Mucize,
keramet ve İstidracın yanında bunlarla yakından uzaktan hiçbir
ilgisi olmayan illüzyon dediğimiz fenomenin varlığı da söz
konusudur. İllizyonu bunlardan ayıran faktör, beş duyu
scalası içerisinde, yani farklı gerçeklik alanları arasında
geçiş olmaksızın tamamen belli yöntemlerle gözün aldatılması,
yanıltılması esasına dayanmış olmasıdır.Benzer deyişle
illüzyon, yöntemlerinde, özel şartlar içerisinde hazırlanmış
mekanik sistemlerden, araç gereçlerden, renk ve ışık
oyunlarından (aynalar,
hologramlar) dikkatin başka bir yere kaydırılması ve el çabukluğu
marifeti yardımıyla insanlardaki göz ve algı boşluklarından
yararlanmak suretiyle oluşturulan gösterilerdir.
Dolayısıyla
yazılarımızda anlatageldiğimiz konuların birtakım bilim
adamları ve illüzyonistler tarafından açıklama getirmek üzere
başvurdukları “illüzyon” kavramı ile aydınlatılacak
basitlikteki fenomenler olmadığını, buna karşın
yukarıda dile getirdiğimiz illüzyon için gerekli şartların
dışında gerçekleşen fenomenler olup bunların birçoğunun
önemli kurum ve kişilerce şüpheye yer vermeyecek biçimde
belgelendiğini ve onaylandığını belirtmek isteriz. Kaldı
ki, bu fenomenlerin dayandığı bilimsel temeller,
günümüz bilimi tarafından zaten onay almaktadır.
İllüzyona
örnek olarak, bu aralar oldukça popüler olan (Show TV’ de
yayımlanan) Hepsi Gerçek programında gösterilen ve insanı
bir bakışta hayrete düşüren gösterilerin iç yüzünün açıklanmasıyla,
aslında ne kadar basit mantık silsilesi içerisinde gerçekleştirildiği
ve hatta birkaç gösteriden sonraki illüzyonların artık
herkes tarafından kolayca tahmin edilmesini verebiliriz.
(Burada amacım, illüzyonu küçümsemek ya da eleştirmek değil,
insana ait olan birtakım özelliklerin bu fenomenden ayrı oluşunu
bilimsel tekniklerle açıklamak için
bir durum tespiti yapmaktır).
Bu
ayrıntıyı da verip tekrar konumuza geri dönersek, mucize,
keramet ve istidracın ortak yönü, her üçünün de
aynı beynin özelliklerinden olması ve buna karşın bu
Resul ve Nebi’lerde açığa
çıkıyorsa mucize, Velilerde (ve hatta bazı Azizlerde ) açığa
çıkıyorsa keramet, Budist, Hindu,Keşiş, Müslüman*...vb
(her din ve görüşten olabilmektedirler) mistiklerde açığa
çıkıyorsa İstidraç denmektedir.
İstidraç
olayını ortaya koyanlarda, şartlanma,duygu ve değer yargıları
ile bedenin istek ve arzularına set çekmek, dolayısıyla
bedene hakim olmak suretiyle bedensizliğe adapte olmak yani
tabiat perdesinin ortadan kaldırılmasıyla meydana gelir.
Velilerde de aynı şekilde gerçekleşmesine karşın, tabiat
perdesinin “iman Nuruna” yani Resul ve Nebilerin
getirdiklerine İmana dayalı olarak kaldırılması sonucu oluşur.
Bu nedenle de İman Nuru’na”Anti-çekim Dalgasına” sahip
olmayanlar, “mistik” olarak ifade edilmelerine karşın
Cennet ortamlarına geçemeyerek Cehennem ortamlarında yaşamlarına
devam ederler.Çünkü aklın, İman nuru ile hareket etmesi
sonucu, gördüklerinin ötesine iman yollu geçip onu kavraması
ve yaşantıya dökmesine karşın, İstidraç sahipleri İman
Nuruna göre hareket etmedikleri için belli çalışmalarla çokluk
boyutu ve buna göre var olan Teklik boyutunda kendini tanımış
olurlar. Teklik boyutuna sahip birimlere iman sonucunda bu doğrultudaki
çalışmalar da bilincin en fazla bu noktaya kadar çıkışını
sağlamaktadır ki, kişiyi bu boyutta bloke eder ve insan her
şeyin bu zirve boyuttan ibaret olduğunu zanneder. (Bkz. Akıl
Ve İman/Dua Ve Zikir-Ahmed Hulusi-Ahmed Fevzi Yüksel-Mürşid
Ve Şaki/Sufizm Ve İnsan-Tasavvuf)
Mucize
ve kerametleri ortaya koyan birimler, bu yaptıkları işi, özlerinin
Hakikâti olan Allah’a bağlarken, istidraç sahipleri, çokluk
boyutuna göre varsaydıkları Teklik boyutuna, yani
Benliklerine bağlarlar.Bu nedenle Resul ve Nebilerin ortaya
koyduklarına iman etmiş olanların Arzı geniştir denilirken,
diğerlerine ise, Arzı maddeye, varlığa dönük olarak var
kabul ettikleri Benlikleri kadar olmaktadır denilir.
Yalnız
burada da şu noktayı unutmamak gerekir, o da İstidraç
sahiplerinin ortaya koyduklarının da alelade, basit şeyler
olmadığıdır. Çünkü bir birimin tüm geçmişini
bilebildikleri gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilme yani
yer değiştirebilmekte, duvarlardan, kapalı engellerden geçebilmekte,
ister yaşayan başka
insanlar hakkında olsun isterse de ölmüş olanın kabir hayatı
hakkında olsun bilgi verebilmekte,Cinlerle de rahatlıkla iletişim
kurabilmekte ve de istenilen nesneleri materyalize
edebilmektedirler...vb)
Bununla
birlikte, genel anlamda mucizeler çok geniş düzeylere,
boyutlara ulaşarak kendisini gösterebilmesine karşın,
istidraçlar daha lokal kalmakta, eğer direkt cin kökenli ise,
bu durum daha da gerileyebilmektedir.
Buna
örnek olarak; Hz. Muhammed (sav)’in Ayı ikiye bölme
hadisesini göz önüne alırsak, bu mucizeyi bir Budist,
Hindu...vb) istidraç sahibi de gerçekleştirebildiği gibi,
direkt cinni bir kişi de meydana getirebilmektedir. Ancak
aradaki çok önemli fark, Hz Muhammed (sav)’in bu olayı gerçekleştirirken,
beyninden yayımlanan anlam yüklü dalgaların çok güçlü
bir biçimde yanındaki birimlere bunu göstermesinin yanı sıra,
tüm Dünya üzerinde de aynı etkiyi oluşturmuş olmasıdır
ki, Dünyanın çeşitli bölgelerinde bu dalgayı alıp değerlendirenler
de bulunmuştur. (Dileseydi çok rahatlıkla tüm insanlara bunu
gösterebilirdi.) Zaten evren bir hayalden ibaret değil miydi?.
İstidraç sahipleri ile cinlerin direkt etkisinde kalanlar ise,
sadece yakın çevrelerinde ya da uzakta birkaç kişi üzerinde
bunu oluşturabilmektedirler.
Genel
anlamda, Mucizeler, boyutsal, evrensel anlamda var olan gerçekliklerin
bu boyutta çıkışı ile ilgili (yani farklı öz boyutlarda
farklı anlamlar içerir) iken istidraçta böyle bir ilişki,
boyutsal sınırlılık içerisinde kendini göstererek daha
derin bilinç boyutlarında bir anlam içermez.
Buna
örnek olarak da, Hz. İbrahim (as) ‘in bir kuşu alıp dört
parçaya bölmesinin bilinç boyutunda kendi Hakikât’i olan
Allah’ın Ef’al, Esma, Sıfat ve Zat boyutunu algılamasını,
müşahede etmesini ve bu
durumun yaşadığımız boyutta temsil edilişini (boyutsal
yansımasının) ifade etmek için kullanmasına karşın (bkz.
Okyanus Ötesinden-2/Ahmed Hulusi), istidraç sahibinin aynı
olayı gerçekleştirmesi durumunda bu olayın ( bu anlamda)
bilinç boyutunda bir şey ifade etmemesidir (her ne kadar kendi
boyutunda bir şeyler ifade etmiş olsa da).
Yine
mistik kaynaklarda, Allah’ın Gökteki orduları (melekler)
ile birlikte yardım etmesinin esasını da bu sistemle açıklayabiliriz.Yani
düşman beyinlerinde, Resul ve Nebi’nin ya da Velilerin çok
güçlü beyinlerinin etkilemesiyle Materyalize oluşturmaları
şeklindedir ki, bu görünmeyen askerlerin düşmanlar tarafından
tespit edilmekte olup diğer askerlerden ayırt edici özelliklere
de sahip olabildiklerini bildirmişlerdir. Keza, Işınsal boyut
olan Berzah aleminde yeryüzünde
yaşarken veya ölümü tatmadan önce kendi istekleriyle beden
kayıtlarından kendilerini kurtarabilen birimler, güçlerine göre
dünya üzerinde kıyamete kadar serbest bir yaşam içinde olup
düzeylerine göre birbirleriyle görüşerek o boyutta belli
vazifeler icra ettikleri gibi, çeşitli müdahalelerde
bulunarak çeşitli savaşlara da katılabilmektedirler. (Bkz.
İnsan ve Sırları II - Ahmed Hulûsi).
Bu
konuyla ilgili bir başka örnek de, ünlü mutasavvıf M. İbnü’l
Arabi’nin ünlü eseri Füsus’ul Hikem in
Süleyman fassında şu şekilde anlatılmaktadır.
“...Belkıs’a saraya gir denildi. Saray, camdan yapılmış
duru ve şeffaf idi.Kapıdan girerken yeri su
zannetti.Elbisesinin ıslanmaması için bacaklarını açtı
,paçalarını sıvadı.Bu su gibi görünen şeyin bir hayal
olduğunu görünce, gözü önüne getirilen tahtın da bu
kabilden olduğunu anladı....Böylece Süleyman (as) muhakkak
bu tembih ve temsil ile Belkıs’ın kendi tahtı hakkında
“sanki o dur”sözündeki isabeti ona anlatmış oldu.”Bu kıssada
anlatılan bir diğer husus da, Cinlerin o kadar hızlı, latif
olmalarına karşın yine de zamana tabi olmaları, Şuur
boyutunda ise bunun asla söz konusu olmadığıdır.
Metafiziksel
Yanılgılar II
yazımızda Enfüs ve Afak kavramını
taban düzeyde hologram açısından, yani projeksiyon ve onun
var kıldığı dıştan içe algılatma boyutuyla açıklamaya
çalışmıştık.Bununla birlikte 6. bölümde de biz Cinlerin
ve 120. günde oluşan Ruh
bedenin, algıladığımız maddesel.... ve enerji boyutunun da
altında olan ışınsal (Nar) boyut
ve bu boyuttaki enerjinin holografik olarak düzenlenmesiyle
oluştuğunu belirtmiş ve Maddenin Gölgesi yazımızda da hem
Nar boyutunun hem de Nur (ışık hızı ötesi olan enerji)
boyutunun uzay-zamana
bağlı olmadığını bu nedenle de sonsuz uzay-zamanları
meydana getirdiklerini söylemiştik. Bilinç bu boyutlar olarak
kendini (var kıldığı veya) bulduğu noktada kayıtlı bulmasıyla
Cehennem ya da beş duyusal, maddesel boyutun da bir mekân ve
zamanı söz konusu kılsa da
salt düşünsel,bilinç boyutu olan yani hiçbir uzay
–zamanla kayıtlı olmayan Cennet boyutunda bu, söz konusu değildir.(Bkz.
Cehennemin Gölgesi/Sufizm Ve İnsan-Fizik)
Bu
bakış açısından baktığımızda ise, Nar boyutunda yer
alan varlıklar, dıştan-içe olarak ifade ettiğimiz boyutun
aslında hep içten dışa projektenin neden olduğunu algılayacaktır.
O
halde hologram plakasında, iç-dış, öncelik ve sonralık
kavramı olmadığına göre Enfüs ve Afak kavramını bu
anlamda nasıl ifade edebiliriz? Bu soruya verebileceğimiz
cevap yine “boyutsallık” kavramı olacaktır.Bu nedenle,
bir boyut için geçerli olan projeksiyon bakış açısı,bir
üst boyut projeksiyonun neden
olduğu dıştan içe algılatma konumuna düşecektir. Buna karşın
hologram plakasına dışarıdan, yani tüm bunlardan bağımsız
bakabilseydik tek göreceğimiz, bu girişim desenleri olacak ve
bunun dışında bu ayrıntıların hiçbirini algılayamayacaktık.
Tıpkı mucizeler ile istidraçların arasındaki farkı göremeyişimiz
gibi.
Tekrar
özetlersek; bir noktada her şeyin aynen mevcut olduğu kavramının,
bir boyutta olanın tüm boyutlarda da aynen bulunması ve bu
nedenle de bir boyutta olanın bulunduğu boyuta göre tüm
boyutları değerlendireceğinden, bunun
ifade etmeye çalıştığımız Nar boyutu için de geçerli
olup her boyutta bulunan, kendini projekte açısından değerlendirdiğini
algılasa da bunun gerçekte bir üst boyutun
projektesinin neden olduğu algılatma olduğu görülür.
Böylece Evrenin bu anlamda tüm boyutlarıyla Hologram içre
Hologram biçiminde var olan, dev bir hayal ve düşten başka
bir şey olmadığı anlaşılmış olur.
Tüm
bunları göz önünde bulundurursak, bir alt boyut Afaki
ve buna karşın bir üst boyuttan bakışı da bu boyuta göre Öze
dönük ve Enfüsi algılama olarak düşünebiliriz. Biraz daha açarsak,
ışınsal boyutta varlığın Tek olmasına karşın, bu
enerjinin Holografik düzenlenmiş olarak izafi çokluk kavramını
meydana getirmesi ya da bu görsel çokluk kavramının Nar
boyutu açısından Tek olarak algılanmasının yanında, bu
boyutun bir üst boyutu olan Nur boyutundan yani Nur boyutundan
Nar (ışınsal) boyutuna yansıyanrak izafi çokluk boyutunun
algılanması da söz konusudur.Ancak hologram plakasında olduğu
gibi, her iki boyutun bakış açısı veya verileri bize aynı
imiş gibi gelse de, görünse de, boyutsal farklılık dolayısıyla
algılamalar da tamamen farklı olmaktadır. Bu boyutsal farklılığı,
maddesel boyutumuza göre indirgeyerek açıklarsak, evren atom
boyutunda aynı Tek yapı olmasına karşın (ki tüm bilinen
atom türü de Hidrojen atomun çoğul görüntüsüdür veya türemiştir
de diyebiliriz) bir üst boyut ve izdüşümü olduğu enerji
boyutu itibariyle de yine Tek bir yapı olması gibi... (Oysa
her iki boyutun kuralları da tamamen birbirlerinden farklıdır)
Her
ne kadar kendi içlerinde de aynı kavram geçerli olsa da, bu
iki boyut arasında bir kıyaslama yaparsak, Nar boyutunu Afaki,Varlığa
dönük olarak nitelendirebileceğimiz gibi, Nur boyutunu da,
Nar boyutuna göre öze dönük, Enfüsi
olarak değerlendirebiliriz.
<Devam
Edecek>
İstanbul
- 19.11.2001
http://sufizmveinsan.com
(Devam
edecek...)
*Burada
bahsettiğim Müslümanlar, Zahirde Resul ve Nebilerin
getirdiklerini kabul etmelerine karşın, onların bildirdikleri
doğrultudan sapan çalışmalar yapmak suretiyle diğer istidraç
sahiplerinde olduğu gibi Zihinlerini bloke ederler. Bir de
bunun dışında var olan avam Müslümanları ise (ki çoğunluk
böyledir) onlarda bu tür haller görülmez, görülenleri de
direkt Cinni etkileşmeler sonucu yaptığını bilmez bir şekilde
fenomenler ortaya koymaktadırlar.
Metafiziksel
Yanılgılar VI’ ya ek:
Bir gök taşı olduğu söylenen Hacerül Esved taşı hakkında
Hz Muhammmed (sav) “Hacerül Esved sütten daha beyaz bir şekilde
Ak idi.İnsanoğlunun Ruhu onu kararttı” diyerek bu taşın
gerçekte insan beynindeki parazitleri emen canlı, şuurlu bir
nesne olduğunu belirtmektedir.
|