi Fritz Rohrlich’in dediği gibi, “Fizikçilerin çoğu neredeyse şizofrenik bir tutum sergiliyor.Bir yandan kuantum kuramının standart yorumunu kabul ederken, diğer yandan kuantum sistemlerinin, gözlemlenmediği zaman da var olduğu görüşüne direnmektedirler”

Ünlü Biolog Lyall Watson ise, bu konuda, “Uzay ve zamanda objektif bir dünya yoktur ve artık hepimiz olgularla değil, olasılıklarla ilgilenmeye zorlanıyoruz. Artık kuantum mekaniğinde kimse imkânsızlıklardan söz etmiyor. Bir çeşit istatiksel mistisizm geliştirdiler  ve fizik metafizikten zorlukla ayırt edilebilir hale geldi.İşte bu, biyolojide anlamsızlıklarla karşı karşıya kalan bir biyolog için her şeyi bir parça daha kolaylaştırıyor.”

Gerçeğin tamamen bir imajinasyon tarafından meydana getirildiği ile ilgili bir diğer işaret de, bilimsel olarak kabul ettiğimiz, bir fotonun, elektronun, elektriksel ve gravitasyonel alanların...vb. ne olduğunu bugün bile bilmiyor oluşumuzdur. Bildiğimiz, sadece bu kavramlara birer isim verip özelliklerini ve nasıl davranmakta olduklarını tanımlamaktır. (Bkz. Her Şey Bir Plasebo Mu? 1-2/ Sufizm Ve İnsan /Fizik)

Bu noktada ünlü Astrofizikçi Sir James Jeans ise, “ Katı bir yuvarlak için uzayda her zaman muayyen bir mekan olur; halbuki görünüşte elektronun böyle bir mekânı yoktur. Katı bir küreciğin hacmi olur; halbuki kalbe düşen bir korku veya merak ne kadar yer tutar diye düşünmek nasıl ki imkânsız ise, bu elektron için de böyledir”der.

Şimdi bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Şu ana kadar belirttiğimiz, algıladığımız fiziksel gerçekliğin dışında, başka anlamlarda gerçekliklerin bulunması ile kuantum fiziğinin öngördüğü standart modeldeki, gözlemlenmediği zaman bir gerçeklikten bahsedilememesi veya başka şekilde ifade edersek, tüm şuurların birleşmesiyle yalıtılmış olan gerçekliğin üstünde ve ötesinde hiçbir gerçekliğin olmaması kavramı bir çelişki değil midir?

Bunu şöyle cevaplandırabiliriz:

Bildiğimiz gibi klasik fiziğe göre, bir şeyin nesnelliği onu gözlemleyenden bağımsız olarak her zaman mevcuttur. Kuantum fiziğini göz önüne alarak, gözlemlenmediği zaman bölünmez bütünün parçaları olan parçacıkların dalgasal özelliklerini biraz daha detaylı olarak ele alıp bunun ne olduğunun tanımlanmasıyla ki, kuantum altı boyut olarak ta ifade edilen (Kuantum potansiyeli, Sıfır Nokta Enerjisi) ve holografik bir düzenle mevcut olarak elektromanyetik alanlarla dolu olup her iki boyutu yani kuantum ve görünen boyutu oluşturmaktadır. Böylece, bu boyut itibariyle gördüğümüz somut gerçekliğin dışında, bildiğimiz algıladığımız anlamda nesnel gerçekliğin olmamasına karşın, farklı gerçeklikler anlamında veya düzeyinde holografik olarak dalgasal formlarda, imgeler biçiminde mevcut olmaktadır. Yani, bir şeyin yok olması demek onun hiç olmaması değil, tıpkı bir görüntünün hologram plakasında farklı bir gerçeklik alanında iken plakanın hareket ettirilmesiyle görünür hale gelmesi ve  tekrar bu alana girerek kaybolması gibi mevcut olmasıdır.Bunun sonucu olarak, hem nesnel gerçeklik olarak algıladığımız evren sanal bir gerçeklik olarak mevcut, hem de bu gerçekliğin dışında farklı bir gerçeklik alanları  bulunmaktadır.(Bkz Düzensizliğin düzeni; Zihin Ve Madde; Her Şey Bir Plasebo mu?1-Sufizm ve İnsan/Fizik) Bu aynı zamanda, Allah’ın her an yeni bir şan da, yaratmada  olduğu kavramının da  işaretlerini  göstermektedir.

Böylece bir birim için, o birimi  kapsayan ve ona göre nesnel olmayan bir gerçeklik alanı (ki hiyerarşinin gereği de budur) bir başka birim (ya da birimlerin) nesnel gerçekliği olmaktadır. Böylece bizler daha üst bilinç boyutlarının oluşturduğu bir dünyada, güneş sisteminde, galakside ve evrende ve hatta Cennetinde yahut Cehenneminde yaşıyoruz demektir.Her ne kadar aynı öze sahip olsak da.Elbette bu durumun yaşadığımız boyutlarda da yansımaları mevcuttur.Ama bir farkla, ilk söylediğim bilinç Hz. İsa (a.s)’ nın Gökyüzünün krallığında hüküm sürenler olarak ifade ettiği Mutlak Benlik (Evrensel Bilinç) anlayışı içerisinde bunu var kılarlarken, bu halin çok daha alt boyutlardaki (bizim boyutunuzda) yansımaları olan ve maddenin verdiği zenginliği kullanıp beş duyunun krallığında hüküm sürerek bedenin arzu ve çıkarları doğrultusunda bunu gerçekleştirmektedirler.

Ancak bu anlattığım, diğerlerinde olduğu gibi yine Cinler tarafından saptırılarak çeşitli isimler adı altında sunulan tebliğler ve mesajlar aracılığıyla,Güneş sitemi ve Galaktik konfederasyonlar birliğinin (ve bu evrenselliğe doğru gitmekte) dünya üzerindeki diğer canlılara yaptıkları gibi toprağı dölleyerek, bunu da belli bir evrimleşmeye geçirmek suretiyle insan ırkını oluşturmaları ve her an gözetim altında tutarak ve de zaman-zaman yol göstericiler göndererek (Resul, Nebi...) insanlığı olgun, kâmil noktaya ulaştırma anlayışı ile temelde benzerlikler gösterse de gerçek ve genel anlamda hiçbir şekilde ilişkisi yoktur. Ufo’ların kendilerini direkt tanıtmamaları ve genel olarak insanlarla diyaloga geçmemelerini de insanlığın henüz olgunlaşamadığı ve bu nedenle evrensel gerçekliği de hazmedemeyip kaldıramayacakları şeklinde ifade etmektedirler ki, sanki, zamanımızdan daha ilkel ve de daha vahşi bir o kadar da ilim ve teknolojinin olmadığı bir dönemde evrensel gerçekleri açıklamak için Resuller, Nebiler, yol göstericiler gönderebiliyor olmaları bir çelişki değilmiş gibi.(Bkz.Din Nedir-Ahmed Fevzi Yüksel/Sufizm Ve İnsan)

Şimdi konumuza geri dönersek; Pribram frekansal alanlarla,onu maddesel somut gerçekliklere dönüştürmeye aracılık eden beyinin daha kapsamlı kullanıldığı takdirde bizim gerçekliğimizin çeşitli türevlerini ortaya çıkartacağı gibi,bu gerçeklikten  tamamen bağımsız gerçeklikleri de açığa çıkartabilir. Bu nedenle Mistik kaynaklarda cennet ortamlarından bahsederken, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir gözün görmediği nimetlerle dolu olduğu şeklinde ifade edilmekte (ki bu ahiret boyutu için de geçerlidir) ve bu konudaki anlatımların hep gerçeklerine işaretle semboller kullanılmaktadır. Bu şuursal dönüşüm Kur’an’ da şöyle ifade edilmektedir “O gün Arz, başka bir Arz ile değiştirilir.(Yani o gün Arz başka bir Arzdır.) Fiziki ölüm ya da ölmeden önce ölme ile oluşan Zihinsel dönüşümü bildiren başka bir ayet de ZelZele suresidir. (Bkz. Dua Ve Zikir-Ahmed Hulusi)

“Arz şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldığında ve Arz içindeki gizli ağırlığı dışarı çıkardığında ve insan “buna ne oluyor” dediğinde Arz bütün haberlerini açıklar.Rabb’inden vahiy alarak...”

Mistik alanda insanın bedeni olarak da geçen Arz kavramı (ki bir sonraki boyutta ruh veya dalgasal beden olarak ifade edilir), Nesnel gerçeklik, Arş ise Bilinç boyutudur. Ancak burada dikkât edilecek husus, beynin bu her iki hali için yani bir gerçeklik alanından ayrı bir gerçeklik alanına geçmesi durumunda, ışınsal kökenli varlıkların meydana getireceği yanılgılardır.

Çok önemli bir nokta da maddesel boyutumuzdan,daha üst boyutlara doğru çıktıkça, uzay ve zamanın bununla birlikte bilincin kapsamının (sınırlarının) ve anlamının değişerek genişlemekte, bazı noktalarda ise tamamen kalmakta oluşudur. (Bkz. Tepkinin Etkisi, Karadelikler, Bir.Alan.Teor.6-Sufizm Ve İnsan /Fizik) Bununla birlikte kapsamı ve içeriği değişen bir diğer kavram da duyusal organlarımızdır. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi, Evrensel bilinç,var kabul ettiği bir fiziksel gerçekliği o gerçekliği duyumsayacak duyu organları ile birlikte oluşturmakta ve bunun sonucunda da o duyu organlarına göre de kayıtlanmaktadır.Bunu kendi beş duyumuz için ifade edersek, göz görme, kulak işitme,burun koku ile...vb şartlanır.Böylece boyutsal yükselişin neticesinde değişen kapsamla birlikte ayrı bir fiziksel gerçekliğe ait algılama,  yani bildiğimiz türdeki algılama, anlamını yitirerek,yerini bizim şu an için tanımlayamayacağımız bambaşka algı türlerine bırakır. Ancak, ayrıntısının çok farklı olmasına karşın, holografik bir bilinçte kapsamı genişleyen algının en temel özelliği “Şey in kendisi olarak ihata etmesi,algılaması...” şeklindedir ki, bu sisteme işaretle mistik kaynaklarda “Allah şeyin kendisi olarak haberdardır, bilir, görür, ihata eder...” ile “Gözler O’nu göremez Ancak O görüşleri idraktadır.” 
İfadeleri geçmektedir.

Bir sanal gerçeklikten diğer bir sanal gerçekliğe geçişler de tek tip olmayıp kendi içlerinde farklılıklar arz eder.Bunların ilkinde, bulunduğu boyut ortadan kalkarak sadece geçtiği boyuta ait gerçekler deneyimlenir.

İkinci türünde ise,bu fiziksel alan içerisinde iken,ayrı bir gerçeklik alanının ortaya çıkıp, bu algıladığımız boyuta direkt etki etmesi söz konusudur.

Üçüncü türünde ise, alt boyutlara doğru çıktıkça değişen şuur halleri ile birlikte tüm alanları aynı anda algılar ve deneyimler.Ayrıca bu algılama ile diğer iki türü de ortaya koyar (ilk iki türü ortaya koyan birimlerin özellikleri aşağıda sınıflandırmada açıkça verilmiştir).

Bunu göz önünde bulundurarak,biraz daha detaylı genel bir gruplandırma adı altında da ifade edebiliriz.

Birinci gruptakiler (ki çoğunluk böyledir),beş duyuda yaşarlarken farklı fiziksel gerçeklikleri deneyimleyemez (ancak bilgi yollu bilebilir) ve bu durum ancak fiziksel ölümle birlikte gerçekleşmektedir. Sıradan insanlar ,Felsefeciler, düşünürler, bilim adamlarını bu sınıfta sayabiliriz.

İkinci gruptakiler ise; yine beş duyu boyutunda yaşarlarken bilinçsizce yapmış oldukları birtakım çalışmalar ( tüm dinlere ait ibadet adı altında yapılan çalışma ve çeşitli mantra kelimelerin söylenmesi veya meditasyon...vb) veya birtakım uyuşturucu otlar, ilaçlar ya da doğuştan beynin bu yöndeki hassasiyeti dolayısıyla (ki bu ilk yaşlarda görülebileceği gibi, yaşamın ileri evrelerinde bir şok, kaza ya da kayıplar nedeniyle de çıkabilmekte) ışınsal varlıkların neden oldukları farklı gerçeklik alanlarına girmeleri ile oluşan fenomenlerdir ki, bunlara örnek olarak da medyumları, şamanları ve gerek ülkemizde gerekse dünyanın çeşitli yerlerindeki sapkın dini ve tarikat lider ve elemanlarını verebiliriz.

Üçüncü gruptakiler ise, belli disipline çalışmaları sonucu hassaslaşan beyinleri aracılığı ile sistemin yalnızca çokluk boyutundaki Tekliği ve bunun sonucu olarak da maddeye dönük olarak var olan gerçekliği algılamalarıyla farklı frekansal alanlarına girebilmektedirler.Ancak  bu noktada dahi ışınsal varlıkların etkilerini göz ardı etmemek gerekir.

Dördüncü grupta yer alanlar,tamamiyle öze dönük biçimde, sistemi algılamakta tüm gerçekliği sınırlı olmaksızın ya da ayrı bir deyişle, frekansal alanındaki enerjiyi (şuur düzeylerine göre) bir hamur yoğurur gibi şekillendirerek gerçekliklere dönüştürürler.(Her ne kadar çoğul isim kullansak da aslında bunlar Tek ve aynıdır. Farklılık ise boyutsal anlamdadır)
Bunların üzerinde ışınsal varlıkların hiçbir etkisi yoktur ve zaten olamaz da. Üçüncü gruptakiler de“Mistik” ismini alsalar da, gerçekte o isimle işaret edilen birimler bu gruptakilerdir.

<Devam Edecek>

İstanbul - 23.10.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail