İnsan
ve insansı ayrımını da çok iyi belirten ünlü fizikçi
Einstein, “Hayatta yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir
şey mucize değilmiş gibi yaşamak, diğeri her şey mucize
imiş gibi yaşamaktır.” derken bu söz ile paralel ve bir o
kadar da açıklayıcı olan
ünlü Martı
kitabının da yazarı olan Richard Bach, “Gerçekte hiçbir
şey mucize değildir. Çünkü bir sihirbazın bildiğini öğrendiğin
an, o artık sihirli değildir.” İfadesi, bize aynı zamanda
metafiziksel fenomenlerin herkeste bizatihi mevcut olduğunu,
ancak birimlerin kendilerini inkâr etmeleri sonucu (atıl
olarak potansiyel kalmasıyla birlikte) bu özellik ve vasıflarını
karşılarındaki birim ya da birimlerde gördükleri zaman,
“olağanüstü nitelendirerek ya ötelerdeki birinin kullarına
bağışladığı bir güç gösterisi veya bu tür şeylerin
bir göz boyamaktan veyahut uydurulmuş hikayelerden ibaret olduğunu
düşünüp ortak yanılgılar içerisinde buluşurlar.
Şimdi
bunu göz önünde bulundurarak mucizeler, kerametler ve
materyalizasyon ile buna benzer fenomenleri yine holografik
olarak incelemeye çalışalım:
Hologram
plakasını göz önüne aldığımızda tüm gerçeklikler,
pribram frekansal alanındaki girişim desenlerinde mevcut olup
beyin aracılığıyla algıladığımız somut gerçekliğe dönüştürülmektedir.
(Bu ister içten dışa, isterse de dıştan içe olsun, fark
etmez.) Bu dönüşümler sonucunda algıladığımız tüm
nesneler enerji titreşimlerinden meydana gelmiş üç boyutlu görüntüler
olup maddesel yapıları dolayısıyla da yaşadığımız düzeyin
yasalarını oluştururlar. (Newton, Einstein yasaları, kuantum
fiziği, holografik teori...).
Böylece,
gizli düzendeki pribram frekansal alanında aynı olan ancak
beyin tarafından boyutumuzda belirdiği zaman madde ve şuur
ikilemi şeklinde açığa çıkmasıyla algıladığımız
fiziksel gerçeklik meydana gelir. Bunu biraz daha açarsak;
hologram plakasındaki anlamların, boyutumuzda var kıldığı
beyinler aracılığıyla oluşturulmuş olan gerçeklikler,
beynin sınırsız özellikleri yardımıyla her an yeni-yeni şekillendirilebilir.Dolayısıyla,
algıladığımız boyutun gerçeklikleri tek gerçeklik alanı
değildir.(Daha önce de, maddelerin ikiz yapısından bahsetmiştik.)
Bunu göz
önüne aldığımızda, özden dışa doğru bir imge, bilgi,
algıladığımız dünyamızda bu boyutun kurallarına göre
enerji olarak açığa çıkıp beyinler arası iletişim sağlayarak
o beyinlerin ilgili hücrelerinin bu doğrultuda irrite
edilmesiyle her tür bilgi ve enerjinin(gücün) o birimlere ulaştırılabileceği
gibi aynı zamanda, mucizeler,kerametler,materyalizasyon,
poltergeist vakaları... vb gibi tüm metafiziksel fenomenler de
açıklayabilmektedir.Algıladığımız boyut itibariyle enerji
(veya bilgi) bir noktadan diğer bir noktaya aktarılmasına karşın,
hologram plakası açısından böyle gelme gitme gibi kavramlar
söz konusu değildir.
Böylece,
olay çok güçlü bir şekilde açığa çıktığında diğer
beyinleri o
beyinlerin sahip oldukları veri tabanları istikametinde
etkileyerek aynı ya da benzer türden oluşumları meydana
getirmektedir.Bu nedenle sistemi okuyan, algılayan Nebi ve
Resuller, zorlandıkları noktalarda sistemi o çağın kültürüne,
şartlanmalarına, değer yargılarına göre gerçeğine işaretle,
semboller biçiminde anlatmışlardır.
Buna
örnek olarak; Hz Muhammed’ e (sav) vahiy geldiğinde onda
meydana gelen birtakım fiziksel oluşların, yanındaki
sahabelerde de oluşması (terlemesi, titremesi...), algılarının
normal üstü bir düzeyde çalışması sonucu yeteneklerinin
artması, yeni gelen vahiyleri bir okunuşta ezberlemeleri... ve
bunun sonucu olarak da yaşama geçirmelerinin daha çabuk ve güçlü
olması ile Cebrail (as)’in İnsan suretinde gelerek Hz
Muhammed’e soru sorması ve bunun diğer sahabeleri tarafından
da görülmesini verebiliriz.
Ruh
bedenin yapısı ile aynı tür dalgasal yani,elektromanyetik
yapılı olması dolayısıyla ölüm ötesi yaşamda Ruh
boyutunda yaşamına devam etmekte olan ve Veli ismi ile adlandırılan
birim (ki dünya yaşamında elde ettiği ilim ve güç ile dünyanın
sahip olduğu elektromanyetik çekim gücüne karşı koyarak
bu hapishaneye bağlı olmaksızın yerin ikiz
boyutundan) gönderdiği belli anlam yüklü dalgalarla ilgili
birim ya da birimlerin beyinlerini etkileyerek (ki göz aracılığıyla
değil de beynin direkt olarak algılamasıyla) materyalize
olabilmekte ve bir fiziki beden sureti ile görülebilmektedir.Rüyada
gördüklerimiz ile ışınsal varlıkların belli suretlere bürünerek
ister sekerat halinde isterse uyanık haldeyken görünmeleri de
yine aynı sisteme dayanmaktadır. Yani, holografik bir görüntü
şeklinde görülebileceği gibi, maddesel biçimde yani yiyip içen,
konuşan, temas edilebilen bir biçimde de algılanabilmektedir.
Aynı şekilde Hz. İsa(as)’nın çarmıha gerildikten (ki gerçekte
çarmıhta onun yerine gerilen Yahuda İskaryot’ tur) üç gün
sonra havarileri ile halka görünmesi ve belli mesajlar vermesi
ile Hz. Hızır
(as) ‘ın görülmesi bu şekildedir. (bkz. Mesajlar-Ahmed
Hulusi/
Hz İsa Dönecek mi?-Ahmed Fevzi Yüksel/Sufizm Ve İnsan)
Aynı
şekilde, bir ufo gözlemlendiğinde bu olay gören (ya da görenler)
tarafından, güçlü beyin aracılığıyla yayılarak diğer
beyinleri bu yönde etkilemeleri sonucu onlarda da kolektif
olarak görülmesine, materyalize olmasına neden
olmaktadır.Buna başlıca örnek olarak, Fatıma olayını, ağlayan
Meryem ve İsa heykellerini (ve de canlı biçimde görülmelerini)
psikokinetik ve telepatik fenomenleri ve insanların maruz kaldıkları
Cin etkileşmelerini (poltergeist), yoktan bir anda madde oluşumlarını
...vb) verebiliriz.
Şuursal
plandaki anlamları bir tarafa, Mucizelerin kökeni de bu
sisteme dayanmakta olup, mesela Hz. İsa (as)’nın Yahuda’ yı
kendine benzetmesi, balıkçı teknesinde iken çıkan fırtınayı
dindirmesi, hastaları iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi, çölde
halkını doyurması, Hz. Musa (as)’nın asasının yılana dönüşmesi,
kızıl denizi yarması, Belkıs’ın tahtının taşınması,
Hz. Muhammed (sav)’in kendisini taşlamaya gelen Ebu
Leheb’in karısının karşısında yok görünmesi, Ay’ı
ikiye bölmesi,...vb) olayları da açıklayabilmektedir. Bu
mucizeler, birimleri kendi veri tabanları istikametinde
etkilediğinden kiminin imanlarını artırırken, birçoğunun
da beklenenin aksine, daha fazla imansızlığa saptıkları görülmüştür.
Bu
mucizeler, Resul ve Nebilerin varisi olan Velilerde de görülmekte
olup keramet adını alır. Bununla birlikte, belli disipline çalışmaları
yapmak suretiyle buna benzeyen, ancak özü itibariyle farklı
olarak ortaya konan, olağanüstü fenomenlere ise İstidraç adı
verilmektedir. Yine, bunlardan ayrı olarak
bu isimle adlandırılan, ancak Cinlerin direkt etkisiyle
neden oldukları (o birim farkında olsun ya da olmasın) birtakım
normal üstü fenomenler de bulunmaktadır. Burada dikkât
edilmesi gereken nokta, her dört olayın da,dışarıdan bakan
birisi için aynı olaylar şeklinde algılanmasıdır ki, bu da
en büyük yanılgılardan biridir (bu farklılıklar, bir
sonraki yazıda örneklerle açıkça ifade edilecektir.)
Bu
sistem dolayısıyla, artık konu üzerinde çalışan
psikolog,fizikçi... gibi bilimciler de şuurun aslında beyin
tarafından oluşturulmadığı ancak, beynin daha özdeki bilinç
tarafından meydana getirildiğini düşünmektedirler. Örneğin,Virginia
Intermot Koejinden Psikolog Keith Floyd, “Herkesin düşündüğünün
aksine, şuuru yaratan beyin olmayabilir, belki de beynin ortaya
çıkmasını, maddeyi, uzay-zamanı ve fiziksel evren olarak
yorumlamaktan hoşnut olduğumuz her şeyi yaratan şuurdur.”
demektedir.
Bu
durumun en büyük işaretlerinden birisi de beynin gerçekte
holografik özelliğe sahip olmasına rağmen, yaşadığımız
boyutta kendini sanki parçalardan oluşmuş, belli bölgelerinde
ayrı-ayrı işlev yapan bir yapı olarak göstermesidir.Halbuki
son yapılan çalışmalarda, mesela hafızanın beynin belli bölgelerinde
depolanmadığını bunun yerine beynin her yerinde kayıtlı olduğu ve beyin hücrelerinin
kendi görevleri dışında da diğer bir başka görevleri üslendiği
ortaya çıkartılarak gösterilmiştir.
Ancak
bu kendini o kadar güçlü gösterir ki, beyin farklı gerçeklik
düzeylerinin çıkışına ve algılanmasına izin vermeyecek
biçimde düzenlenmiş olduğundan, ister dini anlamda isterse
de bilimsel anlamda olsun tüm algılayışımız tek bir
fiziksel gerçekliğe göre var olmakta ve her şeyi de buna göre
tanımlamaktayız.
Bu
nedenle, farklı fiziksel gerçekliğe ait olan, beş duyu alanımızda
belirdiğinde bunun nedenini, niçinini algılayamayarak mucize,
keramet,materyalizasyon, psikokinetik, telepati...vb fenomenleri
kabul edememekteyiz.Böylece Din, iman kavramı ötesinde sistem
olarak algılanmamakta ve sistemi, yaşadığımız boyut ve
sistemde bulmaya çalışmak yerine, ötelerdeki asılsız
hayaller içinde değerlendirmekteyiz. Yine aynı nedenlerden
dolayı bilimi yönlendiren beyinler de, bilimin kendisinin
temelinde var olan bu farklı fiziksel gerçekliğine rağmen (buna klasik fiziğin yasaları ile kuantum fiziğinin
yasalarını örnek olarak verebiliriz.) tüm boyutlarıyla
sistemin kendisi olan Dinin anlatımlarındaki bir önceki
kavramları reddetmektedirler.
Hologram
teorisini bir kenara bıraksak dahi, Zihin ve parçacıklar arasındaki
ilişkinin varlığı bu fenomenleri açıklamak için yeterli
olmasına karşın, deve kuşu misali, kafamızı gömerek bu tür
gerçekleri görmezden gelmekteyiz. Tıpkı Sayracuse Üniversitesi
kuantum fizikçisi Fritz Rohrlich’in dediği gibi, “Fizikçilerin
çoğu neredeyse şizofrenik bir tutum sergiliyor.Bir yandan
kuantum kuramının standart yorumunu kabul ederken, diğer
yandan kuantum sistemlerinin, gözlemlenmediği zaman da var
olduğu görüşüne direnmektedirler”
Ünlü
Biolog Lyall Watson ise, bu konuda, “Uzay ve zamanda objektif
bir dünya yoktur ve artık hepimiz olgularla değil, olasılıklarla
ilgilenmeye zorlanıyoruz. Artık kuantum mekaniğinde kimse imkânsızlıklardan
söz etmiyor. Bir çeşit istatiksel mistisizm geliştirdiler
ve fizik metafizikten zorlukla ayırt edilebilir hale
geldi.İşte bu, biyolojide anlamsızlıklarla karşı karşıya
kalan bir biyolog için her şeyi bir parça daha kolaylaştırıyor.”
Gerçeğin
tamamen bir imajinasyon tarafından meydana getirildiği ile
ilgili bir diğer işaret de, bilimsel olarak kabul ettiğimiz,
bir fotonun, elektronun, elektriksel ve gravitasyonel alanların...vb.
ne olduğunu bugün bile bilmiyor oluşumuzdur. Bildiğimiz,
sadece bu kavramlara birer isim verip özelliklerini ve nasıl
davranmakta olduklarını tanımlamaktır. (Bkz. Her Şey Bir
Plasebo Mu? 1-2/ Sufizm Ve İnsan /Fizik)
Bu
noktada ünlü Astrofizikçi Sir James Jeans ise, “ Katı bir
yuvarlak için uzayda her zaman muayyen bir mekan olur; halbuki
görünüşte elektronun böyle bir mekânı yoktur. Katı bir küreciğin
hacmi olur; halbuki kalbe düşen bir korku veya merak ne kadar
yer tutar diye düşünmek nasıl ki imkânsız ise, bu elektron
için de böyledir”der.
Şimdi
bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Şu ana kadar belirttiğimiz,
algıladığımız fiziksel gerçekliğin dışında, başka
anlamlarda gerçekliklerin bulunması ile kuantum fiziğinin öngördüğü
standart modeldeki, gözlemlenmediği zaman bir gerçeklikten
bahsedilememesi veya başka şekilde ifade edersek, tüm şuurların
birleşmesiyle yalıtılmış olan gerçekliğin üstünde ve ötesinde
hiçbir gerçekliğin olmaması kavramı bir çelişki değil
midir?
Bunu
şöyle cevaplandırabiliriz:
Bildiğimiz
gibi klasik fiziğe göre, bir şeyin nesnelliği onu gözlemleyenden
bağımsız olarak her zaman mevcuttur. Kuantum fiziğini göz
önüne alarak, gözlemlenmediği zaman bölünmez bütünün
parçaları olan parçacıkların dalgasal özelliklerini biraz
daha detaylı olarak ele alıp bunun ne olduğunun tanımlanmasıyla
ki, kuantum altı boyut olarak ta ifade edilen (Kuantum
potansiyeli, Sıfır Nokta Enerjisi) ve holografik bir düzenle
mevcut olarak elektromanyetik alanlarla dolu olup her iki boyutu
yani kuantum ve görünen boyutu oluşturmaktadır. Böylece, bu
boyut itibariyle gördüğümüz somut gerçekliğin dışında,
bildiğimiz algıladığımız anlamda nesnel gerçekliğin
olmamasına karşın, farklı gerçeklikler anlamında veya düzeyinde
holografik olarak dalgasal formlarda, imgeler biçiminde mevcut
olmaktadır. Yani, bir şeyin yok olması demek onun hiç
olmaması değil, tıpkı bir görüntünün hologram plakasında
farklı bir gerçeklik alanında iken plakanın hareket
ettirilmesiyle görünür hale gelmesi ve
tekrar bu alana girerek kaybolması gibi mevcut olmasıdır.Bunun
sonucu olarak, hem nesnel gerçeklik olarak algıladığımız
evren sanal bir gerçeklik olarak mevcut, hem de bu gerçekliğin
dışında farklı bir gerçeklik alanları
bulunmaktadır.(Bkz Düzensizliğin düzeni; Zihin Ve
Madde; Her Şey Bir Plasebo mu?1-Sufizm ve İnsan/Fizik) Bu aynı
zamanda, Allah’ın her an yeni bir şan da, yaratmada olduğu kavramının da
işaretlerini göstermektedir.
Böylece
bir birim için, o birimi kapsayan
ve ona göre nesnel olmayan bir gerçeklik alanı (ki hiyerarşinin
gereği de budur) bir başka birim (ya da birimlerin) nesnel gerçekliği
olmaktadır. Böylece bizler daha üst bilinç boyutlarının
oluşturduğu bir dünyada, güneş sisteminde, galakside ve
evrende ve hatta Cennetinde yahut Cehenneminde yaşıyoruz
demektir.Her ne kadar aynı öze sahip olsak da.Elbette bu
durumun yaşadığımız boyutlarda da yansımaları
mevcuttur.Ama bir farkla, ilk söylediğim bilinç Hz. İsa
(a.s)’ nın Gökyüzünün krallığında hüküm sürenler
olarak ifade ettiği Mutlak Benlik (Evrensel Bilinç) anlayışı
içerisinde bunu var kılarlarken, bu halin çok daha alt
boyutlardaki (bizim boyutunuzda) yansımaları olan ve maddenin
verdiği zenginliği kullanıp beş duyunun krallığında hüküm
sürerek bedenin arzu ve çıkarları doğrultusunda bunu gerçekleştirmektedirler.
Ancak
bu anlattığım, diğerlerinde olduğu gibi yine Cinler tarafından
saptırılarak çeşitli isimler adı altında sunulan tebliğler
ve mesajlar aracılığıyla,Güneş sitemi ve Galaktik
konfederasyonlar birliğinin (ve bu evrenselliğe doğru
gitmekte) dünya üzerindeki diğer canlılara yaptıkları gibi
toprağı dölleyerek, bunu da belli bir evrimleşmeye geçirmek
suretiyle insan ırkını oluşturmaları ve her an gözetim altında
tutarak ve de zaman-zaman yol göstericiler göndererek (Resul,
Nebi...) insanlığı olgun, kâmil noktaya ulaştırma anlayışı
ile temelde benzerlikler gösterse de gerçek ve genel anlamda
hiçbir şekilde ilişkisi yoktur. Ufo’ların kendilerini
direkt tanıtmamaları ve genel olarak insanlarla diyaloga geçmemelerini
de insanlığın henüz olgunlaşamadığı ve bu nedenle
evrensel gerçekliği de hazmedemeyip kaldıramayacakları şeklinde
ifade etmektedirler ki, sanki, zamanımızdan daha ilkel ve de
daha vahşi bir o kadar da ilim ve teknolojinin olmadığı bir
dönemde evrensel gerçekleri açıklamak için Resuller,
Nebiler, yol göstericiler gönderebiliyor olmaları bir çelişki
değilmiş gibi.(Bkz.Din Nedir-Ahmed Fevzi Yüksel/Sufizm Ve İnsan)
Şimdi
konumuza geri dönersek; Pribram frekansal alanlarla,onu
maddesel somut gerçekliklere dönüştürmeye aracılık eden
beyinin daha kapsamlı kullanıldığı takdirde bizim gerçekliğimizin
çeşitli türevlerini ortaya çıkartacağı gibi,bu gerçeklikten
tamamen bağımsız gerçeklikleri de açığa çıkartabilir.
Bu nedenle Mistik kaynaklarda cennet ortamlarından bahsederken,
hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir gözün görmediği
nimetlerle dolu olduğu şeklinde ifade edilmekte (ki bu ahiret
boyutu için de geçerlidir) ve bu konudaki anlatımların hep
gerçeklerine işaretle semboller kullanılmaktadır. Bu şuursal
dönüşüm Kur’an’ da şöyle ifade edilmektedir “O gün
Arz, başka bir Arz ile değiştirilir.(Yani o gün Arz başka
bir Arzdır.) Fiziki ölüm ya da ölmeden önce ölme ile oluşan
Zihinsel dönüşümü bildiren başka bir ayet de ZelZele
suresidir. (Bkz. Dua Ve Zikir-Ahmed Hulusi)
“Arz
şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldığında ve Arz içindeki
gizli ağırlığı dışarı çıkardığında ve insan “buna
ne oluyor” dediğinde Arz bütün haberlerini açıklar.Rabb’inden
vahiy alarak...”
Mistik
alanda insanın bedeni olarak da geçen Arz kavramı (ki bir
sonraki boyutta ruh veya dalgasal beden olarak ifade edilir),
Nesnel gerçeklik, Arş ise Bilinç boyutudur. Ancak burada dikkât
edilecek husus, beynin bu her iki hali için yani bir gerçeklik
alanından ayrı bir gerçeklik alanına geçmesi durumunda,
ışınsal kökenli varlıkların meydana getireceği yanılgılardır.
Çok
önemli bir nokta da maddesel boyutumuzdan,daha üst boyutlara
doğru çıktıkça, uzay ve zamanın bununla birlikte bilincin
kapsamının (sınırlarının) ve anlamının değişerek genişlemekte,
bazı noktalarda ise tamamen kalmakta oluşudur. (Bkz. Tepkinin
Etkisi, Karadelikler, Bir.Alan.Teor.6-Sufizm Ve İnsan /Fizik)
Bununla birlikte kapsamı ve içeriği değişen bir diğer
kavram da duyusal organlarımızdır. Daha önceki yazılarımızda
da değindiğimiz gibi, Evrensel bilinç,var kabul ettiği bir
fiziksel gerçekliği o gerçekliği duyumsayacak duyu organları
ile birlikte oluşturmakta ve bunun sonucunda da o duyu organlarına
göre de kayıtlanmaktadır.Bunu kendi beş duyumuz için ifade
edersek, göz görme, kulak işitme,burun koku ile...vb şartlanır.Böylece
boyutsal yükselişin neticesinde değişen kapsamla birlikte
ayrı bir fiziksel gerçekliğe ait algılama,
yani bildiğimiz türdeki algılama, anlamını
yitirerek,yerini bizim şu an için tanımlayamayacağımız
bambaşka algı türlerine bırakır. Ancak, ayrıntısının çok
farklı olmasına karşın, holografik bir bilinçte kapsamı
genişleyen algının en temel özelliği “Şey in kendisi
olarak ihata etmesi,algılaması...” şeklindedir ki, bu
sisteme işaretle mistik kaynaklarda “Allah şeyin kendisi
olarak haberdardır, bilir, görür, ihata eder...” ile “Gözler
O’nu göremez Ancak O görüşleri idraktadır.”
İfadeleri
geçmektedir.
Bir
sanal gerçeklikten diğer bir sanal gerçekliğe geçişler de
tek tip olmayıp kendi içlerinde farklılıklar arz eder.Bunların
ilkinde, bulunduğu boyut ortadan kalkarak sadece geçtiği
boyuta ait gerçekler deneyimlenir.
İkinci
türünde ise,bu fiziksel alan içerisinde iken,ayrı bir gerçeklik
alanının ortaya çıkıp, bu algıladığımız boyuta direkt
etki etmesi söz konusudur.
Üçüncü
türünde ise, alt boyutlara doğru çıktıkça değişen şuur
halleri ile birlikte tüm alanları aynı anda algılar ve
deneyimler.Ayrıca bu algılama ile diğer iki türü de ortaya
koyar (ilk iki türü ortaya koyan birimlerin özellikleri aşağıda
sınıflandırmada açıkça verilmiştir).
Bunu
göz önünde bulundurarak,biraz daha detaylı genel bir
gruplandırma adı altında da ifade edebiliriz.
Birinci
gruptakiler (ki çoğunluk böyledir),beş duyuda yaşarlarken
farklı fiziksel gerçeklikleri deneyimleyemez (ancak bilgi
yollu bilebilir) ve bu durum ancak fiziksel ölümle birlikte
gerçekleşmektedir. Sıradan insanlar ,Felsefeciler, düşünürler,
bilim adamlarını bu sınıfta sayabiliriz.
İkinci
gruptakiler ise; yine beş duyu boyutunda yaşarlarken bilinçsizce
yapmış oldukları birtakım çalışmalar ( tüm dinlere ait
ibadet adı altında yapılan çalışma ve çeşitli mantra
kelimelerin söylenmesi veya meditasyon...vb) veya birtakım uyuşturucu
otlar, ilaçlar ya da doğuştan beynin bu yöndeki hassasiyeti
dolayısıyla (ki bu ilk yaşlarda görülebileceği gibi, yaşamın
ileri evrelerinde bir şok, kaza ya da kayıplar nedeniyle de çıkabilmekte)
ışınsal varlıkların neden oldukları farklı gerçeklik
alanlarına girmeleri ile oluşan fenomenlerdir ki, bunlara örnek
olarak da medyumları, şamanları ve gerek ülkemizde gerekse dünyanın
çeşitli yerlerindeki sapkın dini ve tarikat lider ve
elemanlarını verebiliriz.
Üçüncü
gruptakiler ise, belli disipline çalışmaları sonucu hassaslaşan
beyinleri aracılığı ile sistemin yalnızca çokluk
boyutundaki Tekliği ve bunun sonucu olarak da maddeye dönük
olarak var olan gerçekliği algılamalarıyla farklı frekansal
alanlarına girebilmektedirler.Ancak
bu noktada dahi ışınsal varlıkların etkilerini göz
ardı etmemek gerekir.
Dördüncü
grupta yer alanlar,tamamiyle öze dönük biçimde, sistemi algılamakta
tüm gerçekliği sınırlı olmaksızın ya da ayrı bir deyişle,
frekansal alanındaki enerjiyi (şuur düzeylerine göre) bir
hamur yoğurur gibi şekillendirerek gerçekliklere dönüştürürler.(Her
ne kadar çoğul isim kullansak da aslında bunlar Tek ve aynıdır.
Farklılık ise boyutsal anlamdadır)
Bunların üzerinde ışınsal varlıkların hiçbir etkisi
yoktur ve zaten olamaz da. Üçüncü gruptakiler de“Mistik”
ismini alsalar da, gerçekte o isimle işaret edilen birimler bu
gruptakilerdir.
<Devam
Edecek>
İstanbul
- 23.10.2001
http://sufizmveinsan.com
|